Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler (https://www.forum.medineweb.net/518-guzel-sozler-deyimler-nukteler)
-   -   Mevlanadan Sözler-Medineweb (https://www.forum.medineweb.net/guzel-sozler-deyimler-nukteler/2009-mevlanadan-sozler-medineweb.html)

bilinmez 15 Ekim 2011 08:30

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
YUNUS SÜRESİ..100. Allah, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.

Allahın vahiysiyle aklını kullanmayan kişide kendini hidayette sanmaktan öteyede gidemez, bu pisliğin içinde ve bu sapıklığınıda hidayet sanır.Çünkü böylelerinin yoluna şeytan oturmuş ve sapıklıklarınıda hak gibi göstermiştir onlara...Neymiş peygamberde MESNEVİYİ OKUYORMUŞ,......

kamer34 15 Ekim 2011 13:17

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
15 16 yıl şytan ne gzl oyalamış seni ALLAH Evliyası Aşkın Pirine attın iftiraya bak Mevlanadan bu yana ne kadar Evliya geçmiş hç bri böle bişe dmemiş aksne hepsi övmş sen kimsin ki onun sözlernı yanlş yruyosun bde yazmş Mevlanın ne oldnu hrks görsn die asıl senin şytanlğı göryoruz sen bu makama gel de öle yor Mevlana Fenafillah Makamına ulasmış Aşkından artık ne ddğni bilmyor sen öle makama gel öle yor kimşenın bynini yıkama Bir zat EFENDİMİZ (ALEYHİSSALATÜ VESSELAM )'I ruyasnda Mesnevi okurken görüyor snra bi EFENDİMİZ (ALEYHİSSALATÜ VESSELAM)' In Kubbesi Yeşil bir onun kndn o makama gel öle yor rezil ALLAH Hidayetin etsin sana ve senin gblere
ALINTI

SEMİH adlı üyemiz

Öncelikle şunu belirteyimki yazmış olduğunuz yazı nefsime çok dokundu. Buna rağmen size cevaben yazacağım şu satırları inşallah şeytana uyup nefsimin bana telkinlerinden uzak hak bildiğim çizgim doğrulştusunda yazmaya gayret sarf edeceğim.

Bakın biz müslümanlar toplumlara mal olmuş insanları eleştirirken yada tenkit ederken onların yaptıkları ve fikirlerini kuran ve sünnet terazisi içerisinde tartarak eleştirimizi yapmak zorundayız,benim şahsen ölçüm kriterim bu.

Kişileri yada olayları yorumlarken bir müslüman asla duygularını dininin önüne koyamayacağı gibi hiç kimseyide kayırma cürretine girmemesi lazımdır.

Ben mevlanayı görmedim onu görenleride görmedim,aynı şekilde ibn-i Teymiyyeyi de görmedim tarihte yaşamış bu zatları ancak yazmış oldukları kitaplarından tanırım. Tarihte yaşamış bu zatların şahsiyetleri ile hiç bir problemim yoktur olamazda.

Benim problemim bu zatların islam dini adına yazdıkları veya yaptıklarıdır. Şimdi siz diyorsunuzki onları eleştirebilmeniz için sizinde onlar kadar kitap neşr etmeniz gerekir. Bakın size bir örnek vereyim. Birgün hz.Ömer hutbe verirken orada hazır bulunan münin bir bayan hz. Ömere karşı çıkarak kendisinin yanlış fetva verdiğini ifade eder. Hz. Ömer kendi fetvasının yanlış olduğunu fark edince şu cümleyi kullanır”Vallahi falanca mümine kadın Ömerden daha fakih çıkmıştır. Diyerek onu tasdik etmiştir.

İslam dininde şöyle bir kaide vardır küfre rıza küfürdür nisa/140 biz müslümanlar bilgi düzeyimiz ne olursa olsun fark etmez eğer İslama aykırı bir münkeri görürsek o münkeri derhal def etmeye koyulmalıyız.

Mealen (sava) şöyle buyurur

Sizler bir münkeri görüdğünüzde gücünüz yetiyorsa onu eliyle düzeltsin

Eğer ona gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin

Onada gücü yetmiyorsa kalbi ile o münkere buğz etsin ve oradan uzaklaşsın.
Biz müslümanların münkere karşı tavrımızın ölçüsü bu.

Mevlana sizin yada başka arkadaşların sevdası olabilir,ona birşey diyemem,beni ilgilendiren kısmı mevlanın merkep ile hemhal olmuş sonrasında bu ilişki esnasında ölmüş bir kadına şehitlik mertebesini reva görmesidir.

Bu ve buna benzer ahlaksızca hikaylere bile kılıf arayan zihniyetlerin kuran ve sünnetten nasiplenmelerini yüce rabbimden dilerim. Tertemiz duru insanların ruhlarını rahata kavuşturan islam gibi bir dini böyle sapıkça menkibelerle kirletenler elbetteki alimlik gibi mertebelere layık insanlar olmadıkları kanısındayım.

Ün yapmış yada çokca tanılmış dört büyük mezhep imamlarımızın hangi kitabında bu tarz menkibeler vardır bana söylermisiniz.

Birde mevlana fenafillah makamına ulaşmış diyorsunuz sizden istirham ediyorum bu cümlenizi açıklarmsınız. Fenafillaha mevlana dışında hangi peygamber ulaşmış onuda örnek verirseniz çok memnun olurum.

Şeytan bir kere insana GEM vurmaya durmasın, artık ona her türlü münkeri güzel göstermeye başlar.

Semihh adlı üyemiz

Size bir tavsiyemde şu yazı yazarken senli benli konuşmayın lütfen ben sizin babanızın oğlu değilim sen diye hitap ediyorsun ve şaytanlıkla itham ediyorusun. Kendi pirinin şeytanlıklarının üstünü kapatmak için başkalarını karalamak yine şeytanın insanı ablukasına aldığı yani ağzına GEM vurduğu bir yönetemdir.

Mevlana ile ilhili yazı yazarken şahsına hiçbir hakarette bulunmadım. Kendi kitaplarında geçen müstehcen menkibelerini yayınladım sanırım sizi derinden rahatsız eden bu olsa gerek.

Bence siz o menkibeleri islam dinine nasıl mal edeceğinize bakın yada onları tevil etmenin bir yolunu arayın öyle yazı yazın.

Diyorsunuzki mevlana fenafillah makamına ermiş aşkından ne dediğini bilmiyor. Eğer ne dediğini bilmiyorsa siz neden bilinmyen birşeyin peşine takılıyorsunuz doğrusu onu anlayamadım

Mealen: Cenabbi Allah “Ya bilgi üzere iman edin yada bir bilgi üzere inkar edin “ buyururken sözü söyleyenin dahi ne dediğini bilmiyorsa bu bilinmeyen şeylerin peşine neden bu kadar ısrarla gidiyoruz diye kendimizi bir yoklamamız gerekmezmi.

Medine-web 15 Ekim 2011 14:53

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
semih adlı üyemizin dikkatine,
tıkandığınız noktada konuyu bırakıp muhatabınızı hedef almak acizliktir.siteden uzaklaştırdığımızda düşünceye tahamulsuzluk yapıyorlar diyorsunuz.göz yumduğumuzda hakareti marifet sanıyorsunuz! varsa ilminizi konuşturun necaset üreten dilinizi değil.
hiç kimse,bana mevlananın mustehcen bel altı behimi arzularını lutiliği hoş gösteremez.böyle eserleri çocuklarımın beyin hazinesini ahlaksızlık ile tanıştırtmamak için evime bile sokmam.mevlan ise hayırlı olsun.kimsenin putuna hakaret edecek değiliz.ya edebinle yaz yada terket burayı!

semihhh 15 Ekim 2011 16:06

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Hazreti Mevlana, Kadiri tarikatında idi. Soyu baba tarafından Hz. Ebu Bekr-i
Sıddîk'a, anne tarafından İbrahim Edhem hazretlerine ulaşmaktadır. Babası
sultan-ül-Ulema Muhammed Behaeddini Veled büyük âlim ve Veli idi. Daha çocuk
iken babasının kalbindeki feyizlere kavuştu. Beş yaşında iken kiramen
katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını ve sokaktaki cinleri görürdü.
(Nefehat)

Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen cahiller
uydurdu.

Nakşibendi tarikatının büyüklerinden Abdullah-i Dehlevi hazretleri, (Üç
kitabın eşi yoktur. Bunlar, Kur'an-ı kerim, Buhari'yi şerif ve Celaleddin-i
Rumi'nin Mesnevi'sidir) buyurdu. Mevlana Celaleddin, Evliyanın büyüklerinden
ve Ehl-i sünnet âlimlerinden idi. (Mekatibi şerife m. 107)

Yani, Evliyalık yolunun kemalatını bildiren kitapların en üstünü
Mesnevi'dir. Evliyalık ve nübüvvet yollarının kemalatını ve inceliklerini
bildirmekte ise, İmam-ı Rabbaninin Mektubat'ının eşi yoktur.

Hazreti Mevlana, yolunu şöyle dile getirmektedir:

*Ben sağ olduğum müddetçe Kur'ânın kölesiyim.

Ben Muhammed muhtârın yolunun tozuyum.

Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse;

Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.*

Tasavvuf deryasına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve
nasihatleri bu deryadan saçılan hikmet damlalarıdır. O, bir tarikat kurucusu
değildir. Yeni usûller ve ibadet şekilleri ihdâs etmemiştir. Ney, dümbelek,
tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler,
Hz. Mevlana'nın vefatından 3-4 asır sonra meydana çıkmıştır. Halbuki o, ney
ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları sonra gelenler uydurdu.
24 binden ziyade beytiyle dünyaya nûr saçan Mesnevî'sine, her ülkede, birçok
dillerde şerhler yapılmıştır. En kıymetlisi Mevlana Câmi'nin kitabı olup,
bunun da şerhleri vardır. Türkçe şerhlerinden, Ankara vâlisi Âbidin Paşanın
şerhi çok kıymetlidir. Âbidin Paşa bu şerhinde, ney'in, insan-ı kâmil
olduğunu ispat etmektedir.

Mevlevîlik, cahillerin eline düştüğünden, bunlar ney'i çalgı sanarak, ney,
dümbelek gibi şeyler çalmaya, dönmeye başlamışlar. İbadete İslam dininin
yasak ettiği çirkin şeyler karıştırmışlardır. Hz. Mevlana, bırakın ney
çalmayı oynayıp dönmeyi, yüksek sesle zikir bile yapmadı. Nitekim
Mesnevî'sinde diyor ki:

*Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb

Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab.*

Manası şudur:

*O halde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste

Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini söyle. *

Bugün, bu tasavvuf üstadının türbesine sonradan konan çalgı âletlerini, işin
gerçeğini bilmeyenler, bu zatın çalgı çaldığını bu aletlerin onun olduğunu
zannetmektedirler. O hakikat güneşini yakından tanıyanlar, bunlara elbette
itibar etmez. Zaten bu büyükler, şüpheli şeylerden kaçtıkları gibi,
mubahları bile sınırlı ve ölçülü kullanmışlardır.

YA YAZIKTIR YA YAZIKTIR GERÇEKTEN YAZIKLAR HADİSTE ALİMLER PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİR DİYOR Ebu Hüreyre radiyallahu anh’dan rivayet edilmistir. O dedi ki: “Resulullah(as) söyle buyurdu: “Allah’u Teâla buyurdu ki: Kim benim bir velime (dostuma) düsmanlik ederse ben ona harp ilan ederim yazıktır ya bunca asır geçmiş Mevlanadan İmam ı Rabbananı ibni arabi Hacı Bayramı Veli ler Emir sultan Hz. Akşemsseddin Şeyh edebalı lar Somuncu babalar daha ne Evliyalar gelmiş geçmiş hiç biri böle bişe dememiş hatta
Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bayram Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister O zamanlar, dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görürlermiş.

Durumu Hacı Bayram Veli’ye anlatır ancak Hacı Bayram Veli “helal değildir” diyerek, bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bayram Veli’ye de anlattığını ama onun hediyeyi “helal değildir” diye kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle yanıtlar; “Biz bir karga isek Hacı Bayram Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. “

Adam üşenmez kalkar Hacı Bayram dergâhına gider ve Hacı Bayram Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bayram Veli’ye sorar. Hacı Bayram da şöyle der: “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir” övmüşler Hacı Bayram ı Veli gibi oda mı kötü Hacı Bayram Velinini göremediği yanlışı siz mi gördünüz kendinize gelin ya keninize gelin vahhabimisiniz ehli sünnet mi kendinize gelin ya

kamer34 15 Ekim 2011 23:12

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Hazreti Mevlana, Kadiri tarikatında idi. Soyu baba tarafından Hz. Ebu Bekr-i
Sıddîk'a, anne tarafından İbrahim Edhem hazretlerine ulaşmaktadır. Babası
sultan-ül-Ulema Muhammed Behaeddini Veled büyük âlim ve Veli idi. Daha çocuk
iken babasının kalbindeki feyizlere kavuştu. Beş yaşında iken kiramen
katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını ve sokaktaki cinleri görürdü.
(Nefehat)
Semihh adlı üyeden alıntı
Selam hidayete tabi olanlara olsun

İnsanlar soy itibari ile Allah indinde değer kazanmazlar. İnsanlar takva ve iman derecelerine göre değer kazanırlar. Eğerki soy itibari ile insanlar insanlardan daha üstün kabul edilmiş olsalardı hz. Nuhun oğlu yada hz. Ademin oğlu cennete giderlerdi. Bu tarz mantıklar ve yaklaşımlar islam dininin nazarında hiç bir değer teşkil etmezler.

Bundan dolayı hz. Muhammed (sav) mealen “Kızım Fatıma babam peygamberdir diye sakın takvadan geri durma diye” kızına hatırlatma yapmıştır. Yok efendim falanca kesin soyu filanca peygambere dayanmıştır yok efendim filanca kesin soyu şu sahabilere dayanmıştır diyerek üsküdarlarda, beylerbeyinde, lüx villalarda yaşayan şeyhlerin ve çocuklarının altında son model jeeplerin olduklarının bizzat şahidiyim.

Benim anlayamadığım şey şu bizler başka yaratıkların soyundanmı geldik,elbetteki bizlerde peygamberler soylarından geldik. Allahın rasulu (sav) veda hutbesinde “hiçbir ırkın bir ırktan üstünlüğü olmadığı gibi acem olanın acem olmayandan da üstünlüğü yoktur,Allah katında üstünlük ancak takva iledir” buyurmuyormu?
Bu tarz şeyh evliya seyyit gibi kavramların arkasına koskoca bir din sığdırarak el etek öptürenleri kabul etmemek eğer vehabilik ise evet ben şahsen vehabiyim.

Tevbelerin birtek sahibi olan yüce Allah’ı bırakarak bizler tevbe kabul edicileriz diyerek insanları tevbe almaya çağıranları red etmek eğer ehli sünnet milleti olmaksa evet ben ehli sünettenim.
Aslı astarı olmayan çiruklerle (masallarla) insanların kafasını bulandırmak yada kendi kafamızdan bazı insanları Allah’ın katında evliya peygamber dostu peygamber komşusu ilan etmek ise işin ayrı bir vehametidir.

Allah dostu ve Peygamber dostu kuran ve sünnete uyanlar bu yolda yaşayanlar ve bu yolda malları ile canları ile mücadele verenlerdir. Kimin Allah’ın katında makbul olduğuna dair elimizde bir belge varmış gibi daha şimdiden cenneti parsellemek biz müslümanların kabul edeceği birşey değildir.

Biz müslümanlar ancak şöyle diyebiliriz müminler cennete kafirler cehenneme gireceklerdir bu Allah’ın değişmez vadidir.
Sayın üyemiz semihh bey biz burada ne yazarsak yazalım biliyorum ki siz yine bildiğiniz gibi inanmaya devam edeceksiniz. Size bir müslüman olarak söyleyceğim şey şudur,henüz 5 yaşında şunu görmüştür yada henüz 5 yaşında bunu görmüştür,gibi teranelere fazla itibar etmemenizdir.

Allah’ın rasulunu bir hatırlayın “O facia günkü Taif vakasını hatırlayın” Bedirdeki mübarek dişinin şehit edilişini hatırlayın “hz. Hamza gibi bir çöl Aslanın bir mızrak darbesi ile nasıl şehit oluşunu hatırlayın.

Hayalleri bırakıp Allah’ın yeryüzündeki sebep ve sonuç kanunlarına göre hareket edin. Uçtu kaçtılar üzerine bina edilmişler dinler asla islam olamaycağı gibi kurana ve rasulullahın hayatınada terstir.
O peygamberdirki Mekke de üç yıl ambargoya tabi tutulmuş ve açlıktan karnına taş bağlamışlardır.

Fakat bazı kesimlerin evliyaları Mars’lara Venüs’lre yada dünyanın bir ucundan öbür ucuna uçup durmaktalar. Yani tüm fizik kurallarını ezip geçmektedirler. Şimdi belkide diyeceksinizki bunlar Allah için zor şeylermi,tabiki hayır. Daha evvelde söyledim bu dünyada sebep ve sonuç kanunları vardır bu sebep ve sonuç kanunlarınıda yaratan yine yüce Allah’tır.

Örneğin bir insan 34 katlı bir binadan aşağıya düşse normalde ölmesi lazımdır fakat yüce Allah dilerse o kişi ölmez,o kişinin ölmemesi onun alim yada evliya olduğu anlamına gelmez.
Size bol bol kuran okumanızı tavsiye eder

Allah’a emanet olunuz derim

Sıleyman 16 Ekim 2011 00:08

Mevlanadan Sözler
 
Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğa tanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizmde, her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Pan-enteizmden farklı olarak Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur.

(Tasavvuf Dininde olan kopyası Vahdet-i Vücud)

İmam Ebu Hanife “El-Alim”de şunları söyler: “Vahiy olmadan kalplerde bulunanı bildiğini iddia eden, Alemlerin Rabb’inin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur. Kalplerde ve hariçte, Allah’ın bildiğini, kendisinin de bildiği iddiasında bulunan insan, büyük bir günah işlemiş, cehennem ve küfrü hak etmiş olur.” (El-Alim vel-Müteallim s.22 (Beşeseri))

Hindu panteizm inancı ile özdeş olan yerli modeli Günümüz tasavvufi anlayışını onların yapmış olduğu fikir,zikir,yoga ve giyim kuşama kadar aynı Onların hedefinde NİRVANA bizdekilerde FENAFİLLAH Onlarda ŞİVA bizlerde KUTUP onlarda VİŞU Bizlerde AKTAP Onlarda BRAHMA Bizlerde GAVS Hinduizm’den gelen inanç sistemini Türk,Kürt,Arap kamuflesi ile kakalayan beyefendiler gelin bize mürid olun gelin marabalar aman ha sakın sorgulamayın çarpılırsınız sizin haddinize değil sorgulamak onlar her gün peygamber ile görüşüyor!!!!

Allah’ı Muhammed Yapan Panteist yogi Hindu Cüppeli Efendi Amerika tvlerinde boy göstermekten geri durmaz (Flash Tv) Bu ve Sözde Brahma=Gavsı olan efendiye göklerde ve yerlerde tasarruf hakkı veren anlayışa şunu sormak lazım?

F 16 ları dahi arkada bırakan bir anlayış ile uçan kaçan adamların yaşamlarına baktığımızda hani Gavs idiler ya kainatı yönetiyorlardı ama gel gelelim Bu vasıflar ile anılan kişi Cuma namazına gidemeyecek kadar aciz bir duruma düşmüş tuvaletini dahi tek başına yapamayan Mahmut Gavs Brahması sözde ringlerde mücadele eden Boksöre Himmet ya Gavs dendiğinde yerine karşı rakibi alt ettiğini iddia eden videoya rağmen nasıl kendi tuvaletini yapamıyor anlayamadım bu Gavs efendiden…

Rabıta Şirkini dikkate almayıp 7 yaşındaki çocuğu ile sıcak teması cinsellik sayan namussuz taife nedende iş kendi Şeyh/Reğlerine gelince Kadınlara rabıta esnasında Şeyhlerinin simasını hayal etmelerini emredebiliyorlar 7 yaşındaki çocuğa sıcak ilişkiye baba, anne şefkatini caiz görmeyenler kadınların rabıtasını caiz görebilmektedirler? Namus sahibi hangi erkek kadınının başka bir erkeği hayal/tahayyül etmesine izin verebilir! İzin veren ancak Deyyus Yahudileşen mantık sahibidir…

Panteist yogi Hindu Cüppeli Efendi Diyor ki: Cima ederken rabıta yapın ki çocuklarınız daha faziletli olsun? Hangi namus sahibi insan, Hayvan, Müşrik, Kâfir, Pislik, Deyyus karısının başka birini hayal ederek cimada bulunmasına izin verebilir… Ama verenler var ve Yogi dışında tasavvufun genelinde mevcuttur itirazı olan varsa onlara onların kaynaklarından istedikleri kadar delil sunarım...

Kur’an ve Sünnet dışı tüm anlayışlara Düşmüş oldukları sapkınlıklardan tevbe etmelerini şirk ve müşriklik alametlerinden yaşamlarından sıyrılmalarını Allah’ın kelamına dönmelerini diliyoruz…

Sıleyman 16 Ekim 2011 00:08

Mevlanadan Sözler
 
Panteizm ya da Tümtanrıcılık (Doğa tanrıcılık, Kamutanrıcılık) Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Panteizmde, her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı'dır. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Pan-enteizmden farklı olarak Tanrı'nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur.

(Tasavvuf Dininde olan kopyası Vahdet-i Vücud)

İmam Ebu Hanife “El-Alim”de şunları söyler: “Vahiy olmadan kalplerde bulunanı bildiğini iddia eden, Alemlerin Rabb’inin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur. Kalplerde ve hariçte, Allah’ın bildiğini, kendisinin de bildiği iddiasında bulunan insan, büyük bir günah işlemiş, cehennem ve küfrü hak etmiş olur.” (El-Alim vel-Müteallim s.22 (Beşeseri))

Hindu panteizm inancı ile özdeş olan yerli modeli Günümüz tasavvufi anlayışını onların yapmış olduğu fikir,zikir,yoga ve giyim kuşama kadar aynı Onların hedefinde NİRVANA bizdekilerde FENAFİLLAH Onlarda ŞİVA bizlerde KUTUP onlarda VİŞU Bizlerde AKTAP Onlarda BRAHMA Bizlerde GAVS Hinduizm’den gelen inanç sistemini Türk,Kürt,Arap kamuflesi ile kakalayan beyefendiler gelin bize mürid olun gelin marabalar aman ha sakın sorgulamayın çarpılırsınız sizin haddinize değil sorgulamak onlar her gün peygamber ile görüşüyor!!!!

Allah’ı Muhammed Yapan Panteist yogi Hindu Cüppeli Efendi Amerika tvlerinde boy göstermekten geri durmaz (Flash Tv) Bu ve Sözde Brahma=Gavsı olan efendiye göklerde ve yerlerde tasarruf hakkı veren anlayışa şunu sormak lazım?

F 16 ları dahi arkada bırakan bir anlayış ile uçan kaçan adamların yaşamlarına baktığımızda hani Gavs idiler ya kainatı yönetiyorlardı ama gel gelelim Bu vasıflar ile anılan kişi Cuma namazına gidemeyecek kadar aciz bir duruma düşmüş tuvaletini dahi tek başına yapamayan Mahmut Gavs Brahması sözde ringlerde mücadele eden Boksöre Himmet ya Gavs dendiğinde yerine karşı rakibi alt ettiğini iddia eden videoya rağmen nasıl kendi tuvaletini yapamıyor anlayamadım bu Gavs efendiden…

Rabıta Şirkini dikkate almayıp 7 yaşındaki çocuğu ile sıcak teması cinsellik sayan namussuz taife nedende iş kendi Şeyh/Reğlerine gelince Kadınlara rabıta esnasında Şeyhlerinin simasını hayal etmelerini emredebiliyorlar 7 yaşındaki çocuğa sıcak ilişkiye baba, anne şefkatini caiz görmeyenler kadınların rabıtasını caiz görebilmektedirler? Namus sahibi hangi erkek kadınının başka bir erkeği hayal/tahayyül etmesine izin verebilir! İzin veren ancak Deyyus Yahudileşen mantık sahibidir…

Panteist yogi Hindu Cüppeli Efendi Diyor ki: Cima ederken rabıta yapın ki çocuklarınız daha faziletli olsun? Hangi namus sahibi insan, Hayvan, Müşrik, Kâfir, Pislik, Deyyus karısının başka birini hayal ederek cimada bulunmasına izin verebilir… Ama verenler var ve Yogi dışında tasavvufun genelinde mevcuttur itirazı olan varsa onlara onların kaynaklarından istedikleri kadar delil sunarım...

Kur’an ve Sünnet dışı tüm anlayışlara Düşmüş oldukları sapkınlıklardan tevbe etmelerini şirk ve müşriklik alametlerinden yaşamlarından sıyrılmalarını Allah’ın kelamına dönmelerini diliyoruz…

kamer34 16 Ekim 2011 22:33

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Bakın semihh bey

Yukarıda yazmış olduğum yazıyı okumadan ve anlanadan tekrar yazı yazmışsın. İnsan birilerine cevap verirken önce o kişinin akidesi hakkında biraz bilgi sahibi olur. Size yukarıda açık bir şekilde Allah’ın dostları ve peygamberin varislerin olan alimlerin vasıflarını yazmaya çalıştım fakat anladımki siz bunu anlamamışsınız.

Öncelikle vehabiliği eleştirirken vehabiliğin ne olduğunu biraz araştırın biraz okuyun biraz bilgi sahibi olun, aklınızı başkalarının cebinden çıkarın ve kendiniz düşünmeye başlayın. Bunu bizden Allah’ın kitabı istemektedir. Bir çok ayette aklınızı kullanın halen aklınızı kullanmayacaksınız diye buyurulmaktadır.

Gelegelim peygamberin varislerine. Bakın dört mezhep imamı ve bu imamların imamlarının kitaplarını açalım birlikte okuyalım örneğin Zeynel bin abidini okuyalım örneğin Muhammed bakırı okuyalım örneğin ibni abbası okuayalım örneğin imam Alileri imam Zeydleri okuyalım bakalım sizin peygamber varisi olarak ilan ettiğiniz zatların fikirleri hakkında ne diyorlar.

Herşeyden önce Kuran-a ve Sünnete bakalım sizin peygamber varisleri tanımınızla Kuran ve Sünnetin peygamber varisleri tanımı aynımıdır. Biz bunu söylüyoruz.

İmam Şafi-i derki

“Delilsiz ilim tahsil etmek gece karanlığında odun toplamaya benzer,gece karanlığında odun toplarken insanın kendisini bir yılanın sokacağından habersizdir” muhteşem bir açıklama Allah ona rahmet eylesin.

İşte peygamber varisi alimler böyle sözler söylerler ve kendi görüşlerine muhakkak Kuran ve Sünnetten delil getirirler. Ya sezin alim olarak tanımladıklarınzın kitaplarında neler yazılı ona bir bakıverin bir zahmet.

Ya biz aklımızı ekmek peynirlemi yedik “Merkeple hemhal olmuş sonrada ölmüş kadına şehit diyelim”sonrada böyle diyenleri kalkıp peygamberin varisleri olarak ilan edelim. Bu nasıl bir mantık böyle.

Rabıta meselesine gelince

Rabıta tasavvufun olmazsa olmazlarından biridir. Tekrar söylüyorum “Ya biz aklımızı ekmek peynirlemi yedik” Kalkıp eşimizin tenha karanlık bir odada namahremi olan güyya şeyhleri hayal etsin,onu düşünsün,onu tahayyül etsin,bu nasıl bir vicdan aklım almıyor.

Hiçbir erkek bunu kabul etmez etmemesi lazım ama maalesef tasavvufta bu vardır. Siz tasavvufu tam olarak okumadınız galiba. Eğer cima esnasında mürit tam olarak rabıtaya konsantre olabiliyorsa doğacak olan çocuk güyya daha üst mertebelere çıkacakmış inancı vardır.

Semihh bey eğer siz vahdeti vucudu tam olarak anlayabilmişseniz ki sıleyman adlı üyemiz birazını açıklamış o zaman emin olun siz bile o fikirlerden tiskinti duyacaksınızdır.

Koyduğunuz vıdyoya gelince

Neyi düğü belirsiz kişilerin ne söylediğinin hiçbir değeri yoktur. Eğer vehhabiliği eleştirecekseniz o ekolun kurucusu olarak kabul edilen Muhammed bin Abdülvahhabi iyi tanımanız gerekmektedir.

Muhammed bin Abdülvahhab 1700 yıllarda Osmanlının en sancılı olduğu dönemde yaşamış bir alimdir. Aynı zamanda büyük bir komutandır. Şimdi ben onun kitaplarının isimlerini aşağıya yazacağım siz onları okuyun Kuran ve Sünnete ters birşey bulursanız söz birlikte eleştirelim yoksa ona iftira attığınız için Allah bunun hesabını muhakkak sizden soracaktır.

Mevlanayı eleştirirken asla mevlanaya atıf edilen sözlerden yola çıkmadım onun kendi yazdıklarından yola çıkarak eleştirdim. Ona moğol ajanı bile dediler. Ama ben bunu bu sitede asla konu etmedim. Benim için önemli olan kişilerin kendi yazdıkları ve yazdıklarının içerisinde taşıdıkları fikirleridir. Bu kitaplar Muhammed bin Abdülvahhaba ait kitaplardır.

DİNDE ÜÇ TEMEL VE DELİLLERİ
Kesf el-subuhat
Muhtasar_Es_Siyre
Tevhid_Kitabi
Ayrıca onun hayatını anlatan birde makale asacağım inşallah.

Sıleyman. 16 Ekim 2011 23:41

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Cüpppeli Ahmed: Cima Anında Şeyhe Rabıta Sapıklığı “TARİKAT-I ALİYYE’DE RABITA-I CELİYYE” adlı kitabında Rabıtaya deliller bulmaya çalıştıktan sonra, “Rabıta Hakkında Akli Deliller “ bölümünde 261. sayfasında şu maddeyi delil olarak sunmuştur !“Herhangi bir işi , severek ve kalbi istila edecek şekilde düşünmek o işi yapmak gibi insana tesir eder. İyilikleri düşünmek iyi , kötüleri hayal etmekse kötüdür.Bazı ulema , doğacak çocuğa bereketi sirayet eder ümidiyle kişinin, cima halinde Salih kimseleri düşünmesini güzel görmüşlerdir. O halde düşünceyi haram ve mübahlardan çevirip , iyilere yönlendirmek , hiçbir akıllının inkara kalkışmaması gereken şeylerdendir ki rabıta da bu hayali sohbetten ibarettir.” ( Muhammed Salih , Beğiyyetü’l- Vacid , Sh . II)

Semihh bey benden delil istemiş ve iftira attığımı söylemiştiniz buyrun deliliniz Bırakın bu putperestleri takip etmeyi kendi rantlarından başka amaçları olmayan belamları....

kamer34 17 Ekim 2011 21:34

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Semihh bey delil istemiş olduğunuz yazınızı yankışlıkla sildim kusura bakmayın
Sıleyman adlı üyemiz delilini ortaya koydu
“Bazı ulema , doğacak çocuğa bereketi sirayet eder ümidiyle kişinin, cima halinde Salih kimseleri düşünmesini güzel görmüşlerdir.”
Bu cümlelerde de açıkça anlaşılmaktadırki eğer mürit eşiyle tenhalaştığı vakit şeyhine rabıta yaparsa doğacak olan çocuk farklı bir ahlak üzere doağacak anlayışı mevcuttur. Bu anlayışların hiçbirini islam dini kabul etmez.

semihhh 20 Ekim 2011 01:54

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Mevlâna, İddia Edildiği Üzere Bir Moğol Ajanı mıydı?
Mevlâna’yı tam anlamıyla anlamayan sözde bazı tarihçiler, Mevlâna’nın Moğolları öven yazıları ve Moğol ordusunun Konya’ya zarar ziyan vermeden çekip gitmelerini öne sürerek onu ajanlıkla suçlama gibi bir izlenime sahiptirler.
Mevlâna misyon itibariyle meseleleri uzlaşma ve barış yoluyla çözen birisidir. Toplumun maslahatı için şiddet ve kavgayı benimsemez. Nitekim Moğollar Konya’ya kadar gelince bir haberci göndererek Moğol ordusunun komutanı Bayçuhan’la görüşme talebini iletmiştir. Bu görüşme sonrasında da bir tepenin üstüne çıkarak kuşluk namazını kılmaya başlamıştır. 322 Moğol askerleri Mevlâna’yı ok yağmuruna tutmaya niyetlenmiş, atlarını onun üstüne sürmeye çabalamışlar ancak buna muktedir olamamışlardır. Adeta ilahi bir gücün kendilerini engellediğini düşünerek Mevlâna’nın heybeti karşısında şaşırmışlar ve onun keramet sahibi bir insan olduğuna karar vermişler, geriye dönüp gitmişlerdir. Bu tarihi bilgiler resmi kayıtlarda mevcut olup Konya’yı istila ve işgal etmeyi düşünen Moğolların Mevlâna gibi Allah dostu bir insanın kendi canını feda etme teşebbüsüne taaccüp etmişler ve niyetlerini gerçekleştirememişlerdir.323 İddia edildiği üzere Mevlâna bir Moğol ajanı olsaydı Konya’da kendi beyliğini kurar, yokluk içerisinde değil varlık içerisinde yaşardı. Bu iddia fanteziden başka bir şey değildir. Gönüllere taht kurmuş bir insanı böyle bir iddiayla itham etmek abesle iştigal etmektir. İddia isnada, isnad iftiraya dönüşürse gerçek lekelenir. Gerçek şudur ki, Mevlâna’ya isnad edilen ajanlık, gerçek dışıdır.


Mesnevi’de Niçin Müstehcen Örnekler Verilmiştir?
Mevlâna ne şehvet düşkünüdür ne de şehvet düşmanıdır. O her konudaki itidalini cinsellikte de muhafaza eden bir üsluba sahipti. Peki ama Mesnevisi’nde niçin cinsel örnekler vermekte ve müstehcen kavramları kullanmaktadır?
Mevlâna’nın müstehcenliği tasvip ettiği söylenemez. Şehvetin dizginlenmediğinde, şehvet tutkusunun aşırıya kaçtığı noktada insanları ne tür bir rezil duruma düşüreceğine işaret etmek için bu tür örnekleri vermek zorunda kalmıştır. Şüphesiz ki şehvetperestliğin sakıncalarını anlatmak için cinsellikle örnek vermek kadar normal bir şey düşünülemez. Nitekim Mesnevi’nin 5, cildinde yer alan 1333 nolu beyitle başlayan hikayesinde şehvet düşkünü bir kadının akıbetinin ne derecede berbat bir sonuçla karşı karşıya geldiğini anlatır. Şehvetin nefse nasıl hakim olduğunu ve kişiyi ne durumlara düşürdüğünü vurgulayarak okuyucuya ibret dolu mesajlar vermeyi amaçlar.
Günümüzde de şehvet belasından nice yuvaların yıkıldığı, depresyon illeti ile karşı karşıya gelen insanların bu tür telkin verici öğütlerden yoksun kalınca cinayetlerle, intihar ve eroin krizleri ile hayatları sona eren birçok dramatik olayların yaşandığı inkar edilemez bir gerçektir.
Halka her konuda irşadlık görevini üstlenen Mevlâna şehvet belasına dikkat çekmek için Mesnevisinde bu konulara da yer verir.
Dünya edebiyatında bu tür eğitici-öğüt verici hikayeler mevcuttur. Bu yadırganacak, eleştirilecek bir husus değildir. Mevlâna, münevver bir eğitimci olarak halkı bu hususta bilgilendirmek, şehvetin zararlarının boyutuna ilgi çekmek için bilgilendirmek maksadıyla Mesnevisinde birkaç yerde müstehcen konulara yer verir. Eşekle sevişen kadın (Cilt 5, 1333. beyit), kumandanla zina eden cariye (Cilt 5, 3881-3890 nolu beyitler) örnekleri bu konuda şehvetin zararlarına dikkati çekmek için verdiği örnek hikayelerdir.
Hikâyelerden birisi şudur :
Çiftlik sahibi bir kadın, evin hizmetçisinin günün belirli saatlerinde çardağa girip kapıyı kilitleyerek uzun süre orada oyalandığını görür. Merak ederek bir gün takip eder ve kapı deliğinden içeriyi gizlice gözetler. Gördüğü şudur, hizmetçi yere oturma pozisyonunda eğilmiş ve eşek üstte sevişiyorlar. Şaşkınlıkla orayı terk eder. İçinde dizginlenemeyen bir şehvet ateşi yanar. Hizmetçi çıkınca gizlice kendisi çardağa girer. Soyunup bacaklarını açıp eşeğin üzerine abanmasını sağlar. Sonra acı bir feryat ile can verir. Oysa hizmetçi eşek ile kendi organı arasına tampon vazifesi için içi oyulmuş (delikli) kabak koymuştur. Şehvetin azgınlığıyla kadın kabağı görmemiştir. Haram yollu bir şehvet için canından olmuştur.
Mevlâna, şehvet için şöyle der:
“Şehvet meyli, şehvet arzusu gönlü sağır gözü kör yapınca, eşeği bile hoş gösterecek kadar azgındır.” (Mesnevi Cilt 5 beyit 1365 )
Mevlâna, şehvet fitnesine dikkati çekmeyi murad eder. O, cinselliğe karşı değildir. Helalin arzulanmasını ve Allah’ın nimetlerinden meşru yollardan yararlanmayı anlatmaktadır.
“Cinsellik soyu sopu üretmek için gerekli olmasaydı, Hz. Adem bu arzuyu taşıdığı için utanır da kendisini hadım ederdi. Şehvetin azgınlığı şeytanın suyudur. “ (Mesnevi Cilt 5 beyit 957’)
Mevlâna cinsel ahlâk konusunda tavsiyelerde bulunurken doğaldır ki cinsel temalara değinmek zorundadır. Namussuzluğu anlatmak için başka ne tür bir ifade kullanacaktır ki.
“Kim başkasının karısına göz dikerse iyi bil ki o kimse karısına karşı kavatlık etmiştir. Çünkü bir kötülüğün cezası aynı akıbete uğramak gibidir. Suçun cezası, o suçun aynısıdır. Sen başkasının karısını kendine çektin mi, sen de onun gibi hatta ondan daha beter deyyussun.“ (Mesnevi Cilt 5 Beyit 3999)
Görüldüğü üzere Mevlâna, onur ve namus ahlâkını önemsetebilmek ve bu hususlarda halkı bilinçlendirmek amacıyla bir eğitim metodu olarak müstehcen tabirler kullanarak tavsiyeler vermektedir. Haya ve edeb çizgisine insanları çekebilmek için cinsel ihtirasların felaket tablolarını örneklerle açıklamaktadır. Şehvetin zararlarına, kontrolüne örnek olması için hikayelerinde bu konulara yer verir.


ya nie sordum soruya cevap vermiyonuz arkadaşım hangi Evliya kötülemiş onu ki, siz kötülüyonuz siz kim olunuyonuz onun makamına geldiniz mi yoruyonuz bak Evlyalar ne demiş



Mevlâna, babası Baheeddin Veled ile Belh’ten Konya’ya hicret yolculuğu esnasında Nişabur′da Şeyh Attar ile karşılaşırlar. Hep birlikte olurlar. Şeyh Attar Mevlâna’nın olgunluğunu görür ve ona Esrâr- nâme adlı eserini hediye eder ve babasına da: “Çok geçmeyecek, bu senin oğlun alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır” der. (Devletşah tezkiresi temel eser sno 112 ist 1997s249, eflaki a.g.e s137)
Mevlâna ve babası birlikte Hac farizası dönüşü Şam’a uğrarlar. Burada Muhyiddin İbnü’l Arabi ile görüşürler. İbnü’l Arabi, babasının arkasında yürüyerek giden Mevlâna’ya bakarak: “Sübhanallah!. Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!..“ der.
Bir gün Sultanü’l Ûlema oğlu Mevlâna’dan şöyle bahseder: “Biz arkamızda öyle bir yiğit bırakıyoruz ki, ona güneş, ay ve yıldızlar secde eder, ölür kıyam ederler.”
zaten Mevlana sizin gibilere diyor 'Beni çokça konuştunuz , anlattınız, andınız beni az anladınız'


İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Her müslüman, terbiye edici bir üstada muhtaçtır. Üstad onu terbiye ederek, kötü huylardan kurtarır. Allahü teâlâ, insanlara doğru yolu göstermek için, Peygamber gönderdi. Peygamberden sonra ona vekil olarak evliyayı yarattı.) [Eyyühel-veled]


Veli, Resulullahı iyi tanıdığı için, Onun mübarek kalbinden feyz alır ve bu feyzler, bunun kalbinden, kendisine bağlananların kalblerine akar. Feyz gelen kalb temizlenir. Ahlakı güzel olur.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Velinin kalbindeki feyzler, nurlar, güneşin ziyası gibi yayılır. Onu seven müslümanların kalblerine akar. Onların bu feyzleri aldıklarından haberleri olmaz. Kalblerinin temizlendiğini anlarlar. Karpuzun güneş karşısında olgunlaştığı gibi, kemale gelirler. Eshab-ı kiram, Resulullahın sohbetinde, böyle kemale geldi.) [M.260]


gelelim Vahdet i Vucud a



“Lâ mevcude illa hu” (Ondan başka mevcut yoktur.) diyerek varlığın ancak Allah’a mahsus olduğunu esas alan ve mahlukatın varlığını kabul etmeyen bir tasavvuf ekolüdür. Ekolun kurucusu Muhyiddin-i Arabî hazretleridir. Sadeddin Konvevî hazretlerinin dışında bu yola giren büyük zatlara rastlanmaz.

Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bazı görüşleri kendisinden sonra gelen tasavvuf ehlince benimsenmiş olmakla birlikte bu yol, diğer tarikatlar gibi, büyük kitlelerin tâbi olduğu bir meşrep halini almamıştır. Vahdet-i vücut meşrebinde Allah namına mahlukat inkâr edilirken, materyalistler ve tabiatçılar bu meşrebi o büyük velinin anlayışına taban tabana zıt bir yola çekerek, tabiat namına Allah’ı inkar yoluna girmişlerdir.

Önce, vahdet ve vücut kelimeleri üzerinde biraz duralım. Vahdetin sözlük anlamı, birlik’tir. Zıt anlamı “kesret”, yâni çokluktur. Meselâ, beş farklı harf bir kesrettir, ama bunlar tevhit edilerek bir kelime halini alırlarsa vahdete erilmiş olunur.

Kâinat kitabı denilen bu âlemde, bu mânânın sonsuz misalleri vardır. Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken, milyarlarca hücre bir bedende birleşiyorlar. Bir olan Allah’ın mukaddes varlığı için “vacib-ül-vücut”, kesret dairesini meydana getiren mahlûkatının varlığı için ise “mümkin-ü’l-vücut” tabirleri kullanılır.

Vacip; varlığı kendinden olan, bir başkasının var etmesiyle var olmaktan münezzeh bulunan, ezelî ve ebedî var olan Allah’ın varlığı. Mümkin; varlığı, yaratıcısının var etmesiyle tahakkuk eden, o dilediğinde hemen yok olmaya mahkûm, bu cihetle varlığı ile yokluğu yaratıcısının kudretine nispetle eşit bulunan mahlûkatın varlığı.

İşte vahdet-i vücut meşrebindeki bir velî, “istiğrak” dediğimiz mânevî sarhoşluk hâline girdiğinde varlığı sadece vacip varlığa hasreder, mümkinin varlığını inkâr eder. “Lâ mevcude illâ hu” yâni “Ondan başka varlık yoktur.” der.

Bu sözün cezbe hâlinde, mânevî sarhoşluk hâlinde söylendiği açıktır. Zira, Ondan başka varlık olmasa, bu sözün de söylenememesi gerekirdi. Ama, bu sözü söyleyen zât o anda bunu da düşünecek halde değildir.

İstiğrak halinin bir gölgesi günlük hayatımızda da bazen kendini gösterir. İlmî bir eseri okuyan insan kendini mânâya kaptırdı mı, artık kelimeleri bir bakıma görmez olur. Onları hatırlamaz, onlarla meşgul olmaz. O her şeyiyle ilme dalmış, onda gark olmuştur. O anda kitabı unuttuğu gibi, onu tutan parmaklarını, ona bakan gözlerini de unutmuştur.

Vahdetü’l vücut için, Mesnevî-i Nuriyye’de “Tevhidde istiğraktır ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir.” buyrularak bu meşrebin akıl ile izah edilemeyeceğine dikkat çekilir.

Bir aynayı güneşe karşı tuttuğunuzda güneş o aynada görünür. Onun nuruyla ayna da aydınlanır. O da ışık saçmaya başlar. Bu ayna şuurlu olsa, güneşin nurunu kalbinde taşır, ona iman eder ve kendisindeki bütün renklerin, ışığın, hararetin hep ondan geldiğini bilir, ona minnettar olur. Bu şuurlu aynanın güneşe doğru yaklaştığını farz edelim. Yaklaştıkça güneşten daha fazla ışık alacak, daha çok parlayacak, diğer yandan, daha fazla ısınacak, yanacaktır. Ayna güneşe yaklaştıkça onda, güneşin görüntüsü dışında kalan saha gittikçe azalır. Ve sonunda aynanın tamamı güneşin nuruyla dolar. Artık onun kalbinde başkasına yer yoktur. Yaklaşma devam ettikçe, ışığın şiddetinden ayna kendini göremez olur. Şiddetli hararet ve nur ile kendinden geçer, istiğrak hâline girer. Artık ne kendisi kalmıştır ortada, ne de ışığı. İşte o ayna bu halde iken, “Güneşten başka bir şey yoktur.” derse, bu onun mânevî sarhoşluğunun ifadesidir.

Risale-i nur Külliyatından Mektûbat’ta, “kalbî ve hâlî ve zevkî olan bu meşrebi aklî ve kavlî ve ilmî sûretine çevirmemek” gerektiği önemle vurgulanır. Ve Lem’alar’da bu mânâyı teyit için, “bu mesele-i vahdetü’l vücudu şimdiki insanlara telkin etmek ciddi zarar verir.” denilerek çoğu insanımızın maddede boğulduğu, sebeplere gereğinden çok fazla önem verdiği bu gaflet zamanında bu meşrebi insanlara telkin etmenin ters sonuçlar vereceğine şöylece dikkat çekilir:

O meşrep, daire-i esbaptan geçip, terk-i mâsiva sırrıyla, mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletinde mazhar olduğu salih bir meşrebdir. Bu meşrebi esbab içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-ı İslâmiyyeden uzaklaştırmaktır.”

Hani bazı ilâçlar vardır, üzerine not düşülmüştür; “Çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediniz.” diye. Bu meşrep de öyle. Şartı, “ehass-ı havas” yâni hasların hası olmak. Velâyetin en ileri derecelerinde bulunmak. Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor.; sadece istiğrak-ı mutlak hâlinde geçerli. Yâni tevhit denizinde tam gark olup, o deryada boğulup, Allah’tan gayrı ne varsa hepsinden alâkayı kestikleri zaman “lâ mevcude illâ hu” diyebiliyorlar.

İlk cümlede o mümtaz zevatı pervasızca tenkide cür’et edenlere hadleri bildiriyor: Ehass-ı havasın mazhar olduğu salih bir meşrep” ifadesiyle...

Elimize bir meyveyi düşünelim. Bu meyve halk (yaratma) fiiliyle var olmuş ve onda Hâlık ismi tecelli etmiştir. Bu fiil ve bu tecelli olmasa o meyve vücuda gelemez. İşte bizim ilmen, fikren düşündüğümüz bu mânâyı o mümtaz zâtlar hissederler, yaşarlar, o hâl ile hallenirler ve cezbe hâlinde o meyvenin yokluğuna hükmederler. İstiğrak hâlinden çıkınca meyvelerini âfiyetle yer ve Rezzâk olan Allah’a şükrederler. İstiğrak hâlinde şükür de yoktur. Zira, ne meyve vardır ne insan.

Nur Külliyatında bu meşrebin “salih” olduğu, mensuplarının da ehass-ı havas oldukları zikredilmekle birlikte, bu meşrebin zannedildiği gibi en ileri bir hakikat yolu olmadığına da bilhassa dikkat çekilir. “Hulefa-i râşidinden ve eimme-i müçtehidinden ve selef-i sâlihînin büyüklerinden o meşreb sarihen görünmüyor.” denilerek bu meşrebin hususî kaldığı, umuma mâl olamadığı vurgulanır.

Ne sahabeler, ne mezhep imamları, ne de asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Abdulkadir-i Geylânî gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmişlerdir. Onlar bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dediğimiz, insanları irşat etme, ikaz etme, hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişlerdir. Bu kutsî vazife ise istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilir. Nitekim, Muhyiddin-i Arabî de “Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın.” buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını beyan etmiş bulunuyor.

Nur Külliyatında dikkat çekilen önemli bir nokta da, bu meşrebe giren bir velînin sadece Allah’a imanda terakki ettiği, buna karşılık diğer iman rükünlerini düşünmemekle yahut hayal saymakla onlardan gereken feyzi alamadığıdır. İstiğrak hâlinde söylenen “lâ mevcude illâ hu” sözünün uyanık halde söylense diğer beş iman rüknünün dikkate alınmaması sonucu doğar.

Öte yandan, bu meşrebi uyanık halde iddia etmek, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin tecellilerini hayal ve vehim derecesine indirmek gibi büyük bir cinayettir. Rızık hayal olunca Cenâb-ı Hakk’ın rezzakiyeti de, hâşâ, hakiki olmayacaktır. Mahlûkata hayal dediniz mi Allah’ın yaratıcılığı da hayalî olur. Hayâlî şeyleri yaratmak için sonsuz bir kudret, irade gerekmeyeceğinden bütün ilâhî sıfatların ulviyetleri de gizlenecektir. Sadece Allah’ın zâtına nazar edilmekle, sıfatlara, fiillere, isimlere ve onların tecelli ettiği olan mahlûkata bakılmayacaktır. Bunun ise velâyette yüksek bir meşrep olmayacağı açıktır.



Vehhabiler, (Vahdet-i vücutçular, La mevcûde illallah yani Allah'tan başka varlık yoktur. Ne varsa Allah'tır, her şey Allah'ın bir parçasıdır diyorlar. İ. Arabi Füsûsul-Hikem’de bu küfür olan görüşü savunuyor) derken, bazıları da, (İbni Arabi, sonra o itikattan dönmüştür. Fütuhat-ı Mekkiyye’ kitabında bu itikadından döndüğünü açıkça ifade etmiştir. Ancak, vahdet-i vücud düşmanları bunu gizliyorlar) diyorlar. Vahdet-i vücut nedir? İbni Arabi, nasıl birisidir?
CEVAP
Ne varsa Allah’tır, Allah’ın parçasıdır demek yanlıştır. Ancak La mevcûde illallah = Allah’tan başka varlık yok demektir. Bu ifade Ehl-i sünnete aykırı değildir. İbni Arabi hazretlerini şiddetli şekilde tenkit eden İmam-ı Rabbani hazretleri de aynısını çeşitli mektuplarında uzun uzun bildiriyor. Yalnız Allah vardır, âlem hayal mertebesinde yaratılmıştır buyuruyor. Şu sual, âlimler tarafından İmam-ı Rabbani hazretlerine soruluyor:
Sual: Âlimler diyor ki, Allahü teâlâ, bu âlemin içinde ve dışında değildir. Âleme bitişik de değildir. Ayrı da değildir. Bunun açıklanması nasıl olur?

İmam-ı Rabbani hazretleri buna şöyle cevap veriyor:
İçinde, dışında olmak, bitişik ve ayrı olmak gibi şeyler, var olan iki şey arasında düşünülebilir. Halbuki sualde, iki şey mevcut değildir ki, bunlar düşünülebilsin. Çünkü, Allahü teâlâ vardır. Âlem, yani Ondan başka her şey vehim ve hayaldir. Âlemin var görünmesi, Allahü teâlânın kudreti ile devamlı olup, vehim ve hayalin kalkması ile yok olmuyor. Ahiretteki sonsuz nimetler ve azaplar bunlara oluyor. Fakat, âlemin varlığı vehim ve hayaldedir. [Yani dışarıda var olmayıp, vehme ve hayale var görünmektedir.] Vehim ve hayalin dışında bir varlık değildir. Allahü teâlânın kudreti, vehim olunan, hayal olan bu görünüşleri devam ettirmektedir. Var gibi göstermektedir.

Hayalde bulunan bir şey, dışarıda var olan bir şeyle bitişiktir, onun içindedir denemez. Fakat, var olan, mevcud olan bir şey, hayalde olan şeyin içinde de, dışında da ve ayrı da değildir, bitişik de değildir. [Bunu nokta-i cevvale ile açıklıyor. Merak edenler mektubun aslına bakabilirler.] (C.2, m. 98)

Önce Muhyiddin-i Arabi hazretlerini tanıyalım, sonra vahdeti vücud görüşünü reddetmese de, yine evliya arasında olduğunu vesikalarla bildirelim:

Şeyhi ekber İbni Arabi hazretleri, Endülüs’te doğdu, 1240 yılında 78 yaşında Şam’da vefat etti. Zahir ve batın ilimlerinde kâmil idi. Fıkıh ve kelam ilimlerinde müctehid idi. Zekası pek çok, hafızası harikulade idi. Sultanlardan, valilerden, beylerden çok saygı görür, pek çok hediye gelirdi. Hepsini muhtaçlara dağıtırdı. Beş yüze yakın kitap yazmıştır. Yazılarını anlayabilmek için, âlim olmak lazımdır. Yirmi cilt olan Fütuhat-ı mekkiyye kitabı, dört büyük cilt halinde 1973’de Beyrut’ta basılmıştır. Cahiller, buna zındık dedi. İbni Teymiye gibiler kâfir dedi. Âlimler, Arifler ise, veliy-yi kâmil olduğunu anladı.

İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
(Büyüklerimizin beğendiği, büyük bildiği Muhyiddin-i Arabinin, birçok sözlerinin ehl-i sünnete uymaması, şaşılacak şeydir. Hataları keşfinde, kalbde doğan bilgilerde olduğu için, ictihaddaki hatalar gibi bir şey söylenemez. Onu büyük bilir ve severim. Ehl-i sünnete uymayan yazılarını yanlış ve zararlı bilirim.

[Bu ifadeler, Füsûsul-Hikem’deki, Ehli sünnete aykırı yazıları ve keşifleri içindir. Nasıl müctehid ictihadında hata ederse, sorumlu olmuyorsa, evliya keşfinde hata ederse sorumlu olmuyor. Ancak bu yanlış keşfe uyanlar sorumlu oluyor. Hiçbir müslüman da İbni Arabi hazretlerinin yanlış keşiflerine uymaz.]

Onun hakkında konuşanlardan bir kısmı haddi aşıyor, bir kısmı büsbütün mahrum kalıyor. Evliyanın büyüklerinden olan Muhyiddin-i Arabi hazretleri, keşiflerindeki hatalardan dolayı büsbütün reddedilemez. Onun vahdet-i vücud bilgisi, görünüşte, ehl-i sünnet itikadına uymuyor ise de, uydurulması kolaydır. Aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde olduğunu gösterdim.) [m.266]

(Kıyas ve ictihad, dinin 4 temelinden birisidir. Evliyanın ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir. Tasavvufçuların, ehl-i sünnete uygun olmayan sözlerine uyulmaz. Fakat, onlara iyi gözle bakarak dil uzatmamalı, şuursuz sözlerinden saymalıdır!) [m.272]

(Şeyh-i ekberi [yani İbni Arabiyi] caiz olmayan bazı bilgileri ile, yine makbuller arasında görüyorum. Evliya arasında bulunuyor. Onu reddeden, beğenmeyen tehlikededir.) [c.3, m.77]

İmam-ı Süyuti
hazretleri Tenbih-ul-gabi kitabında İbni Arabi hazretlerinin büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

Ebüssüud efendi
hazretleri de ona dil uzatılamayacağına dair fetva vermiştir.

Abdülgani Nablüsi
hazretleri, İbni Arabi gibi büyük bir evliyaya dil uzatanın cahil ve gafil olduğunu, bunların başında İbni Teymiye’nin geldiğini bildirmektedir. (Hadika)

Ehl-i sünnet âlimleri, vehhabilerin ortaya çıkacaklarını, keramet olarak bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevaplar yazmışlardır. Bu âlimlerin başında, Muhyiddin-i Arabi ve Sadreddin-i Konevi ve Celaleddin-i Rumi ve Seyyid Ahmed Bedevi ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi Veliler bulunmaktadır.

Vehhabiler, işte bunun için, bu evliya zatlara dil uzatıyorlar. İmam-ı Rabbani hazretleri, Hazret-i Mehdi gelince Medine’deki [vehhabi] âlimi öldüreceğini bildiriyor. Vehhabiler İmam-ı Rabbaniyi bu yüzden tenkit ederler.

İbni Arabi hazretleri, Vehhabilerin Arabistan’da türeyeceğini ve bozuk yolda olacaklarını haber verdiği için, Vehhabiler onu asla sevmez, şeyhi ekber değil, şeyhi ekfer [en büyük kâfir] diye hakaret ederler. Ehl-i sünnet gençler, bu vehhabilerin oyunlarına, tuzaklarına düşmemelidir.

Menkıbeleri çoktur. İkisi şöyledir:

Sin, Şın’a gelince
Şeyhi ekber hazretleri, Şam'da, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar. Rabbimize hâşâ hakaret etti sandılar. Epey kimse aleyhinde konuşmaya başladı.

Vefat ettiğinde de Şam halkı, kabrinin üzerine çöp döktüler. Ancak vefatından sonra onun ne mübarek bir zat olduğu meydana çıktı. İbni Arabi hazretleri "Sin, Şın'a gelince, Muhyiddin'in kabri meydana çıkar ve muradı anlaşılır" buyurmuştu. Osmanlı Sultanı Yavuz Selim Han Şam'a geldiğinde; "Sin, Şın'a gelince, Muhyiddin'in kabri meydana çıkar" sözünün ne demek olduğunu firasetiyle anladı. [Sin'den murad Selim, Şın'dan murad Şam'dır.] Kabrini araştırıp buldurdu. Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına bir cami ve imaret yaptırdı.

Ayrıca Muhyiddin-i Arabi'nin vefatından önce ayağını yere vurarak, "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" buyurduğu yeri tespit ettirip, orayı kazdırdı. Orada küp içinde altın çıktı. Bundan, "Siz, Allahü teâlâya değil de, paraya tapıyorsunuz" demek istediği anlaşıldı.

Ateşin yakıp yakmaması
Bir gün sohbetine ateist bir felsefeci gelmişti. Peygamberlerin mûcizelerini inkâr ediyor, her şeyi felsefe ile çözmeye kalkışıyordu. Soğuk bir kış günüydü. Ortada, içinde ateş bulunan büyük bir mangal vardı.

Filozof, (Cahiller, İbrahim peygamberin ateşe atıldığını ve yanmadığını zannederler. Bu mümkün mü? Zira ateş yakar kavurur. Çünkü yakma özelliği vardır) gibi sözler söyleyince Muhyiddin-i Arabi hazretleri; (Allahü teâlâ, Enbiya suresinin 69. âyet-i kerimesinde mealen; “Biz de: Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol! dedik” buyurmaktadır) dedi.

Ortada bulunan mangalı alıp, içindeki ateşi filozofun eteğine döktü ve eliyle ateşi iyice karıştırdı. Bu hâli gören filozof donup kaldı. Ateşin, elbisesini ve Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin elini yakmadığını görünce iyice şaşırdı. Muhyiddin-i Arabi hazretleri ateşi tekrar mangala doldurup, filozofa; “Yaklaş ve ellerini ateşe sok” deyince, filozof ellerini uzatır uzatmaz, ateşin tesirinden hemen geri çekti. Bunun üzerine ateist felsefeciye; “Ateşin yakıp yakmaması Allahü teâlânın dilemesiyledir” buyurdu. Filozof bu olay karşısında Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.

gelelim vehhabilik
Vehhabilerin bozuk yönleri

Aşağıdaki yazılarda önce vehhabilerin görüşleri yazılmış, sonra bunlara cevap verilmiştir.

1- Allah yarattıklarına benzemez

Vehhabiler, Allah’ı insana benzeterek (Allah Kürsüye oturmuştur) diyorlar. (Feth-ul-Mecid, Abdurrahman bin Muhammed bin Abdulvahhab. s.256. Darusselam Yayınevi Riyad)
Vehhabi İbni Baz diyor ki:
Allah hakkında, organ ve cismi reddetmek yanlıştır. (Tenbihat firreddi ala men teevveles-sıfat İbni Baz s.19 Müftülük Genel Başkanlığı. Riyad)
Allah, kendisinin suretine benzeyen insanı yarattı. (İman ehlinin Âdem’in Rahman suretinde yaratılmasıyla ilgili akidesi [İbni Baz bu kitabı övdü], Mahmud el-Tuveyciri s.76 Dar el-Liva, Riyad)
CEVAP
Allahü teâlâ ne Arş’a ne de Kürsü’ye oturmaz; çünkü oturmak insanların sıfatlarındandır. Allahü teâlâ hâşâ cisim değildir, uzuvlardan da münezzehtir. Yarattıklarına da kesinlikle benzemez. Bir âyet-i kerime meali:
(O’nun eşi ve benzeri yoktur) [Şura 11]
(Eli var, ayağı var, oturur, kalkar) gibi yapılan her türlü benzetmeler, bu âyet-i kerimeye aykırı olur.
2-Allah mekandan münezzehtir

Allah zatiyle Arşın üstündedir. (Hac Dergisi Yıl 49 11. bölüm s. 73–74 H. 1425 Mekke)
CEVAP
Bu da, (O’nun eşi ve benzeri yoktur) mealindeki âyet-i kerimeye aykırıdır. Arş sonradan yaratılmıştır. Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah ezelde varken O’ndan başka hiç bir şey yoktu.) [Buhari]
3- İstiva

İstivayı istila manasında açıklayan kâfirdir. (Halakatün Memnua, Hüsam el-Akkad, s.26 Darüssahabe Tanta)
Allah Arş’a oturdu. (Nazarat ve Takibat ala mafi kitap el-selefiye, Salih el-Fozan, s.40, Dar el-Vatan, Riyad)Kürsü Allah’ın ayaklarının bastığı yerdir. (Tefsir Ayet-ül Kürsi, s.19 İbnül Cevzi kütüphanesi)
CEVAP
Bu da, (O’nun eşi ve benzeri yoktur) mealindeki âyet-i kerimeye aykırıdır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]Vehhabiler hem tevili inkâr ediyorlar, hem de bu âyetin ikinci kısmını, yani (Nerede olursanız olun, sizinle beraberdir) kısmını tevil ediyorlar. Allah’ın sıfatları tevil edilmez dedikleri halde, (Nerede olsanız, O sizinle beraberdir) kısmını tevil ederek tezada düşüyorlar. Beraberliği ilmen diye tevil ediyorlar da, istivayı dine uygun tevil etmeye yanaşmıyorlar. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. İstiva demek, Arşa hükümran olması, Arş’ı hükmü altına alması demektir. (Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti) demek, (Irak’ı kansız olarak ele geçirdi) demektir. (İlcam-ül-avam)

4- Allah’ı hareketten tenzih etmek

Allah yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya hareket eder. (Fetava-i el-Akideh, s.742)
CEVAP
Bu da, (O’nun eşi ve benzeri yoktur) mealindeki âyet-i kerimeye aykırıdır.
(Tatarhaniyye) fetva kitabında, (Milel ve Nihal) kitabında ve bütün muteber kitaplarda (Mücessime) ve (Müşebbihe) fırkaları gibi, (Allahü teâlâ cisim gibidir. Arş üzerinde oturur, iner, yürür) gibi hususlara inananların kâfir oldukları yazılıdır.

5- Allah’ın kelamı

Allah’ın kelamı harf ve sesledir. Allah’ın kelamı neviyle kadim, efradıyla hadis yani sonradan meydana gelmiştir. (Fetavel Akideh s. 72; Nazarat ve Takibat ala ma fi kitap es-Selefiyye, s.23, Riyad)
CEVAP
Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın kelam sıfatı ezelidir. Hiç değişmez. Harfli, sesli değildir. Emir, yasak, haber vermek gibi ve Arapça, Farsça, İbranice, Türkçe, Süryanice olmak gibi değişmesi yoktur. Böyle şekiller almaz, yazılmaz. Zihin, kulak ve dil gibi aletlere, vasıtalara muhtaç değildir. Hangi dil ile söylemek istense, söylenebilir. Böylece, Arapça söylenirse, Kuran-ı kerim denir. (İtikadname)
6- Önceki âlimleri kötülemek

Benim şeyhlerimden hiç kimse, La ilahe illallah’ın manasını bilemedi. (Muhammed bin Abdülvehhab’ın Riyad halkına gönderdiği risale, 2/137-138)
CEVAP
Vehhabiler, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri yanlış tefsir ederek, kendilerinden başka bütün Müslümanlara müşrik diyorlar. Önceki bütün İslam âlimlerini de cahillikle itham ediyorlar. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ahir zamanda bazıları, sizin ve atalarınızın yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan uzak durun!) [Müslim]
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari]
(Bu ümmetin sonunda gelenler, önceki âlimleri kötülediği, cahillikle suçladığı zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace]

7- Müslümanı tekfir etmek

Ehl-i sünneti tekfir ediyorlar. (Essuhubul Vabile s.39, Acaibul Asar 7/146)
CEVAP
Müslümanı tekfir etmek küfür olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(La ilahe illallah diyene, işlediği günahlardan dolayı kâfir demeyin! Buna kâfir diyenin kendisi kâfir olur.) [Buhari]
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.)
[Buhari]8- Cehennem sonsuzdur

Cehennem yok olacak ve kâfirlerin azapları sona erecek. (El-kavlul-Muhtar Lifenai el-Nar, Ateşin Faniliği İçin Seçkin Söz, Abdulkerim Elhamid. S.7 Riyad)
CEVAP
Fikir babaları İbni Teymiyye de, kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacağını inkâr ediyor. Cehennem sonsuzdur, kâfirler orada sonsuz kalırlar. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Cehennemde temelli kalırlar, azapları hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Al-i İmran 88]
(Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur.) [Zuhruf 75]

9- Âdem aleyhisselam peygamberdir

Âdem ne nebi, ne de resuldür. (Peygamberlere Cümleten İman etmek, Abdullah bin Yezid, El-Mekteb El-İslami, Beyrut)
CEVAP
İki âyet-i kerime meali:
(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini [Peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.) [Al-i imran 33]
(İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]
İki hadis-i şerif meali:
(Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]
(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed’dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa’dır. Kalem ile yazan ilk Peygamber ise İdris’tir.) [Hakim-i Tirmizi]
İmam-ı a’zam hazretleri de buyuruyor ki:
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. (Fıkh-ı ekber)

10- Ebu Cehil ve Ebu Leheb

Ebu Leheb ve Ebu Cehil bile, la ilahe illallah Muhammedün Resulullah dediği halde, evliya ile tevessül eden Müslümanlardan daha çok muvahhid ve imanları daha ihlâslıdır. (Tevhidi nasıl anlarız? Muhammed Başemil s.16, Riyad)
CEVAP
Evliya düşmanlığında ne kadar ileri gitmişler. Ebu Cehil ve Ebu Leheb kâfirleri hâşâ muvahhid ve mümin değildir, Cehennemliktir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ebu Leheb alevli ateşte yanacaktır.) [Leheb 3]
Bedir’de Ebu Cehilin başı getirildiğinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Ey Allah’ın düşmanı, seni zelil eden Allahü teâlâya hamd olsun! O, bu ümmetin, Firavunu idi.) [İ. Ahmed]

11- Eş’ariler ve Maturidiler

Eş’ariler ve Maturidiler Ehl-i sünnet vel cemaat olarak adlandırılmayı hak etmez. (İslam’da Meşhur Müceddidler. İbni Teymiye ve Muhammed bin Abdulvehhab s.23 Müftülük Genel Başkanlığı, Riyad)
Yukarıdaki âlimler, Eş’arileri tekfir etmiştir. (Feth-ul-Mecid, Abdurrahman bin Muhammed bin Abdulvahhab. s.353 Darusselam Yayınevi Riyad)
CEVAP
Eş’arileri tekfir etmek Ehl-i sünneti tekfir etmektir. İslam âlimlerinden Taşköprüzade şöyle yazmıştır:
(Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii’dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur Matüridi, Şafii olanı ise Ebül Hasen el-Eşari’dir.)
Zebidi de şöyle demiştir:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir.)

12- Peygambere salevat getirmek

Allahümme salli ala Muhammed tıbbil-kulubi ve devaiha ve afiyetil ebdani ve şifaiha ve nuril-absari ve diyaiha sözü şirktir. (Tevhide Nasıl Hidayet Oldum, Muahmmed Cemil Zeno, s. 83, 89 Darul-Feth Al-Şarika)
CEVAP
Resulullaha salevat getirmeye şirk denmesi de çok çirkindir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor. Ey iman edenler, siz de, teslimiyetle, ona salevat getirin.) [Ahzab 56] (Allah’ın salevat getirmesi yani salât etmesi rahmet etmek, meleklerinki dua etmek, müminlerinkiyse Onun şefaatini talep etmektir.)
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bana bir salât getirene, Allah ve melekleri yetmiş salât getirir.) [İ. Ahmed]
(Şefaatime en layık olan, bana en çok salât okuyandır.) [Tirmizi]
(Bana çok salevat getirenin dertleri gider, günahları affolur.) [Tirmizi]
13- La ilahe illallah demek

La ilahe illallah diye zikretmek bid’at ve şirktir. (Yasak Halkalar, Husam el-Akkad.s .25 Dar el-Sahaba, Tanta)
CEVAP
Zikre şirk demek kadar büyük sapıklık olmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.) [Rad 28]
(Allah’a ve ahiret gününe [inanıp] kavuşmayı arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Resulullah elbette güzel bir örnektir.) [Ahzab 21]
(Rahmân’ı zikirden yüz çevirene, yanından ayrılmayan bir şeytan musallat ederiz.) [Zuhruf 36]
Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Zikrin efdali, La ilahe illallah, duanın efdali de elhamdülillahtır.) [Tirmizi]
(La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!)
[Taberani]
(Günde yüz defa La ilahe illallah diyenin yüzü kıyamette ayın 14 ü gibi parlar.)
[Taberani]
14- Tasavvuf düşmanlığı

Yahudilerden önce tasavvufla savaşın; çünkü onlarda Mecusi ruhu vardır. (El-Mecmua el-Mufid min akidet el-tevhid, s.102 Mektab Darül-fikr, Riyad)
CEVAP
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlânın, kalbime doldurduğu feyzlerin, nurların hepsini Ebu Bekr’in kalbine akıttım.) [Mektubat-ı Masumiyye]
Hazret-i Ebu Hüreyre de buyuruyor ki:
(Resulullahtan iki türlü ilim öğrendim. Bunlardan birini sizlere bildirdim. İkincisini söylersem, beni öldürürsünüz.) [Buhari]
İmam-ı a’zam hazretleri, ictihadda en yüksek dereceye ulaştığı halde, Cafer-i Sadık hazretlerine talebe oldu. Daha sonra, talebe olduğu iki seneyi kastederek, (Ömrümün son iki senesi olmasaydı, Numan helak olurdu) buyurdu.
Hazret-i Ömer vefat edince, oğlu Abdullah hazretleri, (İlmin onda dokuzu öldü) buyurdu. İşitenlerin buna şaşırdıklarını görünce de, (Fıkıh bilgilerini değil, Allah’ı tanımak ilmini söyledim) buyurdu. (Buhari)
Muhammed Masum Faruki hazretleri de buyuruyor ki:
Tasavvuf marifetlerinin hepsi Resulullahtan gelmektedir. Bunların isimleri sonradan konulmuştur. Resulullahın Peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalble zikretmekte olduğunu muteber kitaplar yazmaktadır. (2/59)

15- Peygamberi ve Evliyayı vesile ederek dua etmek

Peygamberin hürmetine demek caiz değildir. (Et-Tevhid, s.70, Riyad)
Mısır’ın en büyük tanrıları Ahmed El Bedevidir. Şam ehli de, İbni Arabî’ye taparlar. Hicaz ve Yemen halkı arasında puta ve kabirlere tapmak küfrü yayılmıştır. (Feth-ul Mecid, s.216–217)
CEVAP
Ahmed Bedevi, Resulullah efendimizin soyundadır. Müslümanların ziyaret edip feyz aldığı türbesinde, İslamiyet’e uymayan hiçbir şey yapılmıyor. (Mirat-ül-Medine, s.1049)
Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü de, ancak onlar gibi yüksek olan İslam âlimleri anlamıştır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin (Mektubat) kitabı, bu yüce Velinin övgüsüyle doludur. Abdülgani Nablüsi hazretleri de (Hadika) kitabında anlatmaktadır.
Kabir ziyaretinde evliya ile tevessül etmeye şirk diyorlar. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi]
Yine Peygamber efendimiz, (Allahümme innî es’elüke bihakkıssâilîne aleyke = Ya Rabbi, senden isteyip de, verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum, diye dua ediniz) buyururdu. (İbni Mace)
Bir hadis-i şerif meali daha şöyledir:
(Âdem aleyhisselam dua edip dedi ki:
— Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hakkı için beni affet!
Allahü teâlâ da ona sordu:
— Ey Âdem, Onu daha yaratmadım, Onu nereden biliyorsun?
— Ya Rabbi! Beni yaratınca, başımı kaldırdım. Arşın eteklerinde, La ilahe illallah Muhammedün resulullah yazılmış olduğunu gördüm. Sen isminin yanına, en çok sevdiğinin ismini yazarsın. Bunu düşünerek Onu çok sevdiğini anladım.
— Ey Âdem, doğru söyledin. Mahlûklarımın içinde, en çok sevdiğim Odur. Onun için, seni affettim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.)
[Beyheki]

16- Mübarek gün ve geceler bid’at değildir

Şaban ayının 15’ini namaz ve oruçla geçirmek haramdır. (Et-Tevhid, s.101, Riyad)
Peygamberin mevlidini kutlayarak Yahudiliğe benziyorlar. (Et-Tevhid, s.115-116; Et-Tehziru min el bid'a, s.5, Riyad)
Dini geceleri kutlamak haramdır. (Et-Tevhid, s.120, Riyad)
CEVAP
Kendileri Vehhabiliğin kuruluşunu her sene bir hafta boyunca kutluyorlar.
Peygamber efendimizin doğum gününü kutlamayı Yahudiliğe benzetmeleri çok çirkindir. Bizzat Peygamberimiz kendi doğum gününü kutlamıştır. Hadis-i şerifte, (Beni övmek ibadettir) buyuruluyor. Resulullahı övmek, bid’at değil ibadettir. Mevlid kandilinde, Peygamber efendimizin doğum zamanlarında görülen halleri, mucizeleri okumak, dinlemek çok sevabdır. Kendisi de anlatırdı. Eshab-ı kiram da bir yere toplanıp, okurlar ve birbirlerine anlatırlardı. (S. Ebediyye)
Resulullah pazartesi günü oruç tutardı. Sebebini sorduklarında, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Hak Sözün Vesikaları)
İslam âlimleri, mevlid gecesine çok önem vermişlerdir. Hazret-i Mevlana, (Mevlid okunan yerden belalar gider) buyurmuştur. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğunu bildiren âlimler de vardır.
El-mukni, el-miyar ve Tenvir-ül-kulub kitaplarında Mevlid gecesinin Kadir gecesinden kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun)
Diğer bütün mübarek gün ve geceler de, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Birkaç örnek verelim:
(Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşure günüdür.) [Buhari]
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim.” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace]
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

17- Peygamber efendimizin kabrini ziyaret

Peygamber kabrinin ziyaretiyle ilgili rivayet edilen hadisler yalandır. (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.89)
CEVAP
Vehhabileri yalanlayan birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip oldu.) [Beyheki, Dare Kutni, Taberani]
(Kabrimi ziyaret edene şefaatim helal oldu.)
[Bezzar]
(Hac edip kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur.)
[Taberani, Dare Kutni, İbni Cevzi]
(Hac edip de, beni ziyaret etmeyen, beni incitmiş olur.)
[Dare Kutni, İ. Malik]
(Mazeretsiz beni ziyaret etmeyen bana cefa etmiş olur.)
[İbni Neccar]
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.)
[İbni Ebi Şeybe]

18- Resulullahın kabrini ziyarete gitmek

Hacı olsa da uzaktan Medine’ye Peygamberin kabrini ziyaret için gelmek haramdır. (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.88, 89, 90)
CEVAP
İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sadece beni ziyaret için gelen, kıyamette şefaatimi hak etmiş olur.) [Müslim, Taberani]
(Vefatımdan sonra beni ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.)
[Beyheki]
19- Kabrin üzerine hurma dalı koymak

Kabre hurma dalı koymak caiz değildir. (Fethul Bari’ye yorum 1/320, Dar-ul Maarife)
CEVAP
Peygamber efendimiz, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti. Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler) buyurdu. (İ. Mace)

20- Kadınların kabir ziyareti

Peygamberin kabri de olsa, kadınların kabir ziyareti büyük günahtır. (Fetavel Mühimme, s.149–150, Riyad)
CEVAP
Hayzlı kadın bile kabir ziyareti yapabilir. Hayzlı veya cünübün, kabir ziyaret etmesinde, bir sakınca yoktur. (Hindiyye)
İmam-ı Birgivi buyuruyor ki:
Resulullah, kabir ziyaret eden kadınlara sonradan izin verdi. (Etfal-ül-müslimin)

21- Erkeğin sakalı

Erkeğin sakalını az da olsa kesmesi haramdır. (Et-Tahkik vel İzah li-Kesir min Mesail el-Hac vel-Umre vez-Ziyare, s.16)
CEVAP
Hâlbuki Vehhabiler kendileri sadece çenede sakal bırakırlar.
Sakal âdete ait sünnetlerdendir. Kâfirlerden de sakallı olanlar var idi. Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi’nin rivayet ettiği (Sünnet olan on şeyden biri sakal bırakmaktır) hadis-i şerifi sakalın sünnet olduğunu açıkça bildirmektedir. (Redd-ül-muhtar)

22- Âdet dönemindeki kadını boşamak

Âdet dönemindeki boşanma geçerli olmaz. (Fetavel Mer’a, s.137, Riyad)
CEVAP
Hayzlıyken yapılan talak, haram olmakla beraber sahihtir. (Redd-ül-muhtar)

23- Minare yapmak

Camilere minare yapmak münker iştir. (Tevcihat İslamiyye, s.123. İslami İşler Bakanlığı Baskısı, Riyad)
CEVAP
Peygamber efendimiz, ezanın yüksek yere çıkılarak okunmasını emretmiştir. Bu hadis-i şerife istinaden minareler yapılmıştır. (S. Ebediyye)
Eshab-ı kiramdan Mesleme bin Mahled, Mısır’da vali iken, hicri 58 yılında, ilk minareyi yaptırdı. (Mirat-ül haremeyn)

24- Ölüye Kur’an okumak

Kabir başında Kur’an okumak haramdır. (Tevcihat İslamiyye, s.137. İslami İşler Bakanlığı Baskısı, Riyad)
CEVAP
Kabristanda yüksek sesle Kur’an-ı kerim okumak mekruhsa da; kendi işiteceğimiz sesle okumak sünnettir.
Kabristanda Kur’an okumak sünnettir. (Tahtavi)
Mezarlıkta Kur’an okuyup, sevabını ölülere hediye etmeli. (Hindiyye)
Bir hadis-i şerif meali:
(Kabristana giren kimse, Yasin suresini okusa, o gün ölülerin azapları hafifler. Ölülerin sayısı kadar o kimseye sevap verilir.) [Etfal-ül müslimin]

25- Muska takmak

Boyna dua ve âyet asmak haramdır. (Fetavel Mühimme, s.110–111, Riyad)
CEVAP
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer, (Gazap, ceza ve kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve hazır bulunmalarından, Allah’ın âyetlerine sığınırım) yazar ve büluğa ermemiş çocuklarının boyunlarına asardı. (Tirmizi)
Âyet-i kerime ve dua yazılı muskayı muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere sarılı olarak cünübün bile taşıması ve helâya girmesi caizdir. (Halebî, Dürr-ül-muhtar)

26- Müteşabih âyetlerin tevili

Müteşabih âyetleri tevil etmek caiz değildir. (El Kavaid-ul Müsle, s.45 Riyad)
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir. Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. (Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti) demek, (Irak’ı kansız olarak ele geçirdi) demektir. Bu sapıklıklarına da (Selefin yolu) diyerek selef-i salihine, [Eshaba ve Tabiine] iftira ediyorlar. Yedullahtaki yed kelimesini el gibi düşünmemeli. Mesela, (Falanca şehir, filanca valinin elinde) denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır. İstiva, vech gibi kelimeler böyle tevil edilir. (İlcam-ül-avam)
27-Tesbih kullanmak

Tesbih kullanmak bid’attir. (El Hediye-tüs Sünniye, s.47 Mısır)
CEVAP
Tesbihleri parmakla saymak ve tesbih kullanmak caizdir. Resulullah, bir kadının çekirdeklerle veya çakıl taşlarıyla tesbih çektiğini gördüğü halde yasaklamamıştır. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbni Hibban, Hâkim)

Vehhabilikten önceki müslümanlar kâfirmiş!
Süud bin Abdülaziz, Mekke’ye ve Medine’ye hücum ettiği zaman Resulullah efendimizin türbesinden başka, Eshab-ı kiramın ve Ehl-i beytin ve Evliyanın ve Şehidlerin türbelerinin hepsini yıktılar. Kabirleri, belirsiz hâle getirdiler. Resulullah efendimizin mübarek türbesini de yıkmaya başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. Medine’ye girdikleri zaman, Süud, müslümanları bir araya toplayıp, (Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kâfir idi, müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kâfir olduklarını herkese anlatınız! Resulullahın türbesi önünde durup, Ona yalvarmak yasaktır. Türbenin önünden geçerken, Esselamü âla Muhammed denir. Ondan şefaat istenmez) gibi, müslümanları kötüleyen şeyler söyledi.

Süud, çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Süud’un dinine giriniz! Onun geniş olan gölgesine sığınınız!) dedirtti. Müslümanları Abdülvehhab oğlu Mehmed’in dinine sokmaya zorladı.
Süud bin Abdülaziz, her tarafa zulüm, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sünnet âlimlerinden birini çağırıp, (Peygamber mezarında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi ölü müdür?) deyince, (Resulullah bizim bilmediğimiz bir hayatla diridir) cevabını aldı. Süud’un bu suali sorması, onun cevap veremiyeceğini düşünerek, işkence ile öldürmek içindi. (Peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize göster de sana inanalım. Saçma sapan sözlerle cevap verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekte inatçı olduğun anlaşılacağından, seni öldürürüm) dedi. Ehl-i sünnet âlimi, (Dışarıdan bir şey gösterip de seni inandırmaya çalışmayacağım. Geliniz, birlikte Medine-i münevvereye gidelim! (Muvacehe-i saadet) penceresi önünde duralım. Ben selam vereyim. Selamıma cevap verirse, inanırsın. Resulullah efendimizin, Kabri saadetinde diri olduğunu, selam verenleri işittiğini ve cevap verdiğini anlamış olursun. Selamıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezayı verebilirsin) dedi. Süud, bu sözleri işitince, Ehl-i sünnet âlimini salıverdi. Süud, bu cevaba çok kızmıştı. Çünkü, bu işi yapsaydı, kendi inancına göre, kendisi de kâfir, müşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Çünkü, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yoktu. Rezil olmamak için, âlimi serbest bıraktı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup öldüreceksin ve ölüm haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahü teâlânın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı öldüremedi. Bu korkunç haber, ağızdan ağza, o zata kadar ulaştı. Bu mücahid zat, artık Mekke’de bulunmanın doğru olmayacağını düşünerek, başka yere hicret etti.

Süud, mücahid zatın Mekke’den çıktığını haber aldı. Arkasından kiralık katil gönderdi. Bu katil, (Bir Ehl-i sünneti öldüreceğim, çok sevap kazanacağım!) diyerek, gece gündüz durmadan gitti.

Mücahid zata yetişti ise de, o zat, biraz önce kendi eceli ile vefat etmiş idi. O zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak için, bir kuyu başına gitti. Gelince, yalnız deveyi gördü. O zatı bulamadı. Süuda gidip olanları söyledi. Süud, (Evet, evet! Ben o zatın zikir ve tesbih ile göklere çıkarıldığını rüyada gördüm. Nur yüzlü kimseler, bu cenaze filan zattır. Ahir zaman Peygamberine dürüst inandığı için, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işittim) cevabını verince, (Beni böyle mübarek bir zatı öldürmek için, gönderirsin. Allahü teâlânın ona olan ihsanını gördüğün halde, bozuk inancını düzeltmezsin) diyerek sövüp saydı. Kendi tevbe etti. Süud, adamının bu sözlerine kulak bile vermedi.

Süud, Medine ahalisini Mescid-i Nebiye toplayıp, Mescid kapılarını kapatıp, kürsüye çıktığı zamanda ise şöyle demişti:
(Ey cemaat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tembih etmek için buraya topladım. Ey Medine ahalisi! Bugün dininiz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi için dua etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler. Allah’a nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir. Peygamberin türbesi önünde, dedelerinizin yaptığı gibi salat ve selam söylemek için saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasaktır. Türbe önünde durmayıp, geçip gitmeli. Giderken yalnız, (Esselamü ala Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdülvehhab’ın ictihadına göre bu kadar yetişir.)

Aslında birkaç satırını yazdığımız sözlerinde, bunların ne derece sapık oldukları açıkça görülmektedir. Vehhabiler, Âdem aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları için ve bütün müslümanlara müşrik yani kâfir dedikleri için, kâfir olmaktadır. Türkiye’deki vehhabiler kendilerine selefiye demektedirler. Selefiye, vehhabiliğin kamufle adıdır. [Selefiyecilik nedir maddesine bakınız]
Aşağıda yazacağımız inançlara sahip olanlar vehhabidir.

Vehhabilerin üç temel inancı
Abdülvehhab oğlunun Kitab-üt tevhid ve torununun buna yaptığı Feth-ül mecid adındaki şerhde, 250’den fazla bozuk inanışları vardır. Bunların temeli, üç meseledir.

Diyorlar ki:

1-
Amel [ibadet], imanın parçasıdır, azalır çoğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kâfir olur. Bu öldürülür, malları vehhabilere taksim edilir.

2-
Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzakta olan diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.

3-
Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir. Haremeyn halkı şimdiye kadar kubbelere, duvarlara tapındı. Sünniler ve Şiiler bunun için müşriktir. Bunları öldürmek, mallarını yağma etmek helaldir, kestikleri leş olur.

Diğer yanlış inançlarından bazıları:

1-
Bir Mezhebe uymayı kabul etmezler.

2-
(Türbelerdeki Evliyaya tevessül etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarına türbe yaptırmak, Allah’tan başka şeylere tapınmaktır. Her türbe puthanedir. Bunların çoğu Lat ve Uzza putları gibidir. Müslümanların çoğu müşrik oldu) derler.

3-
Şefaate inanmazlar.

4-
Keramete inanmazlar.

5-
Tasavvufa inanmazlar. Bu konuda şöyle diyorlar:
(Tasavvufun başlangıcı, Hind yahudilerinin bir oyunudur. Eski yunanlılardan alınmıştır. Tasavvufcular, şirk ve küfür üzeredir. Bunların kitapları, Ebu Cehlin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur. Mürid şeyhine tapınıyor. Evliyanın mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar. Mısırlıların en büyük mabudları Ahmed Bedevidir. Muhyiddin-i Arabi, yeryüzünün en büyük kâfiridir.)

6-
Allahü teâlâ için adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar.

7-
Resulullahı övmeye, Ondan şefaat istemeye şirk, böyle yapan müslümanlara müşrik, yani puta tapan kâfir damgasını basarlar. (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur. Mescid-i nebeviye namaz kılmak için girenin, selam vermek için, kabre gitmesi, Hücre-i saadeti ziyaret için, uzak yerlerden gelmek yasaktır) derler.

Resulullahı metheden imam-ı Busayri’nin (Kaside-i bürde)sinden örnek vererek: (Bu sözler Allah’tan başkasına güvenmek, mahluku büyültmektir. Şirktir) derler.

8-
(Arş kadimdir), (Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır) derler.

9-
Sebeplere yapışmaya, vesileye, tevessüle şirk derler.

Not: Bütün bu bozuk inanç ve iddialarına diğer maddelerde cevap verilmiştir.

İbahilik nedir?
Sual:
Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice hızla yayılıyor. Mezhep, âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kâfir diyorlar. Vehhabilikten önce ölenlerin de müşrik yani kâfir olarak öldüklerini söylüyorlar. İslam âlimleri Vehhabilerin kâfir olduklarını bildirmiş midir?
CEVAP
Vehhabiliği ingilizler kurdurmuştur. Vehhabilerin kâfir olduklarına dair bir çok kitap yazılmıştır.

Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası idi. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir.

Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ül-Haremeyn) kitaplarında da iç yüzleri yazılıdır.

İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının nikah bahsinde, Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır.

İbni Âbidin
hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, vehhabilere muhalif olanların müşrik olduğuna inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. (Redd-ül-muhtar)

Nimet-i İslam
kitabını her yerde bulmak mümkündür. Bu kitapta Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bâtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki:
(Bâtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi içre, öteden beri dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)

Not:
Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler bile bu kitabı övmektedir. Mezhepsizliği savunmak için (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap yazan müteveffa Ahmet Gürtaş bile, adı geçen yaygarasında Nimet-i İslam için "Şaheser" tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli fıkıh kitabıdır.

Kâfir mi, bidat sahibi mi?
Sual:
Vehhabiler için, Herkese Lazım Olan İman kitabında, bidat sahibi denirken, İslam Ahlakı kitabında ise, kâfir deniyor. Bu fark nereden ileri geliyor?
CEVAP
Konular anlatılırken, bunların o hususlardaki bazı iddia ve inanışları küfür oluyor, bazıları bid’at oluyor. Küfür olan inanışları yüzünden kâfir, bid’at olan inanışları yüzünden bid’at ehli deniyor. Mesela, (Peygamberler, kabirlerinde, namaz kılarlar) gibi hadis-i şerifleri tevil ediyorlar, bu konularda bid’at ehli oluyorlar. (Herkese Lazım Olan İman)

İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri için ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir olurlar. (İslam Ahlakı)

Vehhabilerin kâfir oldukları, Nimet-i İslam kitabının nikah bahsinde de yazılıdır.

Sıleyman. 20 Ekim 2011 22:44

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Vehhabilerin kâfir oldukları, Nimet-i İslam kitabının nikah bahsinde de yazılıdır...


Semihh Müslümanlara kafir demek yürek isteyen bir iştir heleki sonu cehennem olan isabet etmez ise kendine dönen bir konuda yazıklar olsun işte bu ve benzeri zihniyet sahipleri sayesinde haçlı istilasında yaşayan milyarca adı müslüman çoğunlukta sizin o hadis olarak sunduğunuz rivayetleri tek tek çürütebilirim ama çürütsem dahi sendeki beyin yapısı otomatikman taraflı bakmaya endeksli gerek yok delil olarak sunduğun kaynakların hiçbir ehemmiyeti yok istedikleri kadar iftira atsınlar kimseye zararı olmaz...

Parçacı yaklaşımlar ile Ayetleri kullanmak çok kolay olmuş önemli olan Bir bütün olarak bakmak aman siz Müslüman olarak kalın dini bir tek siz ve tabii olduğunu ilahlarınız bilmiş olun bize her daim dediğimiz gibi Allah'ın kelamı Resulün Sünneti yeterde artar bile e akıl izan işi bunlar cahil ile istişare edilmez hakikati bir daha kanıtlandı vesselam...

kamer34 21 Ekim 2011 00:00

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Semihh bey öncelikle cevap yazarken yazılan yazıları iyice okuyup anladıktan sonra cevap yazarsanız çok daha faydalı bir mülaza olur inşallah.
Ben mevlana moğol ajanıdır demedim,bu tarz söylentilere bakarak mevlana hakkında eleştiri yapmadım dedim. Mevlanayı ve benzerlerini eleştirirken onların kendi fikirlerini yansıttıkları kitaplarından alıntı yaparak eleştirdim.

Mesnevi’de Niçin Müstehcen Örnekler Verilmiştir?
Mevlâna ne şehvet düşkünüdür ne de şehvet düşmanıdır. O her konudaki itidalini cinsellikte de muhafaza eden bir üsluba sahipti. Peki ama Mesnevisi’nde niçin cinsel örnekler vermekte ve müstehcen kavramları kullanmaktadır?

Mevlâna’nın müstehcenliği tasvip ettiği söylenemez. Şehvetin dizginlenmediğinde, şehvet tutkusunun aşırıya kaçtığı noktada insanları ne tür bir rezil duruma düşüreceğine işaret etmek için bu tür örnekleri vermek zorunda kalmıştır. Şüphesiz ki şehvetperestliğin sakıncalarını anlatmak için cinsellikle örnek vermek kadar normal bir şey düşünülemez
Semihh adlı üyeden alıntı

Semihh bey mevlananın o müstehcen menkibelerine ancak bu kadar kılıf bulunabilmiştir. Sizde maşallah o kılıfları kes kopyala yapıştır yapmışsınız. O menkibelere de bir kılıf uydurdular ya diyecek sözüm yok....

Sizin tüm iddialarınıza daha sonra cevap vereceğim inşallah..

dua dilencisi 21 Ekim 2011 18:24

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Vay be bu konu hala tartışılıyormu ...hayır000

semihhh 21 Ekim 2011 18:27

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
nie kafir dendiği Kuranda adı geçen İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri için ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir olurlar. (İslam Ahlakı)
Bir Ayeti bile inkar etmek kafir eder zaten hadi çürüt asıl sendeki beyin yapısı değişmiyo ki Sahih hadisleri çürütürüm diosun yazık yazık evet dedin gibi cahille iştiare edilmez gerçekten hak çıktı ortaya öle sustun bir tek ilahımız var ALLAH minare lere mezarda Kuran okumalara inanmıyorum gerçekten gözüne perde inmiş ya
Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek çalışmalarına alet oldu.

[İngiliz Casusunun İtirafları kitabında, Vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır. Bu kitabı, [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] adresinden okuyabilir ve temin edebilirsiniz.]

Eline geçirdiği, ibni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, (Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.

Mirat-ül-Haremeyn
kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:

Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.

Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin Muhammed bin Süud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti. Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.

Abdülvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd çölündeki Hureymile kasabasında, Uyeyne köyünde doğmuş, 1791’de Deriyye’de ölmüştü. Önceleri ticaret için Basra, Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile (Şeyh-i Necdi) adını almıştı. Dolaştığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmıştı. 1713 senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdülvehhab oğlunun devrim yapmak arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Sömürgeler Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdülvehhab oğlunun bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. Casus da, Abdülvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.

Yeni bir din kurmak için, önce Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli âlimlerinden okudu. Necde dönünce köylüler için küçük din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karıştırdı. Köylülerin çoğu buna tâbi oldular. İslamiyet’i içerden yıkmak için, İngiltere’de kurulmuş olan (Sömürgeler Bakanlığı), bu hâli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Süud)a bildirdi. Çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar vaat ederek, Abdülvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da hasebe ve nesebe çok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdülvehhab oğlu Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak için, Muhammed bin Süudu maşa olarak kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Süuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.

Abdülvehhab oğlu, önceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz âlimlerinden olan babası Abdülvehhab ve kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride İslam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve müslümanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fakat, korktukları çabuk meydana geldi. Düşüncelerini Vehhabilik adı ile açıkça yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak için İslam âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıktı. (Ehl-i sünnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru müslümanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yaptı. Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahü teâlâdan bir şey istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.

Abdülvehhab oğlunun, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabir başında dua ederken, meyyite karşı söyleyen, müşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey için, yaptı demek, mesela, Falanca ilaçtan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta yaparak istediğim oldu diyen müslümanlar müşrik olurmuş. Abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler. Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
(Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.)

Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’dir.

Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve Muhammed bin Süud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Süud, 1765 senesinde ölünce, oğlu Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Süud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde, bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Süud bin Abdülaziz vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.

[Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.]

Abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, Allah’ı tevhidde halis olmak için ve müslümanları şirkten kurtarmak için imiş. Müslümanlar şirk üzere imişler. Yani müşriklermiş, yani puta tapan kâfirlermiş. Müslümanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış. Diğer maddelerde bu sapık fikirlerini ve cevaplarını yazacağız. Burada önsöz mahiyetinde yazıyoruz.

Bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, Ahkaf suresinin 5.âyet-i kerimesini, Yunus suresinin 106.âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.âyet-i kerimesini vesika olarak ileri sürmüştür. Halbuki bunlara benzeyen, daha birçok âyet-i kerimeler vardır. Bu âyet-i kerimelerin hepsi, puta tapan kâfirleri, müşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbirliği ile beyan buyurmuşlardır.

Abdülvehhab oğlunun düşüncelerine göre, bir müslüman, Peygamber efendimizden veya başka Peygamberlerden yahut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması için yardım istese, yahut o zatın ismini söyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek için gitmek istese, o müslüman müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer suresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden müslümanlara müşrik diyebilmek için, bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf suresinin 87. âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah yarattı derler) buyuruldu. Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle inandıkları için değil, Zümer suresinin 3.âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost edinenler, onlar Allahü teâlâya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini söyledikleri için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım isteyen müslümanlar da, böyle söyleyerek müşrik oluyorlarmış.

Abdülvehhab oğlunun, bu âyet-i kerimeyi ileri sürerek, müslümanları kâfirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünkü, kâfirler, şefaat etmeleri için putlara tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine inanmıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allah’a ve Resulüne iman ediyor, getirdiği İslam dinine inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz için müslüman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan müşrikler hiç mukayese edilebilir mi? Hiç birbirine benzetilebilir mi? Üstelik bu müşrikler, Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden müslümanlara her türlü eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak gönderilen en sevgili kul, en büyük Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini istiyoruz.

Kâfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Müslümanlar ise, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına şefaat için izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde bildirdiği için, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu müjdeye inandığımız, iman ettiğimiz için, Allahü teâlânın sevgilisi olan yüce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım istemekteyiz.

Kâfirlerin putlara tapınması ile, müslümanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. Bir müslüman ile bir kâfir, görünüşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine benzemektedir. Fakat, müslüman, Allahü teâlânın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. Kâfir olan ise, Allahü teâlânın düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Görünüşte birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahü teâlânın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar, görünüşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme götürür. Peygambere ve Evliyaya yalvarmak ise, Allahü teâlânın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahü teâlânın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahü teâlâ merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. Bu hadis-i şerifi, aşağıda diğer maddelerde tekrar bildireceğiz. Peygamberlere, Evliyaya yalvarınca, Allahü teâlânın merhamet edeceğini, af buyuracağını bu hadis-i şerif de göstermektedir.

Müslümanlar, Peygamberlerin, Evliyanın ilah, mabud, Allahü teâlâya şerik, ortak olmadıklarına inanır. Bunların, Allahü teâlânın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmaya, yalvarmaya hakları olmadığına inanır. Allahü teâlânın sevdiği, dualarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. Maide suresi, 35.âyetinde mealen, (Bana yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruldu. Salih kullarımın dualarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. Buhari’de ve Müslim’de ve Künuz-üd-dekaık’te bulunan hadis-i şerifte, (Elbet, Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, bir şey için yemin etse, Allahü teâlâ, o şeyi yaratır. Onu yalancı çıkarmaz) buyuruldu. Müslümanlar, bu âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inandıkları için, Peygamberi ve Evliyayı vesile yapmakta, onlardan dua ve yardım beklemektedir.

Evet, kâfirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, her şeyi Allahü teâlânın yarattığını söylüyorlar ise de, putların tapınmaya hakları vardır, onlar dilediğini yaparlar ve Allah’a da yaptırırlar diyorlar. Putlarını Allah’a şerik, ortak yapıyorlar. Bir kimse, dünyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar, onun her istediği kesinlikle olur dese, bu kimse kâfir olur. Fakat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. O bir sebeptir. Allahü teâlâ sebebe yapışanları sever. Sebeple yaratmak Onun âdetidir. Sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi Allah’tan bekliyorum. Peygamber efendimiz de sebeplere yapışmıştır. Sebebe yapışmakla, o yüce Peygamberin sünnetine uymuş oluyorum diyerek birisinden yardım isteyen kimse sevap kazanır. İşi olursa, Allahü teâlâya hamd eder. İşi olmazsa, Allahü teâlânın kazasına, kaderine razı olur.

Kâfirlerin puta tapması, müslümanların Peygamberden, Evliyadan dua, şefaat, yardım istemelerine benzemez. Aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. Birbirinden başka olduklarını iyi anlar. Zararı ve faydayı yaratan, ancak Allahü teâlâdır. Ondan başkasının tapınmaya hakkı yoktur. Hiçbir Peygamber, hiçbir Veli ve hiçbir mahluk, hiçbir şey yaratamaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Yalnız Allahü teâlâ, Peygamberlerinin, Velilerinin, salih kullarının, yani sevdiği kullarının isimlerini söyleyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. Dilediklerini verir. Böyle olduğunu, kendisi ve sevgili Peygamberi haber vermiştir. Bu haberlere uyarak müslümanlar da böyle inanmaktadır.

Müşrikler, kâfirler ise, putların bir şey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve mabud biliyorlar. Putlara tapınıyorlar. Kimisi üluhiyyette müşrik oluyor. Kimisi de, ibadette müşrik oluyorlar. (Putlarımız bize şefaat edecektir. Allah’a yaklaştıracaktır) dedikleri için, müşrik olmuyorlar. Putları mabud bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar.

Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri, müslümanları kötülemek için vesika olarak kullanacaklardır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte, (En çok korktuğum şey, âyet-i kerimeleri Allahü teâlânın dilemediği yerlerde kullanacak kimselerin ortaya çıkmasıdır) buyurdu. Bu hadis-i şeriflerin ikisini de Abdullah bin Ömer “radıyallahü anhüma” bildirdi. Bu iki hadis-i şerif, mezhepsizlerin, zındıkların türeyeceklerini ve kâfirleri bildiren âyet-i kerimelerin müslümanlar için geldiğini söyleyeceklerini, Kur’an-ı kerime iftira edeceklerini bildirmektedir.

Müminler, Allahü teâlânın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. Allahü teâlânın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, Allahü teâlâya yalvarıyorlar. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram da böyle yaparlardı. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hürmeti için senden istiyorum) duasını okurdu. Bu duayı Eshabına öğretir ve okumalarını emrederdi. Müminler de, böyle dua etmektedir.

Hazret-i Ali’nin validesi olan Fatıma binti Esed vefat edince, Resulullah kabre koydu ve (Ya Rabbi, bana annelik yapan Fatıma binti Esedi af eyle! Peygamberinin ve benden önce gelmiş olan Peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle) diye dua eyledi. Gözlerinin açılması için dua isteyen birisine, iki rekat namaz kılmasını, sonra (Ya Rabbi, kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun Peygamberin Muhammed aleyhisselamın hürmeti için, Onu vesile ederek, senden istiyorum. Sana yalvarıyorum. Ya Muhammed “aleyhisselam”! Seni vesile ederek, duamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi için Rabbime yalvarıyorum. Ya Rabbi, duamın kabul olması için, o yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle) duasını okumasını emir buyurdu.

Âdem aleyhisselam, yasak edilen ağaçtan yiyerek, (Seylan) yani Serendib adasına indirilince, (Ya Rabbi, oğlum Muhammed aleyhisselam hürmetine beni af et) duasını yaptı. Allahü teâlâ da, (Ey Âdem, Muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve göktekiler için şefaat isteseydin, şefaatini kabul ederdim) buyurdu.

Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı beraber götürüp, onu vesile ederek, yağmur duası yapmış, duası kabul olmuştur.

Gözlerinin açılmasını isteyen birisine, okuması emrolunan duada, (Ya Muhammed! Seni...) demek, Evliyayı vesile ederken ismini söyleyerek yalvarmanın caiz olduğunu göstermektedir.

Eshab-ı kiramın ve Tabi’inin hayatını bildiren kitaplar, kabir ziyaretinin ve ismini söyleyerek şefaat istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru ve caiz olduğunu gösteren vesikalarla doludur.

İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin Süleyman şafi’i, Abdülvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
Kitabında şöyle demektedir:
(Ey Abdülvehhab oğlu! Müslümanlara dil uzatma, sana Allah rızası için nasihat ediyorum. Allah’tan başka yaratıcı olduğunu söyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar göstererek onu doğru yola çevir! Müslümanlara kâfir denilemez! Milyonlara kâfir dememek için, bir kişiye kâfir demek daha doğru olur. Sürüden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin (Doğru yol gösterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde müminlerden ayrılan kimseyi, küfür ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. âyet-i kerime, Ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini göstermektedir.)

Kabir ziyaretinin caiz ve faydalı olduğunu bildiren hadis-i şerifler, pek çoktur. Eshab-ı kiram ve Tabi’in-i izam, Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyaret ederlerdi. Bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faydalarını bildirmek için kitaplar yazılmıştır.

Bir Veliyi vesile ederek dua etmek, ismini söyleyerek ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. İsmi söylenen zatın, tesir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybları bileceğine inanmak küfür olur. Müslümanlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. Müslüman, Allahü teâlânın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefaat etmesini, dua etmesini ister. İstenileni yaratan yalnız Allahü teâlâdır. Maide suresi, 27.âyetinde mealen, (Mütteki kullarımın duasını kabul ederim) buyuruldu. Bunun için, sevdiklerinden dua istenir. Meyyitten, istekleri vermesi değil, Allahü teâlânın vermesine vasıta olması istenir. Vermesini istemek caiz değildir. Müslümanlar bunu istemez. Verilmesi için vasıta olmasını istemek caizdir. İstigase ve İstişfa ve Tevessül kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmayı istemek demektir.

Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü teâlânın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.

Allahü teâlâ sebebe yapışmayı övmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu göstermektedir. Bir şeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lazımdır. Böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sözü, o şeyi sebep yarattı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir. Mesela (İçtiğim ilaç ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu), (Çorba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sözleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermektedir. Bunlar gibi konuşan müslümanlar, yukarıda bildirdiğimiz gibi inanmaktadır. Böyle inanana kâfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet memurlarından çok şey istiyorlar. Vermeleri için yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve ölüden istemek şirktir, diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, birisi şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.

Her müslüman, imanın, İslam’ın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmaktadır. Her müslümanın, yaratıcı, yapıcı yalnız Allah olduğuna, Allah’tan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. Namaz kılmayacağım diyen bir müslümanın, şimdi veya burada kılmayacağım veya kılmış olduğum için kılmayacağım demek istediği anlaşılır. Ben hiç namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. Çünkü, söz sahibinin müslüman olması, ona küfür, şirk damgasını vuracak dilleri kesmektedir. Kabir ziyaret eden, meyyitten yardım, şefaat isteyen, şu işim olsun diyen bir müslümana, küfür, şirk damgasını basmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu sözleri söyleyenin veya kabir ziyaret edenin, ya Resulallah, bana şefaat et diyenin müslüman oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin caiz ve meşru olan imanla ve düşünce ile olduğunu göstermektedir.

Yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, Abdülvehhab oğlunun inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. Bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, müslümanlara iftira ettiğini ve İslamiyet’i içten yıkmaya çalıştığını vesikalarla ispat eden çok sayıda kitap yazılmıştır.

Zebid müftüsü Seyyid Abdurrahman, vehhabilerin bozuk yolda olduğunu göstermek için (Arabistan’ın doğu tarafından kimseler çıkar. Kur’an-ı kerim okurlar. Fakat, Kur’an-ı kerim boğazlarından aşağı inmez. Ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Yüzlerini kazırlar) hadis-i şerifi yetişir buyuruyor. Başı, yanakları tıraş etmeyi, Abdülvehhab oğlunun kitapları emir etmektedir. Diğer sapık fırkaların hiçbirisinde böyle bir emir yoktur.


hadi ALLAH ıslah etsin... sana gelince kamer tammını al ok ordan bir kesit alma böle al
Mesnevi’de Niçin Müstehcen Örnekler Verilmiştir?
Mevlâna ne şehvet düşkünüdür ne de şehvet düşmanıdır. O her konudaki itidalini cinsellikte de muhafaza eden bir üsluba sahipti. Peki ama Mesnevisi’nde niçin cinsel örnekler vermekte ve müstehcen kavramları kullanmaktadır?
Mevlâna’nın müstehcenliği tasvip ettiği söylenemez. Şehvetin dizginlenmediğinde, şehvet tutkusunun aşırıya kaçtığı noktada insanları ne tür bir rezil duruma düşüreceğine işaret etmek için bu tür örnekleri vermek zorunda kalmıştır. Şüphesiz ki şehvetperestliğin sakıncalarını anlatmak için cinsellikle örnek vermek kadar normal bir şey düşünülemez. Nitekim Mesnevi’nin 5, cildinde yer alan 1333 nolu beyitle başlayan hikayesinde şehvet düşkünü bir kadının akıbetinin ne derecede berbat bir sonuçla karşı karşıya geldiğini anlatır. Şehvetin nefse nasıl hakim olduğunu ve kişiyi ne durumlara düşürdüğünü vurgulayarak okuyucuya ibret dolu mesajlar vermeyi amaçlar.
Günümüzde de şehvet belasından nice yuvaların yıkıldığı, depresyon illeti ile karşı karşıya gelen insanların bu tür telkin verici öğütlerden yoksun kalınca cinayetlerle, intihar ve eroin krizleri ile hayatları sona eren birçok dramatik olayların yaşandığı inkar edilemez bir gerçektir.
Halka her konuda irşadlık görevini üstlenen Mevlâna şehvet belasına dikkat çekmek için Mesnevisinde bu konulara da yer verir.
Dünya edebiyatında bu tür eğitici-öğüt verici hikayeler mevcuttur. Bu yadırganacak, eleştirilecek bir husus değildir. Mevlâna, münevver bir eğitimci olarak halkı bu hususta bilgilendirmek, şehvetin zararlarının boyutuna ilgi çekmek için bilgilendirmek maksadıyla Mesnevisinde birkaç yerde müstehcen konulara yer verir. Eşekle sevişen kadın (Cilt 5, 1333. beyit), kumandanla zina eden cariye (Cilt 5, 3881-3890 nolu beyitler) örnekleri bu konuda şehvetin zararlarına dikkati çekmek için verdiği örnek hikayelerdir.
Hikâyelerden birisi şudur :
Çiftlik sahibi bir kadın, evin hizmetçisinin günün belirli saatlerinde çardağa girip kapıyı kilitleyerek uzun süre orada oyalandığını görür. Merak ederek bir gün takip eder ve kapı deliğinden içeriyi gizlice gözetler. Gördüğü şudur, hizmetçi yere oturma pozisyonunda eğilmiş ve eşek üstte sevişiyorlar. Şaşkınlıkla orayı terk eder. İçinde dizginlenemeyen bir şehvet ateşi yanar. Hizmetçi çıkınca gizlice kendisi çardağa girer. Soyunup bacaklarını açıp eşeğin üzerine abanmasını sağlar. Sonra acı bir feryat ile can verir. Oysa hizmetçi eşek ile kendi organı arasına tampon vazifesi için içi oyulmuş (delikli) kabak koymuştur. Şehvetin azgınlığıyla kadın kabağı görmemiştir. Haram yollu bir şehvet için canından olmuştur.
Mevlâna, şehvet için şöyle der:
“Şehvet meyli, şehvet arzusu gönlü sağır gözü kör yapınca, eşeği bile hoş gösterecek kadar azgındır.” (Mesnevi Cilt 5 beyit 1365 )
Mevlâna, şehvet fitnesine dikkati çekmeyi murad eder. O, cinselliğe karşı değildir. Helalin arzulanmasını ve Allah’ın nimetlerinden meşru yollardan yararlanmayı anlatmaktadır.
“Cinsellik soyu sopu üretmek için gerekli olmasaydı, Hz. Adem bu arzuyu taşıdığı için utanır da kendisini hadım ederdi. Şehvetin azgınlığı şeytanın suyudur. “ (Mesnevi Cilt 5 beyit 957’)
Mevlâna cinsel ahlâk konusunda tavsiyelerde bulunurken doğaldır ki cinsel temalara değinmek zorundadır. Namussuzluğu anlatmak için başka ne tür bir ifade kullanacaktır ki.
“Kim başkasının karısına göz dikerse iyi bil ki o kimse karısına karşı kavatlık etmiştir. Çünkü bir kötülüğün cezası aynı akıbete uğramak gibidir. Suçun cezası, o suçun aynısıdır. Sen başkasının karısını kendine çektin mi, sen de onun gibi hatta ondan daha beter deyyussun.“ (Mesnevi Cilt 5 Beyit 3999)
Görüldüğü üzere Mevlâna, onur ve namus ahlâkını önemsetebilmek ve bu hususlarda halkı bilinçlendirmek amacıyla bir eğitim metodu olarak müstehcen tabirler kullanarak tavsiyeler vermektedir. Haya ve edeb çizgisine insanları çekebilmek için cinsel ihtirasların felaket tablolarını örneklerle açıklamaktadır. Şehvetin zararlarına, kontrolüne örnek olması için hikayelerinde bu konulara yer verir.


evet sizin gibiler kılıf alır bunları ebu cehil melekleri gördü iman etmedi senden bişe beklemiyrm ben ne yazsam yazıyım bildini okursun hala sordum sorulara cevap vermiyorsun sen mi akıllsın okadar Evliya geçmiş Mevlana'dan sonra da kimse bişe dememiş sen mi gördün Evliyalardan üstünsün

Sıleyman. 21 Ekim 2011 22:06

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Semihh zehirli org adlı siteden ve benzerlerinden kopyala yapıştır ile verdiğiniz cevaplar asla ve asla beni bağlamaz vehhabi şia sünni mutezile vb kim olursa olsun İslamdır kimse bu ekollere mensup Müslümanlara KAFİR damgası vuramaz vuran varsada en aşşağılık mahluktur kim olursa olsun Sen ve senin zihniyetindekiler sayesinde Libyada Suriyede Irakta Kadınların ırzına namusuna el uzatılırken Kafir olan ABD FRANSA İNGİLTERE aman şu şia şu vahhabi şu sünni ayrımı yapmadı hatırlatırsam Küfür nasıl tek millet ise Küfre karşı duranlar da tek millettir bunu aklına sok Evliya vb kimse kimseden üstün değildir Üstünlük Allah'a yakınlık/takva iledir o kadar kişinin gelip geçmesi dinde ölçü değildir eğer ilmine güveniyor Kuran ile konuşabiliyorsan buyur konuşalım kimsenin aklı ve ağzı ile konuşmadan Allah'ın bahşettiği izan idrak ile delilleri Kurandan çıkaralım o zaman hakk ve batıl birbirinden ayrılır akıllarını kiraya verenler ancak ve ancak başkasının izahları arkasına sığınırlar sizin de ortaya koyduğunuz gibi!

Sıleyman. 21 Ekim 2011 22:06

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Semihh zehirli org adlı siteden ve benzerlerinden kopyala yapıştır ile verdiğiniz cevaplar asla ve asla beni bağlamaz vehhabi şia sünni mutezile vb kim olursa olsun İslamdır kimse bu ekollere mensup Müslümanlara KAFİR damgası vuramaz vuran varsada en aşşağılık mahluktur kim olursa olsun Sen ve senin zihniyetindekiler sayesinde Libyada Suriyede Irakta Kadınların ırzına namusuna el uzatılırken Kafir olan ABD FRANSA İNGİLTERE aman şu şia şu vahhabi şu sünni ayrımı yapmadı hatırlatırsam Küfür nasıl tek millet ise Küfre karşı duranlar da tek millettir bunu aklına sok Evliya vb kimse kimseden üstün değildir Üstünlük Allah'a yakınlık/takva iledir o kadar kişinin gelip geçmesi dinde ölçü değildir eğer ilmine güveniyor Kuran ile konuşabiliyorsan buyur konuşalım kimsenin aklı ve ağzı ile konuşmadan Allah'ın bahşettiği izan idrak ile delilleri Kurandan çıkaralım o zaman hakk ve batıl birbirinden ayrılır akıllarını kiraya verenler ancak ve ancak başkasının izahları arkasına sığınırlar sizin de ortaya koyduğunuz gibi!

kamer34 21 Ekim 2011 23:10

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Öncelikle şunu belirmekte fayda vardır... Aklımızı başkalarının cebinden çıkarmamız gerekmektedir. Allah islam-ın tarifini ne size ne bize nede başka herhangi birine bırakmamıştır. İslam dininin tarifinin ölçülerini kuran ve sünnette açık bir şekilde belitmiştir.

Biz müslümanlar islam dinini öğrenirken öğretirken yaşarken ve yaşamayı tebliğ ederken ölçü olarak Allah’ın ahirette hesaba çekeciği kitab-ı üzere bina ederiz..


Falankes böyle demiş filankes şöyle demiş.... demişlerle bina edilen din anlayışları biz müslümanlar tarafından asla kabul görebilir bir durum değildir...


Semihh bey size cevap yazacağım dediğim halde,siz hala benim yazdıklarıma neden cevap vermediniz diye itham ediyorsunuz. Bi sabır be insan...Bu söylediklerinizin tamamının cevapları Medineweb forumda var zaten.


Ama olsun ben yinede size tek tek cevap verecğim inşallah..


Şunuda belirtmeden geçemeyeceğim eğer bu forumda mülaza edecekseniz terbiye nezaket hakareti ima eden sözcükler kullanmadan dilediğiniz kadar kendi görüşlerinizi kes kopyala yaoıştır yapabilirsiniz demiştim.. Fakat siz bu uyarımı dikkate bile almadan yine nahoş cümleler kurmuşsunuz size verilen ceza bu sebepledir.

Ben şimdilik konuyu kilitliyorum size olan cevaplarımıda yazacağım inşallah...

mehmet akif2 26 Şubat 2012 11:58

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Seni Seveni Zehir Olsada Yut , Seni Sevmeyeni Bal Olsada Unut..!
mevlana

mehmet akif2 26 Şubat 2012 11:59

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Bin sene de okusam, Ne biliyorsun diye sorsalar bana haddimi bilirim derim.

mevlana

mehmet akif2 26 Şubat 2012 12:00

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Herkesin bir derdi var; Her derdin bir acısı.. Acılarım katlanılmaz değil ama , bir de tuz basanı var..

mevlana

mehmet akif2 27 Şubat 2012 11:54

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Gönlünü yıkayıp arıtmamışsan, habire abdest alıp durmaktan fayda bekleme.

mevlana

kamer34 27 Şubat 2012 16:38

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Ey akıllı kişi ! iyi düşün... Put, varlık bakımından bâtıl değildir ki,
Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı.. İyinin yaptığı her şey iyidir..


Mev-alanaya göre puta tapmak ve puthane kötü birşey değildir... Çünkü bunların ham maddesini yaratan yüce Allah’tır.. Bu sebeple kötü diye birşey yoktur...Bazı cahil insanlarda bu sapkın anlayışı yansıtan sözleri gördükleri halde bunu islam olarak algılarlar... Bunun sebebi şudur...İnsanların hidayet nurunu (furkanı) okumamaları ve ona gereği gibi iman etmemeleridir...


Peygamber efendimi (sav) yada hz.ibrahim (a.s) ın puthaneleri müşriklerin başına yıkarak putlarını paramparça ederek yapmalarının sebebi bu peygamberlerin mev-alana-ın güyya erişmiş olduğu gizli sırra erişememiş olmasından dolayıdır... Eğer bu doğruysa bu demektirki mev-alana çok büyük bir zatdır...Yok eğer doğru değilse....Rabbimin...laneti...yalancıların...üzer ine...olsun


Tasavvuf yüzyıllardır devam eden gelişme ve sistemleşmenin Hicri 7. yüzyıl ve sonrası dönemlerde son bulduğu ve artık pek değişmeyen bir yapı oluştuğu görmekteyiz. Zun Nun ile başlayan sistemleşme dönemi, Celaleddin Rumi`de büyük oranda sona erer. Böylelikle tasavvuf sistemi tamamlanmış olur. O artık büyük oranda başlıbaşına inanç ve yaşantı sistemi haline gelen bir din oluveririr .

Şunu düşünebiliyormusunuz ben haşa ...Allah’ım diyen birileri çıkıyor ve arkasında milyonlarca cahil halk kitleside evet demek suretiyle peşinden sürüklenmektedirler... Daha önceki yüzyıllarda ben mehdiyim, ben isayım, ben peygamberim diyenleri çok duyduk ve okuduk fakat bu sapkın zatların dışında ben Allah’ım diyene rastlamadık....Hakikaten cehalet zor iştir....

İnsan bir kere cahil olmaya görsün artık ona yardım etmek söz konusu olamıyor malesef.....

“Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım…” (Bakara, 2/67) k

Kişi hakikatelere karşı gözlerinden rahatsız ise fazlada yapacak birşey kalmıyor....

“Şimdi, Rabb’inden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse, kör olan kimse gibi olur mu?” (Rad, 13/19 )

İnsan bir kere cahil olmaya görsün artık ona yardım etmek söz konusu olamıyor malesef.....

“Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım…” (Bakara, 2/67) k


"Bu dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın." (Enam, 168)


"Hakikatin dışında sadece sapıklık vardır. Öyleyse nasıl olup da döndürülüyorsunuz?" (Yunus, 32)

""Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler.(Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulmamış idiyseler?""
Bakara/170

"De ki: Şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Diğer yollara uymayın. Sonra o yollar sizleri O'nun yolundan ayırıp darmadağın eder. İşte sakınasınız diye size bunları emretti."

Cehalet

Lügatte, cehalet, ‘bilmezlik, ilimden ve malumattan uzak olmak’ diye tanımlanır ilmin zıddıdır. Kavram olarak da üç anlama gelmektedir:
1- İnsan zihninin ilimden hali olması.
2- Bir şeyi olduğunun aksine kabullenmek.
3- Bir şeye yapılması gerekenin zıddını yapmak.

Dilcilerin tarifinden hareketle cehalet iki başlık altında incelenebilir:

1- İnanç ve düşüncelerle meydana gelen cehalet.
2- Amel ve gidişattaki cehalet.

İnsanı Diğer Varlıklardan Ayıran Meziyet Olarak İlim

İnsanlarla diğer varlıklar arasında üç önemli fark bulunmaktadır

1- İnsan ilim elde etmeye elverişli yaratılmıştır.
2- İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayıracak melekelere sahiptir.
3- Sahip olduğu bilgi ve becerileri artırmaya müsaittir.

Rağib İsfehani, insanları diğer canlılardan ayıran vasıfların başında ilmin geldiğine dikkat çekerek şöyle der: “Cehaleti yenemeyen bir insan, kamil anlamda insan olma meziyetine ulaşamaz. İlimsiz yapılan her eylemin zararı faydasından çoktur.

kamer34 27 Şubat 2012 16:47

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
İnsanlar kötü işler yapınca yani şirk ve küfür türü ameller hatta hertürlü kötü işler artık müslümanın o tür insanlara karşı hem düşüncede hem de pratikte amellerine ve düşüncelerine çeki düzen vermek zorundadır.. Aksi takdirde lanet edilmekten kurtulamazlar.....

İbn-i Mes'ud, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"İsrailoğulları günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini bazısına çarptı. Davut'un, Süleyman'ın ve Meryem oğlu İsa'nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah oturup şöyle dedi-: `Hayır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız' Yani şefkat gösterir çevirirsiniz." (Ebu Davud ve Tirmizi)


Sen yüzünü hanîf/Allah’ı birleyen olarak dine, yani, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din (eddînu’l-kayyim) budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Hepiniz O’na yönelerek O’na karşı gelmekten sakının; namazı kılın; müşriklerden olmayın. Ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.
” Rum/30-32

Ravza'm 01 Mart 2012 22:33

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
"Ay doğmuyorsa yüzüne güneş vurmuyorsa pencerene,
Kabahati; ne güneşte ne de ay da ara...
Gözlerindeki perdeyi arala.."

Hz.Mevlana

mehmet akif2 02 Mart 2012 13:14

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Ey sevgili.. Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken, başka şişelerde şarap olmuşuz, başka hayallerde harap olmuşuz...

mevlana

mehmet akif2 02 Mart 2012 13:16

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Akılsız, yüzü güzele ; Akıllı, gönlü güzele tâlip olur . Zaman yüz güzelliğini tüketir ama gönül güzelliğini artırır

mevlana

kamer34 02 Mart 2012 14:45

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
"Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler...?"Bakara/170

bilinmez 02 Mart 2012 15:04

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Mesnevi'deki Birçok Küfür Ve Sapıklıklar:


Celaleddin Rumi, tasavvufi görüşlerini “Tanrısal Aşkı” kendisinde bulduğunu söylediği Şemsi Tebrizi’den almış.
“Celaleddin Rubi, aşkla, müzikle, raksla ve şiirle beslenip gelişen ve dinler üstü yolda kadına da büyük bir önem vermiş onu da hayata almaya çalışmış ve insanlığın, kadınla bir bütün olduğunu duymuştu. O herşeyden önce kadının kapanmasının, örtünmesinin aleyhindeydi. Mesnesvisin’de kadını yaratılmış değil, yaratan (!) bir kudret olarak öven, sert ve kaba ruhlu erkeklerin kadına zulmedebildiklerini söyleyen, asil insanların ince ruhlu olgun kişilerinse kadına bağlı olacaklarını, hatta onun reyine uyacaklarını ona hürmet edeceklerini bildiren Celaleddin Rumi “Fihi ma fih”inde, bir fasılda, kadını ekmeğe benzetmektedir. Herkesin, hatta yoksulun bile bulduğu, yiyip geçindiği ekmeğe ve kadını örten, kimseye göstermeyen, kapatan adamı da, koltuğuna bir somun alıp onu göstermemekte ısrar eden kişiye... Somunu göstermeyen kişi, karşıdakilerin görme duygusunu kamçılar, çünkü insanlar menedildikleri şeye haris olurlar. Halbuki kadın eğer iyiyse kötülükte bulunamaz zaten. Onu örtmek, iki taraftan da rağbeti, hırsı artırmaktır ve bu, bir düzen meydana getirmez, kötülüğü artırır ancak.
Celaleddin Rumi bu fikri, hayatında tatbik etmişti de. Onun kadınlardan da birçok müridleri vardı. Celaleddin Rumi’yi davet ederlerdi. O da gider ve kadınlar meclisinde şiir söyler, onlarla sema ederdi ve Celaleddin Rumi’yi seven kadınlar, onun başına güller serperlerdi.” (Fihi Ma Fih, Çeviren: M. Ülker Anbarcıoğlu MEB Devlet Kitabları s: 138)

Aslında Celaleddin Rumi’yi en iyi anlatan kendi eseri, Mesnevi’dir. Pek çok kimse “Ermiş ve Evliya” zatın elinden çıktığına inandığı Mesnevi’yi incelediğinde, Hint Kamasutrasına benzeyen yönleriyle tasavvufun her zaman ki eğilimlerine sahip kitablardan biri olarak göirecektir.
Mevlevi ekolde, Kur’an gibi görülüp, okunan ve hatta hafızlığı yapılan Mesnevi’nin menkibe ve hikayeleri ilginç içeriklere sahiptir. İçinde Doğu ve Hint masallarından örnekler olduğu gibi, felsefe, erotizm ve pornografi de yer alır. Öyle ki, Celaleddin Rubi bu şeylerin kendisine gelen Vahiy olduğunu iddia ederek resmen Mesnevi’yi Kur’an’la yarıştırmaktadır.

Dilerseniz Mesnevi’nin girişi ile yavaş yavaş konuyu detaylantıralım:
“Bu kitap Mesnevi kitabıdır. Mesnevi hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı (!) Tanrı’nın en aydın yolu! Tanrı’nın en açık burhanıdır... Kur’an’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce özleri hayırlı katiblerin elleriyle yazılmıştır. Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsade etmezler. Mesnevi, Alemlerin Rabbinden inmedir! Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir!....” (Mesnevi-Celaleddin Rumi MEB Yayınları c: 1 s: 11)

Bu paragrafta görüldüğü gibi Celaleddin Rubi, yazdığı kitabın Vahiy olduğunu iddia etmektedir! Tasavvufta bu çok görülmez. Zira tasavvuf ehli, velilerin tasavvufta vahiy aldıklarına inanırlar....

Kitabının bir başka yerinde Celaleddin Rumi şöyle diyor:
“Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya. Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir! Sofiler, bunu halktan gizlemek için Gönül Vahyi demişlerdir!”....” (Mesnevi-Celaleddin Rubi MEB Yayınları, c: 4 s: 151)

Görüldüğü gibi, Celaleddin Rumi’ye göre şeyhin, Pir’in, ermişin her ne isim verilirse verilsin tasavvufun ulu zatlarının söyledikleri ve yazdıkları şeyler aynıyla Vahiy’dir. Tıpkı kendisinin de itiraf ettiği Mesnevi kitabında olduğu gibi!...

Maalesef Celaleddin Rumi, kitabına Hindistan’dan sadece Kelile ve Dimne masallarını almamış, Erotik Hint kültürünün ürünü olan Kamasutra’dan da alıntılar yaparak bunları “Alemlerin Rabbin’den inmedir” diyerek sunmuştur.

Celaleddin Rumi, Kur’an’ın Lokman Suresinin 27. ayetini kendi kitabı için nasıl alet ediyor:
“....Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 6 s: 178)

Oysa Allah (c.c) Lokman suresinde kendi kitabı Kur’an için şu açıklamayı yapmaktadır:
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler de, arkasından yedi deniz daha kendisine yardım ederek (mürekkep) olsa yine Allah’ın kelimeleri tükenmez.” (Lokman: 31/27)
Celaleddin Rumi, Mesnevi’ye niçin bu özellikleri veriyor acaba? Bunu Vahdeti Vücud’dan dolayı yapıyor.... Tasavvuftaki bu temeya göre ilahlaşan insan haliyle yazdıklarına da Vahiy ve Sentetik Kur’an gözüyle bakıp, öyle değerlendirecektir...
Mesnevi’nin özellikleri nasıl Kur’an’dan alınarak ona adapta edilmiştir, aşağıda görünüz:

“Lafzı az, manası çok olan bu mazum Mesnevi...” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 1 s: 12)
diyerek girişi yapılan kitap, aynen Kur’an’ı Kerim için geçerli olan az lafızla çok mana verme özelliğini kendine hasretmektedir.
Mesnevi’nin Kur’an olduğuna Mevlevi takipçileri de inanmaktadırlar.
Mesnevi’nin Kur’an olduğu yolundaki anlayışa aşağıdaki menkıbe çok güzel örneklik teşkil etmektedir:
“....Bir gün Sultan Veled buyurdu ki:
“Dostlardan biri babama şikayette bulunduğu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar diye benimle bahse girişti. Ben de Kur’an’ın tefsiridir, dedim, deyince babam bir lahza susup sonra:
“A sersem, dedi niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A orospu kardeşi niçin olmasın? Peygamberlerle velilerin harfi zarflarda Tanrı sırlarının nurlarından başka birşey yoktur ki. Tanrı sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerinden akar. İster Süryani dilince olsun, ister Seb’al Mesani dilince, ister İbrani dilince olsun, ister Arapça!...” Bu kitabta buna benzer birçok hikayeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren Tanri Vahyi (!) olarak tanındığını gösterir.” (Mesnevi-Celaleddin Rumi c: 4 s: 326)

Celaleddin Rumi’den şiirler...

TUT ELİMİ


SENİN YÜZÜN PUTSA ELBET DAHA DOĞRU TAPMAK PUTA
SARHOŞ OLMAK DAHA HOŞ KADEHİNLE SUNULMUŞSA
BEDELDİR BU YOK OLUŞ BİNLERCE KEZ VAR OLMAYA
ÖYLESİNE YOK OLDUM Kİ AŞKINDA



TUT ELİMİ
SENİN YÜZÜNDEN PERİŞANIM
SENİN DELİNİM BEN
TUT NE OLUR
DÖNÜYOR BAŞIM
ŞAŞKININ- HAYRANINIM
EY YAR
VARIM YOĞUM TÜKENDİ
HER ELSİZ AYAKSIZIN ELİNDEN BİR TUTAN VAR

DÜN GECE BENİMLEYDİ
CANLARA CAN KATAN YAR
O TEPEDEN TIRNAĞA NAZDAN
BEN TEPEDEN TIRNAĞA FERYAT
TEPEDEN TIRNAĞA FİGAN
GECE NASIL DA TÜKENDİ
GELMEDİ MUHABBETİN SONU
BUNDA GECENİN NE KUSURU VAR
Kİ BİZİM SÖZÜMÜZ UZUNDU

NE AKARSU BIKAR BALIKLARDAN
NE BALIK AKARSUDAN
NE AŞIK CİHANIN CANINA DOYAR
NE DE CİHANIN CANI SIKILIR AŞIKLARDAN

ŞUNU İYİ BİLESİN Kİ MÜSLÜMAN DEĞİLDİR AŞIK
AŞK MEZHEBİNDE NE KÜFÜR -NE İMAN
NE TEN VAR-NE AKIL VAR
NE GÖNÜL- NE DE CAN
AŞIKTAN SAYILAMAZ BÖYLE OLMAYAN..


O GÜLÜ O LALEYİ GÖREN GÖZ
DOLDURUR GÖK KUBBEYİ AĞLAYIP İNLEMEYLE
BİR YILLIK BİR AŞKIN DELİLİĞİNİ
VEREMEZ BİN YILLIK ŞARAPLAR BİLE

AŞIKLAR Kİ OYNARLAR DA İKİ CİHANI
BİR ANDA KAYBEDERLER HEPSİNİ
BİR TEK AN İÇİN YÜZ YILLIK ÖMÜRDEN VAZGEÇERLER
BİR TEK ANI BULMAK İÇİN
BİN KONAKLIK YOL KOŞARLAR-AŞARLAR
BİN CAN FEDA EDERLER BİR GÖNÜL ALMAK İÇİN

KAPIMDAN GİRDİ ANSIZIN O ESRİK SEVGİLİ
OTURDU-LA’L RENKLİ ŞARABI BAŞINA DİKTİ
GÜZELİM SAÇLARINI GÖRÜP OKŞAMADAN
YÜZÜM TÜMÜYLE GÖZ OLDU-GÖZLERİM EL KESİLDİ

VURULMUŞ DUDAKLARININ DENİZİNE BÜTÜN SEDEFLER
BÜTÜN İNCİLER SAÇILMIŞ DUDAKLARININ AYAKLARINA
CANIM DİL YOLUNDAN DUDAĞIMA GELDİ DAYANDI
EĞER Kİ YOL VERİRSEN-VAY BANA-VAY DUDAKLARINA

DİLSİZ DUDAKSIZ SÖZLER SÖYLEYECEĞİM SANA
BİR ŞEYLER ANLATACAĞIM-BÜTÜN KULAKLARDAN GİZLİ
HERKESİN ORTA YERİNDE KONUŞACAĞIM AMA
SENDEN BAŞKA DUYAN OLMAYACAK SÖYLEDİKLERİMİ

NEREDE ŞARAP KEBAP
VE REBAP ORADA İŞİ YOK NE DERDİN-NE KEDERİN
İÇİN SONSUZ YAŞAM ŞARABINI EY DOSTLAR
SİZ DE YEŞİLLİKLER VE GÜLLER GİBİ
SUYUN DUDAKLARINA DUDAĞINIZI VERİN

BEN ZERREYİM VARLIĞIMI AYDINLATAN GÜNEŞ SEN
BEN KEDER HASTASIYIM SENSE İLACIM
KOLSUZ KANATSIZ SAMAN ÇÖPÜ SAVRULUR YA RÜZGARDA
SAVRULUR SÜRÜKLENİR GİDERİM PEŞİNDEN
SEN Kİ BENİ ÇEKEN KEHRİBARIM...

GECEMİZ KAVUŞMA ŞARABIYLA AYDINLIK
AŞKLA SÜRDÜK ATIMIZI YOKLUK YURDUNDAN
YOKLUK ŞAFAĞI SÖKENE KADAR
DUDAĞIMIZ KURUMAYACAK
MEZHEBİMİZİN HARAM KILMADIĞI ŞARAPTAN

HEP UZAKTAN BAKACAKSIN BİZE
NE ZAMANA DEK YABANCI GİBİ
OYSA HER DERDİN DERMANI BİZDE
AŞK BİLE BİÇAREMİZDİR
TOPRAK BİR ACİZ ÇOCUKTUR BEŞİĞİMİZDE
ŞU GÖNÜL DEDİKLERİ
BİR GARİP AVAREMİZDİR

SEN EY
HER AĞACIN
HER BAHÇENİN
HER BİTKİNİN YEŞİLLİĞİ
EY DEVLETİM
BAHTIMIN AYDINLIĞI-GELECEĞİM
EY YÜCELİĞİM
EY YAPAYALNIZLIĞA ÇEKİLİŞİM
SEMAIM
İHLASIM
RİYAM...
Kİ SENSİZ BÜTÜN BUNLAR BOŞ BİRER KURU SEVDA
GEL..


NE BEN BENİM
NE SEN SENSİN
NE SEN BENSİN
HEM BEN BENİM
HEM SEN SENSİN
HEM SEN BENSİN
ÖYLE BİR HALDEYİM Kİ EY GÜZELLER GÜZELİ
ŞAŞIRDIM SENİNLEYKEN
SEN Mİ BENSİN
BEN Mİ SEN


SEVGİLİNİN İZİ VAR HER YERİMDE
SEVGİLİNİN DİLİDİR HER PARÇAM
ÇALGI GİBİ YASLANMIŞIM KUCAĞINA
HER ÇIĞLIĞIM ONUN PARMAKLARINDAN

Muhammed_LevenT 09 Nisan 2012 19:54

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Haydi… Sen simdi ” su olduğunu düşün ve kendini ” su gibi ” hisset… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu
anımsa… Ama yine su gibi ” küçük bir bardağın içine” sığdır ki kendini insanların damarlarına girebilmeyi öğren. Yaşam ver… Vazgeçilmez ol! (Mevlana)

nergiz 09 Nisan 2012 20:07

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Ağzımda lokma varken konuşmak kolayda , Yüreğimde sen varken susmak ne zormuş . . . ! Mevlana Celaleddin-i Rumi

nergiz 09 Nisan 2012 20:34

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Dilini terbiye etmeden önce yüreğini terbiye et;Çünkü söz yürekten gelir,dilden çıkar." Mevlana

aslıı 14 Nisan 2012 00:50

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
y Gönül!Dikkat et âhir zaman bu!
Nefsine uyup da sûrete aldanma!
İblisin bile mâşallah dediği kullar var.
Seveceksen sev vefâ nedir, takvâ nedir bileni!
İçinde Cennet saklayan virane kullar var..! “
.
Mevlâna

Muhammed_LevenT 14 Nisan 2012 14:47

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Ey Gönül! Bir sürü dostlarının yanında,
Elbet ki düşmanların da olacak.
Ama imtihan ya bu,
onca düşmanın var iken seni dostun vuracak.(Mevlana)

nergiz 15 Nisan 2012 12:58

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Sütten çıkınca bütün kaşıklar aktır.Önemli olan içinden çıktığın sütü ak bırakmaktır...Mevlana Celaleddin

nergiz 10 Mayıs 2012 13:37

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim. Sana yalan halde gelmem, toplarım özümü, yalın halde gelirim. Kapıyı çaldığında "kim o ?" dersen; ben olmam kapında sen olur gelirim. Sen gel de yeter ki , yola yük olmam, yol olur gelirim...Hz.Mevlâna

aslıı 11 Mayıs 2012 21:38

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Neden duasız bırakıyorsun dilini?

Kapıyı çalmadan, açılmasını bekleyenlerden misin yoksa?



Hz. Mevlana

aslıı 14 Mayıs 2012 00:11

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Şeytan önce insana ALLAH' ı unutturur...Sonra çağdaş çöplükte ne bulursa yutturur...

- Hz Mevlana

nergiz 10Haziran 2012 12:04

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Beni çokca andınız, anlattınız ama anlamadınız.

Hz. MEVLANA

Hâdimul İslam 21 Eylül 2012 14:42

Cevap: Mevlanadan Sözler
 
Gözyaşının bile bir görevi varmış,Ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış...


mevlana ks


SAAT: 18:08

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320