Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Sorularla Esmaül Hüsna (https://www.forum.medineweb.net/812-sorularla-esmaul-husna)
-   -   Rahman/ Rahim/ Melik Esmâ'larını Tanıyalım (https://www.forum.medineweb.net/sorularla-esmaul-husna/36391-rahman-rahim-melik-esmalarini-taniyalim.html)

Nebevi Sevda 01 Aralık 2019 16:21

Elhamdülillah Rabbil alemin
Er Rahman
Er Rahim
El melik

Emeği geçen tüm kardeşlerimden mevlam razı olsun.
Isimleri hıfz edip yaşama imkanı versin.
Benden bu konu için diyeceklerim bu kadar kardeşlerim

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 10:07

Konumuzla ilgili güzel bulduğumuz makaleleri ele alıyoruz

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 10:08

Cevher Caduk (ilahiyatçı-öğretmen)


El-Melik

Önceki makalede ayetin “Onu ne uyuklama alır ne de uyku” bölümünü ele almış, ardından “göklerde ve yerde ne varsa Ona aittir” bölümüne giriş yapmış, varlığın bütününün hem hakikî hem de itibarî ve teşriî olarak Rab Teâlâ'ya ait olduğuna (O'nun milkiyetinde) değinmiştik. Ancak ayetin bu bölümü milkiyeti ifade etmektedir.

Biz bu makalemizde ‘m-l-k' kökünden geldiğinden dolayı Rab Teâlâ'nın varlık üzerindeki mülkiyetini yani tasarrufunu ve hükümranlığını ele alacağız. Kur'an-ı Kerim, Rab Teâlâ'nın hem malikliğine hem de melikliğine, yani hem varlığın sahibi olduğuna hem de varlık üzerinde tasarrufta bulunduğuna vurgu yapmaktadır.

Muavizeteyn Surelerinden birisi olan Nas Suresi'nde Rab Teâlâ kendi kendisini “meliki'n-nas/insanların meliki” olarak ifade etmektedir.

Bir diğer dikkate calip nokta da şudur ki; Rab Teâlâ milkiyet kelimesini Kur'an-ı Kerim'de kullanmaz. O'nun yerine bu anlamı karşılayan ‘lam' harf-i cerrini kullanır. Bu kullanımla varlığın bütününün kendisine ait olduğunu belirtir. ‘lillahi/Allah'a aittir' ‘lehu/Ona aittir' gibi. Ama Kur'an-ı Kerim mülk kelimesini direkt olarak kullanır. Hem de birçok ayette.[1]

Rab Teâlâ malik olmasının ötesinde meliktir de. Hakikî malik ve hakikî melik, itibarî/teşriî malik ve itibarî/teşriî melik. Hakikî malik ile itibarî malikin birbirinden ayrıldığı noktalara değinmiştik. İki kavram arasındaki en net farklardan birisi şuydu: hakikî sahiplikte sahip olunan şey insandan ayrılamaz. Ama itibarî sahiplikte, sahip olunan şeyin bir şekilde insandan ayrılması mümkündür. Örneğin elbisemiz, kitabımız, kalemimiz, satış, bağışlama, ödünç verme gibi kanallardan birisiyle bizden ayrılabildiğinden dolayı itibarî/teşriî milkiyet kavramının kapsamına girmektedir.


DEVAM EDECEK

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 12:51

Melikin de Malik gibi hakikî ve itibarî olan kısmı vardır. Eğer tasarrufu, emirler ve direktifler çerçevesinde yani hükümler çerçevesinde gerçekleşiyorsa itibarî meliklik; ama bizim yaşamımıza, kalbimize, aklımıza müdahale ediyorsa hakikî ve tekvinî meliklik denilir. ‘İçki içmek haramdır', ‘faiz haramdır', ‘sözü doğru söyleyin', ‘ahde vefa gösterin' türündeki Rab Teâlâ'nın bütün tasarrufları itibarî melikliktir. Ancak bazen düşüncelerimizde, algılarımızda dünyaya bakışımızda bir takım değişikliklerin olduğunu ve önceki düşüncelerimize nazaran çok farklı düşündüğümüzü görürüz. İşte bu tür değişimler Rab Teâlâ'nın var oluşsal hakikî melikliğidir. Şu var ki, Rab Teâlâ'nın bu tür tasarrufları asla ve kat'a hikmete aykırı ve adalete zıt değildir, dahası adalet ve hikmetin kendisidir. El-Hekim ve el-Adl olan zatın eylemleri de hikmet ve adalete mutlak şekilde uygundur. Ne var ki ortalama insan aklı bu hikmet ve adalet boyutlarının bir bölümünü anlayabilse de bir bölümünü henüz anlayabilecek seviyeye gelmiş olmayabilir. Ama mutlak akıl sahipleri o tasarrufların her birisinin akla ve hikmete uygun olduğunu görür ve anlar.
________= DEVAM EDİYORUZ

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 17:03

Melik, mülk kökünden gelmektedir. Allame Tabatabaî Fatiha Suresi'nin tefsirinde “Maliki Yevmi'd-din/din gününün sahibi” ayetinde şöyle der: Bilindiği gibi ‘malik' kelimesi, ‘milk' kökünden gelir. ‘Melik' ise, ‘mülk' kökünden gelir ve ulusal düzene egemen olan ve onları idare eden kimse demektir. Diğer bir ifadeyle, onlar üzerinde emir ve hüküm yetkisine sahip kimse demektir.[2]

Allah-u Teâlâ meliktir, dediğimiz zaman şunu kastederiz. O, insanların sahip olduğu şeyler üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Yani bir hükümdarın reayanın sahip olduğu mal ve emtia üzerinde tasarruf sahibi olması gibi Rab Teâlâ da bizim sahip olduğumuz bütün şeyler üzerinde tasarruf sahibidir. O, sahip olduğumuz bedenimizi, malımızı, mülkümüzü, evlatlarımızı nasıl yönlendireceğimizi ve onlara nasıl tavır takınacağımızı emirler ve nehiyler aracılığıyla belirler. Belirlemek suretiyle tasarrufta bulunur. Onun bu tasarrufu itibarî mülk/tasarruftur. Çünkü bir takım kanunlar ve ilkeler vazeder, biz de o kanunlara uyarız veya uymayız. Dolayısıyla burada bir itibarîlik ve teşrîlik söz konusudur.

DEVAM EDIYORUZ

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 17:04

İlahi mülk ve beşeri mülk

Aslında bu başlık başlı başına bağımsız bir makaleyi hatta bir eseri kaleme almayı gerektirmektedir. Fakat çok öz ve kısa olarak değinmek istiyoruz. Bu başlıktan kısaca iki şeyi kastediyoruz.

a- Rab Teala'nın melikliği ile insanların kendi aralarından seçtiği yöneticilerin melikliği arasındaki temel fark.

b- Rab Teâlâ'nın teşriî/var oluşsal kendilerine mülk verdiği kimselerin melikliği ile bizim seçtiklerimizin melikliği arasındaki fark.

Nebevi Sevda 12 Aralık 2019 21:49

a-Rab Teala'nın melikliği aynı zamanda sahipliğe dayanan bir melikliktir. Yani O, bütün varlığın sahibi olduğundan dolayı melikliği de bu sahipliğe dayanmaktadır. Hakikî sahiplik üzerine kurulu bir melikliktir. Ama insanların yöneticilik anlamındaki melikliği böyle bir şeyden yoksundur. İkinci fark ise Rab Teâlâ'nın tasarrufları yukarıda da belirttiğimiz gibi hikmet ve adalet temelli bir melikliktir. İçinde hiçbir şekilde zulme, başıboşluğa dayalı bir tasarrufu barındırmaz. Hâlbuki insanların tasarrufu en iyimser ifadesiyle birçok çıkmazı ve yanlışı barındıran dahası nefse uymanın olduğu yerlerde zulmü ve haksızlığı barındıran bir melikliktir. İnsanlık tarihinin kan ve gözyaşı tarihi olması da bunun bir göstergesidir. Rab Teâlâ'nın ilim, hikmet ve adalet temelinden yoksun yönetimler, hele bir de insanî erdemlerden de bütünüyle uzaklaşmış ve ahlakî ve vicdanî olan ilkeleri de tanımıyorsa zulüm ve yıkımdan başka hiçbir şey getirmemektedir. Büyük arif İmam Humeynî'nin, Amerika'yı “Büyük Şeytan” diye nitelendirmesi de melikliğin temellerinin ilahî ve fıtrî (insanî erdemler) olmaması durumunda varacağı noktayı göstermektedir. Bir diğer ifadeyle ilahî ve semavî yönden uzak bir yönetim, insanî erdemlere de riayet etmez ve bu noktada da sınır tanımazsa yönetimin şeytanî sahadaki güzel bir örneği olur ki Merhum İmam (k.s.) buna dikkat çekmektedir. Günümüz dünyasının kan ve gözyaşı müsebbibi olan ‘Büyük Şeytan'ın bir an önce varlık sahasından silinmesini Rabbimizden temenni ediyoruz. Siyonizm ve Amerika insanlığın ve coğrafyamızın mutsuzluk ve bedbahtlık kaynağıdır.

Nebevi Sevda 13 Aralık 2019 11:15

b-Rab Teâlâ yeryüzünde mülkü dilediğine verir. İnsanlara verdiği mülk de iki yönlüdür. Birisine yöneticilik makamını vermesi. Varlık âlemindeki her şey Ona ait olduğundan dolayı şartlar ve koşullar çerçevesinde insanların bir bölümü vali, başbakan, hükümdar, cumhurbaşkanı olabilmekte ve yöneticilik makamına geçebilmektedirler. İnsanlar Rab Teâlâ'nın yöneticilik için belirlediği sebep-sonuç dairesine dikkat ederek bir uğraşı verir ve bunun için başarı ortaya koyarlarsa yönetim tabakasında bir yerlere gelirler. Özetle yöneticiliği o kişiye bağışlayan Rab Teâlâ'dır. Burada zalim-adil, bilge-cahil fark etmemektedir. Kur'an-ı Kerim, Nemrud'a dahi hükümdarlığı verenin Allah-u Teâlâ olduğunu söylüyor. “Elem tera ilellezî hacce İbrahime fi Rabbihî en atahullahu'l-mülk/ Rabbi hakkında İbrahim ile tartışan Allah-u Teâlâ'nın kendisine mülkü/yöneticiliği verdiği kimseyi görmedin mi?” Var oluşsal anlamda Hz. Davud ile Nemrud ve Firavun arasında yöneticiliğin verilmesi noktasında herhangi bir fark yoktur. Yöneticilerin özellikleri, nitelikleri, meziyetleri ise ayrı bir husustur.

Ancak bizim değinmek istediğimiz husus, acaba Rab Teâlâ teşriî anlamda melik tayin etmekte midir? Tayin etmiş midir yoksa etmemiş midir? Melik tayin etmesi mi adaletine ve hikmetine daha uygundur yoksa tayin etmemesi mi?

Bu sorunun cevabı oldukça önemli. Zira Rab Teâlâ'nın işi kendisi gibi sağlam, adaletli, güzel, yerindedir. Ama insanların kendi içlerinden seçeceği ise ne kadar iyi ve kabiliyetli olursa olsun, eksiklikler, haksızlıklar, yanlışlıklardan yoksun değildir. Bir de Rab Teâlâ'nın teşriî melik (kanunsal yönetici) belirlemediğini söyleme, 632 yılından Kıyamete kadar teşriî melik atamadığı anlamına gelmektedir ki Allah'ın fiillerinin bir bölümünün olmaması anlamına gelmektedir.

Her halükarda Rab Teâlâ'nın seçtiği bir melikin olması, olmamasına nazaran daha sağlıklı görülmektedir. İnsan ihtiyacına ve düşüncesine en yatkın olan da böyle birisinin seçilmiş olmasıdır. Tabi Rab Teâlâ'nın teşriîen belirlediği kişinin teşriî boyutundan yararlanabilmek için ümmetin Onu melik olarak kabul edip başa geçirmesi gerekir. Ümmet Onu lider olarak kabul etmezse bu İlahî nimetten yoksun kalacaklardır.

Nebevi Sevda 13 Aralık 2019 16:36

Görülen bir diğer farklılık da Rab Teâlâ'nın teşriî melik olarak atadığı kimsenin bizim açımızdan nasıl değerlendirileceğidir. Onu da hata yapabilen, yanlışlara ve yanılgılara düşebilen ve İlahî ikazlara maruz kalan bir beşer olarak mı göreceğiz yoksa Rab Teâlâ'nın eşsiz ve mükemmel fiilinin bir tezahürü ve tecellisi olarak Onu masum mu göreceğiz. Girift ve çetrefilli meselelerin olduğunu göz önüne alacak olursak seçki makamının masum olmaması en azından bazı konular için doğruya ulaşma olanağımızı ortadan kaldırmakta ve bu alanı flulaştırmaktadır. Hâlbuki hakkın ortada olması İslam'ın ve Kitab-ı Kerim'in gönderiliş amacıdır.

Ancak arada bir fark var; vali, devlet başkanı, hükümdar aslında halkın sahip olduğu şeylere sahip değildirler. Sadece onlara halkın sahip olduğu şeyler üzerinde bir takım tasarrufta bulunma yetkisi verilmiştir. Dolayısıyla devlet başkanları, hükümdarlarlar, vd yöneticiler malikliği ya olmayan ya da cüzî olan meliklerdir. Hâlbuki Allah-u Teâlâ'nın melikliği, malikliği olan bir melikliktir. O, tasarrufta bulunurken zaten sahip olduğu şeyler üzerinde tasarrufta bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki malikü'l-mülkün sahibi ifadesi bu anlama gelmektedir. Yani O tasarrufun sahibidir.

Nebevi Sevda 13 Aralık 2019 22:20

İçsel kuvvetlere meliklik

Önceki makalede insanın içsel kuvvetlerine (görme, işitme, düşünme vb) sahipliğinin hakikî sahiplik olduğunu belirtmiştik. Buna göre insanın bu kuvvetleri üzerindeki mülkiyeti ve tasarrufu da hakikî olmuş oluyor. Ama Şari Teâlâ'nın verdiği izin çerçevesinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip olanın mülkiyeti hakikî mülkiyet değil, teşriî ve itibarî mülkiyettir. Ama insanın sahip olduğu eşyada, arabada, evde, vd şeylerdeki tasarrufu teşriî tasarruftur. Tabi teşriî derken şerî izin ve sınırlar dâhilinde olmasını kastediyoruz, yoksa hakikî milkiyet ile sahip olmadığımız bütün tasarruflar teşriîdir anlamına gelmemektedir. Kişinin bir başkasının eşyasını gasp ederek tasarrufta bulunması ne hakikîdir ne de teşriî, şeriatın izin vermediği çerçevede gerçekleşen bir tasarruftur.

Rab Teâlâ'nın tasarrufları hem hakikîdir hem de teşriî. Ancak bizim hakikî milkiyet ile sahip olduğumuz şeylerde de O hem hakikî hem de teşriî tasarrufa sahiptir. İlginç olan nokta da burasıdır, zaten. Yani biz nefsî kuvvetlerimize sahibiz. Bizden başka kimsenin bunlarda tekvinî olarak tasarrufta bulunmaması lazım. Ancak bakıyoruz ki Rab Teâlâ tekvinî olarak sahip olduğumuz şeylerde de tasarrufta bulunabiliyor. Zira söz konusu bu kuvvetleri bize bağışlayan da O'dur. Evet, insan kendi kuvvetlerine sahip olsa da ve bunda tasarrufta bulunsa da bu sahiplik ve bu tasarruf Rab Teâlâ'nın sahiplik ve tasarrufunun uzamındadır. Kur'an-ı Kerim bu hususa da dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: “Velemu ennallahe yehulu beyne'l-meri ve kalbihi/ Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (8/el-Enfal/24) İnsanın kendisi ile kalbi arasına girmek ne demektir. İnsanın kendi kuvvetlerine sahipliği doğrudur. Ancak insan bu nefsî kuvvetlerine sahip olmadan önce başka bir sahip daha vardır ve bu sahip asıl sahiptir O da Allah-u Teâlâ'dır. O hem insanın sahibidir hem de insanı sahip kıldığı şeylerin sahibidir. Yoksa ortada şirki gerektirecek ortaklık söz konusu değildir. ‘Allah-u Teâlâ sahip olduğumuz şeylerin bir bölümüne sahip, biz de kendi sahip olduğumuz kuvvetlerin Allah-u Teâlâ'nın sahip olmadığı bölümüne sahibiz' türü bir anlayış gelmesin. O hem bize sahiptir hem de bizim düşünme, görme, duyma vd nefsî kuvvetlerimize sahiptir. Bizim sahipliğimiz O'nun sahipliğinin bittiği yerde başlıyor değildir, bizim sahipliğimiz O'nun sahipliğinin uzamıdır.


SAAT: 17:36

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306