Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler

Konu Kimliği: Konu Sahibi aslıı,Açılış Tarihi:  11Haziran 2012 (03:26), Konuya Son Cevap : 25 Aralık 2012 (19:39). Konuya 9 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 11Haziran 2012, 03:26   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart günün sohbeti

günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. yapmış olduğu sohbetinden alıntıdır..
(Ders Ayeti)
“Şüphesiz indirdiğimiz o çok açık ayetleri ve doğruyu (biz kitapta onu insanlara pek aşikar bildirdikten sonra) gizleyenler (yok mu!) işte onlara he...m Allah lanet eder, hem de lanet ediciler (lanet edebilen her şey) lanet eder.”

Bu ayeti Celileler Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Tevrat’ta yazılı olan bazı vasıflarını insanlara açıklamayan, onlardan gizleyen Yahudiler hakkında nazil olmuştur.

Yahudi âlimleri Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını neden gizlediler? Herkes O’nun peşinden gider, kimse bize iltifat etmez, hediyeler vermez diye düşündüklerinden.
Hâlbuki Mevla Teala, Yahudi ve Hıristiyanlardan, kitaplarında yazılı olan Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını insanlara öğreteceklerine dair misak (söz) almıştı. Nitekim Ali İmran suresinin 187. ayet-i celilesi buna delalet eder şöyle ki:
“Ve (Habibim! Hatırla ki) bir zaman Allah (u Teala), kendilerine kitap verilenlerden ‘Yemin olsun ki, elbette onu (kitabın içinde olan hükümleri) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” Diye kuvvetli söz almıştı.
Onlar ise, onu (o sözü) sırtlarının arkasına attılar (onunla amel etmeyi terk ettiler) ve onun karşılığında, az bir menfaati satın aldılar. Satın aldıkları o şet ne kötüdür.”

Allahu Teala’nın ahkâmını gizlemek başka türlü de olur. Önceleri ahiret ilimleriyle dünya ilimleri beraber okutuluyordu. Bazı şeytan fikirli adamlar dediler ki: “din ile dünya ilimlerini ayıralım. Din ilimlerini okuyanlar imam, müftü olsunlar, dünya ilimlerini okuyanlar da doktor, eczacı, mühendis, mimar vs.”
Bir müddet sonra karşılarına fırsat çıkınca: “Ortaokullarda, liselerde okumadan ne müftü, ne de imam olabilirsiniz.” Dediler. Aileler tamamiyle çocuklarını ortaokullara ve liselere göndermeye mecbur bırakıldılar.

Oralardan diploma alma derdine düşülünce, şeriat ilimlerinin öğrenilmesinden geri kalındı. Şimdi on yedi sen o okullarda okuyorlar. Onlara şeriat ilimlerini almaya mecbur olduklarını söylediklerimizde “yorulduk artık pilimiz bitti” diyorlar.

İyi düşünün! Böyle yapmakla milletten şeriat gizlenmiş oldu mu, olmadı mı? Hâlbuki biz Müslümanların her birimizin öyle dini bilgiler alması lazımdır ki, ayet-i kerimeden ve hadis-i şeriften hüküm çıkarabilmeliyiz.

İşte böyle olmamız gerekirken bu gün bizler, Molla Hüsrev (Rahimehullah) ın yazmış olduğu “Usul-i Fıkıh” adlı eseri okumaktan dahi aciziz. Değil bir ayet-i kerimeden ve hadisi şeriften hüküm çıkartmak, hazır yazılmış, bizlere bırakılmış bir kitabı okuyup anlayamıyoruz. Bu gizlemeye girdi mi, girmedi mi? Girdi.

İlkokulu sekiz sene yaptılar, çocuklarımız oradan 15 yaşında mezun olacaklar. Kız çocuklarının da, erkek çocuklarının da bu yaşta İslami sorumluluğu başlamış olacak amma onların islamdan haberi olmayacak. Hem de onlara artık medrese tahsilinin gerektiği nasıl anlatılır?

Nüfusu herse biraz daha artan Türkiye’mizde milyonlarca insana Kuran-ı Kerimi örtülü kalmış, gizli kalmış senelerce.

Hasan-ı Basri (Rahimehullah) buyuruyor ki:
“Dört şey ile din elden gider:
1- Bildikleriyle amel etmezler
2- Bilmedikleriyle amel ederler
3- Bilmediklerini öğrenmezler
4- Öğrenenlere mani olurlar.

Bir gün liseli bir kız ile konuştum, ona: “Liseye gitmemesi gerektiğini” anlatmıştım. O da: “Anne ve babam lisede okumamı istiyorlar.” demişti. Ben de: “Anne ve babasının doğru olmayan bir şeyi istediklerini, kendisinin onlara uymaması gerektiğini, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin böyle emrettiğini” söylemiştim. Liseli kızımız ne dese gerek: “Hoca efendi bir defa bu yola girdim, mecburen devam edeceğim.”
Buna binaen bende şöyle dedim: “Yavrum! Sen bir yerden evine gitmek üzere yola çıksan, bir de baksan ki, senin evinin bulunduğu sokağa değil de yanlışlıkla bir başka sokağa girmişsin ne yaparsın? ‘Olsun yanlışlıkla da olsa ben bu sokağa girdim yoluma devam edeceğim’ der misin?

Analar, balar o çok sevdikleri yavrularının cehennemde yanmasına sebep oluyorlar. “Der’ul emandır bu şehir lakin giren yüz binde bir.”

Çocuklarımızı seviyorsak, yarın ahirette yanmalarına razı değilsek, bizimde cehenneme girmemize sebep olmalarını istemiyorsak, onlara islamı öğretelim Hakkı gizlemekten daha büyük bela yoktur. Bakınız dersimizin ayeti kerimesinde Mevla Teala onlar için ne buyurmuştu?

“Lanet ediciler onlara lanet eder”
Lanet edicilerden murad: İnsan, cin ve diğer varlıkların hepsidir. Hatta günahkârların günahları yağmurun kesilmesine sebep olduğundan, aç kalan vahşi hayvanlar, kuşlar ve yeryüzü haşaratının hepsi, mahrum kaldıkları nimetlerden dolayı, nimetlerin kesilmesine sebep olanlara lanet ederler.

Hakkı gizleyenlere lanet edebilen her şey, bütün eşya, lanet ederken, hakkı gizlemeyip bilakis Kur’an ilmini okuyup, okutan kimseleri, bütün herkes hatta Mevla Teala ve melekleri dahi hayır ile anar.

Nitekim bir hadisi şerifte: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki, Allah (u Teala), melekleri, yer gök ehli, hatta yuvasında karıncalar, suda balıklar, insanlara iyiliği öğretenlere dua ederler.”

İlkokulların sekiz seneye çıkarılması din-i mübin-i İslamı gizlemeye girer mi, girmez mi? Girer. Sure-i Zariat’ın 56. ayet-i celilesinde şöyle buyrulmakta:
“Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsin için yarattım.”

Bu ayeti celilede yaratılış gayemizin diploma olduğu mu söyleniyor? Elbette ki hayır. Bir Müslüman tam manasıyla sarf, nahiv, tefsir, fıkıh ve benzeri ilimleri tahsil etse, bu adam Allahu Teala’nın indinde biiznillah icazet almıştır.

Sizler Allahu Teala’nın mücaz (icazet almış) kullarısınız, böylelikle manevi mühendisler, manevi doktorlar, manevi bakanlardan oluyorsunuz. Resmi kadrolarda değilsiniz amma, ondan daha kıymetli olan manevi kadrolardasınız. Buyrulmuştur ki:
“Eşrat-ı kıyamette okunmya ilim, Ola hem cehl-u şerru şur”

Yukarıdaki beyitten anlaşıldığı üzere, Şer’i ilimlerin okunmaması, okumaya karşı rağbetin azalması gibi sebeplerle cahiliyetin yayılması kıyametin alametlerindendir. İşte bu fesat zamanında, herkesin terk ettiği şer’i ilimleri sizler aldınız, sahip çıktınız, onu diriltiyorsunuz.
“Allah (u Teala) sizleri hayırlı bir mükafat ile mükafatlandırsın.” Amin.

Yahudiler, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını gizlediler. Zamanımızdaki din düşmanları ise, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in getirmiş olduğu şeriatın hükümlerini gizliyorlar.

Hacı Sami ramazanoğlu kardeşimiz demişti ki: “Evinde televizyon olan ihvanımızın ziyaretine gitmeyelim.”

Şeriat ilmi, şeriat düzeni neden istenilmiyor, insanlardan gizleniyor? Şeriat gelirse zina edemeyecekler, içki içemeyecekler, faiz alamayacaklarda ondan.

Özbekistan’a gittiğimizde mekteplerde okutulan kitapları gördük, okuduk. Resmen Allah’ı ve Resulü inkar ifadeli yazılar var.

Rus ordusu Çeçenistan’da din savaşı yapıyor. Amerika, Avrupa da ona bu işinde destekçi. Gavur gavura aşikar yardım ediyor, biz niye duruyoruz, Müslüman kardeşlerimiz yardım etmiyoruz?

Yardım etmez de Allah muhafaza Rusya, Çeçenistan’a yerleşirse, oradan Dağıstan’a, Azerbaycan’a oradan’da Türkiye’ye geçer. Rusya diyecek mi ki: “Türkiye! Siz bizim aleyhimize Çeçenistan’a yardım etmediniz, biz de size zarar vermeyiz.” Tabii ki hayır. Türkiye defalarca Rusya’nın saldırısına maruz kalmıştır. Ya Rabbi! Bizleri şimdiye kadar sen muhafaza ettin, şimdiden sonra da sen muhafaza et.

Çeçenistan’da ölenler şehit, kalanlar gazi oldu, hepsi cennetlik. Can, mal telef olmadıkça şeriat gelmez. Sandalyelerde oturun, vapur dumanı gibi sigaraları tüttürün, bekleyin size bu haldeyken şeriat gelsin. Olmaz öyle şey.

Mevla Teala, din hükümlerini saklayan kimselerin lanete müstehak olduklarını açıkladıktan sonra, tövbe edenlerin kurtulacaklarını beyan etmek üzere şöyle buyuruyor:

(Ders Ayeti)
“Ancak (gizlemek, inanmamak ve sair tövbe edilmesi lazım gelen şeylerden) tövbe edip (kötü hallerini) düzeltenler ve (gizlediklerini) iyice açıklayanlar müstesna. Artık ben onların tövbelerini kabul ederim ve ben Tevvab (bana dönenlerin tövbelerini mübalağa ile kabul eden) im, Rahim (ziyade esirgeyen) im.

Bu ayeti kerimede, tövbe edenlere rahmet ve mağfiret kapılarının açık bulunduğuna müjde vardır ve aynı zamanda şuna işaret edilmiştir: Allah’ın ayetlerini gizlemekten tövbe edenler, bütün günahlarından tövbe etmedikçe, sadece gizlemekten vazgeçerek kendilerini lanetten kurtaramazlar.

Bundan başka, Allahu Teala’nın ve kullarının haklarına taalluk eden her hususta yaptıkları ifsadı düzeltmelidirler. Saptırmış oldukları kimseleri, İslama irşad ederek onları islah etmelidirler ve Allahın kelamından değiştirdiklerini silip, yerine doğrusunu yazmalıdırlar.

Bir de, Allahu Teala’nın inzal buyurduğu ayeti kerimeleri insanlara tam manasıyla açıklamalıdırlar. Onlara uyulması için tövbelerini de açıklamalıdırlar.
Zira kendisine uyulan bir kişinin tövbesini açıklaması ona uyanlarında günahtan kurtulmaları için şarttır. İşte bu son iki şartın yerine getirilmesiyle tövbe tamamlanmış olur. Alimler hallerini düzelterek bu müjdeye nail olmak için koşmalıdırlar.

Demek ki, Mevla Teala, günahından pişman olup tövbe edenleri, kendisinin emrine yönelenleri kabul ediyor. Ama ölünceye kadar tövbe edilmez ve böyle tövbe etmeden evvel ölünürse, hal fenadır.

Nitekim Mevla Teala bu hususta şöyle buyuruyor:

(Ders Ayeti)
“Şüphesiz kafir olup da, kafir olarak ölenler (yok mu?) işte onlar (var ya) Allah (u Tealan) ın, meleklerinin ve insanların laneti onların üzerinedir.

Bu ayeti celileden anlıyoruz ki, bütün Müslümanların kafirleri lanetlemesi gerekir. Binaenaleyh kafir olarak öldükten sonra da bu lanetin devam etmesi gerekir. Hatta kafir olarak aklını kaybeden kimselere bile lanet etmek gerekmektedir. Tefsir-i kebirde böyle zikredilmektedir.

Hazin tefsirinin beyanına göre ise, bu ayet-i kerime, şeytandan başka muayyen bir şahsa ölmeden önce lanet etmenin caiz olmadığına delalet eder. Zira itibar son nefesedir. Belli bir kişinin de küfür üzere öleceği bilinmediğinden, vefat etmedikçe lanete müstehak olduğu söylenemez.

(Ders Ayeti)
“Onun (o lanetin veya cehennemin) içinde ebedi kalıcı oldukları halde, (onlar üzerine lanet vardır) onlardan (ilelebed) azap hafifletilmez ve kendilerinin yüzlerine de asla bakılmaz.

Mevla Teala bu ayeti kerimesinde kafirlere yapılacak azabın şiddetini üç şekilde beyan etmiştir:
1-Ebedi olmak
2- Asla tahfif olunmamak (hafifletilmemek)
3- Tehir ve tecil (geciktirme) kabul edilmemek
Bu azapları tükenmez devamlı tazelenir, durur demektir.

(Ders Ayeti)
“(Ey insanlar!) Hepinizin (ibadet ve ubudiyetine layık ve müstahik) ilahı (hakiki mabudu, zatında ve sıfatlarında asla benzeri olmayan) tek bir ilahtır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O hem Rahmandır, hem Rahimdir.

Kureyş müşrikleri Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e gelerek: “Ya Muhammed! Rabbini bize vasfet, nesebini (anasını babasını) söyle dediler. Müşriklerin bu istekleri üzerine Allahu Teala Sure-i İhlas ile dersimizin bu ayeti celilesini inzal buyurdu.

Mevla Teala rahman ve Rahimdir. Yani kulunu nihayet derecede acıyıcı ve ona hakiki nimet vericidir. Böyle iken müşrikler Mevla Teala’yı bırakıp elleriyle yapmış oldukları Rab ittihaz ettiler.

Mevla Teala’nın bu ayet-i celileden muradı şudur: Ben sizlere acıyor, hakiki nimet veriyorum, beni bırakıp da kimleri rab ittihaz ediyorsunuz? Sizin rab ittihaz ettiğiniz putlarınız hanginize acıyorlar, hanginize rızık veriyorlar? Hangi yeşil otu bitiriyorlar? Sizlerin yemiş olduğunuz meyveleri, sebzeleri; içmiş olduğunuz suları, teneffüs etmiş olduğunuz havayı yaratan onlar mı? Hayır…

Peki, ya nasıl onları ilah ediniyorsunuz? İlah olanın, herkesin bütü ihtiyaçlarını gidermek gerekir, putların ise kendilerinden haberi yok, nerede kaldı sizin ihtiyaçlarınızı giderecekler!…

Sohbetler kitabı
2. cilt 52. sohbet
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi aslıı 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Birlik ve beraberlik ahlakımız Serbest Kürsü aslıı 0 1981 04 Mart 2014 01:22
Çocuk ve yalan Çocuk ve Aile Sağlığı aslıı 0 2291 04 Mart 2014 01:20
yeterlilik deneme sınavı Deneme Sınavlar/Paylaşımlar fatmabalci19 1 3820 15 Mart 2013 16:54
kur'an'da peygamber hanımlarına uyarılar Kur'ân-ı Kerim Genel aslıı 0 2669 14 Şubat 2013 11:48
miniklere sorduk <3<3 Hz.Muhammed(s.a.v) " İdiL Su " 1 2114 03 Şubat 2013 22:48

Alt 13Haziran 2012, 11:32   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

”Muhakkak müminler felaha kavuşmuştur” buyurmuştur. Bundan sonraki ayet-i kerimelerde de felaha kavuşacak olan müminlerin vasıfları açıklanacak:

(Ders ayeti)
”Onlar o kimselerdir ki namazlarında huşu içerisindedirler.”

Huşu: Kalbiyl...e Allah’tan korkmak, masivayı terkederek kemal-i hudu’ ve tevazu ile ona bağlanmak demektir.
Huşu, korku ile karışık sevgiden gelen edepli bir hal, yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülüktür. Birde uzuvların huşusu vardır ki, uzuvların sessiz ve hareketsiz sakin olması ve gözlerin secde mevziine bakıp sağa sola iltifat etmemesidir.

Namaz kılarken huşu ve hudu üzere olmalıdır. Namazda huşu da, ancak kalbi namaz için vesvese ve düşünceden boşaltmakla, namaz dışındaki şeylerden namaz sebebiyle vazgeçip sadece onunla meşgul olmakla mümkündür. Bu bakımdan namazda gözleri secde mevziinden ayırmamak, sağına soluna bakmamak, elleriyle yüzüyle, gözüyle, skalıyla veya başka bir azasıyla oynamamak lazımdır.

Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, bir gün namaz kılan birisini gördü. Namazda sakallarıyla oynuyordu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
”Eğer şunun kalbi huşu etseydi, azaları da huşu ederdi.”

Hocalara horozun yem yemesi gibi namaz kılmak yakışmaz. Tabi talebelerden ve diğer müslümanlardan bazı kimseler vardır ki, namaz kılarken öksürerek boğazlarını temizlerler. Hâlbuki bunu özürsüz olarak yapmak namazı bozar.

Ayşe (Radıyallahu Anh) validemizin annesi Ümmü Ruman diyor ki:”Namaz kılarken sallanıyordum.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) beni bu halde görünce öyle azarladı ki, az kalsın namazdan çıkıyordum.”
Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) dedi ki: ”Herhangi birinizin namaz içerisinde bütün vücudu sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasınlar. Zira namazda azaların sallanmaması, namazın huşuundandır.”

Nisaburi’de beyan olunduğuna göre:”Huşu, namazın kabulünün ve sevabının şartıdır, borcundan kurtulmasının şartı değildir.”
Çünkü huşu bulunmaksızın namazı eda eden kimsenin namaz borçları düşer. Ancak huşu ile eda edilmediği için dergah-ı uluhiyette güzel kabul ile kabul olunmaz, sevabı da olmaz.

Huşu ahirette de olacaktır. Nitekim:
”Sesler, Rahman’ın adaletinden huşu’ edecek (kısılacak) artık en hafif bir hışıltıdan başka bir şey işitmezsin.”(Taha 108)

Dersimize devam edelim:
”Onlar o kimselerdir ki, her lüzumsuz şeyden yüz çevirirler.”

Ayeti celilede geçen ”Lagiv” le murad:maleyanidir.
Malayani: Dünyevi ve uhrevi hiçbir faydası olmayan sözler ve işlerdir.

İnsanı Allah’dan alıkoyan herşey lagivdir. Mesela Cuma günü hutbe esnasında cemaatten erkek bir söz söylese lagivdir. Zira Resulullah Efendimiz buyuruyor ki:
”Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus bile dersen muhakkak gevezelik etmiş olursun”
Resulullah buyuruyor ki:
”Mevla’nın kulundan yüz çevirmesinin alameti o kulun maleyani ile meşgul olmasıdır.”

Dilin boş söz konuşması lagivdir, kalbin boş düşüncelere dalması lagivdir. İnsan namaz içerisinde bilhassa boş düşüncelerden kendini alıkoymaya çalışmalıdır. İnsanoğlu namaz içerisinde boş şeylere öyle bir dalıyor ki on tane İstanbul kurup bozuyor, belkide dünyayı yapıp bozuyor.
Zamanımızda televizyonlar, sinemalar, tiyatrolar, gazinolar baştan aşağı bunların hepsi malayaniye dâhildir.

Cenabı Hak, felaha kavuşanları anlatmaya devam ediyor:
(Ders ayeti)
”Onlar öyle kimselerdir ki zekatlarını vericidirler.”

Zekat meydanı çok geniş bir meseledir. Zekat vermek islamın beş şartından biridir. Zekat vermek lebette lazımdır. Namaz beden ile yapılan bir ibadet olduğu gibi zekâtta mal ile yapılan bir ibadettir. Yıllık bir ibadet olup, zengin müslümanların mallarının kırkta birini fakir müslümanlara vermelerinden ibarettir.
Zekatın lugat manası; bereket, gelişme, taharet (temizlik), salah….
Zekatın lugat manasıyla şeriat manası arasında münasebet mevcuttur. Yani zekat vermek malın bereketlenmesini sağlar. Zekat kulların kulluktaki sadakatine delalet eder. Bu cihetle zekâta sadaka denmiştir. Zekat vermeye ”tezkiye” Zekat verene de ”Müzekki” denir.
Zekatın aleni olarak verilmesi efdaldir. Böyle yapmakla başkalarına örnek olunmuş olunur ve kişiyi başkalarının kendisi hakkında yapabilecekleri suizandan kurtarır. Bunun adasında riya hasıl olmaz. Nafile sadakalarda ise böyle değildir. Onları gizlice verip gösteriş ihtimalinden kaçınmak faziletlidir.
İşte felaha eren müminlerin vasıflarından biriside budur. Zekâta tabi olan muhtelif mallarının zekâtlarını her zaman ve her yerde eda ederler.

Cenab-ı Hak felaha kavuşan müminlerin bir diğer vasfını bildirerek buyuruyor ki:
(Der ayeti)
”Ve o müminler ki onlar elbette avret mahallerini muhafaza edicidirler.”

Ayeti celilede geçen (Hafizune) kelimesi müzekker (erkek) sıgasında gelmişse de kadınlarda buna dahildir.
Şeriatı anlatırken gerektiği yerde açıklamalar yapmak ayıp değildir. Ayıp, insanın namusunu muhafaza etmemesidir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) buyuruyor ki:
”İki çene ile, bacakların arasında olan hususta bana kefalet veren kimsenin ben cennete girmesine kefil olurum”

(Ders Ayeti)
”Ancak zevceleri veya sağ ellerinin malik olduğu cariyeleri müstesna. Çünkü onlar, bu halde kınanmış değillerdir.”

Mümin erkekler ancak zevceleriyle veya sağ ellerinin sahip olduğu cariyeler ile şer’i hudutlar içerisindeki münasebetlerinde itham olunmazlar, kınanmazlar.

Muharebede islam düşmanlarından esir alınan kadınlara:”Cariye”, erkeklere ise:”Köle” denilir. İslam hukukuna nazaran insanlarda asıl olan hürriyettir. Bütün insanlar dünyaya hür olarak gelirler. Harp sebebi ile bu hürriyetten mahrum olunur. Müslümanlığın yayılmaya başladığı ilk devirde bütün milletlerde şiddetli bir esaret mevcuttu.

Diğer milletler esrileri öldürüyor veya pek meşakkatli işlerde hizmetçi olarak kullanıyorlardı. İslam ise esirlik müessesini tarihte bir misli daha görülmemiş bir surette islah etmiştir. Hürriyet nimetinden mahrum kalanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye göstermiştir.
Onların haklarına riayet etme hususunda önemle durmuştur.Hürriyetini kaybetmiş olan insanların tekrar hürriyetini esas almıştır.Bu hususta islam hukukunda bir çok hükümler mevcuttur.Bazı günahların affı için köle veya cariye azad etmek suretiyle keffarette bulunmak vecibesi islamiyetin esirlerin hürriyetine verdiği büyük kıymeti ifade eder.

Bir hadisi şerifte:
”Herhengi bir müslüman bir müslüman şahsı azad ederse, Allah (u Teala) onun her uzvu mukabilinde o azad eden zatın her uzvunu ateşten halas eder.” buyurulmaktadır ki bu çok büyük bir teşviktir.

Hem de köleler ve cariyeler, efendilerinin yanında islamiyetin güzelliğini görerek imanla şereflenme ihtimallerinde çok fazladır. Fakirlikten sebep bir kadın cariye olamaz. İlla harp esirlerinden olacaktır. Ve hemde esir alınırken henüz müslüman olmamış olacak…

(Ders Ayeti)
”Kim de bu helalden başkasını ararsa, işte onlar mütecavizlerdir.”

Haddi tecavüz ediciler yani helalden harama geçenler demektir.
İnsanın cinsel ihtiyacını kendi eli ile gidermesi haddi tecavüze girer. Buna ”İstimna’ bil yed” denir. Bu da kitap ve sünnetle haramdır.
Begavi demiştir ki: İstimna’ bil yed haramdır.
Ata demiştir ki: İşittim ki kıyamette bir kavim elleri bağlı olarak haşrolunacak, zannediyorum ki bunlar ”İstimna’ bil yed” lerdir.

(Ders Ayeti)
”Onlar ki emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.”

Emanet kelimesi: Namaz, oruç vesair ibadetler gibi kul ile Allah arasında olan emanetlere, Allah’ın kulu üzerindeki haklara, kullar arasında alınıp verilen emanetlere, vekâletlere, memuriyetlere, san’atlara ve sırlara şamildir. Bütün şeriat emanettir.

”Biz emaneti (Allah’a itaat ve ibadetleri) göklere, arza ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.”(Ahzab 72)

Bazı asılsız hikâyeleri Nasreddin Hoca’ya atfederler. Hâlbuki mubarek onları yapmamıştır. Bunlardan biride şu hikâyedir.

Nasreddin Hoca bir gün birinden kazan alır, bir müddet aradan sonra kazanın içine bir tencere koyarak verir. Adam da:”Bu nedir?” der. Nasreddin Hoca:”Senin kazan doğurdu” der. Bu durum kazan sahibinin çok hoşuna gider, gönlünden geçirir ki:”Bir daha istesin kazanımı yine alsın”
Bir zaman sonra Nasreddin hoca adamdan yine kazanını ister, o da sevinerek verir. Fakat günler geçer hoca kazanı vermez. Bir gün adam sorar: ”Hoca bizim kazandan ne haber?” Hoca da cevap verir: ”Senin kazan öldü” Adam da:”Olur mu hocam’ Hiç kazan ölür mü?” der.
Nasreddin hoca da: ”Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niçin inanmıyorsun?” der.

Yani bunun gibi uydurma sebepler icat edip emanete ihanet etmemeli. İnsanların kazmasını küreğini, arabasını veya herhangi bir eşyasını alıp zarar vermemelidir. Bir insanın evinde bulunuluyorsa onun evindeki hiçbir şeyi kirletmemelidir. Kendi malından daha titiz kullanılmalıdır.

Ayeti kerimede ”Verdikleri söze riayet edicidirler” buyuruluyordu.
Ahd kelimesi: Allah ve Resulü ile muahedelere, kullar arasında olan teahhüd, sözleşme ve andlaşmalara şamildir. Bir ayeti celilede şöyle buyurulmaktadır:
”Allah’a verilen söz ise, sorumluluğu gerektirir.”(Ahzab 15)
”Ahdime vefa edin ki, ahdinize vefa edeyim ancak benden korkun.”(Bakara 40)

İlim, âlimlerin boyunlarında emanettir. Her kim ilmini ketmeder (gizlerse), cehennemde ateşten gemler ile gemlenir.

(Ders ayeti)
”Onlar ki namazlarını gereği üzere devamlı kılarlar.”

İşte bu namaz ibadeti varya çok mühimdir. Bu on hasleti kendilerinde toplayanlar muhakkak felaha dâhil olanlardır.
1-Namazlarında huşu ederler
2-Lağvden yüz çevirirler
3-Zekâtlarını verirler
4-Namuslarını muhafaza ederler
5-Ancak zevcelerine ve sahib oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır
6-Bundan ötesini taleb etmezler
7-Emanete riayet ederler
8-Ahd’e riayet ederler
9-Namazlarına devam ederler
10-İman ederler
Bu on hasleti becerebilmemiz için Rabbimizden yardım isteyelim.

(Ders Ayeti)
”İşte bu vasıfları toplayanlar, varis olanlardır.-Ki onlar, firdevs cennetine varis olacaklardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”

İşte bu çok büyük bir müjdedir. Yüce Allah buyuruyor ki:
”İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur.”(Kehf 107)

Ubade İbn-i Samit’ten rivayet ediliyor. Allah’ın Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
”Cennette yüz derece vardır, her bir derecenin arası yer ile gök arası kadar geniştir.Firdevs cenneti derecelerin en yükseğidir.Cennetin dört ırmağı buradan çıkar, bunun üstünde arş vardır.İstediğiniz zaman Allah’tan Firdevs isteyin.” buyuruyor….

Mahmud Efendi Hz. k.s.
Sohbetler Kitabı
1. cilt sohbet: 23
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 29Haziran 2012, 23:29   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Ders Ayetlerimize Başlayalım:
”Hayır! Hayır! Doğrusu siz peşin olanı (dünya zevklerini) seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsun...uz (onu kazanmak için çalışmıyorsunuz).”(Ayet 20-21)

Bu günkü dersimizde Mevla Teala’dan bizlere sitem var.Dünya hayatını seven, ahirete hazırlanmayı bırakmıştır. Dünyayı sevmek nasıl olur?
Mesela: Bir adam ticaretle uğraşıyor veya tarla kazıyor, ekip çiftçilik yapıyorsa, fakat bununla beraber dini vazifelerini ihmal etmiyor, Rabbisini unutmuyorsa, böyle bir adama dünyacı denilebilir mi? Tabii ki hayır, neden? Zira Mevla Teala buyuruyor:

”(O kandil) o mescitlerde (yakılır ki), onların yüce tanınmasına ve içlerinde isminin anılmasına Allah(-u Teala) izin vermiş (emretmiş) tir.Buralarda sabah akşam (beş vakit) Allah’ı tesbih eder (namaz kılar) lar.Öyle adamlar (vardır ki), ne bir ticaret, ne de bir alışveriş, Allah’ı anmaktan (ona ibadet etmekten ve emirlerine bağlanmaktan), namazı gereği gibi kılmaktan ve zekat vermekten kendilerini alıkoymaz.Onlar, bir günden (kıyametten) korkarlar ki, o günde kalpler ve gözler korkudan halden hale döner, kıvranır.”(Nur 36-37)

Şu halde, bu şekilde alış veriş edenler, ticaretle uğraşanlar dünyacı değillerdir.Dünyayı sevenler, dünyacı olanlar o kimselerdir ki: Onlar iş yerlerinde alış veriş ederken, o esnada ezan okunmuş olsa :”Şimdi alış verişi bırakıp camiye gidemem, namazımı biraz sonra şurada kılarım” diyenlerdir.
Ya da evinde ezan otururken ezan okunmuştur, hiçbir manisi olmadığı halde, cemaate katılmak için kalkıp camiye gitmeyenlerdir.Camide yapılan vaazu nasihat cemiyetlerine katılmayanlarda dünyacıdır.Nefislerinin kötü arzularını yerine getirmekten kurtulamıyanlarda dünyacıdır, onlar dünyanın çocuklarıdır.

Nitekim bir beyitte şöyle gelir:
-Halk edfalend cüz merdi hüda, niist baliğ cüüz rehiide ez heva-
”Allah’ın pehlivan (veli) lerinden geyri, bütün insanlar çocuklardır
Nefsin hevasından kurtulmuştan gayri kişiler, bulüğa ermiş değillerdir.”

Altmış yaşına da gelse, bir kimse nefsinin hevasından kurtulamamışsa, Mevla Teala’nın katında çocuktur.

Erzurum’da dinine sadık bir bakırcı varmış, bir gün önemli bir müşterisi gelmiş, tam ona satış yapacakken, o anda ezan sesini duymuş, hemen satışı bırakıp camiye gitmiş, cemaate yetişmiş. Namazını kılıp dükkanına döndüğünde bir de ne görsün, tartarken bıraktığı bakırlar, terazinin kefesinde altın olmuş.

Sizlerden biri derse ki, ”Öyleyse ben de ezan okunur okunmaz alış verişi bırakayım, camiye namaz kılmaya gideyim. Bakalım dükkanıma döndüğümde o bakırcı gibi altın bulabilecekmiyim.”
Biz deriz ki: Evet, kazan dolusu altın bereketi bulacaktır. Hem dünyada hem ahirette. Mevla Teala bazılarına bakırcıya verdiği gibi aşikar verir, diğerleri ondan ders alsın için.

İzmirden bir hoca kızımız telefon etti ve dedi ki:”Burada hocalık yapan arkadaşlar, cemaatlerine önce ilahi okuyorlar sonra vaaz-u nasihatte bulunuyorlar.” İlahi söylemekle islamı getireceklerini zannediyorlarsa yanılıyorlar. Zira şeriatsizlik ile şeriat gelmez, bilakis şeriatı yaşamakla şeriat gelir.

Rahmetli babam köyümüzden bir hayli uzak olan Rakafol dediğimiz bir tarlada çalışırdı. Ezan vakti geldiğinde işini bırakır, camiye cemaate namaz kılmaya gelirdi, lakin çok kere kendisinden başka hiçbir kimse de gelmezdi.
O da yalnız başına kılar, tekrar tarlaya dönerdi.Her namaz vaktinde o uzak mesafeden, üşenmeden camiye gelirdi.Ama ne yazık ki köy halkından kimse cemaate iştirak etmezdi. Bir gün onlara: ‘Camiyi tamamen bana bıraktınız, Allah razı olmasın sizden” demişti.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki:
”Mescidin yakınında oturanlar için ancak mescitte namaz kılmak vardır.”

Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan gibi bir çok beldelerin halkı müslümandır. Oralarda hemen hemen 27 bin cami vardı, fakat zamanla müslümanlar camiye gitmez oldular, imamlar namaz kıldıracak cemaat bulamıyorlardı.

Rus hükümeti müslümanlara:”Camilerde görev yapan imamlara maaş veriyoruz, siz ise namaz kılmaya gitmiyorsunuz, gelin namazlarınızı camide kılın! Eğer gelemezseniz camilerinizi ibadete kapatırız.” diyerek ihtarda bulundular.Lakin bu ihtara da kulak verilmedi, sonunda o kadar cami kapandı.

Mescid-i Aksa bugün kimlerin elindedir? Yahudilerin. Neden? Çünkü orada bulunan müslümanların büyük bir çoğunlu Mescid-i Aksa’ya namaza gitmiyorlardı da ondan. Ancak başka ülkelerden ziyaret maksadıyla gelen bir kaç müslüman orada namaz kılardı, Mevla Teala’da ceza mukabilinden müslümanların elinden Mescid-i Aksa’yı aldı.

İslamı, hayatlarına tatbik etmekten üşenen kavim, Bosna Herseğin belasına uğrar. Medreselerde öyle talebeler hocalar var ki sarf, nahiv, tefsir, hadis okuyor fakat namaz kılmıyor; bu olur mu hiç?

Namazlarımızı mutlaka kılacağız, hem de ezan okunur okunmaz. Camideki cemaat namaz kılarken, aynı vakitte evinde namaz kılan hanımlar da erkeklerin almış oldukları sevaba nail oluyorlar.

Hacı Dursun Efendi Hocamız:”Medreseleri gezdiğimizde, hangi medreseyi çok süslü, fiyakalı bulursak, bu medreseden hoca çıkmaz, zira buranın talebeleri dünyalık işlerle aşırı meşgul olmaktan, ahirete hazırlanmaya vakit bulamazlar diye düşünürdük.” derdi.
Bizden önceki talebeler kendilerini ilme, ibadete öyle vermişlerdi ki, yemek pişirmeğe vakit bulamazlardı. Mevla Teala bizlere de o ali himmet sahibi olan büyüklerin yolundan gitmeyi nasibeylesin.. Amin!….

Dersimizin ayeti celilesine dönelim! Mevla Teala ne buyurmuştu:”Hayır! (Yaptığınız doğru değil) Doğrusu siz dünyayı seviyor, ahireti bırakıyorsunuz..”

Televizyon, video seyretmek, evlerde aile fertleri arasında sarfedilen maleyani sözler, gereksiz konuşmalar, dünyayı sevmektir. Gülmeler eğlenmeler dünyacılıktır. Fakat anne ve babaların çocuklarına, onları eğitmek, doğru yola sevketmek için yaptıkları konuşmalar buna girmez, bu dünyacılık değildir. Onlara mümkün mertebe ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ışığı altında nasihatte bulunmak lazımdır.

Sure-i İnşakak’ta Mevla Teala şöyle buyuruyor:
”Fakat kitabı (amel defteri) arka tarafından (sol eline) verilenartık ‘Helak’ diye bağırır (ölümü ister9 ve cehenneme girer. Çünkü o (dünyadaki) evinde keyifli ve sevinçli idi.” (İnşikak 10-13)

İmam-ı Masum (Kuddise sirrahu): ”Alie büyükleri, çocukların arasına fazla karışmamalı.Baba, anne, çocuklar, her biri evlerinin bir bölümünde ibadetle meşgul olmalıdırlar.” buyurmaktadır.

Mevla Teala Sure-i Dehr’de dünyayı sevenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
”Çünkü bunlar (kafirler) peşini (çabucak geçen dünyayı) severler ve önlerindeki ağır bir günü (ahireti) ihmal eder (bırakır) lar.”(Dehr 27)

Bunlar dünyayı, yemeği, içmeği, süslenmeyi, ütülü elbise giymeyi seviyorlar. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Ebu Bekr-i Sıddık (Radıyallahu anh), İmam-ı Rabbani (Kuddise sirrahu) ve diğer büyük insanlar, Allah dostları elbiselerini ütüledirler mi? Nereden çıktı bu ütü meselesi? Bir elbise ütüleyinceye kadar belki on rekat namaz kılınır.(Efendi Hazretleri burada işi abartıp ütü ile çok meşgul olanları kastediyor)
Mesela: yarın öleceğinizi bilseniz ütü yapar mısınız? Zamanınızı onunla geçirirmisiniz? Halbuki ölüm size yarından daha yakın farkında değilsiniz.
Dünya, bütün kainatın sahibi olan Mevla Teala’ya ulaştımak için sizlere basamak olsun.O dünyaya basın, Mevla’ya ulaşın.

Dersimizin ayeti celilelerine devam edelim:
”O günde bir takım yüzler parlayıcıdır, Rablerine nazar edicidir.”

Mevla Teala bu ayeti celilede, dünyayı bırakıp ahirete çalışanların cennetteçok güzel yüzlü oldukları halde Rablerine bakacaklarını bildirerek, bizleri onlar gibi olmaya teşvik etmiş bulunuyor.
Dünya satılıyor, ahirette satılıyor hangisini alacağız? Tabiiki ahireti.Ahiretinde iki tarafı vardır; biri huri, gılman, köşk, saray diğeri ise Mevla Teala’nın cemali, hangisini isteyeceğiz? Tabiiki Mevla’nın cemalini.

Şah-ı Nakşibendi Muhammed Bahauddin (kuddise sirrahu) vefat edip defnedildiğinde, ehli keşfiten olan bir zat tarafından görüldü ki:çok güzel suretli cennet hurileri, Muhammed Bahauddin (kuddise sirrahu) Hazretlerinin yanına geldiler, uzun süreden beri kendisini beklediklerini söylediler. Şah-ı Nakşibendi (kuddise sirrahu) de onlara şöyle dedi:”Ben Rabbime, manevi evlatlarımı (ondan sonra bu yola bağlanan bütün dervişleri) cennetteki yerlerine yerleştirmedikçe ve Rabbimin cemalini görmedikçe, kimsenin tarafına bakmayacağıma söz verdim.”

İşte Mevla Teala’nın sure-i Nur’da överek bahsettiği ricallerden biri de Nakşibendi Hazretleri’dir.O, ahireti dünyaya tercih ettiğinden büyük şahsiyetlerden oldu.
Onun gibi büyük zatlar başta olmak üzere, ahiret hayatını, dünya hayatına tercih eden müminlerin yüzleri ahirette parlayıcı halde Mevla Teala’ya bakacak. Bunun aksien olarak ta:

(Ders Ayeti)
”Bir takım yüzlerde, o gün pek asık bir haldedir.Bilir ki: Ona (bel kemiklerini kırıp, hurdahaş eden) en büyük azap yapılacaktır.”

Ayet-i celilede bahsedildiği üzere, o gün bir çok yüzler ekşi bir hal alacak, asık surat olacaktır. Kendilerine ulu bir azabın geleceğini bilecekleridir. Bunlar ahireti bırakıp, dünyayı alan ve onu seven kimselerdir. Demek ki dünyayı sevmek, ahirette yüzün güzel olmasına ve Mevla Teala’nın cemalini görmeye mani oluyor.

Ömer bin Abdulaziz vefat ettiğinde, üzerinde biraz kirlenmiş, eski bir gömleği bulunuyordu.Onun bu durumunu farkedenlerden biri cariyesine:”Efendine niçin güzel bakmadın? üzerindeki gömleğin kirli olduğunu görmedin mi?” dedi.
Cariye:”Ben ne yapayım, efendim onu çıkardığı takdirde başka giyecek gömleği olmadığından yıkayamadım.” diye cevap verdi.Bakınız koca halifenin bir tek gömleği var, bizlerin ise bir çok gömleği var.Ağalıkla kulluk bir arada olmaz.

Dünya hayatını, ahiret hayatına tercih eden, dün aleyhine konuşan, dine zararları dokunan kimseler elleri bağlı olarak ateşe arzolunacaklar, yüzleri çevirerek ateşten korunmaya çalışacaklar am ne faide…

Nitekim Mevla Teala Sure-i Zümer’de şöyle buyuruyor:
”Kıyamet günü, o şiddetli azaptan kaçındıran (bu suretle kendini ateşten sakındırmak isteyen) kimse, hiç o azaptan emin olan kimse gibi olur mu? O zalim (kafir) lere şöyle denir:Tadın bakalım dünyada yaptıklarınızın cezasını” (Zümer 24)

Kendimize, bizi bu gibi rezil hallere düşürecek dünya hayatını seçmeyelim.
‘ALLAH GİBİ YARATIRIM’ DEDİ!
Ders Ayeti)
”Hayır öyle değil (yaptığınız doğru değil dünyayı ahirete tercih etmeyin ey kullar!) can hulkuma (köprücük kemiklerine) geldiği zamanda, okuyucu, ilaç edici kim? denir.”

Okuyucu, ilaç edici kim? sözü Allah-u Teala’nın azameti ve celalinden kullarına bir ferman anlamını ifade edebileceği gibi, hastanın başında bulunanların son bir çare olarak birbirlerine:”Filan hocaya gidilsin” veya ”Filan doktor getirilsin, belki bir faidesi olur.” demeleri de olabilir.
Ölüm halinde olan bir insanın yanında doktor olsa bir şey yapamaz, hoca olsa bir şey yapamaz, ana-baba-kardeş olsa hiç bir şey yapamaz. Zira emir büyük yerden gelmiştir. Kurtulmanın çaresi yoktur, işte o anda o kimse:

(Ders ayeti)
”Ve anlar ki ayrılıktır”
Ruhu köprücük kemiklerine (boğazına dayanan kimse anlar ki, dünyadan, malından, ehlinden, çocuklarından ve sevdiklerinden tam bir ayrılık zamanı içindedir.

(Ders ayeti)
”Ayak ayağa dolaşır”
Vefat zamanında insan ölüm acısıyla ayaklarını birbirine vurur, incikleri birbirine dolaşır.

(Ders Ayeti)
”Sevk, o günde ancak Rablerinedir.”
Böyle olduğu gün kulların aralarını fasledilmek (hüküm verilmek) üzere olan dönüşleri Allah’adır.
(El mesagu) kelimesi sevk manasında mimli masdardır. O gün kullar başka birine değil ancak Allah’a sevkedilirler. Ya Rabbi! Ne yüzle geleceğiz huzuruna, boynumuzda asılı olan amel defterimiz günahlarla dolu.

Bir Gün Resulullah Efendimiz, Ebu Cehl’e rastladı ve elbisesinden tutarak:”Helak senin içindir, tekrar senin içindir. Sonra helak senin içindir, yine senin içindir.” dedi.
Bunun üzerine Ebu Cehil Efendimiz’e ”Ey Muhammed beni tehdit mi ediyorsun sen ve senin Rabbin bana hiç bir şey yapmağa kadir değilsiniz! Ben bu vadinin en ulusuyum ve en kuvvetlisiyim.” dedi sonra hemen süratle dönüp gitti. Sonra Mevla Teala nebisinin Ebu Cehl’e söylemiş olduğu sözleri ayetler olarak inzal buyurdu:

(Ders ayeti)
”Tasdik etmedi, namaz da kılmadı velakin yalanladı ve geri döndü. Sonra salına salına (gerine gerine) ehline gitti.”

Geçtiğimiz akşam gencin biri, bir arkadaşıyla beraber camide yanıma geldi, arkadaşının dinsiz olduğunu, görüşlerinin yanlış olduğunu hiç kimsenin onu ikna edemediğini ve son çare olarak kendisini bana getirdiğini söyledi.
Geçenlerde de bir üniversiteli geldi, medresede arapça okuyan bir kardeşinin olduğunu söyledi. Kardeşi kendisine arapça öğretmek istiyormuş, fakat o kabul etmiyormuş. Ona:”Neden arapça öğrenmek istemiyorsun?” dedim. Bunun üzerine üniversiteli genç ne dese beğenirsiniz:”Üniversitedeki adamlar bizi öyle bir şüpheye düşürdü ki, bin defa okusak bize fayda vermez.”

Dinsiz imansız oluyorlarda hala oraya gidiyorlar, bu ne gaflet ve ne beladır Ya Rabbi!

Ebu Cehil’in, Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in tebliğini kabul etmeyip sallanarak eve gitmesi üzerine Mevla Teala:

(Ders ayeti)
”(Ey insan!) Helak senin içindir, tekrar senin içindir, sonra helak senin içindir, yine senin içindir.” buyurdu.

Sabah yediğimiz taze yumuşak ekmekleri, reçelleri, içtiğimiz sütleri, yaktığımız ateşleri, teneffüs ettiğimiz havayı hep Mevla Teala yarattı.
Bir üniversiteli dedi ki:”Ben de Allah gibi yaratırım, toprağı kavanoza koyarım, havasız kalır böcek olur.” Ben de:”Toprağı kim yarattı?” diye sordum. O zaman:”Doğrusu orası aklıma gelmedi.” dedi.

(Ders ayeti)
”Sanır mı insan başıboş bırakılacak?”

İnek, koyun, keçi gibi hayvanlar, sahiplerinin otlaklarından başka otlaklarda, önerine gelen her yere girerler. Biz her yere giremeyiz, çünkü hayvan değiliz. İnsanı hayvandan ayıran şeriattır.
İnsanoğlu hiçbir şeyle emrolunmayacağını, hiçbir şeyden nehyolunmayacağını, sorgu, hesap, ceza ve mükâfat görmeyeceğini mi sanıyor? Buna mı inanıyor? Öldükten sonra dirilmeyi kendi aklınca uzak görüyor, ilk yaradılışını hiç düşünmüyor. Hâlbuki:

(Ders ayeti)
”Dökülen meniden bir nutfe değilmiydi? sonra meniden bir kan pıhtısı olmuş da, Allah onu yarattı, derken (insan) biçimine koydu, nihayet o meniden erkek ve dişi eş yarattı.”

Bakın insan neden yaratıldı. Bir insanın bunu yapması mümkün mü? Değil, öyleyse bunu yapana, Rabbimize kullukta bulunalım ki büyük adam olalım. Ona kullukta bulunmadan büyük adam olur musun zannediyorsun? Hayır, asla! Ancak olsa olsa kulakların büyük olur.

(Ders ayeti)
”Bunları yaratan, ölüleri diriltmeye kadir değil mi?”

İslam memleketi olan ülkemizde öyle acayip kitaplar okutuyorlar ki, o kitapları okuyup ta imansız olmamanın çaresi yok. Televizyon seyredilmemeli, ben size doğruyu söylüyorum. Sözümü tutarsanız kazanırsınız, tutmazsanız benim vazifem sadece tebliğ etmektir.

Nitekim Sure-i Şura’da Mevla Teala şöyle buyuruyor:
”Yine (iman etmekten) yüz çevirirlerse, biz de seni üzerlerine (amellerini gözetecek) bir bekçi olarak göndermedik ya! Sana düşen ancak tebliğdir.”(Şura 48 den)
Sohbetler Kitabı
2. cilt 31. sohbet
Ders Ayetleri: Kıyame:20-40
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Temmuz 2012, 18:09   Mesaj No:4
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. Sohbetinden alıntıdır...
HAC BÜTÜN GÜNAHLARI TEMİZLER
Kimin kelamını okuyacağız? Yüce Allahımızın. Kim buyuracak? Mevlamız. Onun için çok dikkatli dinleyelim.

(Ders Ayeti)
“Sonra menasikinizi (hacca ait ibade...tlerinizi) bitirince (şeytan taşlayıp farz tavafı yaparak, Mina’da yerleştikten sonra cahiliyet devrinde) babalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla (daha şevk ve heyecanla) Allah’ı zikredin (anın, asıl onun yüceliğini, kudret ve azametini, sizlere verdiği nimetleri yad edin, ondan dünyevi ve uhrevi hayırlar isteyin). Artık o insanlardan kimi: “Ey Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver.” der ki, onun (gibi dünyaya düşkün olanlar) için ahirette bir nasip yoktur.”(Ayet 200)

Ayet-i celilede geçen (kaza) kelimesi eda etmek manasına geldiği gibi, emir takdir, beyan eylemek, ahdini yerine getirmek, hükmetmek manalarına da gelir. Bu kelime sure-i İsra’nın 4. ayet-i celilesinde de geçer şöyle ki:
“Ve İsrail oğullarına kitapta hükmettik ki, muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız. Ve muhakkak ki, büyük bir yükselişle (kafa kaldırışla) yükseleceksiniz.”

Yahudilerin yeryüzünü ilk fesatları Tevrat’ın hükümlerine aykırı hareket etmişleri, Allah(-u Teala) nın haram kıldığı şeyleri helal saymaları ile başladı. Pek çok âlimi, hatta peygamberleri öldürdüler. Nitekim buna dair Sure-i Maide’de şöyle bir ayet-i celile vardır:
“Elbette muhakkak biz, İsrail oğullarının misakını aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Her ne vakit onların nefislerinin hevasına uymayan bir hüküm ile onlara peygamber geldiyse, onlardan bir kısmını tekzip ettiler, bir kısmını da öldürdüler.”

“İki fesattan ilk (fesatlarının ceza) vade (si) gelince, üzerinize bizim çok şiddetli kuvvet sahibi olan kullarımızdan gönderdik. Onlar evlerin aralarına kadar girip (sizi) araştırdılar (bu) yerine getirilmiş bir vaad idi”(İsra 5)

İsrail oğullarına hükmolunan birinci vaidin zamanı geldiğinde, Mevla Teala onların üzerine çok şiddetli kuvvet sahibi, savaşçı kulları (Buhtun Nassar ve adamlarını) musallat etti.
Bu savaşçı kavim bütün kuvvetleri ve şiddetleriyle Yahudilerin üzerine saldırdılar. Onları korkunç bir yenilgiye uğrattılar, Kudüs’e girdiler, bütün âlimleri kılıçtan geçirdiler.

Beyt-i Makdis’i tahrip ettiler. Sonra da, halktan rast geldikleri Yahudileri öldürdüler. Yetmiş binden fazla kişiyi esir aldılar. Bunlar da yetinmeyip evlerin arasında dolaşarak arama yaptılar, karşılarına çıkan Yahudileri öldürdüler, kadınları ve çocukları esir ettiler.

Bu umumi katilden kurtulan ve kendilerine inen bu ikabdan ibret alan İsrail oğulları, akıllarını başlarına aldılar, fesattan vazgeçtiler, tövbe ve istiğfar ile Allah’a dönerek hallerini ıslah ettiler. Rahman ve Rahim olan Allah-u Teala Hazretleri de onların tövbelerini kabul etti. Onlara yeniden lütuf ve ihsanda bulundu. Nitekim bu hususta Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Sonra da onların üzerine tekrar size bi galibiyet verdik ve size mallar ile oğullar ile imdad (yardım) ettik ve sizi aşiretçe (olduğunuzdan) daha ziyade kıldık. Eğer iyilik ederseniz kendi nefisleriniz için iyilik etmiş olursunuz ve eğer fenalık ederseniz kendi nefislerinize fenalık etmiş olursunuz.”(isra sr.6 ce 7 den)

Bir zaman sonra Yahudilerin düşmanı olan Buhtun Nassar ördürüldü. İsrailoğulları esirlikten kurtuldu, mallarına ve mülklerine yeniden sahip oldular. Aradan bir müddet geçtikten sonra, Yahudilerin Hazreti İsa (Aleyhisselam) ı öldürmeğe teşebbüs etmeleri, Zekeriyya ve Yahya (Aleyhisselam)ı öldürmeleriyle arz yeniden ifsat oldu ve ikinci vaid de tahakkuk etti.

Mevla Teala, onların üzerine yine kuvvetli bir kavmi musallat etti. Buhtun Nassar ölmüştü ama Buhtun Nassar bir tane değil ki! Buhtun Nassar’ın öldürülmesi değil onların kendi nefislerini öldürmeleri gerekiyordu.

Nitekim bir beyitte şöyle gelir:
“Adavet kılma kimseye, Kendi nefsin yeter sana
Ki, asla senden ayrılmaz. Umur ahir oluncaya dek.”

Nefsi emmare (kötülüğü emreden nefis) yenilirse, insan dünyada da ahirette de efendi olur. Bizler nefislerimizle harbetmezsek, Rusla harbetmeğe mecbur oluruz.

Yahudilere musallat edilen kavim Kudüs’ü Yahudilerden aldı ve tahrip etti. Beyt-i Mukaddes’i yaktı… Birkaç milyondan fazla Yahudi öldürdüler. Nitekim Mevla Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
“Artık ikinci va’de gelince yüzlerini çirkinleştirsinler için ve evvelce girdikleri gibi yine Mescid-i Aksa’ya girsinler için ve galebe ettikleri şeyler helak eylesinler diye (düşmanlarınızı yine size musallat ettik).”

Ders ayetimizde geçen (menasik), (menseke) kelimesinin cemisi olup, Hacla ilgili ibadetler, vazifeler manasına gelir.

Hacca gitmeden Hac vazifelerini iyice öğrenmeli ki, yapılan Hac kabule şayan olabilsin. Hac’da: İhram’a girmek, Beytullahı tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Mina’ya gidip orada Arefe gününün sabah namazını kılıncaya kadar durmak, sonra Arafat’a gitmek, o gün güneş batınca Müzdelife’de kılmayıp, yatsı namazıyla beraber imama uyarak Müzdelife’de kılmak, var.

MÜzdelife’deki “Meşari Haram” denilen mevkiye gidip orada biraz durmak, Meş’ari Haram’da iekn fecr tamam aydınlanınca, daha güneş doğmadan, Mina tarafına vakar ve sekinetle yönelmek, var. Mina’da cemretül Akabe denilen taş kümesine yedi tane küçük taş atmak vs. var. Bunların hepsi menasik (hac vazifeleri)dir.

Hac yapan kimse bunları yaptıktan sonra, kurban keser, sonra da tıraş olur veya açlarının uçlarından parmak uçları kadar bir şey kırpar. İşte bundan sonra, Mevla Teala kendisini zikretmemizi emrediyor. buradaki zikir emri Allah, Allah demek suretiyle olan bir zikir midir? Hayır! Peki ya nasıl? Bunu ayet-i celilenin devamında anlıyoruz şöyle ki:
“Allah’ı zikredin (anın), babalarınızı andığınız gibi.”

İnsan ecdadını nasıl anar? Baba-baba, dede-dede diyerek mi? Hayır! Peki, nasıl anar? “İşte benim babam veya dedem şöyle kahramandı, böyle cesaretliydi, şöyle cömertti, şöyle âlimdi vs. diyerek.
Mevla Teala’yı da bunun gibi hatta daha kuvvetli bir anışla O’nun yüceliğinden, kudretinden, azametinden, iyiliklerinden bahsetmek suretiyle zikir(anmak) kastedilmektedir.

Bu ayetin sebeb-i nüzulu hakkında şöyle rivayet edilir: Ehl-i cehalet, Hac’dan sonra Mina’da, mescitle dağ arasında otururlar, saatlerce birbirlerine iftiharla ecdatlarının menkıbelerine anlatırlardı. Her biri anlattıklarıyla kendisinin akran(arkadaşlar)ı arsında daha şerefli bilinmesini isterdi.

Bunun üzerine Mevla Teala dersimizin bu ayet-i kerimesini inzal buyurarak, bu işten onları nehyyeti. Onlara ecdadını anmaları yerine kendisini zikretmelerini ve kendisine tazim ve senada bulunmalarını emretti. Zira bütün bu hayırlar O’nun tarafındandır. Ecdadı, babaları Mevla Teala’nın kullarıdır. Onlar bütün bu kavuştuklarına Allah’ın fazl-ı keremiyle kavuşmuşlardır. Binaen aleyh her şeyden çok O’nu anmaları, O’na tazimde bulunmaları gereklidir.

Hac, insanın bütün günahlarını silen bir vaaz-ı ilahidir. Bizlere çok büyük bir nimettir. Şimdi bu nimet anılmayacak, söylenilmeyecek bir şey midir?

Günah işleyen kimseye, Mevla Teala günahını affettirmeye vesile olacak tövbe etmek, Hac yapmak gibi ibadetleri öğretmeseydi, bu hal çok büyük bir müşkülat olurdu değil mi?

Allah-u Teala, Kur’an-ı Kerimi inzal buyurmasaydı, Onun tercümanı olan Resulullah(Sallallahu aleyhi ve Sellem) i göndermeseydi, dolayısıyla bizler de vazifelerimizi bilmeseydik, bu sebepten cehenneme dâhil olacak kimseler arasında bulunsaydık, halimiz ne olurdu? Bir düşünün, bakınız bu gün hava çok sıcak buna dayanamıyoruz, serinlemek için caminin bütün pencerelerini açıyoruz.

Peki, ahirette ne yapacağız? Güneş bir mızrak boyu yakınlaştığında başımızın üzerinde olacakken…
“Ve o kimseler ki, iman ettiler ve Salih amellerde bulundular. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere, içlerinde ebedi kalmak üzere elbette sokacağız.”

Cennetlerin ırmaklarında tükürük yok, balgam yok, solucan yok, yılan yok. Hatta onların üzerlerine bir yaprak düşmez. Çok süslü, kıyıları bakıldığında insana sürur verecek.
“Onlar için orada pek temiz zevceler vardır.”
Erkek kadın herkes aynı nimet içerisinde bulunabilecek.
“Ve onları koyu bir gölgeye sokacağız.” (İsra suresi:57)

Bu dünyada sıcak bir yaz gününde gölge bir yede durulsa dahi, yine de sıcak hava tesir eder, insan sıcaktan bunalır. Ahirette, cennetteki gölgeliklerde böyle rahatsızlıklar kat’iyyen olmayacaktır. Onun için hepimiz, imanın hakikatine kavuşmaya, Salih ameller işlemeye gayret edelim. Önce nefislerimizle mücadele edelim. Ama Çeçenistan gibi, düşman tarafından saldırıya uğrama durumumuz olursa, tabiî ki vatanımız için hemen savaş edeceğiz.

Rabbimize hamdolsun bizlere ilim verdi. Bu nimete çok şükretmeliyiz, aksi halde başka dünyevi, gereksiz işlerin peşine düşer, onlarla meşgul oluruz. Nitekim Mevla Teala Hazretleri Sure-i İbrahim’de şöyle buyuruyor:
“Ve hatırlayınız ki, Rabbiniz size bildirmişti: Eğer şükrederseniz elbette size artırırım. VE eğer nankörlük ederseniz elbette benim azabım pek şiddetlidir.” (ayet:7)

Hacca gidenler: “Ya Rabbi bize bu mübarek beldeye gelmeyi nasip ettin, sana hamdolsun” diyerek şükür ettiler mi? Yoksa hemen soğuk su aramaya, ferahlanacak bir yer bulmaya mı koştular?

Bir Allah dostu, rüyasında cehennemi gördü. Cehennemi gördü. Cehennem ona dedi ki: “Rabbine dua et de hacıları bende yakmasın.” Bunun üzerine hatiften bir nida geldi: “Hacılar Mina’da, Arafat’ta, Müzdelife’de sıcaktan çok terlediler, yoruldular, bu sebepten Allah-u Teala onları affetti, onlar zaten cehenneme girmeyeceklerdir.”

Bizim Türkiye’den Hicaz’a gidenlerin çoğu hac vazifelerinden bazılarını eksik yapıyorlar. Şöyle ki: tevriye günü (Arefeden bir gün önce) Mina’ya gidip, orad Arefe gününün sabah namazını kılıncaya kadar durmaları, sonra Arafat’a gitmeleri gerekirken, Mina’da hiç durmadan hemen Arafat’a gidiyorlar.

Bir kimse bir yere Perşembe günü davet edilse, o da tutup Çarşamba günü gitse, bu hiç doğru olur mu? İşte bizim hacıların bu işleri de ona benziyor. Mevla Teala buyuruyor: “Ey hacılar sizi Arife günü Arafata çağırıyorum.” Bizimkiler bir gün önce gidiyorlar, bu yakışıksız iş, hiç yapılır mı?

Resulullah(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina’da durmuş sonra gitmiş. Onlar ise Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) in bu fiiline uymayıp hemen Arafat’a gidiyorlar. Böyle bir hareketle Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) in önüne geçmiş olur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) in önüne geçmek, Allah’ın önüne geçmek demektir. Nitekim Sure-i Hucurat ta şöyle buyrulur:
“Ey iman etmiş olanlar! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyiniz..” (ayet:1)

Hâsılı kelam haccetmek öyle bir ibadettir ki, orada herkes af olunur. Hatta kitaplarda şöyle geçer. “En büyük günahkâr kimdir? Hicaza gidip, hac yapıp geldiği halde, Acaba günahlarım af olundu mu, olunmadı mı?” diye düşünendir.

Böyle müjdeleyici haberler almakla beraber, çoğu kimse tarafından hac vazifeleri şeriata uygun olarak tatbik edilmiyor. Çok karışıklıklar olabiliyor hanımlar gidiyor erkeklerin önünde namaza durabiliyor. Hiç böyle şey olur mu?
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Temmuz 2012, 14:44   Mesaj No:5
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. ypmış olduğu sohbetinden alıntıdır..
‘’(Habibim) De ki: Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir? De ki: Allah (u Teala n) ındır. O kendi zatı üzerine rahmeti yazmıştır. Elbette sizleri kıyamet gününe toplayacaktır. Bunda şüphe yoktur. O kimseler ki, nefislerine ziyankâr olmuşlardır. İşte onlar iman etmezler.’’

Bazıları diyorlar ki:”Hoca Efendi! Bizim akşama kadar oraya buraya gidip gelmekten, telefonlara bakmaktan, telsizlerle konuşmaktan, çalışmaktan koşuşturmaktan anamız ağlıyor, bir de sen başımıza İslamiyeti çıkarıyorsun.’’
Bazıları da:”Biz ilahi buyruklardan sıyrıldık, demokrasiyi kabul ettik’’ diyorlar. Yani ‘’Allah’tan gelen emirlerden kurtulduk, şeytanın emrine girdik’’ demek istiyorlar. Bunu iftiharla söylüyorlar, üstelik herkesi de şahit tutuyorlar. Bunların söylediklerini kâinat duyuyor.

Yarın ahirette Allahu Teala Hazretleri onlara soracak:”Sen böyle böyle söylemiştin. İlahi emirlerden kurtulduğunu sana kim söylemişti?’’ ilahi emirlerden kurtulmak için boğazından aşağı gidenleri, bütün içecekleri sen yaratmalısın; işitmek için kulakları, görmek için gözleri, yürümek için ayakları, tutmak için elleri, konuşmak için ağzı, bedeni ayakta tutmak için ruhu sen yaratmalısın.

Güneşi, ayı, yıldızları, sen yaratmalısın, teneffüs ettiğin havayı sen yaratmalısın, işte o zaman ilahi emirlerden kurtulursun. ‘’Biz ilahi buyruktan kurtulduk, hoca efendi sen başının çaresine bak.’’ Demekle hiçbir şey olmaz. Unutmayalım ki, namaz, hac, oruç, zekât, aynen insanın ruhunu bedeninden ayırmaya gelen Azrail (Aleyhisselam) gibidir.

Kılınması gerektiği zaman da namaz der ki:”Ya beni kılacaksın, ya da benim cezamı alacaksın.’’ Farz olduğu zamanda hac der ki:’’Ya beni eda edeceksin veya benim cezamı alacaksın.’’

Ramazan geldiği vakit oruç der ki:”Ya beni tutacaksın, ya benim cezamı alacaksın.” Zekâtla mükellef kılındığı zaman da, zekât der ki:”Ya beni vereceksin veya benim cezamı alacaksın.’’ Bir hadisi şerifte:”Her kim vakti geçinceye kadar namazı terk ederse, cehennemde 80 sene azab olunmayacaktır.’’ Diye buyrulmuştur.

Şu insanoğlu cehennem de 80 sene yanmayı göze alıyor da, burada bol bol akan sularla abdest alıp, yumuşacık halılar üzerinde namaz kılmağa yanaşmıyor. Bu şimdi kurtuluş mudur? Elbette ki hayır! Ufak bir zahmetten kaçıp, büyük azaplara girmektir.

Hoca efendi! Kadın ve erkek ilişkileri illa nikâh ile mi olacakmış? İki tarafta bir birinden razı olduktan sonra bundan ne çıkar? Diyorlar. Bundan ne çıkacağını orada görecekler. Burada belli olmaz, orada belli olur.
Hoca efendi! ‘’Portakal suyu içmek ile şarap içmek arasında ne fark var? Diyorlar. Böyle söyleyenler cehennemden hiç çıkmayacak, ebediyen orada kalacaklar.

Bizim memleketimizde, evlerimizde kedilerimiz olur. Arada sırada bir fare yakalar, onunla oynar, bırakır, oynar bırakır, zavallı fare de kedi onu görmesin diye gözlerini yumar.

İşte şimdi millet bu fare gibi, gözünü yumuyor, Allah-u Teala kendisini görmez zannediyor. Biz gözümüzü yumuyoruz ama Allahu Teala konuşuyor, emrediyor, nehyediyor.

Ey tembel insan! Alçak himmetli insan! Gel, eline Kur’an-ı Kerimi al, ne gibi ameller yapman lazım hepsi orada yazıyor, gözünü o fare gibi yumma! Bizim asıl vazifemiz, Mevla tela’ya kulluk etmektir. Biz ise sade yeme içme ile meşgulü ve bu halimizden de memnunuz. Bu neye benzer biliyor musunuz?

Adamın biri ailesini bırakıp Almanya’ya gitmiş, orada kazandığı parayı yemiş, tabi simit de yiyor, döner de yiyor, kebap ta yiyor. Bir gün bu hayattan usanıyor geri dönmek istiyor, fakat para alacak kadar bile para biriktirememiş.

Ondan bundan para alıp memleketine öyle gidebiliyor, evine geldikten bir iki saat sonra, hanımına biraz para ver de sigara alayım diyor. Hanımı da her halde bizim efendinin bozuk parası yok, paraları hep büyük para diye düşünüyor.
Ertesi gün hanımı:”Efendi yiyecek alınacak, şeker alınacak, un alınacak, yağ et alınacak biraz para verir misin?’’ diyor. Adam:”Bende para yok’’ diye cevap veriyor. Tabii kadın kızgınlıkla kocasına soruyor:”Peki bunca sene orada ne yaptın?’’
Adam:”Hanım para kazandım, ama kendime baktım, yedim içtim, geldim yetmez mi?’’ diyor. İşte dünyada ibadet etmeyenlerin de hali böyledir. Allah’tan çok korkmalıyız!

Haşr suresinin şu ayetini hatırlayalım:
‘’O, öyle bir ilah ki, ehl-i kitap’tan küfreden şu kimseleri, ilk haşır için yurtlarından çıkardı. Siz onları çıkmaz zannederdiniz ve onlarda kalelerini Allah’tan gelecek olana mani olacak zannetmişlerdi.
Allah (u Teala) onlara hesap etmedikleri yönden geldi de kalplerine korku bıraktı. Hem de onlar evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harab ettiler. İbret alın ey basiret sahipleri!’’(Haşr suresi:2)

Müminler Ben-i Nadir Yahudilerinin görünen kuvvetlerine bakarak, onların yurtlarından çıkmayacaklarını zannetmişlerdi. Onlar da sığındıkları kalelerin ve istihkâmlarının Allah’tan gelecek azaba mani olacağını zannetmişlerdi.
Fakat onların hesap etmedikleri yönden Allah’ın azabı geldi de onları hemen yakalayı verdi, neye uğradıklarını bilemediler, zaten cesaretleri zayıf insanlardı, alt üst oldular, kalplerine korku düştü, güvenleri sarsıldı, sonsuz bir ye’s içinde kaldılar.
Şiddetli korku ve heyecan içinde titreşip kaldılar. Evlerini kendi elleri ve müminlerin elleri ile yıktılar. Evlerinin müminlere kalmaması için hasetlerinden dolayı, tavanlarını çökerttiler, duvarlarını delik deşik ettiler, onları oturulmaz hale getirdiler, evlerinin süsü olan kapılarını bile söktüler.

Ey Türkiyelikler! Sizler de namazı, orucu, haccı, zekâtı, diğer ibadetleri terk edip; diskotekleri, gazinoları şenlendirir; camileri, tekkeleri boş bırakırsanız bu bela size de gelebilir.

Bela yüz gösterip geliverir de farkına varılmaz. Buzak gibi, alaca dana gibi yatmayalım, Allahu Teala’dan af dileyelim. Yapılan günahlar için ‘’Affet ya rabbi!’’ demek yok, ama yemek var hemde nasıl? İnek bile öyle yemez.

Molla Mahmut’un siyasetle bir işi yoktur, kimseden bir sandalye, bir koltuk istemiyor. Beni bıraksınlar sadece Rabbimin hükümlerini tebliğ edeyim. Kurban keserken, kurbanlığın üç ayağını bağlarlar, fakat bir ayağını tepinmesi için rahat bırakırlar.

Mevla Teala Maide suresinin 44. ayeti kerimesinde buyuruyor ki:
‘’Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermez ise, işte onlar kâfirlerdir.’’

Şimdi bu ayeti kerimeyi dinleyince, İsviçre kanunlarına göre hüküm veren bir hakim kafir olur mu? Diye sorulabilir.
İsviçre’den alınan bir kanun, hükmü doğrudur, geçerlidir itikadıyla yapılırsa küfre girilir. Fakat ben mecbur olduğum için böyle hükümde bulunuyorum denilirse, kâfir olunmaz. Akaide göre böyledir. Mesela namazın farz olduğuna inanmayan kâfir olur, fakat inanıp ta kılmayan kâfir olmaz.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) in doğduğu evi kütüphane yapmışlar. Mekke-i Mükerreme’de iken birisi aldı beni oraya götürdü. Oranın görevlisi meşayıhtan birisiydi, dedi ki:”Oğlum! Burada namaz kılmayan, oruç tutmayanlar var, ama inkâr etmedikleri için kâfir değiller.’’

Hazreti Ömer ve yirmi sahabe:”Bir vakit namazı terk eden kâfirdir.’’ Diye hükmettiler. İmam-ı Azam (Rahimehullah):’’Bir kimse namazın Allah’ın emri olduğunu inkâr etmedikçe kâfir olmaz.’’ Buyurmuştur. Hazreti Ömer ve arkadaşlarının da kastettikleri her halde budur.

Bizlere ‘’başımıza bir de ibadet çıkarıyorsunuz’’ diyenlere, ‘’yeryüzünde geziniz, dolaşınız, ama turist olarak değil ibret alarak, sizden öncekilerin başına gelenleri düşünerek.’’ Diyelim.

Turistler kadın erkek beraber geziyorlar. Kim kimin hanımı belli değil, ormandaki hayvan kanununa göre yaşıyorlar.

Mevlana Celaleddin-i Rumi (kuddise sirrahu) hazretleri demiştir ki: ‘’Zenginlerde çok kusurlar vardır, ama zenginlikleri onları örter.’’ Sakın zenginlik gözlerinize perde olmasın, öyle adamlar vardır ki, beş vakit namazın hiç birisini kılmaz.

O, uzun uykularda iken, namaz kılan bir yakını ‘’haydi sende kal, namazını kıl!’’ dese, sadece ‘’Hı, Hı, Hı!’’ der. Ne çirkin şey! Ne ayıp şey! Allahu Teala, o kişiye namaz kıl diye emrediyor, o, namaz kılması için uyandırılıyor, o sadece ‘’hı, hı, hı’’ diyor.

Birbirimizi uyandırmada yardımcı olalım, bu yardımlaşma bilhassa karı kocaya yakışır. Ağalık taslamayalım, teheccüd namazı kılmaya kalkalım. Bu karanlık gecelerde çok sırlar, çok feyizler vardır. Altınlar, kayaların altında karanlıklar içerisinde gizlidir, o kayaları delmek lazım.

Hanımın birisi dedi ki: ‘’Benim halim çok iyi idi, fakat bir mühendisle evlendikten sonra değiştim. Namazımı kılmama bir şey demiyor fakat kendisiyle beraber televizyon seyretmemi istiyor, bu her gece birlere ikilere kadar sürüyor dambır dambır…, dambır dambır. Sabah namazını kaçırır oldum.’’ Dua edelimde Allahu Teala böyle kocaları uyandırsın.
Böyle kocalık olur mu? Bir namaz vaktinin geçmesine sebep olduktan sonra, tepsi tepsi kadayıf getirse, baklava, börek getirse, o kocanın ne kıymeti olur? Her gün kebap getirse, neye yarar ahiretin kebaplarından seni ayıracaksa.

Şimdi dersimizin ayetlerine başlayalım. Mevla Teala Hazretleri ne buyurmuştur:
‘’(Habibim) De ki: göklerde ve yerde olan şey kimindir?’’ arkasından Mevla Teala kendi cevaplıyor:
‘’(Habibim!) De ki: Allah’ındır.’’

Bu gökler kimindir? Allah’ın. (Celle Celaluhu) Bu yerler kimindir? Allah’ın (Celle Celaluhu), bu kâinat kimindir? Allah’ın (Celle Celaluhu). Peki, kâfirlerin bir kum tanesi var mı? Yok. Şu halde bu büyük Allah’a uymazsınızda gidip gâvurlara uyarsınız?

Allahu Teala bizi fazlı keremiyle cennete koyacak, o zaman O’nun dediğini yapalım. O’nun dediğini yapmazsak, kıyamet gününde, o’nun huzurunda, dostlarının önünde, rezili rüsva olmak vardır.

Ne giyindin? Ne yedin? Ne içtin? Hepsi dosyanda yazılı. Dar mı, kot mu, mini etek mi, manto mu giydin? Hepsi dosyanda; meyve suyu mu yoksa şarap mı içtin? Besmele ile mi yoksa besmelesiz mi et yedin? Kulaklarına şarkı mı dinlettin? İslam dinine göre mi giyindin? Kâfirin dediğine göre mi giyindin? Hepsi dosyanda yazılı.

Bir çevredir, bir muhittir tutturdular. Ne çevresi, ne muhiti? Senin muhitin Allah, Allah seni kuşatmıştır senin haberin yok. Fussilet suresinde.
‘’Dikkat et! Allah her şeyi kuşatandır.’’(Ayet 54) buyrulmuştur.

Senin rızkını veren, seni yediren, seni rahat ettiren Allahu Teala’yı görmüyorsun da, iki tane fasığın, kâfirin muhitini görüyorsun. Ah kardeşlerim! Bu ne felakettir? Allahu Teala bizi uyandırsın.

Dersimizin ikinci ayeti kerimesine gelelim:
Bu ayeti Celilelin sebebi nüzulü hakkında İbn-i Abbas (Radıyallahu Anhuma) şöyle demiştir:
Mekke kâfirleri Allah’ın Resulüne geldiler. ‘Ya Muhammed! Bu uğraşmaların, bu bizi İslama davet etmelerin var ya! Bunların hepsi dünyalığının azlığından, yani ihtiyacından ileri geliyor. Bizler mallarımızın bir kısmını ayıralım, sana verelim, aramızda en zenginimiz sen ol, bu din davasından vaz geç’’ dediler. Bunun üzerine Allahu Teala Hazretleri, bu ayeti celileyi inzal buyurdu:
(Ders Ayeti)
‘’Gecede ve gündüzde sakin olan (barınan) her şey O’nun dur. O her şeyi işiten ve bilendir. (Hiçbir şey O’na kapalı kalmaz.)’’

Gecenin karanlıklarında, gündüzün aydınlığında, kıymetli ,kıymetsiz, canlı, cansız, hareketli, hareketsiz, durur, yürür, ne varsa Allah’ın dır.
Evler, elbiseler, çiftlikler, vasıtalar, altınlar, gümüşler hepsi buraya girer, hepsi Allah’ın dır. Mevla Teala buyurmuş oluyor ki: habibime toplayacağınız para, vereceğiniz mal, eşyada benimdir. Yani paralarım, mallarım, eşyam ile mi peygamberimi kandıracaksınız? Hakikatte veren hep yüce Allah’tır.

Nitekim Risale-i Kudsiyye’de şöyle buyrulur:
SANA VERSE BİRİSİ BİR FULUSİ (para verse)
YAHUT BİR EV ERİP KILSA CULUSİ (seni o evde oturtsa)
VEREN ALLAH’TIR ANLA BU HUSUSİ (özelliği)
ANI VEKİL ETMİŞ, ANLA NUSUSİ (delili anla)
HAKİKAT ANLA GEL Hak’ka gidelim
CEMALİ BA KEMALE SEYREDELİM (sayfa 54)

Birisi sana bir miktar para verse veya biri evi olsa da seni orada oturtsa, anlamalısın ki, hakikatte veren Allah’tır, yüce Allah o adamı sana vekil etmiştir. İnsanoğlu bunu ancak, Allah bizzat kendisi verseydi o zaman anlayacaktı.

Bu zamanda kendine bir şey veren adamdan çekiniliyor, onun istekleri yerine getiriliyor. Ama bütün mülklerin asıl sahibi olan Mevla Teala unutuluyor. O emretmezse bir yaprak kıpırdamaz, bir dal sallanmaz.

‘’Bu günkü okullarda tahsil yaparsan, başbakan da, kaymakam da, vali de olursun’’ deniliyor. Bütün maneviyattan soyulmuş, cascavlak olarak üniversiteyi bitiriyorlar. Üniversiteden mezun olu8nca maksuda erildi daha bir vazife kalmadı zannediliyor. Hâlbuki daha Subhaneke’nin ‘sin’ini okumamıştır. Yani daha maksada başlanılmış değil, Allahu Teala’nın nimetleri ile bizi kandırıyorlar. Asıl tahsil edeceğin şey şimdi gölgede kaldı.

‘’İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, Kur’an bir vadide, onlar başka bir vadide olacaklar.’’

Dua ediyorum:”Ya Rabbim! Ümmet-i Muhammed’i Kur’anda cem eyle.’’ Diye, yani, Ey Cahil insanlar! Bu zat kimin peygamberidir? Bütün maddiyat ve maneviyat, dünya ve ahiret hapsi elinde olan Allahu Teala’nın peygamberidir.

Sohbetler Kitabı
2. cilt 45. sohbet
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Temmuz 2012, 15:40   Mesaj No:6
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud efendi hz. (k.s.) sohbetinden alıntıdır.. güzel bir sohbet okuyalım inşallah..
YUSUF ALEYHİSSELAM
”Doğrusu kim Allah’dan korkar ve düştüğü felakete sabrederse muhakkak ki Allah, bu gibi muhsinlerin mükafatını zayi etmez.” (Yusuf 90... dan)

Okuduğumuz Ayet-i celilenin tahakkukunu Yusuf (Aleyhisselam) ın kıssasında müşahede etmekteyiz. Şöyle ki;

”Nihayet kardeşleri Yusuf’u alıp götürünce onu kuyunun dibine koymaya karar verdiler. Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik: Muhakkak sen onlara, hiç farkında değillerken bu işlerini haber vereceksin.” (Yusuf 15)

Yusuf’u kuyuya atmalarından sonra oradan geçen bir yolcu kafilesi sucularını su almak üzere kuyuya gönderdiler. Sucu kovayı kuyuya saldı bir de baktı ki, kovanın ucuna bir çocuk sarılmış kova ile beraber yukarı doğru geliyor.”Ay müjde! Bu bir erkek çocuk” dedi. Onu satıp ticaret yapmak için gizlediler. Allah ise ne yapacaklarını biliyordu.

Yusuf (Aleyhisselam)’ı takip eden kardeşleri işin farkına varınca ”Bu, bizim kaçak kölemizdir” diye onu değersiz bir fiyat ile bir kaç dirheme (kafileye) sattılar. Onu uzaklaştırmak için hakkında rağbetsiz bulunuyorlardı.

Sonra Yusuf (Aleyhisselam) Mısır’da bulunan bir aziz tarafından satın alındı. Zeliha velide mağrib sultanının kızı idi ve çok güzeldi. Rüyasında on çok yakışıklı bir genç gösterildi.. ”Kimsin?” diye sordu.”Ben Mısır aziziyim” diye cevap verdi. Onun sevgisine tutuldu. Cariyeler ”bu kızda bir değişiklik görüyoruz” dediyselerde işin aslını anlayamadılar.

Çok kimseler kendisiyle evlenmek istediyse de, o kabul etmedi. Sonra Mısır meliki isteyince rüyasında gördüğü kişi zannedip evlenmeyi kabul etti. Ziynetler ile geldiler. Bir de baktı ki o değil. Çok üzüldü. Bunun üzerine hafiften (konuşanı görmeden dışarıdan bir ses) işitti ki; ”Ya Züleyha!..Mahzun olma. Maksadına bunun vasıtası ile ulaşacaksın.”
Senelerce üzüntülü yaşadı. Aziz, Yusuf (Aleyhisselam) ı satın alıp eve getirdiği zaman birde baktı ki rüyasında gördüğü kişi. Yusuf (Aleyhisselam) bir müddet onların yanında kaldı. Zeliha validenin O’na olan sevgisi daha da şiddetlenmişti.

Sonraları Yusuf (Aleyhisselam) Zeliha valide ile aralarında geçen bir iftira sebebiyle hapse düştü. Onunla beraber iki gençte girdi. Bunlardan hükümdarın şarapçısı olan genç dedi ki: ”Ben rüyamda şarap sıkarken gördüm.” Hükümdarın aşçısı olan diğeride: ”Ben de kendimi gördüm ki, başımın üstüne bir ekmek tabbesi yükleniyordum. Ondan kuşlar yiyordu, rüyalarımızın te’vilini yapar mısınız?” dediler.

Yusuf (Aleyhisselam) da; şarap sıkana: ”Sen eski vazifene döneceksin” diğerine de: ”Sen ise asılacaksın, başının etini kuşlar yiyecek” diye te’vil etti. Rivayete nazaran, bu tabirden endişeye düşen genç:”hakikaten biz böyle bir rüya görmedik, ancak bir şaka olmak üzere böyle söyledik” demiş. Hazret-i Yusuf da: ”İşte Hakkında fetva istediğiniz emir (iş) tamam olmuştur” dedi.

Mısır taraflarından olan bir takım kimseler hükümdarı öldürmek istemişlerdi. Bunun için de bu iki köleye çok mal vererek melikin suyuna ve yemeğine zehir katmayı düşünmüşler, sucu önce razı olduğu halde sonra vazgeçti. Ekmekçi ise rüşveti aldı yemeği zehirleyerek melikin önüne koydu. Sucunun ihbarı üzerine melik yemeği yemedi. Gazaplanarak her ikisini de zindana attırdı.

Yapan kendine yapar
Söven kendine söver
Döven kendini döver

Bir daha gelin olursam oturup kalkmasını bilirim deme zira herkesi iki kere gelin etmezler.

Melik bir rüya gördü. Onun tabirini istedi. Sihirbazlar ve kahinler bir mana veremediler. Sucu Melik’in önüne gelerek ”Ey Melik!…Zindan da rüya tabir eden bir alim var. Beni ona gönder” dedi. Bunun üzerine melik onu zindana gönderdi. Yusuf (aleyhisselam) bu rüyayı tabir etti ve dedi ki:
”Rüyada gördüğün yedi yağlı inek ve yedi yeşil başak 7 bolluk seneye işaret; yedi arık inek ve yedi kuru başak ta yedi kıtlık (zayıf) seneye işarettir. Bunun için siz ziraattaki âdetiniz üzere yedi sene ekin ekersiniz. Biçtiğiniz ekinlerin bozulmaması ve uzun müddet dayanabilmesi için başaklarında bırakırsınız. Yiyeceğiniz bir miktar hariç. Yemeniz için ihtiyacınız kadarını ayırır, döversiniz. Bundan sonra o yedi bolluk senenin ardından yedi şiddetli sene gelecek ki, bunlar şiddetli kıtlık seneleridir. Bu yedi kıtlık sene, takdim ettiğiniz gıdaları yer, bitirirsiniz.
Sonraki 7 senede hıfz edip sakladığınız hariç o yedi senede tohumluk olarak sakladıklarınız kalacak. Bundan sonra, o kıtlık senesinin ardından bir yıl gelecek ki Nas orada sulanacak. Çok yağmur yağacak bolluk bir sene olacak; o senede halk üzümleri sıkarak şarap yapacaklar, zeytin tanelerinden zeytinyağı çıkaracaklar, susamlardan da yağ çıkaracaklar. Nas üzerine hayır ve ni’met bol olacak, kıtlık şiddetinden ve sıkıntılardan kurtulacaklar.”

Bu tabiri duyan hükümdar: ”Onu bana getirin” dedi. Bunun üzerine kendisini davet için elçi gelince, Yusuf (Aleyhisselam) ona şöyle dedi:
”Efendine dön de ellerini kesen kadınların hali neydi, kendinden sor. Muhakkak ki, benim Rabbim, onların hilelerini bilendir.”(Yusuf 50 den)

Hükümdar o kadınları toplayıp kendilerine sordu:
”Yusuf’un nefsine yaklaşmak istediğiniz zaman ne halde idiniz?’ Kadınlar:’ Hâşâ Allah için, biz onun aleyhinde bir fenalık bilmiyoruz’ dediler.”Şimdi hak meydana çıktı. Onun nefsine yaklaşmak isteyen ben idim. O ise hakikaten sadıklardandır.” (Yusuf 51)

Yusuf (Aleyhisselam) zindandan neden hemen çıkmadı? Suçsuzluğunun tam olarak isbatlanmasını istedi. Melik, ” Onu benim yanımda şeref sahibi yapacağım” dedi ve ileri gelenlerin huzurunda kılıcını ve devlet mührünü ona verdi. Aziz ise o günlerde ölmüştü. Yusuf (Aleyhisselam) Zeliha Valide ile evlendi ve Azizin yerine onun görevi olan maliye nazırlığına getirildi.
Yusuf (aleyhisselam) maliye nazırı olunca rüyanın tabirine göre hareket ederek mali tedbirini aldı.

Bu kıtlık yılları şiddetlendi ve bütün beldeleri kapladı. Şam beldelerine de geldi. Bütün insanlar yiyecek almak için Mısır’a akın etmeye başladılar. Nitekim bu şiddetli kıtlık Yakup (aleyhisselam) ın beldesine de ulaştı. Yakup (aleyhisselam) yiyecek getirmek için oğullarını Mısır’a gönderdi. Yusuf (aleyhisselam) onlara yardım etti bir dahaki sefere erkek kardeşinizi de getirin dedi.

Mevla neler yapar, neler yapar. Hırs her ne kadar herşeyi kapar amma, Mevla neler yapar neler.

Kardeşler babalarına gittiler durumu anlattılar. İkinci gelişlerinde Bünyamini de beraberlerinde aldılar.
Yusuf (aleyhisselam) Bünyamin’e uygun bir zaman da gizlice kendisinin kardeşi olduğunu söyledi ve Bünyamin’i kendi yanında eylemek için ölçek kabını kardeşlerinin haberi olmadan Bünyamin’in yüküne koydurdu. Onlar yola çıktıktan sonra arkalarından adamlar gönderip onların kafilelerini durdurttular ve padişahın su kabını aradıklarını söylediler. Onlar da ”biz hırsız değiliz” dediler. Melik’in adamları sordular: ”Siz bu sözlerinizde yalana çıkarsanız sizce hırsızın cezası nedir?” Kardeşler dediler ki;”Yakub (aleyhisselam) ın şeriatında hırsızın cezası çaldığı mal yerine çalan kimse alınır. Bir müddetle mal sahibinin kölesi olur.

Arama yapıldı. Bünyamin’in yükünden çıktı. Çok utandılar. Başlarını öne eğdiler. Ellerinden yapacak bir şey gelmeyince Bünyamin’i yanlarına alıp gitmekten ümitlerini kesip kendi başlarına babalarının yanına dönmek zorunda kaldılar.
Memleketlerine vardıklarında durumu babalarına izah ettiler. Babaları:”Hayır, size nefisleriniz bir iş bezeyip yaptırmıştır. Artık benim işim güzel bir sabırdır. Allah’ın bana hepsini bir getirmesi yakındır.Gerçekten o Alim’dir, Hakimdir” diyerek oğullarını Mısıra gönderdi.Bunun üzerine Yakup (aleyhisselam) ın huzuruna varınca şöyle dediler:

”Ey vezir!.. Bize ve ehlimize zaruret ve ihtiyaç çöktü; çok kıymetsiz bir sermaye ile geldik.Yine bize tam ölçek zahire ver.Ayrıca sadaka da ihsan et.Şüphe yok ki Allah, sadaka verenleri mükafatlandırır”(Yusuf 88)
”Yusuf (aleyhisselam) onlara dedi ki: ”Siz henüz cahil kimseler iken Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?”(Yusuf 89)
”Onlar: Yoksa sen Yusuf musun? dediler. O da: Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim. Gerçekten Allah bize lutfetti. Doğrusu kim Allah’tan korkar ve düştüğü felakete sabrederse muhakkak ki Allah bu gibi muhsinlerin mükâfatını zayetmez.”’(Yusuf 90)

Bak bak! Yusuf (Aleyhisselam) ın gösterdiği büyüklüğe bak.

Sohbetler Kitabı
1. cilt sohbet 11
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Eylül 2012, 02:01   Mesaj No:7
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

”O kimse ki Allah onun göğsünü islamiyet için genişletmiş, o Rabbinden bir nur üzere bulunmaktadır. O hiç kalpleri kararmış kimseler gibimidir? Artık Allah’ın zikrinden kalpleri kaskatı kesilmiş olanların vay haline. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.”


Ayeti Kerimemizde iki yerde hazıf vardır. Şöyle ki: Ayetin evvelinde bulunan hemze, istifhamı inkaridir. Bu hemze-i istifhamdan sonra şu ibare mukadder olarak mevcuddur:”İnsanların hepsi mertebede müsavimidir? Değildir?” Bu cümlenin başında bulunan (fa) atıf harfidir.(men) ism-i mevsul olup mübteda makamındadır. İkinci mahfuz olan cümlemizde işte bu (men) in haberidir. O da;(ke men tabe’a ala kalbihi) cümlesidir.
Buna göre mana:
”Hakkı kabulde Allah’ın göğsünü açtığı kimse Allah’ın kalbini kapatıp da doğru yolu bulamayan kimse gibimidir? Elbete bu iki kimse birbirine eşit olmaz.”

Nur suresinin şu ayeti kerimesi buna ışık tutar:
”Her kim için ki Allah(-u Teala) bir nur nasib kılmamıştır, artık onun için nurdan bir şey yoktur.” (Nur 40)

Cenab-ı Hak bir kulunun kalbini genişlendirirse namaz kılmak ona ağır gelmez, zekat vermek ona ağır gelmez, hacca gitmek, oruç tutmak ona ağır gelmez.Din ile ilgili hiçbir hayır ona ağır gelmez.Ama Allah Celle ve Ala Hazretleri kimin kalbini genişlendirmezse islamiyetin en hafif meselesinden dahi ağırlanır.Cenab-ı Hak dar gönüllülükten muhafaza eylesin.

Mevla Teala inşirah suresinde:
”Biz senin göğsünü genişletmedik mi? Senden yükünü, ağırlığını indirmedik mi?” buyurmaktadır.
Sure-i TaHa’da da:
”Musa (aleyhüsselam) dedi ki: Ya Rabbi! Benim göğsümü genişlendir. Benim işimi kolaylaştır.” buyruluyor.

Her iki ayeti kerimede de göğsün şerh edilmesinin önemine işaret edilmektedir. En’am suresinde bir ayet-i celile daha var ki Allah’u Teala Hazretlerinin hidayetini murad ettiği kullarının göğsünü şerhettiğini bildirmektedir:
”Allah kime hidayet etmek isterse onun göğsünü islam için genişlendirir. Her kimi de delalete düşürmek dilerse onun göğsünü daraltır, sıkışmış bir hale getirir. Sanki zorla göğe yükselecekmiş gibi bulunur. İşte Allah, iman etmeyenlerin üzerine böylece pisliği sabit kılar.”

Ayrıca bu ayeti kerimeden anlaşılıyor ki: İnkârcıların imansızlıkları yüzünden kalpleri kirleniyor. O halde:
”La ilahe illallah kavliyle imanınızı yenileyiniz.” hadisi şerifince zikrullaha devam etmek lazımdır.

Gelelim ayetimize:
”Kalpleri katı olanlar için yazıklar olsun veya cehennemin derin yeri olan veyl olsun.”
Kalpleri neyden katı olanlar için?
”Allah’ın zikrinden.”

Burada iki türlü mana verilebilir. Eğer (men) harfi cer’i (min) manasında ise:”Zikrullahtan kalbi katılaştıranlar için yazıklar olsun.” demektir. Zikrullahtan kalbin katılaşması zikredip te zikrin edebine riayet edilmediğindenidir. Mevla Teala Hazretleri Bakara Suresinde buyuruyor ki:
”Onlar bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmederler.”

Bir de (min) harfi cer’i (an) manasında olabilir. O zaman mana:”Zikrullahtan uzak oldukları, zikretmedikleri için yazıklar olsun.” demek olur.

Şu halde her ikisinden de sakınalım. Hem zikrullahı, edebini terkederek yapmaktan, hem de zikrullahı bırakmaktan. Eğer zikir edep üzere yapılırsa o zaman kalb genişler, ibadetler kolaylaşır, şer olan şeylere, masiyetlere yönelinmez.
”İşte onlar apaçık bir delalettedirler.”

Mustafa İsmet Garibullah Hazretlerinin Risale-i Kudsiyyesinde bulunan şu beyit bu ayet-i celileyi izah etmekte kâfi bir delildir:
Eğer bin yıl dese Allah, bir salik
Muradı olmasa Allah-u Malik
Sevap asla verilmez belki halik
İsim maksud değildir belki Malik
”Eğer seyri sülük yapan tarikat yolcusu bin sene lisanı ile Allah, Allah dese de, kalbi ile bu lafza-ı celalden Zatı paki subhaniyeyi kastetmese o kimseye asla sevap verilmez ve o kişi helak olur.Yani vakitleri boşa giderde maksuduna ulaşamaz.Zira zikirde murad edilen isim değil, sahibidir.
Öyleyse ”Allah, Allah” dediğimiz vakitte o ismin sahibini murad edelim.

Mevla Teala Hazretleri zikrullahtan kalpleri katılaştıran kimselerin durumunu beyan ettikten sonra şimdi de Kuran’ı Kerim’in, Allah’tan korkanlar üzerindeki tesirini bildiriyor:

(Ders ayeti)
”Allah, sözlerin en güzeli olan Kuran-ı Kerim’i indirdi ki o ayetleri sağlam olmakla ve doğru olmakta birbirine benzeyen ve okumak suretiyle tekrarlanan ve tekrarlanılmaktan da asla usanılmayan bir kitabtır. Rabblerinden korkanların derileri ondan ürperir sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine karşı yumuşar. Bu Allah’ın hidayetidir ki onunla dilediği kulunu doğru yola sevkeder. Her kim ki Allah delalete düşürür artık onun için bir hidayet edici yoktur.”

Haberlerin en güzel, en doğrusu, en hatasızı Kur’an-ı Kerimdir.

Allah-u Teala Hazretleri beşeriyeti uyandırmak için, anlara saadet ve selamet yolunu göstermek için Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla Kuran’ı Azimüşşanı ihsan buyurmuştur. En büyük rahmeti ilahiye budur. Bütün ilahi hükümleri cami olan (toplayan), umumi beşeriyete en mükemmel ictimai ve ahlaki vazifeleri bildiren böyle kudsi ve ulvi bir kitabı tasdik etmeyenler, hangi bir söze, hangi bir kitaba iman ederek saadete nail olabilirler? Bu mümkün değildir. Nitekim Mürselat Suresinde Mevla Teala Hazretleri:
”Artık bundan sonra (bu Kuran-ı inkâr edenler) hangi bir söze inanabilirler?” buyurmaktadır.

İşte bu yüce Kuranı Kerim, Rabblerinden korkanlar üzerinde öyle müessir bir kitabtır ki, ayetlerini işitince onların derileri ürperir, ayetleri huzuru kalp ile dinledikten sonra derileri ve kalpleri yumuşarda zikrullaha meylederler.

Azap ayetleri işitilince korku gelir, ürperme hâsıl olur. Sonra rahmet ayetleri okunduğunda vücudunu kaplayan bu ürperme yumuşaklığa döner. Enfal Suresinde mümin kulların vasıfları anlatılırken:
”Muhakkak müminler öyle kimselerdir ki, Allah (-u Teala) zikredildiği vakitte kalpleri titrer ve onlara Cenab-ı Hakkın ayetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve ancak Rablerine tevekkül ederler.” buyuruluyor.
”İşte bu evsafı zikrolunan Kuran-ı Azimüşşan Allah’ın hidayetidir. Onunla Allah dilediği kulunu doğru yola sevkeder.”

Allah (celle celaluhu) kullarına Kuran’da doğru yolu göstermektedir. Bu bakımdan Kuran’ı Kerime’ yapışanlar, onunla amel edenler, hidayete ererler.

”Her kimi de Allah delalete düşürürse artık onun içinde bir hidayet edici yoktur.”

Bir kimseyi Cenab-ı Hakkın delalete düşürmesi, kulun iradesini delalete sarfetmesiyle olur.
Hidayet ve delalet: Allah’ın halk etmesi (yaratması) ve kulların kesbiyle meydana gelir. Zira kul iradesini hidayete sarfederse Allah’u Teala Hazretleri hidayeti halkeder. Delalete sarfederse de delaleti halkeder.

Şimdi de Mevla Teala delalette kıldığı kimsenin azap karşısındaki durumunu beyan etmek üzere buyuruyor ki:

(Ders Ayeti)
”Kıyamet günü azabın en şiddetlisinden yüzünü kaçındıran (bu suretle kendini ateşten korumak isteyen) kimse, (o azabdan emin olan kimse gibi olur mu?)
O kâfirlere (cehennem zebanileri tarafından) şöyle denilir: Tadın (bakalım dünyada) kazandığınız şeyi (yaptıklarınızın cezasını).”

Ayetin başında istfiham hemzesinden sonra gelen gizli bir ibare vardır.(E küllünnasi sevaün) ”İnsanların hepsi müsavi midir? Elbette değildir.”

İnsan, dünyada on paralık arzulardan ve isteklerden sebep ahiretteki bu belaları davet ediyor. Hiç yüzü ateşe tutulacak ve cayır cayır yanacak olanlar ile Allah-u Teala Hazretlerinin cemaline bakacak olanlar bir olabilirler mi? Kıyame suresinde buyrulduğu üzere:
”O günde bir takım yüzler parıldayıcıdır. Rablerinin cemaline bakıcıdır.”

Müslüman kardeşlerim kendimize gelelim! Kendimize gelelim, günah işlemeyelim. Günah işlemenin en korkunç cezası başta Allah’ın rızasından uzak kalmaktır.

sohbetler Kitabı
1. cilt 25. sohbet
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 07 Eylül 2012, 17:51   Mesaj No:8
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. sohbetinden alıntıdır..
Hazreti Hamzayı parça parça şehit ettiler ona ne oldu? Kazandı. Onu bu kötülüğü yapanlar kaybettiler. İnsanları aldatmak için bazıları yaldızlı ve aldatıcı nefsin hoşuna gidecek sözler sarf ed... erler. Bunlar Allah’ın izniyle oluyor.

Onların kötülük yapmalarına Mevla izin veriyor fakat m’minlerin de kötülüklerinden ve şerlerden korunmaları için Mevla tarafından büyük yardımlar, manevi ilaçlar vardır. Bu da islam dinidir.

Yukarıdaki ayet-i celilede geçen:”Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak” kavlinde hikmetler vardır.

Bir ana evladına kötülük diler mi? Dilemez. Himmeti, sana kötülük dokunmamasıdır. Ama onu becerir ya da beceremez. Mevla Teala bize anamızdan babamızdan daha merhametlidir. Her şeyin en iyisini bilir ve dilediğini yapmak onun kudret elindedir.

İnsan dünyayı, rütbeyi, siyaseti sevmemeli, derdi sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. İnsan o zaman muvaffak olur. Buna dair bir misal irad edebiliriz.
Büyüklerden birisinin müridleri geldiler. Ona şeytanın vesvesesinden şikayetlendiler. O da onlara nasihat etti. Biraz sonra şeytan-ı lain geldi.”Şeyh efendi müridlerinden kurtulamıyorum. Bunlara bir şey söyle” dedi. Bunun üzerine şeyh efendi ”Ne yapıyorlar” diye sordu. O da:”Dünyayı elimden alıyorlar” dedi.

Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İnsanları islam’a davet ederken kâfirlerin canı sıkılıp bundan hoşlanmadılar. Toplanıp dediler ki; Bunun maksadı nedir? Paramı dır? Gayesi bu ise aramızda para toplayalım ona verelim. Hepimizden çok parası olsun. Eğer arzusu evlenmek ise ona en güzel kızlarımızı verelim. Hepimizden çok karısı olsun. Eğer riyaset diliyorsa bizlere reis olsun. Peygamber Efendimiz’e gelip bu teklifi yaptılar.

Resulullah’da buyurdu; ”Ben bunların hiçbirini istemek için gönderilmedim. (La ilahe illallah) Kelime-i tevhidini kabul ettirip yerleştirmek için gönderildim.”

İşte ey cemaati müslimin! Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve Sellem) madem bizim peygamberimizdir ve biz ona ümmet olduk, ona uymamız ve onun gibi amel etmemiz lazımdır.

Biz dinimize sahip çıkarsak ne zararımız olur? Hiç….Eğer din sebebiyle Allah’tan bir şey kazanırsak başkalarına da hiçbir zararımız olmaz.Ne oldu?.. Efendimiz tek başına selamete çıktı, zafere ulaştı. Dünyaya karşı haris olmamalıyız. Sadece Allah’ın rızasını gözetmeliyiz. Ve hiçbir zaman da büyük konuşmamalıyız.

Dersimize gelelim şeytanlar daha niçin birbirlerine vahyediyor (sesleniyor) lar?

”Bir de o yaldızlı söze ahirete inanmayanların kalpleri meyletsin, ondan hoşlansınlar ve kazanmakta oldukları günahı onlarda kazansınlar diye öyle yaparlar (şeytanlar vesvese verirler).”

Bu ayet-i celilede işaret vardır ki bu belalar Allah-u Teala ya ulaşmak için bir nevi bineklerdir. Bunların en şiddetlisi de düşmanların gülmesidir.

Peygamberlerin rütbesi çok yüksek olduğu için kâfirlerin onlara olan düşmanlıkları da çok şiddetli olmuştur. O zatlar için bu belalarda terakkiler ve tecelliler vardır.

Arap müşrikleri zor işlerinin halli için kâhinlerden birinin hükmüne müracaat etmeyi adet edinmişlerdi. Bir gün toplanıp Peygamberimize geldiler ve:
“Biz Senin hak üzere olduğunu bilmiyoruz. Dilersen seninle yahudi âlimlerinden veya nasara piskoposlarından birine gidelim; o aramızda hakem olsun da hak üzere olup olmadığını onlara soralım. Onlar senin hakkında kitaplarında bir şey biliyorlarsa bize haber versinler!” dediler. Bunun üzerine Allah-u Teala müşriklere red olmak üzere bu ayet-i celileleri inzal buyurdu;

“Size mufassal kitap indirir dururken o Allah’ı bırakıp ta onun gayrı hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verilen şu kimseler, o kitabın Rabbi tarafından hak ile indirildiğini bilip duruyorlar. Öyle olunca şüphe edenlerden olma!”

Bize başka hakem ne lazım Mevladan gayrı hakem olur mu? Kur’an-ı Kerim hakkı mültebis (giyinici, takınıcı) olduğu halde indirilmiştir. Nasıl biz onun hakemliğini bırakacağız da başkasını hakem tayin edeceğiz.

Mevla “Habibim! Sakın şüphe edicilerden olma!” buyurdu. Yani onların bu Kur’anın hak olduğunu bildiklerinde şüphe edici olma. Bundan sebeple de onlarda inandıklarına dair bir belirti yok. İnadlarına yapıyorlar. Yazıklar olsun. Aman Allah’ım sana sığındık.

“Rabbinin, kelimesi doğruluk ve adaletle tamam oldu. Onun kelimelerini tebdil eden yoktur. İşte o işitici ve bilicidir.”

“Rabbinin kelimesi tamam oldu.” cümlesinin manası, kıyamet kopuncaya kadar mükelleflerin ilmen ve amelen muhtaç oldukları şeyi beyanda kâfi olmakta nihayete ermiş (tamamlanmış) tır. Sıdk (doğru) ve adil olamsında da nihayete ermiştir. Haberlerini vermekte, vaadleri bildirmekte de…

Mesela Mevla’nın Zat-ı paki sübhaniyesinden, sıfatı subutiyesinden, sıfatı selbiyesinden haber vermesi gibi. Vaad (müjdeleyici haber), vaid (korkutucu haber) hakkında sevab ve ikab hakkında, haber vermek gibi. Geçmiş haberlerinin hallerini, gelecek gaybları da haber vermek gibi.

Hükümlerde adalet bakımından, mükelleflerle alaklı hükümler bakımından (namaz, oruç, hac sair gibi şer’i teklifler) her şeyi haber vermekte nihayet ermiştir. Yani Kur’an kâfidir. Başka bir şey istemez. Mevla’yı bildirmek bakımından, ileride bilinmeyen şeyleri haber vermek bakımından her şeye kâfidir.

sohbetler Kitabı
1.cilt 16.sohbet
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Kasım 2012, 23:30   Mesaj No:9
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. yapmış olduğu sohbetinden alıntıdır. mükemmel bir sohbet mutlaka okumalısınız..
İmtihan hakkında Kur’an-ı Azimüşşan’da çok ayetler vardır. Onlardan birkaçını verelim:
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz”(Muhammed suresi:31)
Nasıl bir kimse olduğunuz meydana çıksın. Ben imtihan etmeden de sizi biliyorum ama imtihan ettikten sonra herkes tarafından da doğrudan doğru... ya görülüp bilinmesini istiyorum.
“Ey iman edenler! Allah(u- Teala) sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avlama ile (onu yasak ederek) imtihan eder ki gizlice (kimsenin görmediği yerde), gerçekten kendisinden kimin korktuğunu bilsin (yani onları meydana çıkarsın) artık bundan sonra, kim sınırı aşarsa onun için elim bir azab vardır.”(Maide:94)
Giyimlerimiz imtihandır, evlerimizin şekilleri imtihandır, düğünlerimiz imtihandır, cenazelerimiz imtihandır. Bütün islamiyetin her şeyi tepeden kılana kadar hepsi imtihandır. Eğer Allah’dan korkarsanız anlaşılıyor ki siz Allah’a iman ediyorsunuz. Eğer iman ediyorsanız Allah’ı bilmişsiniz demektir. Allah’ı bilende anlaşılır ki okumuş ve okutulmuştur yoksa o kişi meşe ağacı gibidir.
“Biz insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini imtihan edelim diye yeryüzündeki her şeyi kendisine mahsus bir zinet yaptık.”(Kehf suresi:7)
“O öyle yüce bir Allah’dır ki hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Mevla ziyade izzet sahibi ve çok bağışlayandır.”(Mülk suresi:2)
Yanından bir araba geçerken imtihandasın, hem almak için hırsa kapılıyor musun? Bir mağazanın yanından geçerken de imtihandasın? Vitrindeki küfür kıyafetlerine heves ediyor musun? Bir bahçeli evin yanından geçerken de imtihandasın. Hemen öyle her evinin olmasını istiyor musun? Ruhumuz bedenimizden ayrıldığı vakit cesedimizi nereye yatıracaklar? Bunu unutmayalım.
Bir korkulu durum mu oldu? İmtihandasın.
Paran mı gitti? İmtihandasın.
Bir dostumuz, bir akrabamız, bir yakınımız, bir komşumuz mu öldü? İmtihandayız.
Mallarımızı sel mi kapladı? İmtihandayız.
Bir kıtlık veya bir afetle meyvelerimiz mı vermedi? İmtihandayız.

Hemen o zaman Musa Aleyhisselam ile Hızır Aleyhisselamın kıssasını hatırlayalım:
Rivayete göre Firavun ve kabilesinin helakından sonra Cenab-ı Hak Musa (aleyhisselam)’a ben-i İsrail’in üzerlerine inen Allah’ın (celle Celaluhu) nimetlerinden anlatmasını emretti.

Musa(aleyhisselam)’da beliğ yani açık bir vaaz etti. O zaman ben-i israilden birisi sordu: “Ya Musa yeryüzünde en iyi bilen kimdir?” Hazreti Musa (aleyhisselam)’da “Benim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak Musa (aleyhisselam)’a vahyetti ki: “Ya Musa! Mecmaal Bahreyn (iki denizin toplandığı) denilen yerde bir kulum vardır ki senden daha âlimdir”

Mevla Teala Hızır (aleyhisselam)’ ın daha âlim olduğunu bildirince Musa (aleyhisselam) onu nasıl bulacağını sorar. Cenab-ı Hak’ta zenbiline tuzlu bir balık koymasını onu nerede kaybederse Hızır (aleyhisselam)’ı orada bulacağını beyan eder.

Musa (aleyhisselam) buyurulduğu üzere tuzlu bir balık aldı zenbiline koydu. Biraz da yiyecek koydu. Talebesi Yuşa (aleyhisselam)ile yola çıktı. Ve O’na dedi ki:“Balığı nerede kaybedersek bana haber ver”
Ne zaman ki Mecmaal Bahreyn denilen yere ulaştılar istirahat için orada biraz oturdular. Musa (aleyhisselam) bir taşı yastık ederek yattı. Orada ab-ı hayat vardı.Ondan balığa isabet edince balık canlandı zembilin içinden çıkıp denize atladı.
Bu hadiseyi Musa (Aleyhisselam) ın talebesi gördü fakat Musa (Aleyhisselam) a söylemeyi unuttu. Hazreti Musa kalkınca yola devam ettiler. Ertesi gün kuşluk vaktine kadar yürüdüler. Musa (Aleyhisselam) talebesine dedi ki:”Kuşluk yiyeceğimizi getir. Biz bu yolculuğumuz da muhakkak ki yorgunluğa uğradık.”
O zaman talebesi:”Gördün mü? O mecmaal bahreyn denilen yerde kayaya çıktığımız vakit balığa garip bir hadise oldu. Ben bunu sana söylemeyi unuttum. Balık orada canlandı, denize atladı. Acayip bir şekilde geçti gitti.”
Musa (Aleyhisselam) bunu duyunca ”İşte bizim aradığımız yer orasıdır” dedi. Hemen izleri üzerine uyarak geri döndüler.

Orada Hızır (Aleyhisselam) ı buldular. Musa (Aleyhisselam) selam verdi ve :”Sana öğretilen ilimden bana öğretmen için geldim.” dedi.
Bunun üzerine Hızır (Aleyhisselam): ”Sen benimle beraber sabra kadir olamazsın. Benden zuhurunu göreceğin şeylerin zahirine bakarak itiraz edersin. Hikmetinden haberdar olmadığın bir hadiseye nasıl sabredebilirsin” dedi.
Hazreti Musa da:”İnşallah beni sabredicilerden bulacaksın, sana karşı hiçbir itirazda bulunmayacağım, hiçbir emirde asi olmayacağım.” diye cevap verdi.
Hızır (Aleyhisselam) da buyurdu ki:”Eğer bana tabi olacaksan ben sana haber verinceye kadar bana birşey sorma”

Beraberce yürümeye başladılar. Deniz kenarında bir gemi gidiyordu. Geminin sahibi bunları ücretsiz olarak gemiye aldı. Biraz gittikten sonra Hızır (Aleyhisselam) gemiyi deldi. Musa (Aleyhisselam) buna dayanamadı: ”Ücretsiz olarak bizi gemilerine alan bir kavim, boğulsunlar için mi gemiyi deldin? Doğrusu sen kötü bir iş yaptın” dedi.
Hızır (Aleyhisselam) bu itiraza karşı: ”Ben sana demedim mi ki sen, benimle beraber sabra takat getiremezsin.”
Musa (Aleyhisselam) hemen vermiş olduğu sözü hatırladı:”Unuttuğum şeyle beni muaheze etme, gafletimden dolayı beni mazur gör de işimde bana güçlük çıkarma (yani şu ilim tahsilinden geri kalmayayım).” diyerek özür diledi.
Sonra yine yürüdüler. Bir takım çocuklara rastladılar. Hızır (Aleyhisselam) bu çocuklardan birisini öldürdü. Bu hadiseyi gören Hazreti Musa, Hızır (Aleyhisselam) a hitaben:”Kimseyi öldürmediği halde sen tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Muhakkak ki pek kötü bir iş yapmış oldun.”dedi.
Hızır (Aleyhisselam) gene:”Ben sana demedim mi ki sen, benimle beraber sabredemezsin.” diye ihtarda bulundu.
Bu ihtar üzerine Musa (Aleyhisselam):”Bundan sonra eğer birşeyden daha sorarsam benimle arkadaşlık etme. Zira benim tarafımdan özre ulaşmış oldun” dedi.
Sonra tekrar yürüdüler. Bir belde ahalisine varınca onlardan yemek istediler. O memleket halkı ise onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmaya meyilli bir duvara rastladılar. Hızır (Aleyhisselam) onu hemen doğrultuverdi. Hızır (Aleyhisselam) ın bu yaptığı da Hazreti Musa’nın garibine gitti de ”Onlar bize yemek vermediler, misafir etmediler, isteseydin onlardan bu iş için ücret alabilirdin. Niye bunu bedava yaptın.” diye üçüncü kez itirazda bulundu.
Hızır (Aleyhisselam):”İşte bu, benim ile senin aramızın ayrılışıdır. Şimdi sana, sabretmeye kadir olamadığı şeylerin manasını haber vereyim”

Gemi denizde çalışan bir takım fakirlere ait idi. Ben onu kusurlu yapmak istedim. Zira onların ötesinde her sağlam gemiyi sahiplerinin elinden alan zorba bir melik vardı. Ben onu delmekle kusurlu yaptım, böyle zalim hükümdarın onu ellerinden almasına mani oldum.
Oğlana gelince: Babası ile annesi iki mümin idiler. Biz o çocuğun, anne ve babasını azgınlığa sürüklemesinden ve küfre düşürmesinden korktuk. Eğer o çocuk buluğa erseydi, kâfir olacak ve ebediyyen yanacaktı. O hale gelmeden onu öldürdük. İstedik ki Rableri, onlara o öldürülen çocuktan daha temizini ve hayırlısını ve merhametçe daha yakınını versin.
Duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da salih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar büyüsünler, büluğa ulaşsınlar definelerini kendi elleriyle çıkarsınlar.
Eğer o duvar yıkılsaydı onun altındaki hazineyi bu beldenin insanları yağma edeceklerdi. Onun için o duvarı düzelttim. Bu işleri ben kendi reyimle yapmadım. Rabbim bana emretti bende yaptım. İşte bu beyan olunanlar sabrına takat getiremediğin işlerin tevili (açıklaması) dır.

Bu kıssada çok büyük ibretler vardır. Müslümanın başına ne bela gelirse o, müslümanın büyük zararlardan kurtulmasına vesile oluyor. Geminin tahtasını koparmak sebebiyle gemiyi ayıplaması, koca geminin kurtulmasına vesile olduğu gibi. Yani Allah Teala Hazretleri kullarına zarar vermez fakat zarar suretinde bir muamele eder o kadar.

Geminin tahtasının koparılması görünüşte yüzde yüz zarar fakat hakikatte ise kardır. Çocuğun öldürülmesi görünüşte zarar, hakikatte kardır. Size kötülük eden bir kimseye kızdığınız da biraz akıllı olun. Musa (Aleyhisselam) bizi misafir etmeyenlerin duvarını niçin tamir ediyorsun diye kızmıştı. Neticeyi kıssada gördünüz.
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif anı seyreyler
Görelim Mevla neyler
Neylerse güzel eyler
Hiç bir cüz’i şer yoktur ki külli bir hayrı koltuğuna almasın.İşte evi yandı buna benzer, çocuğu öldü buna benzer, sana ne olsa buna benzer.Ama sende iman varsa eğer.İman yoksa bu işler cazadır.İman varsa mükafattır.

(Ders Ayeti)
”(Habibim! O sabredicilere müjdele) ki onlar, kendilerine bir musibet (bela) geldiğinde:’Muhakkak biz (dünyada) Allah’ın (teslim olmuş kullarıy)ız. Ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz’ derler.”

Her mümin dünyada bazı belalara giriftar olabilir. Ancak bunda nice hikmetler bulunduğunu, verilen nimetin alınanda kat kat fazla olduğunu düşünmek lazımdır ve demelidir ki:”Verende O’dur, alan O’dur, Ben de nihayet O’nun huzuruna varacağım”

Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) annemizden şöyle bir rivayet vardır:Diyor ki:”Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğunu işittim:
”Şüphesiz biz Allah içiniz ve biz ancak O’na döneceğiz. Allah’ım! Bu musibetim de mükâfatlandır. Ve O’nun yerine bana daha hayırlısını nasib et.” derse mutlaka Allah Teala, musibetinden dolayı onu mükâfatlandırır. Ve yerine daha hayırlısını nasib eder.
Ümmü Seleme validemiz devamla:”Kocam vefat edince Rasulullah’ın bana emrettiği gibi dedim. Allah-u Teala Hazretleri de kocamın yerine bana daha hayırlı olan Rasulullah’ı nasib etti de beni ona aile etti.” buyurdu.

Cenab-ı Hak dersimizin son ayeti kerimesinde musibetlere sabredenlerin mükâfatını beyan ediyor:
”İşte onlar (teslimiyet gösterip, istirca edenler yok mu?) Rableri tarafından salât (mağfiret, tazim ve medh-ü sena) lar ve büyük bir rahmet (lütuf ve ihsan hep) onların üzerinedir. Ve işte onlar hidayete (her doğru gerçeğe) erenlerin ta kendileridir.

Muazzam bir ders. Cenab-ı Hak cümlemize tesirlerini nasib etsin… Âmin
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Aralık 2012, 19:39   Mesaj No:10
Medineweb Sadık Üyesi
aslıı - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:aslıı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15266
Üyelik T.: 14 Aralık 2011
Arkadaşları:17
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 751
Konular: 119
Beğenildi:62
Beğendi:29
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: günün sohbeti

Mahmud Efendi Hz. k.s. yapmış olduğu sohbetinden alıntıdır.. Dersimizin ayet-i celileleri kıyamet alametlerinin mühim bir kısmını bildirmektedir. Şöyle ki;
“Sema yarıldığı zaman.”
“Yıldızlar dökülüp saçıldığı zaman.”
Semanın yarılm...asıyla melekler semayı bırakıp peyderpey yeryüzüne inecekler ve mahşer yerine toplanacaklar. Sure-i Furkan’ın Şu ayet-i celilesinde buyurulduğu gibi;
“Semanın (gökten çıkacak) bulutla yarılacağı ve arkasından meleklerin arka arkaya indirildiği kıyamet günü.” (Furkan Suresi:25)
Mevla Teala şöyle buyurulmaktadır:
“Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.”
“Rahman’a veled (oğul) isnad etmelerinden dolayı.” (Meryem Suresi:91-92)
Semanın yarılması ile alakalı diğer bir ayet-i kerimede Sure-i Şura’dadır:
“Az kalıyor ki gökler üstlerinden çatlayacaklar meleklerde rablerine hamd ile tesbihde bulunuyorlar ve yerde olanlar için mağfiret diliyorlar. Agâh olunuz! Şüphe yok ki Allah, O, çok affedicidir, çok esirgeyicidir.” (Şura suresi:5)
Demek ki insanlar, gökler yarılacak, yerler çatlayacak kadar günah işliyorlar. Bunlardan sebep de melekler istiğfar ediyorlar. Meleklerin istiğfarı olmasa perişan olacağız.
Bu caminin tavanı yıkılacak olsa burada bir tek canlı kimse kalır mı? Ya bundan da büyük bir muazzam, tavan mesabesinde olan gökler yarılsa ne olur? Bir düşününüz.
Sema dünya binasının damı gibidir. Dam yıkılınca tavanda bulunanların yıkılacağı gibi tabi bir şey olduğundan gökyüzünde bulunan yıldızlarında döküleceği aşikârdır.
Ne oluyor bize ki bütün kâinatı harab edecek kadar çok günah işliyoruz. Bu nefs-i emmare yok mu. Şeytanı şeytan eden Firavunu Firavun eden odur. Ona uymaktan Allah’a sığınalım ve dua edelim ki, Cenab-ı Hak kendisine itaat etmekte bizleri daim eylesin.
“Denizler birbirlerine akıttırıldığı zaman.”
Denizlerin birbirine katılması acı ve tatlı suların birbirlerine karışmalarıyla olur. Bütün denizler tek bir deniz haline getirilir, karalarda sularla kaplanmış olur.
“Kabirler deşildiği zaman.”
Kabirlerin toprakları alt üst olup içndeki ölüler dışarı çıkarılacak. Dersimizde zikredilen dört ayetin ikisi yerde olacak değişikliklere aittir. İşte kıyamet vuku bulduktan sonra:
(Ders ayeti)
“Herkes (dünyada) yaptığı iyiliği ve bıraktığı kötülüğü bilecektir.”
Bu ayet-i celile yukarıdaki dört ayet-i kerimede geçen şartın cevabıdır.
Bazı insanın şimdi bir şeyden haberi yok. Bilmiyor ya, bu hususta derdi de yok, oynuyor, zıplıyor, eğleniyor. “Ben kimseyi dinlemem, kimseye itaat etmem.” diyor.
Bir kaç genç bir yerde toplanmış saygısızca bazı hareketlerde bulunuyor, şamata yapıyorlardı. Onların bu hallerini gören Allah dostlarından bir zat: “Evlatlarım! Bu haller insanoğluna yakışmaz, vazgeçin.” dedi.
İçlerinden bir genç ben aslan gibiyimdir kendime laf söyletmem, diye söylendi. Bunun üzerine o zat gence şu cevabı verdi: “Öyle bir aslan gelir ki sana, o zaman sen kuzu olursun” dedi. O akşam genç çok hastalandı, çok fena oldu. “Çağırın o Allah dostunu da ondan özür dileyeyim, işin hakikatini, ne demek istediğini şimdi anladım.” dedi.
Mevla Teala’nın Kadir-i Mutlak bizim ise aciz-i mutlak olduğumuzu unutmayalım. Bunu böyle bilelim, bunu böyle bilmediğimiz takdirde gök çatlayacak, yer yarılacak kadar günah işliyoruz demektir.
Yüce Allah Sure-i Araf’ın 56. ayet-i celilesinde:
“Yeryüzü düzeldikten sonra orada fesat çıkarmayın ve Allah’a hem korku hem de istekle kulluk edin, duada bulunun. Muhakkak ki iyilik yapanlara Allah’ın rahmeti pek yakındır.” (Araf Suersi:96) buyuruyor.
Bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Onun için, gücünüz yettiği kadar Allah’dan korkun, öğütlerini dinleyin, emirlerine itaat edin, (Allah için) harcayın, nefisleriniz için hayır yapın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtarılırsa işte bunlar azaptan kurtulanlardır.” (Teğabün sr:16)
“Gücünüz yettiği kadar Allah’dan korkunuz”
Gücünüz yüz dereceye yetiyorsa, yüz dereceyle korkunuz. Elli derecede korksak olmaz, yetmiş derecede korksak olmaz,doksan dokuz buçuk derecede korksak yine olamaz. İlla yüz dereceyle korkmak lazım.
Oysaki yüz dereceyle korkması gereken insanoğlu yarım dereceyle bile korkmuyor.
Şmdi buluğumuzdan şu ana kadar geçen mükellefiyet çağımızda acaba neleri takdim ettik, neleri tehir ettik. Namazlardan kılmadığımızı, oruçlardan tutmadığımızı tesbit edip onları kaza etmemiz gerekir.
Canımız tenimizde iken bildirilen amellerden ne kadar çok yapsak, ne kadar çok hayır işlesek yeridir. Ahiretteki bilmek ancak hasreti arttırmak için olacaktır.
İnsan noksanını, hata ve kusurlarını vaktinde bilmesi çok önemlidir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur ki:
“Geciktiriciler helak oldu.” Yakında tevbe ederim diyenler helak oldu, yani tevbeye kavuşmadan öldü.
Dersimizin ayet-i celilesine gelelim:
“Ey insan! Seni O Kerim Rabbine karşı ne şey aldattı?”
Gafiller: “içki içsende olur, Allah kerimdir, milletin hakkını yesende olur, Allah kerimdir, çıplak gezsende olur, Allah kerimdir.” derler. Mevla Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki Allah’ın vaadi haktır. Artık sizi bu dünya hayatı aldatmasın ve şeytan da sizi Allah ile onun affına güvendirerek, aldatmasın.” (Fatır sr:5)
Hemen “Hoca Efendi bu dünyada yemek içmek ihtiyaçtır ama”diyenler olacaktır. Dünyanın açlığını düşünüyor da ahiretin açlığını hiç aklına getirmiyor. Dünyada bir insan aç kalsa acıkır acıkır hiçbir şey bulamaz ise sonunda ölür, fakat ahirette acıkınca ölmek yok, sade aç kalınsa iyi zakkum ağacında yedirecekler, kızgın maden tortusunu içirecekler.
Mevla Teala ayet-i celile de: “Şeytan sizi sakın aldatmasın” buyurmak ile: “Ey insanlar! Niçin aldanıyorsunuz? Ben size ayet indiriyorum, peygamber gönderiyorum. Ban inanmıyorsunuz. Benim sözümle amel etmiyorsunuz.
Ne kitabı ne de Peygamberi var olan bir cahil şeytanın sözüyle amel ediyorsunuz. Evet, ben kerimim amma sen çok ileri gidiyorsun” demek murad etmiştir.
Bu iş şuna benzer; bir kimsenin kalabalık bir ailesi olsa işleri bozulup geçim sıkıntısına düşse onu tanıyan bir zenginde acıyarak ona bir dükkan açsa içine satılacak mallar koyup mağazayı ona teslim etse, oda dükkanda bulunup müşteri bekleyeceğine gidip bir kahvede otursa tanıyanları tarafından kendisine:
“Niçin buradasın?” diye sorulduğunda: “Bana mağazayı açan zengin çok kerim bir insandır o bana mağazayı açtığı gibi onu kendisi çalıştırır parasını da bana gönderir.” demesi gibidir.
Allah-u Teala Hazretleri buyuruyor:
(ders ayeti)
“O (Rab) ki seni yarattı seni düzenledi, sana ölçülü bir biçim verdi.”
“Seni (n organlarını) dilediği şekilde birbirine ekledi.”
Yüce Allah, akıl, irade, kudret, eller, ayaklar yani lazım gelen şeyler verdi.
Cenab-ı Hak Mevlalığını yaptı, sende kulluğunu yap. Mevla Teala şöyle buyuruyor:
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara sr:85)
Nefsin hoşuna giden işlere çalışırsın nefsin hoşuna gitmeyen işlere çalışmazsın. Nefsinin hoşuna gitmayen din-i mübini islam’ın emirlerini, ibadetlerini tatbik etmek Mevlanın emridir. Niye yerine getirmiyorsun?
(Ders ayeti)
“Hayır, siz ceza gününü (görmeyi) yalanlıyorsunuz.”
Değil Kerim olan Rabbine karşı aldanmak hatta ceza gününü tekzib ediyorsunuz.
(ders ayeti)
“Hâlbuki üzerinizde hıfzedici (melekler) vardır. (Amellerinizi yazan ve Allah katında) kerim olan katib melekler var. Her ne yaparsanız bilirler.”
Kiramen Kâtibin melekleri insanın hayır ve şerden yapmış olduğu herşeyi yazarlar. Rabbimiz bizi her çeşit şerden muhafaza etsin.
Mevla Teala’nın “Kerem” liğinden biraz daha bahsedelim. Bütün bu dünya satılsa cennetlerden bir tanesi hatta küçük yeri dahi alınamaz. Mevla Teala o cennetleri kazanmak için bazı farzları emretti ve bize bunları yapmamızı yapabilecek irad-i cüziyyeyi, gücü, kuvveti de ihsan etti, bunun yanı sıra şeriatta kolaylıklarda verdi.
Mesela abdest için su bulamayan bir kimse teyemmüm eder. İşte bunlar Allah’ın keremliğidir. Bunun ötesinde kermlik arayan bela arıyor demektir. Melekler yazıyor, ben karışmam.
İnsanın sağ tarafında bulunan melek, kişi iyi bir amel işlediğinde hemen yazar. Kendisinden kötü amel sadır olduğunda sol taraftaki melek, yazmak ister. Fakat mesabesinde olan sağ taraftaki melek onu: “Belki tövbe eder.” diye yazmasını engeller, yedi saat kadar bekletir. Şayet tevbe etmez ise ondan sonra yazar.
Mevla Teala: “Cennetleri ben yarattım onlara girmek için parasınıda siz bulun” deseydi, elimizden hiç bir şey gelmezdi.
Mevla Teala öyle sevabı bol ibadetler verdi ki, bir kerre “SÜBHANALLAH” demek ile neler kazanılıyor. Namaz kılmak, hacca gitmek, zekat vermekle neler kazanılıyor? Hasılı kelam cenneti yarattığı gibi onu kazanmayıda kolay etti. Neden insan kendi karına değilde cahil nefsine çalışır acaba?
Düşmanlık yapma kimseyle,
Sana nefsin düşman yeter.
Ki senden asla ayrılmaz,
Ona uymak ne de beter.
İnsanın en azılı düşmanı kendi için de. Kendi nefsi. O insan ise bundan habersiz başka düşmanla boğuşuyor. Hangi dövüşmek akla daha yatkın?
(ders ayeti)
“Muhakkak ki iyiler, naim cennetlerindedirler. Facirler (kâfirler) ise cehennemdedir.”
Yüce Allah, bizlere iki yol gösterdi akıllı olan doğruyu seçer hidayet yoluna gider. Akılsız olan delalet yolun seçer. Nefsinin dediğini yapıp Allah’tan sevap uman insan acizdir.
(ders ayeti)
“Hesap günü oraya (cehenneme) atılacaklar”
“Oradan asala çıkacak değillerdir.”
“Bildin mi, nedir hesap günü? Evet, bildin mi nedir hesap günü?”
Yani o ceza günü ne büyük şeydir. Ayet-i celilenin iki defa tekrarlanması ehemmiyete binaendir.
(ders ayeti)
“(O gün) öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahip olamaz. Emir ve hüküm o gün yalnız Allah’ındır”
O günde Mevla Teala’nın izni olamadan hiç bir kimse hiç bir şeye kadir olamaz.

Sohbetler Kitabı
1. cilt sohbet 19
Ders Ayetleri İNFİTAR 1-19
__________________
‎''onlar sanıyorlar ki,
biz sussak mesele kalmayacak.
halbuki,biz sussak, tarih susmayacak..
tarih sussa, hakikat susmayacak........''
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Günün sohbeti: Sizde Virüs Var mı? Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 1 22 Temmuz 2008 02:47
Günün sohbeti:Dört Maddelik Nasihat Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 01 Temmuz 2008 14:19
Günün Sohbeti: Kabuslu Yıllar Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 09Haziran 2008 14:45
Bir Cuma Sohbeti-Mesneviden- Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 09 Mayıs 2008 18:30
Günün Sohbeti:Kimseyi Kınama Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 08 Mayıs 2008 13:18

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.