Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > Erzurum Atatürk İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi EyMeN&TaLhA,Açılış Tarihi:  25 Ekim 2014 (06:01), Konuya Son Cevap : 25 Ekim 2014 (06:32). Konuya 8 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 25 Ekim 2014, 06:01   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Atauzem fıkıh usulü dersi 1-9 arası ünite özetleri

Atauzem fıkıh usulü dersi 1-9 arası ünite özetleri

1.ÜNİTE

FIKIH USULÜNÜN TARİFİ


Sözlük anlamı olarak fıkhın asılları/kökleri/dayanakları anlamına gelmektedir.


1- İslami İlimlerin Doğuş Sürecinde Fıkıh ve Fıkıh Usulüne Dair Özet Bilgiler:


İnançla ilgili esasların siste matize edilmesi Akâid/kelam ilminin konusudur.
Allah’ın mesajındaki ibadet, hukuk ve benzeri konularla, yani kişinin inancının günlük yaşayışına yansımalarıyla ilgili esasların siste matize edilmesi ise fıkıh ilminin konusudur. Buna göre, fıkıh ilminin konusunu, kişinin inancının günlük yaşayışına yansımalarına, yani şer’i ameli konulara dair esaslar/hükümler teşkil eder ki bu esaslar fıkhi hüküm diye isimlendirilmektedir.
İslam kültür tarihinde, fıkhi hükümlerin şer’i delillerinden/kaynaklarından doğru bir şekilde çıkartılabilmesi için uyulması gereken kuralları belirleyip inceleyen bir metodoloji bilimi de geliştirilmiştir ki bu bilimin ismi fıkıh usulüdür. İşte fıkıh usulü bilimi, fıkhi hükümlerin şer’i delillerden elde edilişine dair kaidelerden oluşan, bütünüyle bir metodoloji bilimidir.

2-Fıkıh Kavramı Hakkında Bilgiler:

Fıkıh kelimesi Arapça kökenli olup, sözlükte bir şeyi derinlemesine ve incelikleriyle bilip kavramak anlamına gelmektedir. Yani, derinliğine araştırılarak elde edilen bilgi, sahibi tarafından pratiğe de aktarılabiliyorsa, o zaman bu bilgi “fıkıh”, bilgi sahibi de “fakih” olarak isimlendirilir.
İslam’ın inanç esaslarına ilişkin bilgiler kelam ve Akâid; ahlaki esaslara ilişkin bilgiler de genellikle ahlak ve tasavvuf bilimleri kapsamında incelenmeye başlandı. Fıkıh kavramı da İslam’daki ibadet ile hukuk konularındaki bilgileri ifade için kullanılmıştır.

İslami bir terim olarak fıkıh, şer’i ameli konulara ilişkin Allah’ın mesajını Kur’an ve Sünnet referanslı olarak inceleyen bilim dalını ifade eder. Bu ilim dalında uzman olan kişiye “fakih” denir. Fıkıh, şer’i ameli konulara ilişkin hükümleri dayandıkları tafsılî delilleriyle bilmektir.

ك ام ا لا : Hükümler elde edilişleri açısından, aklî hükümler, hissî hükümler, şer’î hükümler gibi gruplara ayrılırlar. Nitekim “İki zıt bir arada bulunmaz” hükmü gibi, akıl yoluyla elde edilen hükümlere aklî hüküm denilirken; “Ateş yakıcıdır” hükmünde olduğu gibi, duyu organları vasıtasıyla elde edilen hükümlere hissî hükümler dinilir. Eğer hükümler şer’i kaynaklar vasıtasıyla elde ediliyorsa, bu tür hükümlere ise şer’i hükümler denilmektedir.

رع ية ال ش : akli ve hissî hükümler dışarıda bırakılmış ve yalnızca şer’i hükümlerin fıkıh ilminin konusunu teşkil ettiği belirlenmiştir.

ال عم ل ية : ibadetler ve hukuki konulara dair olan hükümler ameli hükümler kapsamındadır.

ت ن باط اس : Fıkhın tarifinde bu kelimenin tercih edilmesi, fakihin fıkhi hükümlere ulaşabilmesi için ince dikkat ve çok yoğun emek sarf ettiğini bildirmeye yöneliktir.

ال ت ف ص ي ل ية ادل تھا : Tafsılî delil kavramı, her bir fıkhi hükmün ilgili olduğu fıkhi meseleyle ilgili şer'î delil anlamındadır.
Buna göre fıkıh, şer'î ameli konulara dair hükümlerin tafsılî delillerinden istinbat edilmiş olarak bilinmesidir.

İmam Azam Ebu Hanife’ye göre İtikat, ahlak, ibadet ve hukuka dair konuların hepsi fıkhın kapsamındadır.

3- Fıkıh Usulünün Tarifi:

“Usulü fıkıh, müçtehidin (fakihin) şer’i ameli hükümleri tafsıli delillerinden çıkarabilmesine yarayan kurallar bütünüdür.”

4- Fıkıh Usulünün Konusu :

Buna göre fıkıh usulünün, şer'î deliller ve hükümleri konu alan bir ilim dalı olduğu ifade edilirken, şer'î delillerin fıkhi hükümlere kaynak oluş özellikleriyle ilgilendiği kastedilmektedir. Dolayısıyla fıkıh usulü ilminin konusu, tafsılî deliller ve tafsılî delillerden çıkartılan cüz'î hükümler değil, icmali ve külli hükümlerdir.
Başlıca şer'î deliller: nakli (sem’î) deliller – aklî deliller, icmali deliller – tafsıli deliller, kat'î deliller – zannî deliller, ittifak edilen deliller – ihtilaf edilen deliller, asli deliller – fer’i deliller, müspit deliller – muzhir deliller gibi sınıflara ayrılmıştır.
Naklî Deliller: Kitap yani Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin (s.a.v.) Sünnetinden ibarettir ve İslam hukuk kültüründe bunlar nass olarak isimlendirilmektedir.
Aklî Deliller: Nakli delillerle bağlantılı olmakla birlikte aklî muhakeme ve beşeri yorumun ağırlıkta olduğu, oluşmasında müçtehitlerin katkısı bulunan delillerdir.
Bu zihni faaliyetin en kapsamlısı hiç şüphesiz kıyastır. İstihsan, istıslah, istishab, sedd-i zerai ve örf gibi deliller de bu grupta yer alır. Aklî deliller üzerinde ittifak sağlanamadığından, genellikle ihtilaf edilen deliller grubundadır.

Şer’i deliller kapsamındaki delillerden her biri, bir bütün olarak anıldığında “icmali delil”, bunların her bir olaya ilişkin cüzleri anıldığında ise “tafsıli delil” terimi kullanılır.
Cüz'î hüküm - küllî hüküm kavramları : Buna göre cüz'î hüküm, mükelleflerin herhangi bir konudaki fillerine ilişkin şer'î ameli hükümdür.

İcmalî delillere dair genel mahiyetli bu kaide veya hükümlere küllî hüküm denilmektedir. Buna göre
küllî hüküm, her biri birçok cüz’înin (tikel) hükmünü kapsamına alan genel hükümdür.
İşte fıkıh ilminin konusunun şer'î deliller ve şer'î hükümler olduğu ifade edilirken, delil ifadesiyle tafsılî (cüz'î) deliller, hüküm ifadesiyle de cüz'î hükümler kastedilmekte; fıkıh usulünün konusunun da şer'î deliller ve şer'î hükümler olduğu ifade edilirken, şer'î delil ifadesiyle icmalî deliller, şer'î hüküm ifadesiyle de külli mahiyetli kaide ve hükümler kastedilmektedir.

Sübutu zannî, delaleti kat'î bir nassla emredilen bir davranışın en üst düzey hükmünün vacip olabilir.

ALINTIDIR
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 5985 14 Temmuz 2015 13:14
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4055 14 Temmuz 2015 13:06
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4889 14 Temmuz 2015 13:00
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları Çocuk ve Aile Sağlığı Mihrinaz 2 2647 14 Temmuz 2015 12:23
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? Çocuk ve Aile Sağlığı EyMeN&TaLhA 0 2341 14 Temmuz 2015 12:03

Alt 25 Ekim 2014, 06:05   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

2.ÜNİTE

1- Fıkıh Usulünün İslami İlimler İçindeki Yeri Ve Önemi: Fıkıh usulü ilminin, İslami ilimlerin hepsiyle yakından ilgisi bulunmakla birlikte, bu ilmin yakından ilgili olduğu veya verilerini kullandığı ilimler kapsamında, başta fıkıh olmak üzere, tefsir, hadis, kelam, Arap dili ve edebiyatı bilimleri sayılır. Ayrıca özellikle hukuk mantığı tahlilleri açısından fıkıh usulü ilminin faydalandığı ilimlerden biri de mantıktır.


2- Fıkıh Usulü İlminin Doğuşu : İslami ilimler içinde erken tedvin edilen ilimlerden birisidir. Fıkıh usulü ilmine dair bize kadar ulaşan ilk sistematik kitabın, İmam Şafii’nin “er-Risale” isimli eseridir.

3- Fıkıh Usulüne Dair Klasik Literatürün Metot Açısından Tanıtımı : Fıkıh usulü literatürünün yazımında takip edilen bu üç metot Şunlardır:
a- Mütekellimin Metodu,
b- Fukaha Metodu,
c- Bu İki Metodu Mezceden Karma Metot.

Mütekellimin Metodu : Hanefi fakihlerce fazlaca önemsenmemiştir. Genellikle kelam alimi de olan fakihlerin yazdığı fıkıh usulü kitaplarının yazımında takip edilen metoda kelamcılar (mütekellimin) metodu denildiği gibi, İmam Şafii’nin er-Risale’si bu metotla yazılan ilk kitap olması ve sonrakilere de büyük ölçüde model teşkil etmesi sebebiyle, bu metoda Şafiiyye metodu da denilmiştir.

Fukaha Metodu : Hanefi fakihler tarafından geliştirilmiş olması sebebiyle Hanefiyye metodu diye de isimlendirilmiştir. Furu’a dair örneklerden fıkıh usulü kurallarına ulaşma hedeflendiğinden, bu metot tüme varım metodu olarak da tanıtılmaktadır.
Fukaha Metoduna Göre Yazılmış Usul Kitaplarından Bazıları :

1- Ebu’l-Berekât en- / Nesefî el-Menâr : Bu eser, Hanefi fıkıh kültüründe üzerine en fazla Şerh ve haşiye yazılan fıkıh usulü kitaplarından birisidir. Bu eser aynı zamanda Hanefi ekolüne göre eğitim verilen medreselerde en fazla okutulan fıkıh usulü kitaplarından birisidir.

Karma Metot : Bu alanda üçüncü bir metod da her iki metodun mezcedilip birleştirildiği karma (memzuc) metottur.

4- Fıkıh Usulü Kitaplarının Sistematiği Hakkında Genel Bilgiler
Bazı müellifler fıkıh usulü kitaplarında, bu ilmi oluşturan kaideleri dört ana başlık altında sistematize ederek işlemektedirler.

Bu ana başlıklardan birincisi, Şer'î Hüküm;
ikincisi, şer'î Hükmün Kaynağı (Hakim);
üçüncüsü, Hükme Konu Olan Fiiller (el-Mahkum fih);
dördüncüsü ise, Mükellef ve Ehliyeti (el-Mahkumu Aleyh) şeklindedir.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:10   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

3.ÜNİTE

a-Şer'î Delil ve İslam Hukukunda Kaynak Kavramı : Bir terim olarak delil ise, sağlıklı bir zihinsel işlemde araştırılan hususa dair hüküm vermeye ulaştıran veya hükmün kanıtlanmasını sağlayan vasıtaya denir. Fıkıh literatüründe “şer'î delil” genel olarak, şer'î ameli bir hükme götüren şey diye tarif edilmektedir.

Kitap, yani Kur'an-ı Kerim ile Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Sünneti İslâm'ın temel kaynağıdır. Kitap veya Sünnet’ten bir senedi bulunması halinde icmâ da bu kaynaklar arasında yer almaktadır. Bu üç şer'î delil, söz konusu özellikleri sebebiyle asli delilleri oluştururken, bunların dışındakilere fer’î deliller denilmektedir.

Asli Deliller – Fer’î (Tâlî) Deliller: Esasen şer'î delillerin, müsbit (kendisiyle yeni bir hükmün sabit olduğu) deliller ve muzhir (kendisiyle yeni bir hüküm sabit olmayıp zaten var olan bir hükmün ortaya çıkmasına vesile olan) deliller şeklindeki tasnifi de bu tasnifle ilgilidir. Buna göre Kitap, Sünnet ve icmâ müsbit şer'î deliller iken, kıyas muzhir bir şer'î delildir.

Nakli Deliller – Aklî Deliller: Nakli delil, Kitap ve Sünnet’ten ibarettir. Bu iki delil aynı zamanda nass olarak da isimlendirilmektedir. Nakli delil bir kritere göre de, oluşumunda müçtehidin herhangi bir katkısı olmayan delildir.

Lafız veya mana bakımından doğrudan vahye dayanmayan veya diğer bir anlatımla, oluşumunda müçtehidin katkısı bulunan deliller ise aklî deliller olarak isimlendirilmektedir. Kıyas, istihsan ve ıstıslah gibi deliller aklî deliller kapsamındadır.

İttifak Edilen Deliller – İhtilaf Edilen Deliller: Kitap ve Sünnet ittifak edilmiş asli delillerdendir. Sahabe icması da ittifak edilmiş deliller arasındadır.

Kat'î Deliller - Zannî Deliller: Vahy-i metluv olarak da tanımlanan Kur'an-ı Kerim bize kadar mütevatir olarak ulaştığından, sübut bakımından bütünüyle kat'îdir.
Mütevatir olarak nakledilen hadisler sübut bakımından kat'îdir; ilm-i yakin ifade eder. Âhâd hadisler ise zannidir; yani zann ifade eder. Hanefilerin tasnifindeki meşhur hadis ise, kat’îye yakın bir konumdadır; tuma’ninet yani kalp mutmainliği ifade eder ki, bu da zannilik ile katilik arasında olup, katiliğe daha yakındır.

2-NAKLİ DELİLLER

A- KİTAP


a- Kitabın Tarif ve Özellikleri : Kur’an’ın orijinal Arapça nazm ve de manasının bir arada bulunmadığı metinler Kur'an-ı Kerim sayılmaz. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim’in başka dillerdeki meal ve tercümeleri Kur’an olarak isimlendirilemez.

c- Kitabın Hükümleri Açıklayış Üslubu ve Hükümlere Delaleti : Ayetlerin tamamının sübutları kat'î olduğundan, delaletleri de kat'î ise ve bağlayıcı bir şekilde hüküm bildiriyorsa, bu ayetlerle farz ve haram hükümleri sabit olur. Delaleti zannî olan ayetlerin bağlayıcılığı en üst düzey ise bunlarla da, vacib veya tahrimen mekruh hükümleri sabit olur.

B- SÜNNET

a- Sünnetin Tarifi ve Çeşitleri : Hanefi fakihlere göre ise, Sünnetin bir kısmı mütevatir, bir kısmı âhâd, bir kısmı da mütevatir ile âhâd arası (meşhur) bir seviyedeki hadîs rivayetleriyle bize kadar ulaşmıştır.

Sünnetle ilgili başka bir sınıflandırma ise, “Sünnetü’l-Hüdâ” ve “Sünnetü’z-Zevaid” şeklindeki ayırımdır. Bu ayırımın esası, Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) nakledilen söz, fiil ve takrirlerin, ibadet ve benzeri dînî boyutlu olup olmamasıdır. İbadet gibi dînî boyutlu olanlar “Sünnetü’l-Hüdâ” olarak vasıflandırılırken, günlük hayatın akışı içindeki davranışları (âdet-i seniyyeleri) ise, “Sünnetü’z-Zevaid” olarak vasıflandırılmıştır.

c- Sübut ve Delalet Açısından Sünnet Çeşitleri : Şafiiler başta olmak üzere bazı müçtehitlere göre âhâd hadisler, tahrim ve vücubiyet (farziyet) ifade edebilmektedir. Hanefilere göre âhâd hadislerle sabit olabilecek en üst düzey teklifi hüküm ise, vacib ve tahrimen mekruhtur.

Hanefilerce yapılan tasnifte delaletleri kat'î olan meşhur hadislerin bağlayıcılığı da en üst düzeyde ise, (Hanefilere göre) bunlarla farz ve haram seviyesinde hükümler sabit olabilir.

d- Âhâd Hadislerin Kaynak Değeri : Müçtehit imamların hepsi âhâd hadislerin hüküm istinbatında kullanılması gerektiği konusunda hem fikirdirler.
İmam Şafii, sıhhat şartlarını haiz, özellikle de senedi muttasıl olan âhâd hadislerin hüküm istinbatında kullanılacağını söylemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, bu konuda İmam Şafii gibi düşünmekle birlikte, senedin muttasıl olması şartını aramamış, dolayısıyla mürsel hadislerinde hüküm istinbatında kullanılacağını kabul etmiştir.
İmam Malik ise, âhâd hadis konusunda amel-i ehl-i Medine’ye uygun olmasını şart koşmuştur.
Hanefiler ise, özellikle ravinin fakih olmasını ve rivayet ettiği hadise aykırı davranmaması gibi şartlar koşmuşlardır.

e- Mürsel Hadislerin Kaynak Değeri : Hadislerin senedinde ittisali (kopma olmamasını) temel şart olarak kabul eden Şafiiler, prensip olarak mürsel hadislerin hüküm istinbatında kullanılmayacağı görüşündedirler.

Buna göre İmam Şafii’nin yine mürsel hadisleri kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Maliki ve Hanbeliler başta olmak üzere müçtehitlerin büyük çoğunluğu mürsel hadislerin hüküm istinbatında kullanılabileceğini kabul etmektedirler.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:12   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

4.ÜNİTE


a-İcmâ :
Şer'î delillerden üçüncüsü icmâdır. sözlük anlamı olarak, ittifak etmek, azmetmek, mutabakat etmek gibi anlamlara gelmektedir. Fıkhi bir terim olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonraki herhangi bir asırda, şer'î bir meselenin hükmü konusunda İslam müçtehitlerinin ittifak etmeleri anlamına gelmektedir.

Buna göre bir konudaki fikir birliğinin icmâ sayılabilmesi için, öncelikle fikir birliği edenlerin müçtehit olmaları ve de o asırda yaşayan müçtehitlerin bütününün fikir birliği içinde olmaları, müçtehitlerin İslam müçtehidi olmaları, fikir birliği edilen konunun şer'î bir meselenin (dînî) hükmü olması, bu fikir birliğinin Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonraki herhangi bir asırda olması şarttır. Bu beş şarttan birisinin bile bulunmaması halinde sağlanmış olan görüş birliği icmâ sayılmaz.

İcma meydana geliş şekline göre sarih icmâ ve sukûtî icmâ olmak üzere ikiye ayrılır. Herhangi bir zamanda dînî bir meselenin hükmü konusunda bütün müçtehitlerin görüşlerini teker teker açıklamasıyla oluşan fikir birliği sarih icmâ diye isimlendirmiştir. Bir veya birkaç müçtehidin görüş beyan etmesinden sonra, bu konudaki beyan edilen görüşe muttali olduktan sonra, o devirdeki diğer müçtehitlerin olumlu veya olumsuz bir görüş açıklamayıp, davranışlarıyla da muvafakat veya muhalefete işaret teşkil edecek belirti de göstermeksizin sessiz kalmaları şeklindeki tutuma, sukûtî icmâ denilmektedir. Bu tür bir ittifakın sukûtî icmâ sayılabilmesi için, görüş beyan etmeyen müçtehitlerin konuyla ilgili açıklanan görüşe muttali olmaları ve bu görüşleri inceleyebilecek kadar sürelerinin bulunması ve de görüş beyan etmelerini engelleyecek herhangi bir durumun (tehdit vb.) bulunmaması gerekmektedir.

İcmanın muteber olabilmesi için, icmâ ile ulaşılan hükmün, Kur'an-ı Kerim veya Peygamber Efendimizin (s.a.s.) sünnetinden bir dayanağı olması gerekir ki buna icmânın senedi denir.

İcmanın gerçekleşmiş sayılabilmesi için, icmâ edilen konuda görüş bildiren müçtehitlerin hepsinin ölene kadar görüşünde ısrar etmiş olmaları gerekir.

b-Kıyas : Şer'î delillerden dördüncüsü kıyastır. Sözlükte bir şeyi diğer bir şey ile ölçmek, çeşitli açılardan karşılaştırmak anlamına gelen kıyas, bir hukuk terimi olarak ise, hakkında nass bulunmayan bir fıkhi mesele hakkında, aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan meselenin hükmünü vermektir/sabit görmektir.

Aslın hükmünün dayandığı illetin akılla kavranabilir olduğu fıkhi konular “ta’lili” konular olarak isimlendirilirken, hükmün illetinin akılla kavranamadığı fıkhi konular ise, “taabbudi” konular olarak isimlendirilir.

Buna göre nasslarda belirtilen hükmün dayandığı illetin akılla kavranamadığı konularda kıyas yapılamaz.
Kıyas yapılabilecek fıkhi konular genellikle muamelatla ilgili konulardır.

Bütünüyle içtihadi bir faaliyet olan kıyas işlemi, nasslardaki hükümlere illet olmaya elverişli vasfın tespit edilip çıkartılması (tahricu’l-menat), illet olmaya elverişli gibi görünen başka vasıfların ayıklanması (tenkıhu’l-menat) ve bu illetin fer’de de bütünüyle mevcut olduğunu ortaya koyabilmek için yapılan içtihatlar (tahkiku’l-menat) sonucunda, asıl ile fer’in aslın hükmünün illeti konusunda eşit olduğu kanaatine varmalarıyla, aslın hükmünü fer’de de sabit görmeleri suretiyle yapılmaktadır/sonuçlandırılmaktadır.

Aslın hükmüne dayanak teşkil etmeye elverişli gibi görünen vasıfların ayıklanması kapsamında, illet, hikmet ve sebep kavramları arasındaki farkların bilinmesi konumuz açısından son derece önemlidir. Tariflerden de anlaşılacağı gibi bu kavramlardan en geniş kapsamlısı sebeptir.

Esasen kıyasla yeni bir hüküm sabit olmayıp, mevcut şer’î hükmün ortaya çıkartılması söz konusudur. Bundan dolayı, kıyas müsbit bir delil değil, muzhir bir delil olarak kabul edilmiştir.

İslam hukuk tarihinde fakihlerin büyük çoğunluğu kıyası muteber bir şer'î delil olarak kabul etmekle birlikte, Zahiriler ve bir kısım Şiiler başta olmak üzere bazı fakihler çeşitli gerekçelerden dolayı kıyası reddetmişlerdir.

alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:17   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

5.ÜNİTE
İSTİHSAN VE İSTİSLAH


A- İSTİHSAN

1) Tarifi ve Kapsamı : İstihsan delili, taşıdığı mana itibariyle uygulaması sahabe döneminden beri var ise de, bu isim altında delil olarak ilk kullanan Ebu Hanife ve öğrencileri olmuştur.

Lugatda bir şeyi güzel görmek ve güzel bulmak anlamına gelmektedir.

Terim olarak, “Kolaylık için zorluğu terk etmektir.” Dinde de asıl olan budur.

2) İstihsanın Çeşitleri : istihsan altı çeşitdir:

a) Nas Sebebiyle İstihsan : Bir meselede hususi bir nas bulunuyor, bu nas yerleşik genel kuralın aksine bir hüküm ihtiva ediyorsa, bu çeşit bir istihsan ortaya çıkar. Orucun bozulması konusunda genel hüküm bir şey yenilip içildiğinde orucun bozulmasıdır. Ancak unutularak yenildiğinde orucun bozulmayacağına dair bir hadis bulunduğu için bu durum yerleşik kuraldan istisna edilmiştir.

b) İcma Sebebiyle İstihsan : Genel kurala aykırı olarak verilen bir hükümde müçtehidlerin ittifak edip ses çıkarmamalarıdır. Hamamlardan belli bir ücretle girilip isifade edilmesi bu çeşit istihsana bir örnek teşkil eder.

c) Örf Sebebiyle İstihsan : İnsanların yerleşik kurala aykırı düşen bir uygulamayı örf haline getirmeleri bu çeşit bir istihsan ortaya çıkarır. Taşınabilen menkul mallar vakfedildiğinde, ebedilik vasfını taşımadığı için genel hüküm olarak vakfına cevaz verilmemiştir. Ancak halkın kitap ve benzeri bazı malları vakfetmeyi örf haline getirdiğinden, istihsanen yani genel kurala aykırı olarak cevaz verilmiştir.

d) Maslahat Sebebiyle İstihsan : Bir maslahat, genel hükümden istisna yapmayı gerektiriyorsa bu çeşit bir istihsan şekli ortaya çıkar.

e) Zaruret Sebebiyle İstihsan : Kaçınılması mümkün olmayan zaruret halinde, genel kuralın terk edilip kolay olanın alınması zaruretle istihsandır. Yırtıcı kuşlar havadan gelip suyu kirlettikleri ve dolayısıyla onlardan kaçınma imkanı olmadığı için zaruretden dolayı necis sayılmamıştır.

f) Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan : Bu çeşit istihsan, biri açık diğeri kapalı birbiri ile çatışan iki çeşit kıyasın olduğu meselelerdir.

3- İstihsanın Delil Değeri :
Aslında istihsan, müctehidin bir hükmü daha kuvvetli bir delile dayandığı kanaatine vardığı bir başka hüküm sebebiyle terk etmesidir.

Bu bakımdan en çok Hanefi ve Malikilerin kullandığı istihsan delilini, Hanbelî ve Şafiiler de kullanmışlardır.

B- İSTİSLAH (MESALİH-İ MÜRSELE)

1) Tarifi ve Kapsamı : Maslahat, “bir yararı sağlama ve bir zararı defetme” anlamına gelmektedir. Nitekim “Def‟i mefasid celb-i menafi‟den evladır” (Mecelle, md. 30) şeklinde Mecelle‟nin başında bulunan küllî kaidelerin içinde yer almaktadır.

Dinî hükümler, kulların dünyevi ve uhrevi menfaatlerini sağlama, onları dünya ve ahrette zarardan koruma gayesiyle konmuştur. Ancak Kur‟an ve Sünnet‟te tüm olayların hükmü, özel olarak belirlenmediği, bazen icma ve kıyasta da çözüm bulunmadığı zaman, yeni meselelerin hükmü naslardan çıkarılan genel ilkelere göre verilir. İşte bu hükmü vermede esas alınan maslahata “mesalih-i mürsele”, bu yönteme de “istislah” denilmektedir.

İslam hukukunda maslahatlar üç kısımda değerlendirilir:

a) Muteber Maslahatlar : Bunlar, Şâri‟/Kanun koyucu‟nun meşru kılarak muteber saydığı ve buna açıkça belirttiği maslahatlardır. Din, Can, Akıl, Mal ve Irzın korunması, bütün hukukî sistemlerde kabul edilen maslahatlardır.

b) Mülgâ Maslahatlar : Kanun koyucunun sarih bir şekilde muteber sayılmayacağını açıkladığı ve geçersiz saydığı maslahatlardır. Bu hükümler tercih edilemeyeceği gibi, bunlara kıyas ta yapılamaz. Böyle hükümlerde ilk anda bir menfaat görülse de sonuçtaki zararı daha fazla olduğu için geçersiz sayılmıştır. Dolayısıyla faiz yoluyla malın arttırılması meşru bir yol olarak kabul edilmemiştir.

c) Mürsel Maslahatlar : İtibar ve ilgasına dair bir delil bulunmayan, alimlerin ictihadına bırakılmış maslahatlardır. Hz. Ebu Bekir‟in halifeliği döneminde Kur‟an‟ın bir kitapta toplanması gibi.

2) Mesalih-i Mürselenin Kaynak Değeri : Mesalih-i mürseleyi, daha çok Malikilerin kullandığı bilinmekdir. Fer‟î bir delil olarak özellikle İmam Malik kullanmıştır. Ondan sonra en çok kullanan ise Ahmed b. Hanbel‟dir.

İbadetler ile ilgili konularda maslahatın delil olarak kullanılamayacağı hususunda, mezhepler arasında ittifak vardır. Çünkü ibadetler, ictihad ve re‟yin cereyan etmediği, ancak vahiy yoluyla anlaşılabilecek hususlardır.

3) Mesalih-i Mürsele İle Hüküm Vermenin Şartları : Mesalih-i mürsele ile hüküm vermenin şartlarını şöyle özetleyebiliriz:

a) Maslahat, şer’î bir delil tarafından geçersiz sayılmamalı.
b) Maslahatın varlığından emin olunmalı.
c) Maslahat genel olmalı.
d) Maslahat mahiyet itibariyle ma’kul, yani anlaşılabilir olmalı.
e) Maslahat, zaruri bir esasın korunması veya bir güçlüğün kaldırılmasını temin etmeli.

Özet
İstihsan, nas, icma, maslahat, örf ve zaruret sebebiyle genel hükümden yapılan bir istisnadır.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:21   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

6.ÜNİTE

A- ÖRF VE ADET


1) Tarifi ve Çeşitleri : Örf, toplumun çoğunluğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği, red ve inkar etmediği söz ve fiillerdir. Örfün Kısımları :

a- Ameli örf : İnsanların bir fiili adet haline getirmesidir ki, bazı alimler amelî örfü adet anlamında kullanmışlardır.

b- Kavlî örf : Bir kelimenin lugattaki manasının dışında, belli bir anlamda kullanılmasıdır.

c- Şer’î örf : Bir kelimenin hukukî olarak hususî bir manaya kullanılmasıdır: Salat, zekat, hac, abdest, namaz ve oruç gibi kelimeler böyledir.

Amelî ve sözlü örf bütün İslam ülkesinde yaygınlaşırsa bu genel örf olur. “Talak” kelimesinin boşanma karşılığı kullanılması gibi. Sadece bir ülkede veya bir beldede örf haline gelirse buna da hususi örf denilir. Ülkemizde “şart” kelimesinin boşanma karşılığı kullanılması gibi.

d- Sahih örf : Naslara muhalif olmayan muteber bir maslahata da engel teşkil etmeyen örftür.

e- Fasid örf : Naslara muhalif olan ve muteber maslahatın gerçekleşmesine mani olan örftür. Dinimizin haram kıldığı muamele şekilleri bu kısma girer. Bunların örf haline gelmesi onlara hiçbir zaman meşruiyet kazandırmaz

2- Örfün Geçerlilik Şartları

a) Yerleşik ve yaygın olması
b) Hükme dayanak olacak örfün daha önce mevcut olması
c) Örfün aksini ifade eden açık bir ifade beyanının bulunmaması
d) Örfün şerî naslara ve İslam hukukunun genel ilkelerine aykırı olmaması

3) Örfün Kaynak Değeri : Örf delili, klasik fıkıh usulü kitaplarında kaynaklar arasında yer almayıp, istihsan ve istislah delillerinin alt başlığı olarak işlevini yerine getirmiştir. Ancak daha sonra kaleme alınan eserlerde ise ferî kaynaklar arasında yerini almıştır.

Ancak İslam’ın genel hükümlerine aykırı olan örflerin meşru sayılması söz konusu olamaz.

B- İSTİSHAB

1) Tarifi ve Çeşitleri : İstishab, daha önceden varlığı bilinen bir durumun, aksine bir delil bulunmadıkça, varlığını koruduğuna hükmedilmelidir. İstishab delili, İslam hukukunun beş ana ilkesinden birisi olan, “Şek ile yakîn zâil olmaz” kaidesine dayanmaktadır.

İstishab, genelde üç kısımda değerlendirilir:

a) İbâhe-i Asliyye İstishabı : Haramlığına bir delil bulunmadığı sürece faydalı yiyecek ve gıda maddelerinden istifadenin caiz olmasıdır. Çünkü “Eşyada asıl olan mübahlıktır” ilkesinde alimler ittifak etmişlerdir.

b) Berâet-i Zimmet İstishabı: Bir kimsenin borçlu veya suçlu olduğuna dair bir delil bulunmadıkça, borçsuz ve suçsuz olduğuna hükmedilir.

c) Vasıf İstishabı: Hukuken varlığı kabul edilen bir hükmün sebebinin ortadan kalktığı ispat edilmediği sürece, sübutunun devamına hükmedilir.

2) İstishabın Delil Değeri : İstishab, yeni bir hüküm ortaya koymaz. Ancak daha önceden var olan bir hükmün varlığını koruduğunun tespitine istishab diyoruz. Bu bakımdan istishab, aslî ve ferî deliller için de istishabın en son baş vurulacak bir delil olduğu vurgulanmıştır.

Hanefiler, istishabı sadece red ve def konusunda, yani istihkakı men hususunda bir delil kabul ederler. Onlara göre istishab, bir hüccet-i dafia olup bir hükmü ispat hususunda delil değildir.

3) Mecelle’de İstishabla İlgili Külli Kaideler : Mecelle’nin başında yer alan külli kaideler içerisinde istishab deliline dayanan bazı ilkeler bulunmaktadır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

a) “Şek ile yakin zail olmaz”
b) “Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır”
c) “Berâet-i zimmet asıldır”
d) “Sıfat-ı ârızada asıl olan ademdir”
e) “Bir zamanda sabit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur”


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:24   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

7.ÜNİTE

B- ŞERU’ MEN KABLENA (İSLÂM ÖNCESİ ŞERİATLAR)


İnsanlığa gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed (sav)’den önceki peygamberler vasıtasıyla gönderdiği dinî hükümlere Şeru’ men kablena/İslâm öncesi şeriatlar diyoruz. iki kısma ayrılır:

1) Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet’te yer almayan hükümler: Bunların bağlayıcı olmadığı hususunda ittifak edilmiştir.

2) Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te yer alan hükümler: Bu hükümler ise üç ayrı kısımda değerlendirilmektedir.

a) Kur’an ve Sünnet’te geçmekle birlikte bizden öncekilere mahsus olduğu ve bizim için geçerli olmadığı açık bir şekilde ifade edilen hükümlerdir.

b) Bizden öncekilere farz kılındığı halde, bizim için de geçerli olduğu Kur’an ve Sünnet’te açık bir şekilde ifade edilen hükümlerdir. Bu hükümlerin bizim için de geçerli ve bağlayıcı olduğu hususunda ihtilaf yoktur.

c) Kur’an ve Sünnet’te bizden öncekilere meşru olduğu belirtilen, ancak bizim hakkımızda hükmün devam ettiğine veya kaldırıldığına dair bir ifade yer almayan hükümlerdir.

C- SEDD-İ ZERÂİ’


1) Tarifi ve Çeşitleri : Sedd-i Zerâi’ ise, “mefsedete götüren yolların kapatılması” anlamına gelmektedir.

İslam, bir şeyi kötü ve zararlı görüp yasakladıktan sonra, ona götüren vasıta ve davranışları da yasaklar.
Bu açıdan kulun fiilleri şu şekilde değerlendirilir:

a) Mahiyeti itibariyle mefsedete, kötülüğe götüren fiiller: adam öldürme, zina, içki içme ve iftira gibi
b) Mahiyeti itibariyle mefsedet olmayan, ancak bazı durumlarda kötülüğe götüren fiiller: Asıl Sedd-i Zerâi’nin konusu olan bu fiillerdir, bunlar üç kısımda değerlendirilir.

1- Aslen caiz olmakla birlikte, nadiren kötülüğe yol açan fiiller: Üzümün sarhoşluk veren içki yapılmasında kullanılma ihtimalinden dolayı bağcılık ve üzüm satışı yasaklanamaz.

2- Kötülüğe ve harama yol açması kesin olan fiiller: Şarap imalatçısına üzüm satmak, kumarhane işletene iş yerini kiraya vermek gibi fiillerdir.

3- Kötülüğe ve harama yol açması muhtemel olan davranışlar: Faizli bir muamelede bulunmak için alış-verişin vesile olarak kullanılması ki, buna “Bey’u’l-İyne” denilmektedir.

2) Sedd-i Zerâi’nin Kaynak Değeri : Sedd-i Zerâi delilini bütün fakihler prensip olarak benimsemekle birlikte, uygulamada mezhebler arasında bazı farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Hanefi ve Şafiiler objektif delilleri ve şeklî şartları esas aldıkları için, kesin veya çok kuvvetli sebep-sonuç ilişkisi olmadan Sedd-i Zerâi ilkesini işletme cihetine gitmemişlerdir. Maliki ve Hanbeliler ise aksi görüşte olup, harama vesile olma ihtimali ortaya çıkınca, o fiili yasaklama cihetine gitmişlerdir. Bu delili bütün fakihler kabul etmekle birlikte, ilkenin yorum ve uygulamasında bazı farklı değerlendirmeler bulunmaktadır.

Özet : Sedd-i Zerai’, mefsedete götüren vesilelerin yasaklanıp, kötülüğe alet olmalarının önlenmesidir. Aslında helal ve caiz olan bir fiilin kötülüğe vasıta olmasından dolayı yasaklanmasıdır.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:28   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

8.ÜNİTE

1) Zaruriyyât :
Zaruriyyât, fert ve toplumun varlığını koruyabilmesi için ihtiyaç duyduğu değerlerdir. Zaruriyyât, fakihlerin ittifakıyla sırasıyla beş şeyin korunmasıdır. Dinin korunması, canın korunması, aklın korunması, neslin korunması ve malın korunmasıdır.

2) Hâciyyât : Hâciyyât, insanların yaşantılarını kolaylık içinde sıkıntıya düşmeden sürdürebilmeleri için muhtaç oldukları düzenlemelerdir. Bunların bulunmaması halinde hayat devam eder. Ancak sıkıntı, meşakkat ve zorluklarla karşılaşılır. Hasta ve yolcunun oruç tutmamalarına müsaade edilmiş, bazı hallerde abdest yerine teyemmüm meşru kılınmıştır.

3) Tahsiniyyât : Zaruriyyât ve Hâciyyât seviyesine ulaşamayan, fakat tezyin, kolaylık ve güzellik için olan şeylerdir. O halde Tahsiniyyât, güzel ahlak ve adetlere uygun düşen iyi ve faziletli olma gayesine yönelik olan davranışlardır. Genelde yapılması mendub olan ameller bu gruba girer.

Özet : Modern hukukta gaye problemi başlığı altında işlenen hukukun gayesi, İslam hukukunda makasıdu’ş-şeria’ adıyla ele alınıp değerlendirilmiştir.

alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Ekim 2014, 06:32   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet)

9.ÜNİTE

A- NESİH


1) Tarifi : Lugatta izale etmek manasına gelir. Fıkıh usulünde ise şerî bir hükmü, kendisinden sonraki şerî bir delil ile kaldırmaktır. İlk hükme “Mensuh”, sonraki delile “Nâsih”, bu kaldırma işlemine de “Nesih” denilmektedir.

Kur’an’da Nesih vardır. Neshin en açık örneklerinden birisi, kıblenin değişmesidir. (Burada önceki hüküm tamamen kaldırıldığı için külli bir nesih vardır )
Nesih, ancak Hz. Peygamber hayatta iken yapılabilir. Onun vefatından sonra Kur’an ve Sünnet’te nesih olamaz.

2) Nesih ve Tahsis : İlk bakışta kısmî nesih ile tahsis aynı gibi gözükebilir. Çünkü tahsis, âmmın hükmünü, bazı fertlerden kaldırır. Kısmî nesihte de hüküm bir kısmından kaldırılmaktadır. Ancak aralarında önemli bir fark vardır.

Nesihte hüküm başta bütün fertleri içine alır. Sonradan nesh edici bir delille bazı fertlerden kaldırılır. Tahsiste ise hüküm başlangıçtan beri sadece âmmın bazı fertleriyle ilgilidir.

3) Neshin Çeşitleri

Nesih, bazen sarih ve açık olur. Bir hükmün kaldırıldığı açıkça belirtilir. Kabir ziyareti gibi..
Bazen de nesih dolaylı olur. Nesh olduğu açıkça belirtilmemekte birlikte, iki nas yan yana getirildiğinde bu durum açıkça anlaşılır. İddetin bir yıl olduğu dolaylı nesihe örnektir.
Nesih aslî hükümlerde olmaz. Ancak değişim kabul edebilen ferî hükümlerde olabilir.

B- TEÂRUZ VE TERCİH ( ÇELİŞKİ )

1) Tarifi


Teâruz, delillerden ikisinin görünüşte birbiriyle çelişkili bir hükmü ihtiva etmesidir. Aslında şerî deliller hiçbir zaman birbiriyle teâruz etmezler. Aralarında var gibi görülen zıtlık müctehidin nazarındadır ve görünüştedir.

Teâruz olabilmesi için iki delilin de aynı kuvvette olması şarttır. Kur’an’dan iki ayet veya Sünnet’ten iki hadis gibi. Bu durumda müctehid, iki nassın nüzûl veya vürûd tarihlerini araştırır. Tarihler tespit edilirse, sonraki ayet önceki ayeti neshetmiş olur.

2) Teâruzu Giderme Yolları

1- Kitap ile Sünnet arasında teâruz olsa, kitap tercih edilir.
2- İki Sünnet arasında teâruz bulunsa, meşhur Sünnet meşhur olmayana tercih edilir.
3- İki haber-i vahid arasında teâruz varsa, ravisi fakih olan, diğerine tercih olunur.
4- Naslar arasındaki teâruz olursa, geliş tarihleri araştırılır. Birisinin diğerinden önce olduğu tespit edilirse, sonraki öncekini nesheder.

5- Tercih: İki nassın geliş tarihleri tespit edilemezse, tercih metodlarına göre nasların birisi tercih edilir. Buna göre, muhkem müfessere; müfesser nassa veya zahire tercih edilir. Delâlet şekillerinden ibarenin delâleti, işaretin delâletine; işaretin delâleti, nassın delâletine ve iktizaya tercih edilir. Haram kılmaya delâlet eden nas, mübah kılmaya delâlet eden nassa tercih edilir. Çünkü haramdan uzak durmak, mübahı işlemekten daha üstündür.

6- Cem ve Tevfîk/Uzlaştırma: İki nastan birisini diğerine tercih edebilecek bir müreccih de yoksa, o zaman bu iki nas uzlaştırma yoluna gidilir.

7- Teâruz eden iki nas arasında uzlaştırma imkanı da olmazsa, o zaman müctehid bunları delil olarak kullanmaktan vaz geçer ve daha aşağı derecedeki başka delille istidlal eder. Teâruz iki ayet arasında ise bu durumda ayeti bırakıp Sünnetle istidlal edebilir.

C- İCTİHAD

1- İctihad ve Müctehidin Tarifi : İctihad, bir şeyi elde etmek için güç ve çaba harcamak anlamına gelen Arapça “cehd” kökünden gelmektedir. Istılahta ise, müctehidin şerî, amelî hükümleri muayyen delillerden elde etmek için bütün gücünü sarf etmesidir.

İçtihadın açılımını yapacak olursak karşımıza dört ana unsur çıkar:

1- Şerî bir meseleyi anlamaya çalışan kimsenin müctehid olması
2- Müctehidin meseleyi iyice kavramak için bütün gücünü harcaması.
3- Müctehidin bu gayreti, şerî ve amelî hükümleri anlamak için göstermesi
4- İctihadın, muayyen delillerden istınbat yoluyla, usul kaidelerine riayet edilerek yapılması. Buna göre bir meseleyi kitaplardan veya alimlerden sorarak öğrenmek ictihad değildir.
Müctehid ise, gerekli şartları taşıyan ve ictihad melekesine sahip olan kimsedir.

2- Müctehidde Bulunması Gereken Şartlar

a) Arapçayı Bilmek
b) Kur’an-ı Kerim’i Bilmek :

1- Ahkâmu’l-Kur’an : Ahkam ayetlerinin bir araya toplandığı özel kitaplardır. Cessâs’ın ve İbnu’l-Arabî’nin Ahkâmu’l-Kur’anları buna örnek olarak verilebilir

c) Sünnet’i Bilmek:

1- Kütüb-ü Sitte: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbni Mâce adlı altı hadis kitabını kapsar.

d) İcma Edilen Hükümleri Bilmek : Çünkü icmaa aykırı ictihatta bulunmak caiz değildir.

e) Fıkıh Usulünü Bilmek

f) İctihada Fıtraten Kabiliyetli Olmak

g) İslam Hukuku’nun Ana Gayelerini (Makasıdü’ş-Şeria) Bilmek

h) İyi Niyetli ve Âdil Olmak

3) İctihadın Belli Bir zamanla Sınırlandırılması : Hicrî dördüncü asırdan itibaren ictihad kapısının kapandığını ileri süren fukahanın özellikle kendi dönemlerinde ictihadda büyük bir anarşi gördükleri için böyle bir kanaate vardıkları kaydedilmiştir.

Şatıbî’ye göre ise ictihad iki kısımdır: Birincisi kıyamete kadar devam edecek olan ictihaddır. Bu, üzerinde ittifak edilen illetin furu meselede aynen bulunup bulunmadığının belirlenmesi işlemini ifade eden Tahkîku’l-Menât’tır. Bu çeşit bir ictihadın her hâkim, müftü ve hatta mükellefte olması tabiidir. İkincisi ise Tenkîhu’l-Menât’tır ki, hükmün konulmasına esas olan vasfın ictihad yoluyla diğerlerinden ayıklanıp ortaya konulmasıdır. Bu ikinci çeşit ictihadın kesilme ihtimali bulunmaktadır.

4) İctihadın Alanı ve Hükmü : Hakkında kati ve sarih delil olan konularda yeniden ictihad yapılamaz. Namaz, oruç, hac ve zekatın farziyeti, hırsızlık ve zinanın haramlığı gibi.

İctihadlar, aynı derecede zannî deliller olduğundan, naslara muhalif olmadıkça, biriyle diğerini nakzetmek caiz olmaz. Bir müctehid bir başka müctehidin ictihadını nakzedemediği gibi, kendisinin evvelki ictihadını da nakzedemez. Yani geçersiz sayamaz.

Müctehid, verdiği hüküm ister isabetli isterse isabetsiz olsun, ictihadından dolayı sevab kazanır. Ancak isabet etmişse, gayretinden ve isabetinden dolayı iki sevab, isabet etmemişse sırf gayretinden dolayı bir sevab kazanır.

5) İctihadın Bölünmesi (Tecezzi) ve Şûra Tarzında İctihad : İctihadın tecezzi edebileceği, yani fakihin belli bir konuda ihtisaslaşıp ictihad yapabilmesidir. Mesela bir kimsenin mirasa dair olan bütün delilleri, ayetleri, hadisleri ve fakihlerin görüşlerini öğrenip o konuda görüş beyan edebilecek seviyeye gelmesidir


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Sivas İlitam Fıkıh Usulü Ünite Özetleri nurşen35 SİVAS İlitam 0 21 Temmuz 2019 18:15
Hadis Tarihi ve Usulü 1 / 4 Ünite Arası Önemli Notlar nurşen35 Hadis Tarihi Ve Usulü 3 23 Ekim 2015 01:30
ATAUZEM fıkıh usulü 2014 güz dönemi vize soru ve cevapları EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 2 31 Aralık 2014 12:33
atauzem fıkıh usulü değerlendirme soruları EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 7 30 Aralık 2014 09:43
Fıkıh Usulü ÖZETLERİ 1-2-3.üniteler (ATAUZEM) EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 2 07 Aralık 2014 11:29

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.