Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Tevhid Ve Şirk Konuları

Konu Kimliği: Konu Sahibi keserim,Açılış Tarihi:  23 Ağustos 2007 (12:28), Konuya Son Cevap : 22 Ağustos 2011 (22:55). Konuya 5 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 23 Ağustos 2007, 12:28   Mesaj No:1
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:keserim isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 85
Üyelik T.: 21 Ağustos 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 11
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Şefaat dilemek ve şirk

Sevgide şirk

“Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâma “Makam-ı Mahmud” verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir.” Şualar

“Senin rûz-i mahşerde böyle bir şefîin var. Bu şefaatini kendine celbetmek için, sünnetine ittiba et!” Mektubat

Hak ve hayır, vasat olan, orta olan, doğru olan yoldadır. Onun için nefis daima aşırılığa meyleder, uçlarda dolaşmak ister.

İfrat ve tefrit, aşırılığın iki zıt kutbu. Birincisinde ileriye ve yukarıya, ikincisinde ise geriye yahut aşağıya doğru gidilir.

Bir kimsenin değeri, faraza, yüz birim ise, bunu on binlere, milyonlara çıkarmak irfat, sıfıra indirmek, onunla da yetinmeyip eksi sonsuza doğru yol almak ise tefrittir. Bunların ikisi de aşırı, ikisi de zulüm. İkisinde de insaf ve adaletten eser yok.

Bu mesele sadece şahıslar için değil, çoğu zaman mefhumlar için de geçerli.. Bunları yok saymak tefrit, onlara aşırı değer vermek ise ifrat.. İkisi de zarar, ikisi de istikametten uzak.. İkisi de rıza çizgisinin, hak çizgisinin, hikmet çizgisinin dışında...

İfrat ve tefritin at oynattığı meydanlardan biri de “şefaat” meselesi.

Bazılarını görürsünüz. Allah’ın sevgili kullarının türbelerine o kadar aşırı ve ölçüsüz rağbet gösterirler ki, sanki ne kadar günah işlerlerse işlesinler orada medfun zât, onları affetmeye güç yetirirmiş gibi...

Bazılarını da görürsünüz, birincilerin aksine, evliyayı inkâr ederler, kabristanları yerle bir etmeği en büyük İslâmî hizmet sayarlar. Kabir ziyaretine karşı çıkar, kabre doğru dua etmeyi şirk sayarlar.

Bunların ikisi de aşırı ve ikisi de İslâm’ın ruhundan uzak davranışlar.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi keserim 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Tağut nedir? İslami Kavramlar Tuba_ 6 2512 05 Kasım 2007 11:45
Ağla Ağla Şiirler ve Şairler keserim 0 1670 31 Ekim 2007 00:23
Prof Bayraklı: Namazın Kazası olmaz.. Namaz-Abdest-Teyemmüm NUR 6 3952 25 Ekim 2007 12:13
Mevlana'nın vasiyeti Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler Tuba_ 1 1983 25 Ekim 2007 01:10
Salavatlar ve anlamları Dua Bölümü Kara Kartal 1 2126 25 Ekim 2007 00:59

Alt 23 Ağustos 2007, 12:29   Mesaj No:2
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:keserim isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 85
Üyelik T.: 21 Ağustos 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 11
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Şefaat dilemek ve şirk

... Konuyla yakın ilgisi dolayısıyla şirk meselesi üzerinde biraz durmak isterim.

Şirk, Allah’a ortak koşma cinayeti.. Bununla daha çok, tevhid inancından sapma ve birden fazla ilâha inanma kast edilir. Zaten şirkin en dehşetli derecesi ve afdan mahrumiyete götüren şekli de budur.

Bir de şirk-i hafî var, yâni gizli şirk... Bunda Allah’ın zâtı birlenmekle beraber, sebeplere, vasıtalara o kadar fazla önem verilir ki, bunlar kişinin kalp âleminde sanki Cenâb-ı Hakk’a ortakmışçasına bir değer kazanırlar. Şefaatla ilgili tartışmalar da şirkin bu ikinci şekli üzerinde cereyan eder.

Burada gözden kaçan ve çok iyi değerlendirilmesi gereken bir hakikat var:
Allah, birçok icraatlarını sebepler dairesinde yürütüyor. Bu, O’nun kudsî hikmetinin bir gereği. Sebepleri yaratan da O, belli vazifelerde çalıştırılan da. O halde, sebep ne inkâr edilecek, ne de ona olduğundan fazla önem verilecek. Bunların biri ifrat, diğeri ise tefrit. Ve ikisi de sırat-ı müstakimden uzak.

“Bahçemdeki falan ağaç, bu sene şu kadar meyve verdi”, diyen adam, ağacı da meyveyi de Allah’ın yarattığını bilir. Kendisine sorduğumuzda bunu böylece ifade eder. Ama meyveyi ağacın eliyle aldığı için konuşmasında, mecaz olarak, bu ifadeyi kullanmıştır. Şimdi, bu adama: “Sen şirke düştün, ağacı Allah’a, haşa, ortak koştun” diyen adam ifrattadır.

İnsanlara rahmet eden, onları rızıklandıran Allah’dır; ama ağacı bu rahmetine vesile etmiş, sebep kılmıştır. Aynı şekilde, Güneşi de zemin yüzünün aydınlanmasına sebep etmiştir. Maddî rızıklara ve ışıklara böyle sebepler yaratan Allah’ın, manevî ihsanlarına da bazı makbul kullarını sebep kılması aynı şekilde değerlendirilmeli...

Vaktiyle bir eserde şöyle bir cümle okumuştum. Beni oldukça düşündürmüştü. Buyruluyordu ki:
“Kur’an, Muhammed aleyhisselâmın ağzından dökülmüştür; ama kim, O’nu Muhammed söyledi derse kâfir olur.”

Bu aslında her mü’minin bildiği bir hakikat. Ama bunu böyle harika bir üslûpla ifade etmek, birçok hakikatlara kapı açıyor.

Resulûllahın (a.s.m.) ağzından dökülen âyetleri dinleyen mü’minler, burada Allah Resulünün (a.s.m.) sadece bir elçi olduğunu, kelâmın Allah fermanı olduğunu tasdik ederler. Tıpkı nur verenin de, rızık verenin de Allah olduğuna, Güneşin ve ağacın sadece birer sebep olduklarına inandıkları gibi, hidayetin de Allah’tan olduğuna, peygamberin buna sadece bir vesile olduğuna inanırlar.

İstikamet yolu budur. Bunun ötesi ya ifrata veya tefrite çıkar..

Hidayet şefaattan çok daha önemli ve neticesi çok daha büyük bir hâdise... Çünkü, hidayete eren bir insan, imanla göçmek kaydıyla, er-geç Cennete girecek demektir. O artık Rabbini tanımış, O’nun kulu olduğunun şuuru içinde, O’nun razı olduğu tarzda bir ömür geçirmeye başlamıştır. Yolculuğu ebede, rızaya, Cennetedir.

Böyle bir kul, beşeriyet itibariyle birtakım günahlar işlemiş olabilir. Mahşer meydanına çıkıldığında bu günahlarının bağışlanması için, kendilerine bu noktada izin verilmiş seçkin kulların Allah’dan mağfiret dilemeleri niçin şirk olsun!?..

... “Her hayır Allah’ın elindedir” hakikatınca hiçkimsenin ve hiçbir şeyin elinde O’nun vermediği bir hayır olamaz. Eğer Rabbimiz bizlere herhangi bir hayrı başkasının eliyle veriyorsa, biz o hayırda yine O’nun rahmetini görür, şükrümüzü O’na yaparız. Bu bizim tevhid inancımızın gereğidir.

Affa mazhar olmak da bir hayır... Bu da ancak Allah’dan beklenir. Bir Peygamberin yahut bir velinin kabrine, her hayır onların elindeymişcesine, ölçüsüz bir muhabbetle bağlanmak elbette İslâm’ın ruhuna zıt ve bunu tasvip etmek de mümkün değil... Fakat bir kul, günahlarını ancak Allah’ın affedebileceğinin şuuru içinde: “Yârabbi beni bu zâtların hürmetine bağışla” diye duada bulunursa ve bu niyetle o mümtaz, o hatırlı, o mübarek zâtların kabirlerini ziyaret ederse, bunu şirk saymak da en büyük bir insafsızlık olur.

İbrahim aleyhisselâmın eliyle yapılan Kâbe’yi tavaf etmeyi şirk saymayanların, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin kabrinin ziyaret edilmesine karşı çıkmaları da anlaşılacak bir mantık değil...

... Bir takım kimseler, şefaatı inkâr ederlerken karşımıza bazı âyet-i kerimelerle çıkıyorlar. İşin tuhaf tarafı bu adamlar, âyetle yola çıkarken: “Acaba bu hususda tefsir âlimleri ne buyurmuşlar” diye lütfen merak bile etmiyorlar. Arapça bilmelerine güvenerek, yahut sadece meal okuyarak yanlış sonuçlara varıyorlar.

Her Arapça bilen Kur’an’dan hüküm çıkarabilseydi, bütün Arap çocukları âlim olur ve artık ne fâkihe, ne müfessire, ne müçtehide lüzum kalmazdı.

Kur’an’ı anlamak bir ilim meselesidir. Onu tefsir etmek, Kur’an’ın edebî inceliklerini kavrayacak kadar mükemmel bir Arapça bilgisi yanında, âyetlerin nüzul sebeplerini, nâzil oldukları şartları, makamları, ilgili oldukları tarihî hâdiseleri ve daha nice şeyleri bilmeye bağlı. Mesele, sadece basit bir lügat meselesi değil.

Ben de bunun şuurunda olarak, tefsir âlimlerimizin eserlerinden aldığım dersleri nakletmekle yetineceğim.

Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaata göre, kişinin doğrudan doğruya Rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yâni onlar, putları Allah katında şefaatçı kabul ediyorlardı. İşte şefaatı reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Bir misal:
“Yoksa onlar. Allah’dan başka şefaatçılar mı edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçı edineceksiniz)!?.. (Zümer Sûresi, 43)

İslâm’ın, şu âyet-i kerimelerde kat’i ifadesini bulan temel bir hükmü vardır:Kişi ancak kendi ameliyle iyi veya kötü bir âkıbete uğrar.

“Her nefsin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir.” (Bakara Sûresi, 286)

“Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.” (Fâtır Sûresi, 18)

İşte şefaatla ilgili bazı âyet-i kerimeler mü’mine başkasının yardımına bel bağlamadan, bu dünyada elinden geldiğince hayırlı ameller işlemesini öğüt verme makamındadır.

Bu konudaki bazı âyetler de kıyametin dehşetini anlatır ve mahşer meydanının, Resulûllah Efendimize (a.s.m.) şefaat müsaadesi verilmeden önceki hâlini tasvir eder.

Bu âyet-i kerimelerden iki misal:
“Öyle bir günden korunun ki, o günde hiçkimse hiçkimseye hiçbir fayda sağlayamaz. Ondan ne bir şefaatçı kabul edilir, ne de bir fidye alınır. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi, 48)
“O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün herkesin kendine yetecek bir derdi vardır.” (Abese Sûresi, 34-37)

Bu âyet-i kerimeler yanında bir çok âyetler de şefaatın hak olduğunu açıkça beyan buyururlar. Bu âyet-i kerimelerin verdiği derse göre, şefaat vardır, ama bu ancak Allah’n izni ile ve O’nun razı olduğu kullara yapılabilir.

Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, dilediği seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder. Bu mânâya en büyük mazhar Resulûllah Efendimizdir (a.s.m.). Allah’ın O en sevgili kulu, mahşer meydanında Makam-ı Mahmud denilen ulvî bir makamda Rabbine secde edecek, yalvarıp yakaracak, Allah’ın kendisine ilham ettiği ve o güne kadar duyulmamış hamd cümleleriyle O’nu tâzim edecek ve sonunda kendisine şefaat izni verilecektir. O da (a.s.m.) ancak Rabbinin razı olduğu kimselere şefaat edebilecektir.

Bu mânâyı ders veren âyet-i kerimelerden bir kısmı:
“O’nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe’ Sûresi, 23)
“Göklerde nice melek vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe onların şefaatı hiçbir işe yaramaz” (Necm Sûresi, 26)
“O gün, Ruh (Cebrail) ve melekler saf hâlinde duracaklardır. Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe Sûresi, 38)

“O’nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!”(Bakara Sûresi, 255)
Bu âyet-i kerimeler şefaatın hak olduğunu açıkca ifade ettiği halde, artık bu rahmanî müesseseye kim, hangi selâhiyetle ve neye dayanarak karşı çıkabilir!?..

Son âyet-i kerime, Âyet-el Kürsî’de geçer. Bu âyetin tamamında tevhid işlenir. Allah’ın azameti ve kudsiyeti ders verilir.

Şefaatla ilgili bu âyetten bir önceki âyette: “göklerde ve yerde her ne varsa hepsi O’nundur” buyurulur. O halde ne sema, ne de arz ehli, O’nun izni olmaksızın şefaat edemezler.Bir sonraki âyette ise: “O, kişinin önünü ardını (geçmişini geleceğini) bilir. Onlar, O’nun bildirdiğinden başka, O’nun ilminden hiçbirşeyi ihata edemezler (bilemezler)” buyrulur. O halde, kime rahmet edileceğini, kimin şefaat etmeye yahut edilmeye lâyık olduğunu da en iyi O bilir. Ve O’nun sevgili kulları da ancak O’nun bildirdiği lâyık kullara şefaat edebilirler...

Bu konuyla ilgili olarak, yanlış yorumlara uğrayan bir Hadis-i Şeriften de kısaca bahsedelim.

Resulûllah Efendimiz (a.s.m.): “Benim şefaatım ümmetimin günah-ı kebair (büyük günah) işleyen kısmınadır” buyurmuşlardır.

Bu kelâmın sahibi, peygamberlerin şahı Resulûllah Efendimiz (a.s.m.) “ismet” sıfatına sahip... Yâni O’na günah dokunamaz. O’nun yaratılışı günahsızlık üzeredir. Bu sıfat bütün peygamberler içinde de geçerli...

Peygamberleri insanlar için birer rehber, birer önder olarak gönderen Allah, onları günahsız kılmakla insanlara şu mesajı da vermiş oluyor: “Günah işlememeye bütün gücünüzle çalışın!”

Sözü edilen Hadis-i Şerifi bu gerçeğin ışığında değerlendirmek gerek. Bu hadisten; “şefaatın ancak büyük günah işleyenlere yapılacağını, küçük günah işleyenlerin bundan mahrum kalacaklarını” anlamaya mantıken imkân yok.

Dikkatle incelenirse, bu Peygamber kelâmından şu iki büyük mesaj hemen alınabilir:
Birincisi: Bu Hadis-i Şerif, “Büyük günah işleyenin küfürle iman arasında kalacağını” iddia eden Mutezile fırkasına en güzel bir cevap... Ümmetinin yetmişüç fırkaya ayrılacağını haber veren Allah Resulünün (a.s.m) bu mübarek sözü, ehl-i sünnetin en büyük bir delili...

Diğer mesaj da şu: Şefaat izninin verilmesinden sonra, başta peygamberler olmak üzere, melekler ve salih kullar mü’minlerin günahlarının bağışlanması için Allah katında şefaatçı olacaklar.Bu herkesin manevî mertebesine göre gerçekleşecek.. Büyük günahlar ise, Allah katında hatırı en ileri olan Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatıyla af edilebilecektir.

... Nice insanların imana susadığı, iffetsizlikle kavrulduğu, cehalet içinde çırpındığı ve kendilerine uzanacak şefkatli eller beklediği bu dehşetli zamanda, bütün bunları bir tarafa bırakıp bu gibi, zihinleri karıştıracak meseleleri gündeme getirmek en azından büyük bir gaflet. Ve bunda ne fayda görüldüğünü anlamak da mümkün değil!..


Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Şubat 2011, 13:50   Mesaj No:3
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:@MAVERA@ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13371
Üyelik T.: 19 Şubat 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 21
Konular: 2
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Sevgide şirk

SEVGİDE ŞİRK

"Bismillahirrahmanirrahim"
 BAKARA 165-''İnsanlardan bazıları Allah'tan başkalarını (ALLAH'A) denk tutarlar.Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler.İman edenler ise en çok Allah'ı severler.Zulmedenler (ahiretteki) azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu muhakkak görecekler.''

Bu ayet ,Rasulullah zamanında Allah'tan başka varlıklara ibadet eden müşriklerin, aynı zamanda
Allah'ı da sevdiklerini gösteriyor.Müşrikler, hem Allah'ı seviyor hem de yalnız Allah'a yapılması gereken ibadetleri başka varlıklara yaparak Allah'a eş koşuyor, böylece eş koştukları varlıkları Allah gibi sevmiş oluyorlar.

Allah (c.c.) Rasulü'ne şöyle buyuruyor:
''Ey Muhammed! Senin zamanında öyle insanlar vardır ki;onlar hem Allah'ı severler hem de başka varlıkları Allah'a denk tutarlar.Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler.İşte onlar müşriklerin ta kendileridir.''
Onların Allah'dan başka varlıklara duydukları sevgi yalnız sözden ibaret değildir.Onlar, yanlız Allah'a yapılması gereken ibadetleri isteyerek ve hoşlanarak başka varlıklara yaparlar.Bu ,o varlıkları Allah gibi sevdiklerini gösterir.Her ne kadar inkar etseler de...

Allah (c.c) Rasulullah zamanında putlara,ağaçlara,cinlere,meleklere,salih kimselere v.s. tapanların halini bu şekilde vasfetmektedir.Zamanımızda da, yalnız Allah için yapılması gereken ibadetler toprak, tağut, sancak, bayrak, vatan gibi varlıklara yapılmaktadır.

Bu ameller ,o varlıkların Allah gibi sevildiğini göstermektedir.Hatta zamanımızda vatan,bayrak,liderler gibi varlıklar Allah'tan daha çok sevilmektedir.Üstelik günümüz müşriklerinin böyle basit değerlere olan sevgileri sadece sözden ibaret de değildir.

Örneğin:Allah'ın emrine zıt emirler veren liderlere itaat eden kimselerin bu amelleri,liderini Allah'dan daha fazla sevdiklerini gösterir.

'' İman edenler ise en çok Allah'ı severler. ''

Gerçek mümin Allah'ı herşeyden üstün tutar ve herşeyden fazla sever.Nefsinden, çocuğundan, ailesinden , vatanından ve bütün değer verdiği şeylerden daha çok sever.Çünkü o, Allah için herşeyini feda etmeye hazırdır.
Allah'ı sevmek sadece sözle olacak bir şey değildir.Allah'ı sevmek ancak ayetde belirtildiği gibi, Rasulullah 'ın emirlerine tabi olmakla olur.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

''Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah Gafur'dur.Rahim'dir de. (Ali İmran:31)''

 SEVGİ ÇEŞİTLERi
 1-FARZ OLAN SEVGİ:Allah'ı, Rasulü'nü, mü'minleri ve Allah'ın sevdiği herşeyi Allah için sevmektir.Böyle yapan Allah'a ibadet etmiş olur.

2-ŞİRK OLAN SEVGİ:Herhangi bir varlığı, Allah gibi veya O'ndan daha fazla sevmektir.
Yalnız Allah'ın hakkı olan ibadetleri, kendisine duyulan sevgiden dolayı bir varlığa yapmak şirktir.
Aynı şekilde , yalnız Allah'a yapılması gereken ibadetleri, Allah ile birlikte başka varlıklara yapmak da onları Allah gibi sevmek demektir ki, bu da şirktir.

3-KÜFÜR OLAN SEVGİ:Allah'ın sevmediği, buğzettiği varlıkları ve kişileri sevmek veya Allah'ın sevmeyi emrettiği varlık ve kişileri sevmemektedir.
Allah kafirleri sevmez.Bu sebeple müslümanların da kafirleri sevmemeleri, onlar kendilerine dostlar edinmemeleri gerekir.

Ayrıca, kafirleri sevmek, kişiyi küfür veya şirk amellerini işlemeye sevkeder.
Yalnız Allah'a yapılması gereken ibadetlerden herhengi birini, kendisine yapmamak şartıyla bir kafiri sevmek küfürdür.Kafirleri sevmek Allah'ın emrine muhaliftir.Çünkü,


Allah (c.c) kafirleri sevmeyi yasaklamıştır.

4-HARAM OLAN SEVGİ:Helal görmemek, kalben sıkıntı duymak ve meşrulaştır mamak şartıyla, Allah'ın haram kıldığı bir şeyi, sadece vereceği geçici lezzetten dolayı sevmektir.Bu, küfür değil haramdır.

5-FITRİ OLAN SEVGİ: İnsan fıtratı gereği bazı şeylere meyyilidir, bazı renk ve şekilleri, çocuk, kadın anne, baba, akraba ve iyilik yapanları sevmek gibi...Kur'an ve sünnete zıt olmadıkça, şer'i sınırlar dahilinde böyle şeyleri sevmek caizdir.

''Zulmedenler (ahiretteki) azabı gördüklerinde, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu muhakkak görecekler.''
 
Yalnız Allah'ın hakkı olan ibadetleri, Allah'tan başka varlıklara yapan zalimler, öldükten sonra başlarına gelecek azabı görüyormuşcasına düşünseydiler, bütün kuvvetin yanlız Allah'a ait olduğunu bilirlerdi.Gerçek fayda ve zarar verecek olan tek varlığın Allah olduğunu ve yalnız Allah'ın sevilmesi gerektiğini anlarlardı.

Yanlız Allah'a yapması gereken ibadetleri, Allah'tan başkasına yapan ve Allah'ı
herşeyden daha fazla sevmesi gerekirken sevmeyen kimseler, ne kadar Allah'ı sevdiklerini iddia etseler de asla müslüman değildirler.Böyle kimseler ancak zalimdir,kafirdir ve Allah'ı şiddetli azabı da onlar içindir.

Allah'tan başkasını Allah kadar sevenler veya yalnız Allah'a yapılması gereken ibadetleri Allah'tan başkalarına yapanlar, bu yaptıklarından vazgeçmeli, ibadetleri yalnız Allah'a has kılmalı ve Allah sevgisini herşeyden üstün tutmaları gerektiğini bilmelidirler.

Aksi halde kıyamet gününde Allah'ın azabından başka hiç bir nasipleri
olmayacaktır ve sevdikleri diğer varlıklar da onları bu azaptan asla kurtaramayacaktır.

''Bir kimse din kardeşini severse, sevdiğini o kişiye söylesin''
(Riyazü's Salihin, 1, 413)
 
Sevme duygusu, bir kimseye veya birşeye muhabbet besleme hissi.
Sevgi, insanlarda doğuştan bulunan bir dugudur.Sevgi, topluma huzuru ve kardeşliği getiren birleştirici bir unsurdur.Kur'an kalplerin sevgi ile birleşmesine önem verir.Mü'minin gönlü sevgi ile doludur.Kin ve düşmanlık kafirlerin özelliklerindendir.

Allah Teala iman edenlerin kalplerini sevgi ile birleştirmiş, onları bu sevgi ve bağlılıkla güçlendirmiştir.Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:


''Ve kalplerinin arasını sevgi ile birleştirdi.Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın, yine onların kalplerini birleştiremezdin.Fakat Allah, onların arasını sevgi ile birleştirdi...'' (el-Enfal, 8/63)

İnsan için en büyük mutluluk, Allah sevgisine ulaşmaktır.Allah Teala, zalimleri, fesatçıları, kafirleri, israfçıları, haddi aşanları, kibirlenip bübürlenenleri sevmez.Buna karşılık takva sahiplerini, ihsan sahiplerini, adaletle iş görenleri, ibadetlerini yanpanları, tevekkül edenleri sever.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

''Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah Gafur'dur.Rahim'dir de. (Ali İmran:31)''

Buyurmuştur ve Allah sevgisine ancak O'nun emirlerine uymak, Peygamber'inin yoldan gitmekle ulaşabileceğini haber vermiştir.


Müslümanın görevi, sevgisini iyiye, güzele ve meşru olana yöneltmektir.Sevdiğini Allah için sevmeli, sevdiğini de yine Allah için sevmemelidir.Allah'ın sevdiklerini sırf Allah rızası için sevmek, sevmediklerinden yine O'nun rızasını umarak kaçınmak gerekir.

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

''Allah Teala kıyamet gününde:
Benim için birbirlerini sevenler nerede?Onları gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arş'ın gölgesinde gölgelendireceğim '' buyurur. (Müslim Birr ve Sıla, 161)


 
 
 
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Şubat 2011, 23:42   Mesaj No:4
Medineweb Acemi Üyesi
eşrefoğlu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:eşrefoğlu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 12677
Üyelik T.: 28 Temmuz 2010
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 15
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Sevgide şirk

Sevgi ve bağlılıkta ifrat ve tefrite düşerek haddi aşarak, kendimizi mübağalalı dostluk ve düşmanlıklara kaptırmamız, bazen insanı küfre ve şirk'e kadar götürebiliyor...

Mesela yüce dinimiz, bütün peygamberleri sevmemizi, hiçbirini inkar etmememizi kesin olarak emreder...Ancak, paygamberleri sevmede de bir ölçü getirir...
müminler, peygamberleri (özellikle peygamber efendimizi s.a.v.) kendilerinden, anababalarından, çoluk-çocuklarından, mal ve mülklerinden daha fazla sevecekler, onların şanlarını yüce tutacaklar, fakat, asla ve kat'a onları ilah mertebesine çıkarmayacaklardır...Yüce dinimize göre, peygamberlere tanrılık izafe eden kişi ve zümreler kafir olurlar...Nitekim bir çok insan bu günahı işlemiştir ve halen işlemektedirler...

Yüce dinimize göre, şanlı peygamberler silsilesinden sonra, en yüksek makamı, aziz sahabe kadrosu teşkil eder...Bu hususta Kur'an-ı Kerim in açık beyanı vardır..(bkz.Tevbe/100) Bu sahabe kadrosunuda sevmemiz gerekir, fakat onlara mübalağa etmek veya peygamberlik izafe etmek küfürdür...Bazı sapık kolların ve yolların sahabe hakkındaki masumane yaklaşımları ve yargılamalarına asla itibar etmemek gerekir....



Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Şubat 2011, 00:55   Mesaj No:5
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:53
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Sevgide şirk

Selamun Aleykum
Sevgide şirk konusu hakikaten çok önemli bir mevzu.insan zamanın hangi dilimiznde yaşarsa yaşsın bu sevgi olgusu güncelliğini hiç bir zaman kaybetmez.

Çünki insan hep aynı varlık yapısına sahip olduğu için onun hüzünleri srvinçleri dostları düşmanları sevgileri sevmedikleri hep ortak bir paide olmuştur.Bu sebeple müslüman bütün bu olguları yaşarken bunun dozunu iyi ayarlamak zorundadır.

Allah için sevmek,Allah için buğz etmek,Allah için üzlümek,Allah için üzmek kısacası hayatı tam olarak allah için onun rızası için yaşamak.

Benim yaşamım ölümüm sevdiklerim sevmedikleri alemlerin Rabbi olan Allah içindir demesi üzerine dinini bina edenler kurtuluşa erenlerdir.


__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Ağustos 2011, 22:55   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Tevhidi Muhafaza Etmek ve Şirk Kapılarını Kapamak

Tevhidi Muhafaza Etmek ve Şirk Kapılarını Kapamak
Tevhidi Muhafaza Etmek ve Şirk Kapılarını Kapamak


Rasululah (s.a.v.) tevhidi himaye ederek, onun söz, amel ve bunun gibi şeylerle zedelenme sini önlemek için müslümanlara uyarıda bulunmuştur. Sünnette bu tür uyarılar oldukça çoktur. Rasululla h (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur:

"Hristiyan ların Meryemoğlu İsa'yı övmekte aşırı gittikler i gibi, siz de benim hakkımda aşırı gitmeyin. Ben bir kulum, benim için Allah'ın kulu ve rasulü deyin." (Daha önce geçti)

"Benden yardım istenilme z, ancak Aziz ve Celil olan Allah'tan yardım istenir."

Rasululla h (s.a.v.) ümmetini övmek ve övünülmekten menetmiş ve bu hususta ağır ifadelerl e uyarılarda bulunmuştur. Mesela kendisini n yanında arkadaşını öven bir kimseye:

"Yazıklar olsun sana! Sen arkadaşının boynunu kestin, vurdun." (Ebu Davud, Edeb: 10) buyurmuştur.

Abdurrahm an b. Ebu Bekre'den, onun da babasından rivayet ettiğine göre adamın biri, Rasululla h'ın (s.a.v.) yanında birisini övdü. Rasululla h (s.a.v.) ona üç kez üst üste:

"Sen kardeşinin boynunu kestin." buyurdu. Yine:

"Övücülere rast geldiğinizde onların yüzüne toprak saçın" (Müslim, Zühd: 14, Ebu Davud, Edeb: 10, İbn Mace, Edeb: 36, Ahmed: 6/5) buyurdu.

Abdullah b. Şahhir (r.a.) diyor ki:

"Beni Amir'in temsilcil eriyle beraber Rasululla h'ın (s.a.v.) huzuruna çıkmıştık. Rasululla h'a (s.a.v.):

"Sen bizim seyyidimi zsin." dedik. O şöyle buyurdu:

"Seyyid; yüce ve mübarek olan Allahu Teala'dır."

"Sen bizim en faziletli, en muktedir olanımızsın." dedik.

Rasululla h (s.a.v.) buyurdu ki:

"Söyleyeceğiniz sözü söyleyin, (abartmayın) ki, şeytan sizi peşine takmasın." (Buhari Fedail: 5, Ebu Davud Edeb: 9, Ahmed: 4/24,25,6/142, İbnu's-Sunni: 387)

Bu hadiste, "Sen seyyidimi zsin" demek menediler ek, Seyyid'in Allah (c.c.) olduğu bildirilm iştir.

Enes (r.a.) şöyle rivayet ediyor:

"Rasululla h'ın (s.a.v.) yanına gelen bazı kimseler şöyle dediler:

"Ey Allah'ın Rasulü! Ey bizim en hayırlımızdan daha hayırlısı, ey seyyidler imizin seyyidi!"

Rasululla h (s.a.v.) bunun üzerine dedi ki:

"Ey insanlar! Söyleyeceğiniz sözü söyleyin, azı ile yetinin. Şeytan sizi kışkırtmasın. Ben sadece Muhammed'im, Allah'ın kulu ve rasulüyüm. Beni, Allah'ın bana ihsan ettiğinin dışına çıkarmanızı istemem." (Nesai, Amelil'l-Yevm ve'l-Leyl: 248, 249, Ahmed: 3/153,241)

Rasululla h (s.a.v.), aynı şekilde, Enes hadisinde yer alan ifadeleri de doğru bulmamış ve övgülerle karşılanmayı kabul etmemiştir. Bunun aşırılığa götüreceğinden endişe duymuştur. Rasululla h (s.a.v.), bir kimsenin övgülerle karşılanmasını, velevki denilenle r adamda mevcut bulunsa bile, doğru kabul etmemiş ve bunun şeytan işi olduğunu haber vermiştir. Çünkü bu, ileride tevhidin kemalini zedeleyec ek manada sakıncalı durumlar meydana getirebil ir.

İbadet, ancak kendisini n üzerinde kurulduğu eksende döner durur. Bu da Allah'a karşı son derece alçak gönüllü olmak ve sonsuz bir sevgide bulunmaktır. Kemal derecesi de alçak gönüllülük, huzu ve huşuu sağlar, Allah korkusunu pekiştirir. Böyle bir kişi kendisini Allah karşısında asla büyük görmez, Rabbi katında kınanacak bir davranış içine girmez. Sevgi de böyledir. Kişi söz, fiil ve davranışlarıyla Allah'ın sevdikler ini sevip, sevmedikl erini de sevmezse, gerçek muhabbet hasıl olamaz. Kulun övülmeyi sevip istemesi, Allah'ın sevdiği bir şey değildir. Çünkü övülmek kişinin nefsini mağrur edererek onu günahkar yapar. Halbuki kulluk makamı methedilm ekten hoşlanmamayı gerektiri r. Nehyin sebebi de işte bu makamı korumaktır. Kul, zelil olduğunu Allah adına ne kadar samimiyet le ortaya koyarsa, muhabbeti ni ne kadar ihlasla gösterirse, amelleri ne oranda halis ve sahih olursa, o oranda makbul olur. Fakat ne zaman buna herhangi bir şaibe karışırsa, dolayısıyla ubudiyet makamına da eksiklik veya fesad girer. Övgü, kişiyi kendisini büyük görmeye ve beğenmeye yöneltirse, has olan kulluğuna artık büyük oranda zedelenmiş olur. Bu da ihlaslı bir şekilde kulluk etmeye aykırı bir durumdur. Çünkü hadiste şöyle buyurulmuştur:

"Kibriya benim ridam, azamet ise gömleğimdir. Kim bu iki hususta benimle yarışırsa ona azapta bulunurum ." (Müslim, Birr: 136, Ebu Davud, Libas: 29)

"Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan kimse Cennete girmeyece ktir." (Müslim, İman: 147, Ebu Davud, Edeb: 29, Tirmizi, Birr: 61)

Kurretu'l-uyun'da şöyle denir:

"İşte kulluğun en üst mertebele ri, bu iki mertebedi r. Halis bir kulluk ve risalet. Rasululla h'a (s.a.v.) her ikisi de en mükemmel bir şekilde verilmiştir. Melekler ona salat ve selam getirirle r, ezanda, teşehhütte ve hutbelerd e onun ismi anılır."

İşte çeşitli afetler, bazen medhedilm eyi sevmeye sebep olurlar ve buna teslimiye t baş gösterir. Kendini beğenme, ateşin odunu yemesi gibi, kişinin iyilikler ini yer bitirir.

Öven kişi, övgüsüyle övüleni layık olmadığı bir mevkiye getirebil ir. Nitekim bir çok kişi bunu yapmaktadır. Rasululla h (s.a.v.) ise ümmetini bundan nehyedere k, böyle bir duruma düşmemeleri için uyarmıştır. Hatta bunun Rububiyet, Uluhiyet ve mülkte şirk olduğunu belirtmiştir. Daha önce, az da olsa buna işaret edilmişti. Allah ubudiyet makamını Nebi (s.a.v) için kemale erdirince, o bundan böyle övülmeyi hoş görmedi. Bunun amacı sırf bu makamı korumaktı. Bu itibarla ümmetini de bunu terketmel eri için irşad etti, bunu onlara öğüt olarak sundu. Amacı Tevhid makamını korumak ve buna herhangi bir fesadın girmesini engelleme kti. Ya da ümmetini şirk ve buna götüren yollardan korumak içindi.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Ama zulmedenl er, kendileri ne söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimleri n yaptıkları bozguncul uğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azab indirdik." (Bakara: 2/59)

İşte Rasululla h (s.a.v.), böyle yapmakla, ümmetini nehyettiği fiilleri işlemekten, Allah'a yaklaştırıcı çok daha faziletli fiillere ve haseneler in en büyüklerine yönlendirmiş oldu.



alıntı
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Şirk Nedir ? Şuara Tevhid Ve Şirk Konuları 35 24 Mart 2023 11:53
İBADETTE ŞiRK... bilinmez Videolar/Slaytlar 0 04 Kasım 2013 08:02
Tevhid ve Şirk enderhafızım Tevhid Ve Şirk Konuları 0 11 Aralık 2012 16:38
ŞiRK.... bilinmez Tevhid Ve Şirk Konuları 1 08 Ekim 2012 20:24
Cehennemi kızdıran şirk Belgin Tevhid Ve Şirk Konuları 3 20 Kasım 2008 22:21

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.