Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Tevhid Ve Şirk Konuları

Konu Kimliği: Konu Sahibi _bülbül_,Açılış Tarihi:  13 Nisan 2009 (09:23), Konuya Son Cevap : 13 Nisan 2009 (09:47). Konuya 3 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 13 Nisan 2009, 09:23   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:_bülbül_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 468
Üyelik T.: 25 Ekim 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1.210
Konular: 330
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Şer'i hükümlerin sebeb ve illetleri

Şer'i hükümlerin sebeb ve illetleri

Şer'i hükümlerin Sebeb ve İlletleri

ittikadata, ibadata, ukubata ve muamelata ait olan seri hükümlerin birer sebebi, birer hikmeti teşriiyyesi vardır. Bunlara dair yazılmış müstakil eserler mevcuttur. Usulü fıkıh ilmi de bu esbabdan. bu hikemi teşrüyyeden bahsetmektedir. Ezcümle Fenari merhumun (Fu-rfulüibedai) inde bu hususa dair iEsbabüşşerai) unvanile bir bahisi mah*sus vardır.
Şöyle ki: şer'i hükümlerden, meselelerden her birinin istinad ettiği bir sebep vardır. Vakıa ahkamı şeriyye, yalnız icabı ilahi ile sabittir. Bun*da başkalarının tesiri yoktur. Fakat bu hükümler hakkındaki icabı ilanı, sarihan olabileceği gibi delaleten de olabilir. Bu halde biz bu hükümlere şer'i sebeplerin, delillerin delaletile muttali oluruz.
Evet., şüphe yok ki şer'i hükümlerin şarii, ancak Aliahütealadır. An*cak bu hükümleri zahiren bir takım sebeplere izafe etmiş, bu hükümleri o sebepler üzerine müretteb kılmıştır. Bu da bir iutfu ilahidir, mükellefler hakkında kolaylık göstermek hikmetine müstenittir.
Velhasıl: Sebepler, birer emare ve alamettir. Bizim şer'i hükümleri, vazifeleri bilmemize, onları matlup vakitlerde eda edebilmemize yardım etmektedirler. Yoksa bunlar, o hükümlerde müessir, onların vücubünü bizzat müstelzim değildirler.
Sonra bu şer'i hükümlerden her birinin meşruiyetinde bir hikmet, bir maslahat vardır ki bunların bir kısmı zahir, bir kısmı da bir mü*lahaza neticesinde tecelli eder. Daha bir kısmmıdaancak şarii mübin bi*lir.
Bu sebepere, hikmetlere (esbabı şerai}, (hikemi şerai) ve (hikemi teşriiye) adı verilmiştir.
Bu hikmetler, maslahatlarda şer'i hükümlerin nefisleri için değil, meşruiyetleri İçin birer sebebi gai mesabesinde bulunmaktadırlar. Bun*lara kısmen işaret edeceğiz.
İtikatlara müteallik hükümlerin esbabı, bizim, varlığı-mızdır, ve bizleri muhit olup halikımızın varlığına şahadet eden mükev-venatın varlığıdır.
Şöyle ki: itikada vesaireye ait eshabı zahirenin bir kısmı; nas ile, icma ile sabittir. Mesela: Alahütealaya iman için, yani: onun vücudunu, vahdaniyetini vesair sıfatlarım tasdik ve ikrar içm içinde yaşadığımın bu alemin hudusü, adem ile mesbuk olması, bir sebebdir. Binaenaleyh o halikı zişana iman etmek, her akıllı kimse için bir vazifedir. Hatta mü*meyyiz bir çocuğun bile imanı sahihtir. Çünkü bu imanın sebebi olan afak ve enfüs, mevcuddur, mütehakkiktir. Bu imanın rükünleri olan tasdik ve ikrar da mevcut bulunmuştur.
Vakıa bir mümeyyiz çocuk, hakkında henüz teklif bulunmadığı için iman ile muhatab değildir. Fakat kendisi nazar ve teemmüle müstait ol*duğu için vuku bulacak imanı şer'an muteberdir.
İtikatlara ait hükümlerin hikem ve mesalihine gelince bunlar da dini hakkı hıfz etmek, dünyada da, ahirette de selamete, ebedi saadete nail omlaktır. Dünya hayatındaki selamet ve saadet: hadisi şerifinden münfehim olmaktadır. Şöyle ki: bir şahıs, bir kavm, kelimei şahadeti söyliyçrek islamiyeti kabul etti mi ca*nı da, malı da müslümanlar arasında masum bir halde bulunur, islam camiasına dahil olur. Müslümanların himayesini, uhuvvetini ihraz eder.
Ahıret hayatındaki saadete gelince: bir mümin; ahirette cennete girer, rüyetullaha nail olur. Artık bundan yüksek bir saadet mi olur ? Bir mümin, dünyadaki bazı günahlarından dolayı ahirette muazzeb olsa da bu, binnisbe hafiftir, müebbed değildir. Ve bazı günahkar müminler hak*kında afvı ilahinin tecellisi de me'muldür. İşte bunlar, bütün güzel iti*katların birer hikmeti, birer faidei ebediyyesi bulunmuştur,
ibadetlerin esbabına gelince bunlardan namazların sebebi muayyen vakitlerdir. Zekatın sebebi, nisab mikdarı mala maluliyettir. Orucun sebebi, ya ramazanı şerif günlerinden herhangi biridir veya ra*mazanı şerif ayma kavuşmaktır. Haccm sebebi, Kabei Muazzamanm var*lığıdır. Vakit ise cevazı edasımn şartıdır, istitaat de vücubi edasının şar*tıdır. Cihadın sebebi de düşmanın mevcudiyeti, fitnenin, hayatı islami-yeye sui kasdin melhuziyetidri. Bunların hikemi şer'iyyesi de kısmen şun*lardır.
(1) : Namazın başlıca hikmetleri AUahütealaya tazim, nimetlerine, şükür ve uhrevi sevaba nailiyettir. Namaz vasıtasile Hakteala hazret*lerine ikbal ile tazimat arz edilmiş olur. Masivadan kavlen, filen, zahi*ren ve batınen ıraz ile Hakka teveccüh edilmiş olur. Namaz, müminlerin miracıdır, bir müminin manevi kurbiyyete nailiyetİ bu vesile ile kabil olabilir. Bunun maddi, -sıhhi menfaatleri de malumdur.
(2) : Zekatın şer'i hikmetleri de günahlardan temizlenmek, Hak Tealanın zatı akdesinemanen kurbiyet peyda etmektir, fakirlerin ihtiyaç*larını azaltmaya çalışmakla onların kalblerini tatyib, muhabbetlerini celh eylemektir, mal ve servetin bereketini temine muvaffak olmak, kalbi cim*rilik reziletinden, dünyaya düşkünlük hassasetinden beri kılmaktır. Bunun neticesinde de insan, cud ve kerem ile, muhabbeti ilahiye ile, mah*luku hüdaya şefkat ve merhamet hissile muttasıf olmuş olur.
Zekat, nimetin bir şükranesidir. Şükr ise nimetin artmasına vesile*dir. Netikem bir ayeti kerimede eğer şükr ederseniz elbette nimetlerinizi arttırırım) buyurulmuştur. Bir hadi&i
şerifte de = İlahi! infak edene helefi, imsak edene de telefi tacil buyur) diye varid olmuştur.
(3) : Orucun hikmetlerine gelince: oruç, mutedil bir riyazettir, insanın nefsi emmaresini kahra, batınım tasfiyeye vesiledir. Oruç sa*yesinde kalb, ilahi hikmetlerin nüzulüne mahal olmaya salih bir hale gelir. Oruç tutan, yemek ve içmekten münezzeh olan Haktealanın ahlafii-le tahalluk etmiş olur. Oruç, riya şaibesinden beridir. Çünkü buna baş*kası muttali olamaz. Binaenaleyh bunun sevabı da o nisbette ziyadedir. Orucun sıhhi bakımdan f aideleri de malumdur.
(4) : Haccm meşruiyetindeki hikmetler de pek çoktur. Ezcümle hac; islamm izzetini, müslümanlarm birliğini, kardeşliğini izhara vesile*dir. Her taraftan gelip toplanmış olan müsiümanlar, birbirinden çok isti*fade edebilirler. Hac, en faideli, kudsi bir seyyahattir. Orada toplanmış, dünya libasından soyulmuş, beyaz ihramlara bürünmüş olan muazzam bir kütle, haşri ekberden hir numune teşkil eder. Hacda nefsi öldürme vardır. Her hacı, ehlinden, ünsiyet etmiş olduğu kimselerden ayrılmış, huzuzatmı, şehevatım bırakmış, badiyeye girerek kendisini bir takım mel*huz tehlikelere atmış fedakar bir müslümandır. Arafat, arasattan bir nu*munedir. Heceri Esadi istilam da yevmi misaktaki ahdi tecdid demek*tir. Hac aleminde -ölmenizden evvel ölünüz» sırrı tecelli eder. Bu ihtiyarı mevt sebebile de insan için bir hayatı tayyi-be yüz gösterir, bir ruhi şehanıet tecellieder, binihaye eltafı ilahiyeye nailiyet husule gelir.
(5) : Cihadın hikmeti teşriiyesine gelince : cihad; kelimetullafrı ilaya, islam varlığını muhafazaya, enbiyaı izamın bi'setlerindeki gayeyi tahkike vesiledir ki o da kulları hak yoluna davet, alemi fesaddan tahli*ye, nasi ebedi şekavete sebep olan küfürden tahlis etmektir.
Cihadda hakkın düşmanlarım ta'zip, Allanın dostlarının sinelerini tehzip vardır. Vakıa cihadda ibadi tazip, biladi tahrib ciheti vardır: Fa*kat racih bir maslahatı mutazammın olduğu için meşru bulunmuştur. Her işin hükmü, kıymeti, neticelerine, akıbetlerine göredir.Hızır aieyhissela-mın bir takım fakirlere ait bir sefineyi rahnedar etmesi, hasta bir şah*sın acı bir ilaç içmesi, bütün birer akıbeti haseneye müstenittir.
İlahi nimetlerle dolu bir alemin ebedi hayat ve saadetine kavuşmak için de fani hayatı hak yolunda feda etmek ciheti iltizam olunur. Bir gazi her halde iki güzellikten, iki nimetten birile mahzuz olur. Bu, ya ganimet*le sevaba nailiyettir veya ülüTelbabm gıpta edecekleri şahadettir.
imam Ali. radıyallahü teala anh demiştir ki : «Ölüm her halde mit-tehakkıktır, artık ölümün Allah yolunda olması ehaktır, evladır. *
Hasılı, yurdunu, mukaddesatını müdafaa için cihad meydanına atı*lan bir müminin hayatı da, memati da gıptalara şayandır.
Kısas, hudud, kefaretler gibi cezaların, zacirlerin, esbabı ve hikerni teşriiyesi de tafsile tabidir. Şöyle ki:
Kısasın sebebi haksız yere amden katildir. Hadlerin sebebleri, müs*kiratı istimal, gayri meşru mukarenet, afif kimselere kazf. başkasının malını sirkat, yemine ademi riayet gibi şeylerdir. Bunların meşruiyetinde-ki hikmetler, maslahatlar ise şu vecihle hülasa edilebilir:
(1) : Kısasın meşruiyeti, hayatı idame içindir. Çünkü sizin için kısasta bir hayat vardır) nazmı celili man-tukunca kısas, cemiyetin hayatını vikayeye vesiledir. Bu hususta şerif ile hasis arasında fark yoktur. Çünkü hepsi de kullukta, insanlıkta mü-tesavidirler. Maamafih iki şahıs bulunamaz ki aralarında vasfen tefavüt bulunmasın, eğer bu cihet nazarı itibara alınacak olsa kısas, müteazzir olur, fitne temadi eder. Kısas ise zulmen katil suretile parlıyan bir fitneyi teskin için maşru kılınmıştır. Kısas korkusu, mütecasirleri katle cür'et-ten men edeceği cihetle şahsi hayatı da sıyanete medardır, adaletin tecel*lisine hadimdir.
(2) : Haddi şürbün meşruiyeti, aklı muvakkaten olsun selb eden haram içkilerden vikaye hikmetine mübtenidir. Dini islam, akıl ve irfan üzerine müesses ilahi bir dindir. Peygamberimizin en büyük mucizesi de bir mucizei akliyye olan Kur'anı Mübindir. Kur'amazim ise bir esrar ve ahkam hazinesidir, ulemayı ümmet, bundan aleddevam ahkam ve esrar istinbat etmektedirler. Binaenaleyh ümeti islamiyye. aklı setr ederek bu gibi mealiyi tefekküre velev muvakkaten mani olan şeylerden memnu bulunmuşlardır. Ta ki daima akıl ve hikmet dairesinde hareket etsinler, daima dinlerinin mehasin ve mekarimini tefekkür edebilecek bir halde bu*lunsunlar. Bu cihetle sair ümmetlerden daha ziyade muhtaç bulunmuş*lardır ki, bu da haklarında bir imtiyazı mahsustur.
Müskirat, hayata, servete, nizamı ammeye muzirdir. Müskiratın bi*dayeti islamda hemen haram olmayıp da bir müddet'sonra tahrim edil*mesi, müskiratın fenalığını ümmeti merhumenin muayene ederek bunla*rın, tahrim buyurulmasmdaki lutf ve keremi güzelce aniiyabilmeleri hik*metine müstenit bulunmuştur. Maamafih mutad bir şeyi defaten mende ademi inkiyat ihtimali mevcut olduğundan bunun tedrici surette men'i de hikmet muktezasmdan bulunmuştur.
(3) : Haddi zina, haddi kazf, haddi sirkatin meşruiyetlerindeki hikmetlerde şahısların ve cemiyetlerin nezahetini muhafaza, şerefini vikaye, hayatını, emvalini sıyanet gibi şeylerdir. Filhakika haddi zina, nesebi, if*feti muhafazaya hadimdir. Haddi kazf, nassm ırzını, şerefini korumay;-vesiledir. Haddi sirkat, halkın malını, servetini tecavüzden vikayeye se-bebdir. Bunlar ise zaruriyyatı hayatiyyedendir, bunları her vecihle sıya-net ve himaye elzemdir.
(4) : Keffaretlere gelince bunlar, ibadetle ukubet cihetini cami bu*lunmaktadırlar. Bunlardan her birinin hikmeti meşruiyeti de pek mü*himdir. Keffareti savm, keffareti zihar, keffareti yemin, keffareti kati vesairenin kendilerine mahsus nice faideleri vardır. Ezcümle bunlar, gü*nahları setr ederek sevaba vesile olur. Bunlar, nefse, dine tecavüzden in*sanı zecr eder.
Mesela : hata yolile öldürülen bir müslimin veya bir zimminin di*yeti verilmekle bu yüzden husule gelen bir zarar mümkün mertebe telafi edilmiş olur. Ve bundan dolayı keffaret olarak bir rakabe azad edil*mekle de ifna edilen bir nefs mukabilinde bir mümin köle veya cariye manen ihya edilmiş olur ki, bu da islamiyetin hürriyeti beşeriyeye ne ka*dar kıymet verdiğini gösterir.
Rakabe azad etmekten aciz olan kimse ise bir nefsi mümine karşı*lık olmak üzere kendisinin aduvvullah olan nefsini manen öldürmek için iki ay muttasıl surette oruç tutar. Hataen katildeki cinayet, pek çirkin olduğu gibi bunda keffaret olmak üzere fukaraya taam itam edilmesi kafi görülmemiştir-. Sair keffaretler ise bunun hilafmadır.
519 -: Muamelata gelince bunların başlicaları : münakehat, mv.-farekat, ı'tak, ıstıyad, zebh] hayvanat, mübayaat, icare, şirket, müzarea, müsakat, suların taksimi .vekalet, kefalet, havale, emanet, hibe, vasiyet, isa. vakıf, muhasemat, şahadet, musaleha, kaza, irs gibi şeylerdir. Bun*lardan her birinin bir sebebi vardır. İnsaniyet aleminin mukadder olan güne kadar bir intizam dairesinde devamını temin, bir şeye meşru su*rette malikiyyet bu esbab cümlesindendir. Bunlardan her birinin meşr1.;-iyetindeki hikmete gelince bunlara da icmaleh işaret edeceğiz. Şöyle ki:
(1) : Münakehatm hikmeti meşruiyeti, insan nevinin mukadder gü*ne kadar bekasına ve bu suretle insanlık aleminin devamına hizmet etmek*tir. Nikah, Hazreti Ademden mevrus bir sünneti asliyyedir, bir çok dini ve dünyevi maslahatları mutazammındır. Bu cihetle nikah, ibadet mana*sını müştemil ve nafile ibadetle iştigalden efdaldir. Nikah, beşeri tabia+-lerdeki şehvani temayüllerin gayri meşru neticeler vermesine manidir. Neseb ve sıhriyyet, birer nimettir. Bu cihetle Hak Teala bunları imtina r. bakamında beyan buyurmuştur. Bu nimetler ise nikah sayesinde tahak*kuk eder.
Resulü Ekrem Efendimiz, nikaha tergib buyurmuştur. Ümmeti merhumesinin artmasına vesile olacağı cihetle pek memduhdur. Maamafih şeraitini cami olmıyan kimseler hakkında nikah, bazan mekruh ve* ya haram olur.
(2) : Mufarakatin hikmeti teşriiyyesi de görülen bir lüzuma meb-ni nikah rabıtasını talak ile, fesh ile bertaraf ederek dini ve dünyevi mah*zurlardan halas olmaktır. Nikah bağlılığını izale etmek bir mufarakat ha*disesidir ki bu, haddi zatında menhiyyün anhdir. Fakat bazan nikahtan beklenilen maslahatlar hasıl olamaz. Zevç ile zevce arasında vücudu mat*lup olan imtizaç ve istinasdan eser görülemez. O halde mufaarakat, bir halas çaresi olur, her iki tarafa yeni bir hayat verir.
(3) : 1'takın meşruiyeti de insaniyete hizmet, sevaba nailiyyet hik*metine müstenittir, insanlar, esasen hür olarak yaratılmışlardır. Ancak küfrün bir cezası olmak üzere rık, esaret tecviz edilmiştir. Küfür, rıkkın sebebidir. Bu rıkkın devamı için sebebinin devamı lazım gelmediğinden bir rakik, bilahare müslüman olduktan sonra da rakik olarak kalır. Çün*kü hükmün bakası, sebebinin bakasından müstağnidir. İşte bu rık, biı-manevi zaftır, insan bu yüzden kudreti şer'iyyesini gaib eder, velayette, tasarruf atta, istiklal gibi salahiyetlerden mahrum kalır, bir nevi cemada-ta mülhak, ibtizale maruz bulunmuş olur. i'tak ise böyle bir insanı bu me*zelletten kurtarır, onu hürriyete kavuşturur, ona kuvvet verir, onu insa*ni haklardan tamamen müstefit eder. Şeriatı islamiyede hürriyet matlup olduğundan köleleri, cariyeleri azad etmek taatten sayılır, bu hususta bir takım hükümler ve dini tergibler mevcuttur.
(4) : Istıyadın hikmeti meşruiyeti, ammenin refahına hizmettir. Çünkü ıstıyad = avcılık da bir rızk yoludur. Hak Teala Hazretleri bir takım hayvanatı insanlara bir gıda olmak içinyaratmıştır. Avcılık yapan kimse, nasın mallarına göz dikmekten beri, itisaf küduretinden müte-berri bir surette rızkını temine çalışmış olur. Ancak bir kısım nab = azı dişi ve mıhleb -yırtıcı pençe sahibi olan hayvanlar, haram bulunmuş*tur. Bunların etleri yiyilemez. Çünkü bu hayvanların tabiatlerinde zulra ve eziyet vermek hasleti vardır. Bu haslet ise bir manevi pisliktir ki, bu hayvanların etlerini yiyecek kimsenin tab'ına sirayet eder. Bunun içindir ki peygamber efendimiz )buyurmuştur. Yani: çocuklarınızı ahmak kadınların sütlerile emzirtmeyiniz, çünkü süt, tesir eder. Nitekim: «ameller, haram ve habis lokmanın fesadile fasid olur» di*ye de hükm edilmiştir.
Deniliyor ki : lokma, amelin mayasıdır. Lokma hayırlı olursa amel de hayırlı olur. Bilakis lokma şerli olursa amel de şerli olur. Ha*ramdan başka değil, naa'siyete hasıl olur. Halalden de ancak hayır husule gelir. Adeti ilahiyye böyle caridir. Ezcümle haram olan doğan etini yi-mekten kibr ve izaa vücude gelir. Hınzir etini yimekten son derece hırs, hasaset, kılleti gayret ileri gelir, ehli merkeb etini yemekten de beladet, sui edeb tevellüt eder. işte bazı şeylerin hürmeti, bu gibi hikmetlere meb-nidir.
(5) : Hayvanatın kesilmesindeki hikmeti şer'iyye de, onları temiz olmıyan maddelerden tathir vesairedir. Hayvanların hayatını boğazla*mak suretile gidermek, en az bir say ile kabil olur. Bununla hayvanın ec*zası temiz olmıyan hanlardan tathir edilmiş bulunur.
Hayvanları Allahü Tealamn mübarek ismine mukarin bir halde bo*ğazlamakla da kendi mabutlarını zikr eden gayri müslimlere muhalefet edilmiş, Hak Tealanı» mukaddes ismile feyz ve bereket husule gelmiş olur.
Kurban zebhinde ise bir ziyafetullah manası vardır. Bu kurban eti*nin üçte birini ahibbaya hibe, üçte birini de fakirlere tasadduk, mütebaki üçte birini de kendi nefsi ve ailesi için imsak etmek mendubdur.
Kurban kesmek, bir kurbettir, ümmeti islamiyye hakkında bir kera*mettir, sevaba vesiledir.
(6) : Mübayaat = alım satım, içtimai hayatın ihtiyaçlarını teh-vin hikmetini mutazammmdır. Bey' ve şira, icrayı sanat, maaş ve mead işlerini tanzime hadimdir. Çünkü ticaretle, kesb ile beldeler imar edilir. İbadullaha mukadder olan rıkzları kavuşur, tacirler, Allanın amilleri sa*yılmıştır. Ticaretle Allah Tealamn fazlı taleb olunur. Bu sayede güzelce yaşayış temin edilir.
Kesb, enbiyayı izamın sünnetidir. Her peygamber bir kesb tarikine salik olmuştur. Ancak riba gibi nizaa müeddi, adi ve ihsana münafi olan bazı muameleler haramdır. Bunlar, Hakkullahtan dolayı memnudur. Akid-ler, razı olsalar da bunlar halal olmaz. Riba, gasbdari, sirkatten daha çir*kindir. Çünkü ribada Allah Taalaya karşı adaletten udul suretile bir mu*arıza vardır.
Bunun içindir ki, ribaya sapanlar hakkında buyurulmuştur. Yani: yok, eğer ribayı bilip de terk etmezseniz, size karşı Allah ile peygamberi tarafından bir harb vuku bulacağı malumunuz ol*sun. Ne büyük tehdit i.
(7) : Icareye gelince bunda da bir takım ihtiyaçlardan kolaylıkla kurtulmak maslahatı vardır. Her kimse eve, dükkana ve emsaline ma*lik olamaz ve her kimse servetini ticaretle tenmiye edemez. Binaen-alyh bazı servet sahipleri icareye vermek üzere akar ve emlak tedarik ederler. Akar ve emlake muhtaç .olan bir kısım kimseler de isticar sure*tile bu ihtiyaçlarım bertaraf ederler. Veliı_sıi: icare muamelesinden hem mucir, hem de müstecir olanlar müstefit olurlar.
(8) : Şirketlerin hikmeti teşriiyesi de, cemiyet hayatının refah ve suhulet içinde inkişafıdır. Malumdur ki bazı kimseler, kendi başlarına bazı işleri görmeğe kadir olamazlar, bazı küçük sermayeler de büyük iş*leri başarmaya kifayet etmez. Bu cihetle başkalarile mesai teşrikine ve küçük sermayeleri birleştirmeğe ihtiyaç görülür. İşte şirketlerle bu ihti*yaçlar temin edilir, iktisadi inki§aflar vücude gelir, medeni terakkiler tecelli eder. Elverir ki şerikler arasında samimi tesanüd ve istikamet bu*lunsun.
(9) : Müzaraanın, müsakatm; yani ekincilikle ve araziyi sulamak*la, imar etmekle iştigalin hikmeti teşriiyesi de zahirdir. Bunlarda da şirketlerdeki faideler, maslahatlar mevcuttur. Hak Teala Hazretleri, ha-yatımızın devamını bir takım gıdai maddelerin vücuduna rabt etmiştir. Halbuki herkes, bunları bizzat istihsal edemez. Ve herkes, araziye, bos*tanlara, ağaçlıklara malik olamaz, bunları ıslaha, imara muktedir bulu*namaz. Binaenaleyh bu hususta da karşılıklı mesai ve teavün cereyanı. içtimai hayatın icabianndan bulunmuştur ki, insanlar bu sayede teshi-lata, maişetlerini elde etmeğe muvaffak olurlar.
(10) : Bir kısmı suların taksimata tabi tutulmasmdaki hikmet ve maslahat da tevzii adeleyte riayet, içtimai ihtiyaçları bir muntazam usul dairesinde temin gibi şeylerdir. Malumdur ki hakkı şirbe dair bir takım hukiki meseleler vardır. Suların, münasib taksime tabi tutulması bir ada*let eseridir, alemin nizam ve intizamına hadimdir. Çünkü sular, haddi zatında mubah şeylerdir, eğer bir kısım ırmak vesaire suları birer mü*nasib vecihle taksime tabi tutulmasa cemiyet efradı arasında nizaa mü-eddi olur, bir nice insanlar, topraklarım sulamak nimetinden mahrum ka-lir, ihtiyaçlarım istifaya kadir olamazlar.
(11) : Vekaletin meşruiyeti de içtimai hayatın bir kısım hacet*lerini temin ve teshil hikmet ve maslahatına müstenittir. Çünkü herkes, kendi işini daima bizzat yapamaz, onun yolunu bilemez. Bir hakkın zu*huru veya bir maksadın husulü için çok kere vekalete lüzum görülür. El-fverir ki, vekil, ehliyeti haiz. istikametle muttasıf bulunsun.
(12) : Kefaletin hikmeti şeriyyesi de medeni ve içtimai hayata yar*dımdır. Kefalet, bir ihtiyaç, bir teavün neticesidir. Çünkü bir kısım med*yunlara, müteahhitlere itimad edilmiyebilir. Kefalet ise bu itimadı temin, medeni muamelelerin emniyetle cereyanını teshil eder. Maamafih kefa*lette bulunan, mürüvvette, şefkat izharında, kardeşlik, insanlık hakkına riayette bulunmuş olur.
(13) : Havalenin hikmeti teşriiyesi de içtimai hayata hizmettir. Ha-- vale, içtimai bir ihtiyaç neticesidir. Bu sayede iktisadi hayatta bir inki*şaf yüz gösterir. Maamafih havale, bir teavün eseridir. Bunda bir insanın zimmetini borcdan kurtarmak, onu mütalebe zilletinden halas etmek gibi güzel bir hizmet vardır. Bu yüzden mahzun, mükedder bir kalb, sevindi*rilmiş olur. Bir hadisi şerifte : «insanın kalbine sevinç bırakmak, mağ*fireti icab eden şeylerdendir.» diye buyurulmuştur. Bir rivayet de şüy!a varid olmuştur: «Kul kabrinden kalktığı zaman kendisini ilk karşihyacak şey, bir müslüman kardeşinin kalbine idhal etmiş olduğu sürür olacak*tır ki, bu sürür, güzel yüzlü bir surette temessül ederek.onu hayr ile müj*deleyecektir.»
(14) : Emanetlere riayetin hikmeti şeriyyesi de bedihidir. Cemiyet arasında vedialar, ariyetler,'lukatalar, birer emanet olmak üzere teca*vüzden masun bulunmak lazım gelir. Bu, cemiyetin menfaati icabların-dandır.
Emanetlere riayet edilmesi, şahsi haklara riayetin bir neticesidir. Emanetlere hıyanet edilmemesi, cemiyet arasında mukabil teavün ve tenasurun cereyanına hizmet eder, ihtiyaçları tehvine vesile olur. E-manetlere hıyanet eden bir cemiyet efradı arasında ise emniyetten, iti*mattan eser kalmaz. Şahsi haklar zayi olur, amme menfaatleri muh-tel olur, hayırhahlık yerine bedhahlık duygusu kaim olur.
Velhasıl: emanetleri muhafazaya çalışmak bir vecibedir, bir mü*rüvvet ve insaniyyet eseridir. Emin olan kimse, Allah Teala ile kullan yanında sevimlidir. Bir hadisi şerifte: (Emanete riayet zenginliği, hı*yanet de züğürtlüğü celb eder» buyurulmustur. şüphe yok ki Allah Teala, emanetleri müstehiklerir.p vermenizi size emreder) nazmı celili de emanetlere riayetin lüzumunu natıktır.
(15) : Hibenin meşruiyeti de beşeriyet aleminde mürüvvet ve ih*sanın tecellisini, kalblerin, birbirine temayülünü temin hikmetini haizdir. Evet, hibe, bir mürüvvet eseridir, kalblerin tesanüdüne, birbirine tema*yülüne bir vesiledir. Nasm hayırlısı, nasa, menfaat bahş olanıdır. Vahib, Kerim, rahim olan hallakı zişanın ahlakile tahalluk etmek kemalini ihra*za çalışmış olur.
Deniliyor ki : ihsan, kalbleri sayd eder. insan, abidülihsandır. Eb-rarm cudunda ahrann istirkakı vardır.
Resulü Ekrem Efendimiz buyurmuştur. Evet karşılıklı hediye verilmesi, kalblerdeki buğz ve adaveti giderir, dostluğu kuvvetlendirir.
(16) : Vasiyyetin meşruiyyeti, hayattaki tefritleri, israfları, nok*sanları telafi hikmet ve maslahatım mutazammındır. insan, bir takım emeller ile mağrur olur, güzel ameller hususunda ise taksirden kurtula*maz, kendisine arız olan bir hastalıktan dolayı hayattan mahrum kala*cağından korkup mafatı telafiye muvaffak olmak isteyince vasiyette bu*lunur. Eğer ölürse uhrevi maksadı tahakkuk eder, sıhhat bulursa muhayyerdir, bu vasiyetten dönerek, malını daha mühim maksatlarına sar* edebilir.
Vasiyet, enbiyayı izamın sünnetidir, Netikem bir ayeti kerimede ve ibrahim oğullarına bu islamiyyeti tav*siye eyledi) buyurulmuştur.
Vasiyette mekarimi ahlak ile temerrün hasleti vardır. Vasiyet de vakıf gibi bir sadakai eariye mahiyetinde olabilir.
Bazı vasiyetler, farzdır: borçlan, keffaretleri eda ve kaza etmek hu*susundaki vasiyetler gibi. Bazı vasiyetler de nafiledir, bir malı bir hayir-h mevzie vasiyet gibi. Evlad ve ahibbaya hak üzere sebat etmelerini va*siyet ve tavsiye de bu kabildendir.
(17) : Isanm -birini vasi tayin etmenin hikmeti meşruiyeti de bir vecibeyi ifa veya bir insani vazifeyi icra etmek gibi şeylerdir. Bir kim*senin kendi yerine emin bir zatı ikame etmesi vefatından sonra görülecek bir takım işleri böyle bir zata havale eylemesi bir kiyaset eseridir bir şef*kat nişanesidir. Vasi olacak zatın bir isayı kabul etmesi de kardeşlik. dosluk hukukuna riayet, hüsnü ahde vefa. iutf ve ihsan ile ittisaf alamo-tidir.
(18) : Vakfın meşruiyeündeki hikmet ve maslahat da diyanet ve insaniyete daimi bir halde hizmet etmektir. Vakıflar, islam milletiniı: müşterek ve manevi servetini teşkir eder. Vakıflar sayesinde bir takın servetler, amme menfaatine tahsis edilmiş, bu servetlerin meşru suretle devamı, tenmiyesi emniyet altına alınmış olur. Vakıflar, vasiyetlerde1.) efdai birer sadakai cariyedir ki vakıflarının amel defterlerine vefatların*dan sonra da sevab yazılıp durmasına vesile olur.
(19) : Muhasematın = davada bulunmanın meşruiyeti de bir takını meşru hakların zuhurunu, »muhafazasını temin gibi maslahatlara, hikme!-lere müstenittir. Başkalarına zulm eden, başkalarının haklarına riayet*kar olmıyan kimseler aleyhine açılan bir dava, o kimseleri çok kere hakkı kabule ilca ederek kendilerini sahati ilahiye hedef olmaktan kur*tarır ve cemiyet arasında ferdi münazaaların, adavetlerin zuhuruna mani olur.
Maamafih bazı hususlarda davadan sarfı nazar etmek, bir hakkı mütecavizine halal kılmak, kardeşlik hakkına riayet ve şerefi, mürvetı sıyanet bakımından evla bulunur. Ancak hak sihibi, hakkına tecavüz eden şahsı ziyade husumette bulunmaksızın mümataladan, günahtan kur*taracağını bilirse aleyhine dava açması, müstahab olur.
(20) : Şahadetlerin meşruiyetindeki hikmet haklan izhara hizmet*tir. Filhakika şahadet, izharı hakka bir hizmettir, Şahid, şahadetini ol*duğu gibi eda ile memurdur. Şahadet, şahidin yanında ilahi haklardan bir emanet demektir. Artık şahidin bu şahadette hıyanet etmesi caiz
olamaz.
Şahadetin en aşağı nisabı ikidir. Ta ki şahidin sıdkı zahir olsun. Çün kü bir şahidin ifadesine beraeti zimmet veya dava edilen" şeye müdetea aleyhin vaz'ı yedi muarız bulunur.
Gayri meşru mukareneter hakkında dört şahidin lüzumu ise bir ta*kım mefaside mani olmak, nas arasında fevahişin teşhiri hususunda ihti*yata riayet eylemek içindir. Çünkü namus ve haysiyete yanlışlıkla vurula*cak bir darbenin tamiri artık kabil olamaz.
(21) : Musalehanın hikmeti şer'iyyesi de insanların aralarını ıslah ile münazaaları bertaraf etmek gibi şeylerdir.
Sulh, ya an ikrarın olur. Bu halde davacı, malını bezi ile veya bir hakkını imhal suretile bir mürüvvet eseri göstermiş olur. Veya an ihka-rin olur. Bu halde de mürafaat külfeti ber taraf edilmiş olur. Çünkü her şahid, adilane şahadette bulunamaz, her hakim de adaletle hükm ede*mez. Yemin etmemek İçin malı feda etmek İse yemine bir tazimdir ve ır*zı; namusu sıyanettir. Artık sulhu tecviz etmemek, fitnenin zuhurunu, dava külfetinin bakasım, adavetlerin devamım istemek demektir ki asla doğru olamaz.
(22) : Kaza = muhakemenin hikmeti teşpiiyesi de adaleti temin, hukuku sıyanet gibi şeylerdir.
Kaza, şer'i şerifin hukukunu ikame demektir. Hakimlerin huzuria-rmdaki dava, kıyamette, ( r^\ Ja ^ ) -bugün zulümden eser yok*tur) diye nida edilecek günde allamülguyub olan Hak Tealanın huzurı adaletindekİ kıyamı hatırlatmaya bir vesiledir.
İnsanlardaki hava, akl ve şer'a galib gelmekte olduğundan kendileri için bir hissi zacire ihtiyaç vardır, ta ki nizamı alem, devam etsin. işte kaza ciheti, böyle bir zacir ve mani olup bu nizamı idameye hadim bulun*maktadır.
(23) : irsin, tevarüsün hikemi şeriyyesi de mülkiyet hakkını mu*hafaza, aile hayatım sıyanet, karabet hukukuna riayet; iktisadi faali*yetin devamım, inkişafını temin gibi maslahatlardır.
Şeriat! islamiye, ferdlerin, malikiyet hakkını tammış, bu hakka bü*yük bir kıymet ve ehemmiyet vermiş, bu hakkın mahfuziyetini iltizam Duyurmuştur, irs ise bu hakka malikiyetin meşru bir neticesidir.
Ferdlerin mülkiyet hakkına nailiyetleri, onların şereflerini yüksel* tir, İstidatlarının tecellisine vesile olur.
Şeriati islamiye, herkesi kendi menfaati namına çalışmak için mesai sahasında serbest bırakmıştır. Kendi mesaisinden ileride kendi ailesi ef-radının, kendi kariblerinin müstefid oiamıyacağını bilen bir şahsın hayatı felce uğrar, iktisadi faaliyeti sektedar olur, bütün günleri bir yeis ve keder içinde geçer gider. Böyle bir kimsenin faaliyeti başkalarının taz*yikine bağlı olacağından mihaniki bir hareket kabilinden sayılır. Böyle bir hal ise insanın yüksek kaderini mahv eder, insanı hürriyet nimetinden mahrum bırakır, esaret ve zillet içinde yaşatır.
Cemiyetlerin meşru surette terakkisi, ferdlerin kendi istidatları nis-betinde çalışmalarına ve bu çalışmalarının semeresini elde edebilmelerinp bağlıdır. Mülkiyet ve veraset haklarından mahrum bırakılan ferdler ise istidatlarının semerelerinden mahrum kalmış olurlar. Bir takım kabili*yetsiz şahıslar ile müsavi tutularak haklarında adalet kaidelerine riaye!. edilmemiş olur. Bunun neticesinde de bir çok cebri, fevzavi hadiseler, ha*ileler yüz gösterir.
Halbuki içinde yaşadığımız bu alem, bir imtihan, bir müsabaka, bir mesai alemidir. Bu alemde herkes kendi istidadının, kendi mesaisinin, se*merelerini iktitaf etmek lazım gelir. Adaleti teşriiye, bunu muktezidir.
Binaenaleyh şeriati islamiye. herkesin maiikiyet ve tasarruf hakla*rını tanımış, tayin etmiş her şahsın vefatında raetrukatmm muayyen kariblerine intikal edeceğini kabul ederek bu hakları en adilane, en ha*kimane bir surette himaye buyurmuştur.
Yazar Mustafa Refik
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi _bülbül_ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Adem olmaktır tek hevesim Şiirler ve Şairler kurtmehmet 3 2446 22 Mayıs 2010 11:27
Dostlarımız........ Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler su damlası 4 2177 09 Mayıs 2010 10:35
İsmailce kurban olabilmek Hacc-Umre-Kurban kurtmehmet 3 2936 21 Kasım 2009 20:58
Ömür seccadesini gönül dergahına serenlere...... Makale ve Köşe Yazıları _bülbül_ 2 2196 12 Kasım 2009 21:52
çarpık çağ..... Şiirler ve Şairler _bülbül_ 2 1919 12 Kasım 2009 21:43

Alt 13 Nisan 2009, 09:31   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:_bülbül_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 468
Üyelik T.: 25 Ekim 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1.210
Konular: 330
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart şer' i hükümlerin mahiyet ve rukunları

Hükm, lügatte bir şeyi diğer bir şeye isnad etmektir : «Bu mal benimdir», «Bu iş faidelidir» denilmesi gibi Usul ıstılahınca: hükmü şer'i; mükellef olan kimselerin isledikleri şeylere taalluk eden hitabı ila*hinin eseridir Şafiilerden bazılarına göre ise bizzat hitabı ilahidir
Mesela : «Bu şey halaldir», -sBu şey haramdır» diye tarafı ilahiden beyan buyurulsa Hanefilere göre bu beyanın eseri olan halal ve haram birer hükmi şer'i olmuş olur Bazı zevata göre ise hüküm, bu beyanı ila*hiden ibarettir
Kezalik: Hak Teala Hazretleri: «Şu işi yapınız» diye emr etse bu emrin eseri, farziyetten ibaret bir hüküm olmuş olur Bilakis «Şu işi yap*mayınız» diye nehy buyursa bunun eseri olan hürmet de yine bir hükmi şer'i bulunmuş olur Bazı zevata göre iae bu emrin ve nehyin bizzat ken*disi birer hükmi şer'idir
Velhasıl : bizce böyle bir enirin veya nehyin üzerine terettüb eden faide, netice, meşruiyyet veya memnuiyet birer hükümdür Asıl hitabı ilahiden maksat ise kelamı ezelidir Kelimatı Kur'aniyye = nasların la*fızları ise bu ezeli kelamı anhyabilmek için birer alamettir
Şer'i hükümlerin hakim, hüküm, mahkumun bin, mahku*mun aleyhden ibaret olmak üzere dört rüknü vardır Asi hakim, Allah Teala Hazretleridir Şarii mübin odur Şer'i hükümleri peygamberleri va-sıtasiyle kullarına tebliğ ettiren odur Peygamberler de bu ilahi hükümleri tebliğe vasıta, vahyi sübhaniye mazhar oldukları cihetle sari, sahibi şeriat sayılırlar Akl ise şer'i hükümlerin hikmetini, eşyanın hüsn ve kub-hunu bir dereceye kadar idrake kadir olur Yoksa bu hususta hakim değildir Bunlara dair emr ve nehiy mebhasine müracaat!
Şarii mübinin hitabı mükelleflerin fiillerine ya iktiza, yani; taleb suretiyle veya tahyir suretiyle veya vaz tarikile taalluk eder işte bu vecihlerden birile mükelleflerin fiillerine taalluk eden bir hitabı ila*hinin eseri, bir hükmü geridir
Mesela : Şarii hakim, «şu fili yapınız» derse o fili yapmak farz olur «Şu işi yapmayınız» derse o işi yapmak haram olur «Şu işi yapmalısınız» derse onu yapmak mendub olur işte bunlar, iktiza yolile mükelleflerin fiil*lerine tealluk eden birer hitabdır
Fakat şarii kerim; «Şu işi isterseniz yapınız isterseniz yapmayınız^ derse mükellefi muhayyer bırakmış olur işte bu hitabda muhayyerlik yoliyle bir hitab bulunmuş olur Bunun eseri de ibahadan ibarettir Av hayvanlarını avlayıp avlamamak hususundaki hitab, bu kabildendir
Vazı tarikile olan hitaba gelince bu da bir ibadet veya muamelenin sıhhati için aranılan rükniyyet, Hliyyet, şartiyyet, sebebiyyet gibi şeyler*dir Mesela: namazda kıyam, bir rükündür, vakit de bir sebebdir Alış verişde de icab ve kabul birer rükündür, işte bunların bu rükniyyeti, \e sebebiyyeti, şarii mübinin vaz'iledir Binaenaleyh bunlar da birer hükmi vaz'idir Nitekim ileride izah edilecektir
Teklifi hükümler, mükelleflerin fiillerine tealluk eden ta-tabların birer eseridir Bu hükümler, iki kısma ayrılır Şöyle ki :
Bir kısım, vücub ve emsali gibi mükelleflerin fiillerinin sıfatı olan şeylerdir Namaza nazaran farziyyet gibi ki, namaz bir fili mükelleftir Bu farziyyet ise bu filin bir sıfatıdır
Farz, vacib, sünnet, mendub, haram, mekruh mubah gibi hükümle*rin mahiyetleri yukarıda ıstılah kısmında beyan olunmuştur
Diğer bir kısmı da mülkiyyet gibi mükelleflerin fiillerinin sıfatı de*ğil, eseri sayılan şeylerdir Bey'e, hibeye, tevarüse nazaran vücuda ge*len mülkiyet gibi Mesela : alış veriş birer fili mükelleftir Bu fillerin eseri de satanın semene, alanın da satılan şeye malik olmasıdır Bu mülkiyet ayni zamanda hitabı şariin de eseridir
Mükelleflerin fillerinin sıfatı olan kısımda evvelen ve biz*zat ya dünyevi maksatlar veya uhrevi maksatlar muteber olur Şöyie ki: ibadetlerde dünyevi nıaksad, bunları emr olundukları veeihle yerine ge*tirerek bunlardan zimmeti fariğ kılmaktır Muamelatta da dünyevi mak-sad, ihtisasatı şeriyyedir Yani: akıdlere, fesihlere terettüb eden garaz*lardan ibarettir
Mesela : beyiden garaz, mebiin rakabesine malikiyyettir Nikahtan maksad, mülki müt'aya malik olmaktır Icareden murad da mülki men*faate temellüktür, işte bütün bunlar muamelata dair birer dünyevi mak*sattır Birer ihtisası şer'idir
Dünyevi maksatlar itibarüe mükelleflerin filleri, sahih, fa-sid, batıl, münakid, gayri münakid, nafiz, gayri nafiz, lazım, gayri lazım kısımlarına ayrılır
Bu filler, uhrevi maksatlar itibarile de azimet ile ruhsat kısımlarına ayrılmıştır Bunların tarifleri, yukarıda ıstılah bahsinde mevcuttur
Hükmi vaz'i -ki, bir şeyin hükmi teküfiye münasebeti bulunmasile hakim olan hitabın eseridir ve o şeyin bu münasebetten h£-sıl olan bir sıfatıdır -Rükniyet, illiyyet, şartiyyet, sebebiyyet gibi şey*lerden ibaret bulunmaktadır
Mesela : namaza nazaran kıyamın, bir hükmi teklifi olan farziy-yeti salata taalluk ve münasebeti vardır Bu münasebete hakim olan ise = namazı ikame ediniz) hitabı ilahisidir Binaenaleyh bu kıyam, bu hitabın bir eseridir Ve hükmi teklifi olan farziyyeti sala-tın bir sıfatıdır Bu cihetle de bir hükmi vaz'idenjbarettir
Mustafa Refik
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Nisan 2009, 09:47   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:_bülbül_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 468
Üyelik T.: 25 Ekim 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1.210
Konular: 330
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Şer'ikavramların usul-ü fıkıh açsınıdan tahlili

Müslümanlar vahyin kaynakları olan Kur’an ve sünnete yönelmedikleri müddetçe, kendileri için benimsedikleri hayat nizamında sıkıntılara duçar olacaklardır Doğrusu tarihin seyriyle beraber dinde değişik tefsirlerin çıkmasına, beşeriyet şahitlik etmiş ve etmektedir İlim, irfan, hikmet, medrese ve âlimlerin azaldığı veya olmadığı yerlerde asıl kaynaktan uzak fikir ve düşünceleri daha da çok görmekteyiz Bu sıkıntıların altında yatan asıl sebeplerden birisi “insanın dinden beklentisi”dir Beşer kendi arzu ve isteklerini dinde aramaya ve din aracılığıyla kendisini ikna etmeye başlayınca, dini kendi emelleri doğrultusunda yorumlaması kaçınılmaz olacaktır Ama gerçekte dinin bizlerden beklentileri vardır Dinin beklentilerini bazen akıl idrak eder ve ona uyar ve bazen de akıl dinin beklentilerini idrak edemez İdrak edemediği mesele hakkında eğer Kur’an ve sünnette nas ve delil bulursa, Allah ve Peygamber’den olduğundan, taabbuden ona tabi olur Bunu belirtelim ki, şer’i hükümler muhakkak bir maslahat, menfaat veya bir zararı def etmeye dayalı olarak va'z edilmiştir İnsanın aklı bu maslahat ve zararları bazen idrak edemez, yalnızca hükümlerin hikmetleri hakkında fikir yürütebilir Bir hadisi şerifte “Din akıl ile isabet/idrak edilmez” beyanı vardır Zira insanoğlu zayıf bir varlıktır ve zayıf olarak yaratılmıştır Maddi olan bu varlığın bütün şer'i hükümlerin, delil ve kaynaklarını bilmesi ve onlara musallat olması imkansızdır Elbette bu makama, yalnızca masumlar ulaşabilir Dolayısıyla masumların beyan etmiş oldukları hüküm, -kanun ve usullere riayet etmek şartıyla- bizlere ulaşırsa şer’i hükümdür Ardındaki sebebi ister bilelim veya bilmeyelim, o hüküm bizler için itaat edilmesi vacip olan hükümdür
Hükümleri va'z eden kimsenin bazı özelliklere sahip olması gerekir

1-İnsanı, insandan daha iyi tanımalıdır

2- İnsanın maslahatlarını bilmelidir


3- İnsana zararı olan şeyleri bilmelidir
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Nisan 2009, 09:47   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:_bülbül_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 468
Üyelik T.: 25 Ekim 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1.210
Konular: 330
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Şer'ikavramların usul-ü fıkıh açsınıdan tahlili

4- Va'z edeceği kanunlar kuşatıcı olmalıdır
5- Kanunlar birbirleriyle çelişmemelidir
6- Bütün mahlukatın haklarını gözetmek zorundadır
7- İçtimai ve ferdi kanunlarda insanın değeri gözetilmelidir
8- Kanunlar geçici ve bazı zamanlara münhasır edilmemelidir Bir istisna olarak eğer kanunlar tedrici olarak mükemmelleşiyorsa kademe kademe kanunların değişmesinde mesele yoktur Yalnız genel olarak va'z edicinin kanunları bir bütün olmalıdır
9- Kanunlar bütün topluma adaleti sağlayacak derecede uygulanmalıdır
10- Kanunlar insana değer vermeli ve onu değersizliklerden uzak tutmalıdır
Bütün bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda diyebiliriz ki, bunların hepsi kemal derecesinde Allah'ta bulunmaktadır ve O, mahlûkuyla kesinlikle kıyas edilemez Ondan sonra masumlarda bu özellikler kemal derecesinde bulunur Böylece kanun va'z etmek, idare etmek, toplumlara rehberlik yapmak bunların hakkıdır Bu kanunları bilmek ve onlara göre yaşamak da biz insanların zaruri görevidir Beşer bu noktaya teveccüh etmediğinden “dinin ondan beklentileri yerine onun dinden beklentileri” çıkmazına sapmakta ve İslam’da delili olmayacak fikir ve düşüncelere yönelmektedir
Bu fikir akımlarından birisi İslam dininde revaçta olan kavram ve kelimelerin selat/namaz, savm/oruç, hac gibi İslam’da aynen sözlük ve lügat manasında kullanıldığını kabullenerek rahatlıkla İslam'ın teşri/yasama makamında bu kavramlara vermiş olduğu asıl manayı göz ardı ederek dinde hiç bir şekilde yeri olmayan tefsirlere yönelmeleridir Örneğin “selat” sözlükte dua anlamındadır Dolayısıyla oturduğun yerde dua etsen de yeterlidir İslam'ın vacip etmiş olduğu erkana gerek yoktur gibi asılsız fikirleri savunmaktadırlar Bu sorunun çözümü için gerekli bazı mukaddimeleri zikretmek zorundayız
A-Kavramlar ve Manaları
1- Hakikat: Kavram ve kelime kendisi için va'z edilmiş manada kullanılırsa hakikattir Örneğin “aslan” kelimesi ormanda yaşayan ve avını parçalayarak öldüren hayvan için kullanılır Aslan kelimesinin bu manada kullanılmasına hakiki mana denir
2-Mecaz: Kavramın kendisi için va'z edilmemiş manada kullanılmasına mecazi mana denilir Örneğin “aslan” kelimesi cesur bir insan için aralarındaki cesaret ölçü kabul edilerek, kullanılırsa buna mecazi mana denilir
B- Va'zın Kısımları
1-Taayyuni: Kavramların, asıl sözlük manasından tedrici olarak soyutlanıp uzaklaştıktan sonra bir başka manada fazlaca kullanılarak o manada istikrar bulmasına denilir
2-Ta'yini: Va'z edicinin, bir kelimeyi has bir manada kullanmasına denilir Va'zın bu kısmı üç şekilde olur
a- Sözlü olarak bir kavram ve kelimeyi has bir mana için belirtmektir
b-Va'z edici, ben bu kelime ve kavramı kullandığımda bu manayı kast etmekteyim taahhüdünde bulunarak va'z edebilir
c-Ameli ve fiili olarak va'z edebilir Yani va'z edici, bir kelime ve kavramı bir manada, kelime ve mana arasında bir irtibatı gözeterek ameli ile va'z edebilir Va'z edici bu va'z çeşidinde iki hedef gütmektedir
1-Bu kavram kullanıldığında has bir mana irade edilmektedir
2-Bu kavramı bu has mana için bir kalıp olarak tayin etmektedir Örneğin, birisinin yeni doğan evladı olur, eve gelir ve evdekilere bana “Ali’yi getirin kulağında ezan okuyayım” der Bu ameliyle hem yeni doğan çocuğa isim belirler ve ilan eder hem de “Ali” ismini bu çocuğu tanımak için vesile kılar
Konunun anlaşılması için mukaddimede “Hakikat-ü Şer'iyye” ve “Hakikat-ü Müteşerrie” gibi iki konuyu açıklamak zorundayız
Hakikat-ü Şer'iyye: Va'z edici olan Allah ve Hz Muhammed'in(sa), kavramları bugünkü maruf ve malum olan manalarda kullanmasına denilir Örneğin, “selat/namaz” İslam'da belli erkana sahip bir ibadettir Allah ve O’nun Resulü bu kavramı aynen bu manada kullanmışlardır Yani bu manayı bu kavram için belirtmiş ve tayin etmişlerdir Burada va'zın tayini kısmından yararlanılmıştır
Hakikat-ü Müteşerrie: İslami kavramlar bugünkü manalarında, teşri döneminden sonra kullanılmıştır Başka bir ifadeyle peygamberden sonra sahabe ve tabiin ve onlardan sonra gelen müminler tarafından bu kavramlar bu manalarda kullanılmıştır Bu kullanma şekli zamanla fazla olduğundan, kavramlar asıl sözlük manalarından uzaklaşarak yeni has manalarda istikrar bulmuşlardır Bu şekil kullanılmaları aynı zamanda hakiki manalarıdır Burada va'zın ta'ayyuni kısmından yararlanılmıştır
Acaba va'z edici(Allah ve Resulü) “salat/namaz, hac vb şer’i kavramları va'zın hangi çeşidini kullanarak va'z etmiştir?
Bu konuda değişik görüşler vardır Müslümanlar, Allah ve Peygamber’e sorgusuz ve sualsiz taabbudi olarak itaat etmek zorundadırlar Ve bu şer’i kavramları bugünkü has manalarında kullanmak zorundadırlar artık gerisini ve oluş şeklini sormamalıdırlar
Müslümanlar, özellikle Peygamber’den sonra, bu şer’i ve ibadi kavramları bugünkü has manalarında fazlaca kullandıklarından bu kavramlar asıl sözlük manalarından uzaklaşmış ve belli erkana sahip ibadetler için hakiki mana olmuşlardır Burada ölçü dindarların sireti ve va'zın ta'ayyuni kısmıdır
İslam'ın ilk dönemlerinde her ibadi amel bildirildiğinde, Peygamber, bu kavramların manalarını da belirliyordu Her ibadetin belli bir erkan ve kalıbı vardı Burada hakikat-ü şer'iyyeden ve ta'yini va'zdan yararlanılmıştır
Hz Peygamber, amili olarak şer’i kavramlar için, bazı irtibat ve alakaları gözeterek şer’i manalarını va'z etmiştir Bu da iki hedef için olmuştur
a-Kelimelerin ve kavramların manalarını beyan etmek
b-Kavramlar, ameli olarak manalar için bir kalıp olmuş, her biri bir erkan ve has ibadet şekillerine delalet etmektedirler
Bu görüşlerin her biri için taraftar olmasına rağmen muteber olanı en son görüştür Bu görüşü teyit edecek hadisler oldukça fazladır Nitekim Hz Muhammed(sa), “Benim kıldığım gibi namaz kılın” diye buyurmaktadır Bu ameliyle hem namazın manasını hem de erkanını ameli olarak belirtmiştir Bunu teyit edecek başka bir delil şudur Peygamber bu kavramları bu has manalarda mecazi olarak kullanmamış ki, fazla kullanma sayesinde bu kavramlar bu manalarda istikrar bulsun ve manaları hakiki olsun Zira va'z edici bu durumda muhakkak mecazi ve hakiki mana arasında bir irtibat gözetmek zorundadır Örneğin, “selat/namaz” lügatta “dua” manasındadır Eğer va'z edici bu kavramı mecazi olarak has manada, belli erkana sahip ibadet için kullanırsa mutlaka bir irtibat gözetmek zorundadır
Bu irtibat nedir?
Eğer küll ve cüz alakasını gözetmişse, yani dua namazın bir parçasıdır ve bundan dolayı mecazen kullanılmıştır denirse, doğru değildir Zira her bağ ve irtibat cüz'ün külli manada veya küllinin cüzi manada kullanılması için yeterli değildir Muhakkak cüz'ün külli içinde önemli bir parça ve erkandan olması gereklidir Örneğin, Arapça'da köleye “rakabe” denilir Çünkü “rakabe” boyun manasında olup bedenin önemli kısmıdır Boyunsuz insan imkânsızdır Ama duanın namaz için bu denli önemli bir kısım olmadığı kesindir Çünkü dua namazın erkanından değil Dua etmeden de namaz olur Dolayısıyla bu mecazi kullanma şeklini kabullenemeyiz
Buraya kadar konunun ana teması, Allah ve O’nun Resulü(sa) ibadetler için has mahiyetler tayin etmiş ve bu mahiyetler için has manalar tayin etmişler faraziyesine dayanarak konuyu tahlil etmeye çalıştık
Bazıları şöyle bir iddiada bulunmaktadır: Peygamber bu ibadetler için erkan/şekil tayin etmemiştir Zira bu erkan bütün geçmiş ümmetlerde ve enbiya zamanında da vardı Lakin İslam Peygamber’i bu ibadetlerin şeklinden eksiltmek ya da ona eklemek suretiyle tasarrufta bulunmuştur Bunu teyit edecek bazı ayetler de vardır
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı”(Bakara 183)
“İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler”(Hac27)
“Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti”(Meryem 31)
Dolayısıyla ibadetlerin mahiyetleri şer’i mahiyetler değildir Bu mahiyetler için va'z edilen kavramlar şer’i hakikatler değildir Kadim eyyamdan beri vardırlar ve bugün de eğer bu mahiyetler bazı kavramlarla kullanılıyorsa, lügat manaları gözetilerek kullanılmaktadırlar
Bu görüşü doğru kabul etmemiz halinde şu ana kadar bahsettiğimiz bütün konuların üzerine bir çizgi çekmemiz gerekir ve hiç bir değerleri kalmaz Zira bu ihtimale göre ibadetlerin bugünkü isimleri eskiden beri vardı
Bu görüş esaslı ve sağlam bir görüş değil Bütün müslümanlar, kadim eyyamdan ibadetlerin olduğunu kabul etmektedirler Lakin bu ibadetlerin her dinde isimleri O kavmin diline göre tayin edilmiştir Ama İslam'da ibadetler için İslami temsil eden Arapça ile isimler tayin edilmiştir Böylece geçmiş ümmetlerde ve dinlerde bu ibadetlerin olduğunu kabul etsek bile, İslam dini bu kavramları va'z ettiğinden mukaddimede zikretmiş olduğumuz konuların hepsi gereklidir
İbadetler için şer’i bir hakikatin sabit olması ne gibi bir fayda sağlayacaktır?
1-Eğer İslam’da kavramlar Peygamber tarafından manalarıyla beraber va'z edilmiş ise, mutlaka bu kavramları şer’i manalarıyla anlamak ve amel etmek zorundayız Farz edelim ki, kavramlar hicretin ikinci senesinde bugünkü şer’i manaları için va'z edildi Buna binaen eğer hicretin ikinci senesinden önce bu kavramlar kullanıldıysa, lügat manalarında kullanılmıştır Yani lügat manaları gözetilerek kavramlar, çokça kullanılarak asıl sözlük manalarından uzaklaşarak zamanla şer’i has manalar lügat manalarının yerini tutmuştur Ama hicri ikinci senesinden sonra bu kavramları şer’i has manalarında kullanmamız gerekir Eğer ibadetler için şer’i hakikatin varlığını kabul edersek, ayet ve rivayetlerdeki ibadetlerin kavramsal manalarını şer’i manalarıyla anlamak zorundayız; lügat manalarını değil Namaz has erkana sahip ibadettir Dua manasında değil Hac has erkana sahip olup kast etme manasında değil vb
2-Eğer va'zın tarihi belli değilse, bu durumda kavramların, has şer’i manalarda kullanılmasından sonra va'z tahakkuk etti dersek, başkası va'zın kavramlardan önce tahakkuk ettiğini iddia edecektir Bu iki durum birbirleriyle çelişmektedir ve çelişkinin olduğu durumda iki görüş de delil sayılmaz ve muteber değillerdir Bu sorunla beraber başka bir sorun daha gündeme gelmektedir Eğer, bu kavramların kullanıldığı zaman şer’i hakikatleri de va'z edilmişti der, bunu bir kural ve kaide olarak kabul edersek, bu kuralla, yalnızca bu kavramların lügat manalarında kullandıklarını ispatlayabiliriz Lakin muteber olan, kaide ve kanunlarla şer’i eserleri ve sonuçları ispatlamaktır Çünkü hüküm belirtmek için şer’i eser ve sonucun olması gereklidir, lügata dayalı eser değil Usul ilminde şer'i eseri ispatlamayan kanun ve kaideye “müsbit”, asıl denilir ki, hiç bir faydası yoktur Bu kural, müsbet kural olup şer’i eser ve sonucu ispatlamadığından faydası yoktur
3-Birileri, biz burada akıl sahiplerinin yoluna uymaktayız, çünkü akıl sahipleri bir kavram hakkında şüphe ettiklerinde “acaba bu kavram asıl manasından uzaklaşmış ve şer’i has manada mı kullanılmıştır yoksa lügat manasını korumuş mudur” diyerek bu durumda kendileri için bir kural tayin etmişlerdir o da “böyle bir naklin olmaması” kuralıdır Dolayısıyla kelime ve kavram sözlük manasında baki kalmıştır
Bu kimselere şöyle bir cevap verilebilir: Naklin olmama kuralı, naklin kendisinden şüphe edildiği zaman geçerlidir Lakin biz müslümanlar bu kelimelerin lügat manalarından çıkıp şer’i has manalarda kullandıklarını yakinen bilmekteyiz Dolayısıyla bu kural geçersizdir
4-Bu konunun ilimi tahlil ve araştırmadan başka bir semeresi yoktur Amacımız bu konu hakkında sorunları olan kimselerin konunun akışına teveccüh etmek suretiyle tutuna bilecekleri hiçbir dallarının olmadığını ispatlamaktı
5-Mesele ameli olarak hiç bir şüpheye, belirsizliğe ve karanlığa duçar değildir Çünkü ister şer’i kavramları has manaları için, Peygember’in kendisi va'z etmiş olsun ister peygamberden sonra gelen sahabe, tabiin ve müminlerin sireti bu kullanma tarzını belirlesin, şer’i hakikatler sabittir Bunu inkâr etmek akıl sahibinin işi değildir Zira fıkıh kitaplarında ibadetler babında her bir ibadetin mahiyetini, erkanlarını ve yapılış tarzını beyan eden onlarca hadis bulabiliriz Bizleri şüpheye düşürecek hiç bir kapı bırakılmamıştır
6- Konu hakkında net olarak iki yol vardır
a-Kavramlar sürekli has manalarında kullanıldıkları için, zamanla şer'i manalar bu kavramların hakiki manaları oldu
b- Peygamber kendi ameliyle bu kavramlar için şer'i manalar tayin etti
İlim ehlinden hiç kimse bu kavramların lügat manaları şudur; dolayısıyla lügat manalarına uymakla da şer’i görev yerine getirilir ifadesini ve iddiasını dile getirmemiştir
25012008
KEMAL KORKMAZ
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
ihmale gelmeyen hatalar ölüm / kalıcı hasara sebeb olabilir .lütfen dikkat edelim !! makbergülü Çocuk ve Aile Sağlığı 22 28 Mart 2014 20:25
ZOR İNSANLAR GÖNÜL YORGUNLUĞUNA SEBEB OLUR Armagan Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler 0 08 Mayıs 2010 01:43
Hükümlerin değişmesinde ölçü _bülbül_ Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader 0 13 Nisan 2009 13:49
Haccın Bozulmasına Sebeb Olan Fiiller Nelerdir? İmamHüseyin Hacc-Umre-Kurban 0 11 Nisan 2009 15:51

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.