![]() |
Toplam 1 Eklenti bulunuyor. Anlatıldığına göre, Harem-i Şerif’in âbidlerinden birine bir adam her akşam iki tabak yemek getiriyor, o da iftar ediyor ve ertesi günde oruç tutuyormuş. Bu muhterem âbid Allah Azze ve Celle’ye ibadet etmekten başka hiçbir işle meşgul olmuyormuş. Bir gün nefsi ona: – Rızkın, azığın hususunda şu yaratılmış, ölümüyle itimat eder, güvenir oldun. Bununla beraber bütün mahlûkata rızık veren Rabbini unuttun. Bu gaflet nedir böyle! Demiş. Adam bu düşüncelere dalmışken, yine o günün iki tabak yemeği gelmiş. Fakat bu kez âbid o yemekleri almayıp geri çevirmiş. Başka yerden yemek gelmediği için tam üç gün boyunca aç kalmış. Yaşadığı bu imtihan karşısında Rabbine seslenmiş. O gece rüyasında sanki Rabbinin huzurunda olduğunu görmüş. Ona: – Ey kul! Rabbin tarafından sana, o adam ile gönderilen yemeği neden geri çevirdin? Diye bir nida gelmiş. Âbid: – Yâ Rabbi! Nefsimde senden başkasına güvenip itimat etme duygusu uyanınca böyle davrandım, demiş. Âbide yine: – Peki o yemeği sana kim gönderdi? Diye bir nida gelimiş. Âbid: – Rabbim! diye cevap vermiş, – Peki sen o yemeği kimden alıyorsun, diye yine nida gelmiş. Âbid: – Rabbimden, demiş. Âbide yine nida gelmiş: – O haldeonu al, geri çevirme! Sonra âbid zât, her akşam kendisine sadaka olarak yemek getiren kişinin sanki Allah’ın huzurunda olduğunu görmüş. O sadaka veren kişiye de şöyle nida gelmiş: – Ey sadaka veren kul! Sen neden Allah-u Teâlâ’nın âbid kulunun azığını, rızkını men ettin? Sadaka veren kişi: – Ya Rabbi sen bunun sebebini en iyi bilensin, demiş. Sonra sadaka verene yine nida gelmiş: – Ey Allah’ın kulu! Sen kimin için sadaka veriyorsun? – Allah için. – O halde o fakir âbidi doyur, âdetine devam et. Sonunda senin mükâfatın cennettir. Allah ikisinden de razı olsun. İmam Yafîî |
*"O GÖZ BENİM TALEBELERİME SEVGİ İLE BAKTI."* Birgün sarhoşun birisi meyhaneden çıkmış evine giderken zikr sesleri duyuyor. Zikrin ne olduğunu bilmiyor, ses nereden geliyor diye merak edip sesin geldiği yere gidiyor. Pencereden içeriye başına uzatmış. Bakmış ki, orada Abdülkadir Geylani hazretlerinin talebeleri bir araya gelmiş zikir yapıyorlar, sohbet ediyorlar, Allahdan bahsediyorlar. O da bakmış, -" YA RABB"i bunlar ne güzel insanlar." demiş ve evine gitmiş, evde de ölmüş. Ertesi gün cenazesini kaldırıyorlar, kabre koyuyorlar. Melekler -"Cehenneme götüreceğiz." diyorlar. Gavs-ı Âzam Abdülkâdir Geylani hazretleri, -"nereye götürüyorsunuz?" diyor. -"Bu adam berbat, bu adamın yeri ancak ateş olur." diyorlar. Gavs-ı Azam hazretleri; -"Başını vermem, vücudunu ne yaparsanız yapın, diyor. Çünkü o baş, o göz benim talebelerime sevgi ile baktı." -"Benim talebelerime sevgi ile, muhabbetle bakan gözü ateş yakmaz. Başını vermem ama geri kalanını ne yaparsanız yapın, beni alakadar etmez." demiş. -Ya Gavs, olur mu öyle şey ? baş bir tarafta vücut bir tarafta olmaz. -CENAB-ı HAKK"a arzedin demiş. - YA RABB"i, ne yapacağız bu mevtayı ? demişler. **ALLAH"ü Teala da buyurmuş ki, 'baş ne tarafta ise vücut da o taraftadır.'* * Dolayısıyla, kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir. Ve kimi sevmek, kimi sevmemek lazım olduğunu da iyi seçmeliyiz. Ahirette nerede ve kimlerle olmak istiyorsak, buna dünyada karar vermeliyiz."* *[İnsan âhirette, Dünya'da sevdiği kişilerle beraber olacaktır...Sevdiklerine bak, âhirette de gideceğin yeri gör.!.]* |
Bir adam sık sık Kur'an okurdu. Ancak O'ndan bir şey ezberlemezdi. Bu adamın küçük oğlu babasına dedi ki; -Babacığım Kur'an okuyorsun ama hiç ezberlemiyorsun, sana ne faydası var ki? Baba oğluna dedi ki; -Evladım, sana söyleyeceğim ancak önce şu hasır sepeti şu dereden su doldur getir. Hasır sepet kömür taşımak için kullanılıyordu. Oğul dedi ki; -Baba, ama bu imkansız! Baba; -Sen dene bakalım ne oluyor. Oğul bu söz üzerine hasır sepeti alıp dereye gitti ve su doldurup taşımaya başladı. Yol yarı olmadan bütün su akıp gitti. Oğul babaya dönüp dedi ki; -Baba görüyorsun ki bu imkansız bir şey! Baba; -Olsun bir daha dene. dedi. Oğul bir daha denedi, bir daha derken beşinci seferde iyice yorulan oğlu bitkinliğini belirterek babasına; -Baba sen de biliyorsunki bu imkansız neden tekrar ettiriyorsun? deyince baba dedi ki; -Evladım sepette bir şey farketmedin mi? deyince oğlu anladı ve -Evet babacığım, sepet tertemiz olmuş dedi. Baba; -İşte böyle evlat, nasıl bu sepet kendinde bir şey tutamasa bile su ile tekrar tekrar temas edince tertemiz oldu, insan kalbi de dünya ve işlerinden kirlenir, Kur'an okumakla da ezberlemese bile kalbi suyun hasır sepeti temizlediği gibi tertemiz olur. Evladım Kur'an kalbin ve ruhun temizleyicisi, gıdası ve şifasıdır, sakın şeytanın bu 'ezberlemeden ne faydası var' oyununa gelmeyesin! diyerek oğluna harika bir ders vermiş oldu. |
Ağlamadan Okuyabilecekmisiniz Bilmiyorum.. Lakin Sonuna Kadar Okumanızı tavsiye ediyorum ...  Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir Hacı İbrahim’in dükkanına girer: -â€Bildiğiniz gibi bu çocuğun babası savaşta şehid düştü. Yarın da bayram. Evde yiyeceğimiz olmadığı gibi çocuğun giyeceği de yok. Allah rızâsı için biraz yardım...†diye utana sıkıla dilenir. Hacı Efendi fakir kadına yardım etmediği gibi hiddetli bir sesle: -â€Bıktım sizden… Sizin için mi çalışıyorum. Defol şuradan.†diye kadını azarlar. Hacının bu çıkışı üzerine kadının gözleri dolar. Ağlayarak dükkandan çıkar. Hacının karşısında aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan Abraham isimli yahudi, o fakirin ızdırabını anladı. Kadının ve çocuğunun ağlamalarına dayanamadı. Gönlü buz gibi eridi, inceldi. İnsanî duygularla kadına yaklaştı: -â€Nedir hanım, hacı efendi niçin bağırdı?†diye sordu. İmanlı ve şuurlu fakir kadın, Yahudiye hacıyı şikâyet etmek yerine: -â€O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyor?†diye cevap verdi. Bir bayram arefesinde bir annenin ve çocuğunun yokluktan ağlayışına dayanamayan yahudi Abraham yine ısrar etti: -â€Bacım ben de insanım, rahmetli kocanı tanırdım. İyi bir insandı. Bana çok faydaları dokunmuştu. Dükkanıma gel istediğini al. Benden aldıklarını sadaka değil rahmetli kocanın bana olan iyiliklerinin yerine kabul et†gibisinden sözler ederek kadını ve yetim çocuğu dükkanına gelmeye ikna etti. Yahudi Abraham dul kadına ve yetim çocuğuna en güzel ve en pahalı bayramlıklar verdi. Kadının çocuğunu giydirdi, kuşandırdı. Az önce Hacı Efendinin dükkanında üzülen ve dünya başına dar gelen fakir kadın ve yetim çocuğunun içine yaşama sevinci girdi. Yüzlerine pembe pembe güller açıldı. Yahudi Abraham’ın dükkanından çıkarken kadın candan ve gönülden dua etti: -â€Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi bu dar günümüzde ve mübarek bayram arefesinde giydirdiğin gibi Cenab-ı Allah da sana cennette köşkler versin, sana cennet elbiselerini giydirsin.â€Masum çocuk da annesinin duasına “Âmin†dedi. Dul ve yetimi dükkanında kovan Hacı İbrahim efendi, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendisi cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki köşkün kapısında kendisinin ismi yazılı idi. “Demek ki burası bana ait†diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi melekler: -â€Giremezsin†dediler. -â€Bu köşk benim değil mi?†-â€Düne kadar senindi ama, maalesef dün senden alınıp başkasına devredildi….†Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içerisinde uyandı. “Dün çocuklara iyilik etmemekle hata ettim†diye düşündü. Sabah olunca doğru Yahudi Abraham efendinin dükkanına gitti. -â€Abraham efendi dünkü, dul kadın ve yetim çocuğa kaç altın değerinde elbise verdin?†diye sordu.Yahudi: -â€On altın değerinde†-â€Al sana onun iki katı†-â€Hayır olmaz†-â€On katını vereyim.†-â€Olmaz.“ -â€Yüz katını vereyim, iki yüz katını vereyim. Sen altın ve gümüşü seven bir kişisin iste bin katını vereyim….†Abraham Efendi tebessüm eder: -â€Olmaz hacı Efendi olmaz. O köşk yüz altın bin altın ile satın alınmaz. O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm... Cennete girebilmek için işte müslüman oluyorum: “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûluh†Sen Cenab-ı Allah’ın rızasını kazanmak ve Cennete girip ebedî saadete kavuşmak istiyorsan eskiden olduğu gibi ihlas ile Allah’a ibâdet et ve kapına gelen fakir, dul ve yetimleri azarlama, boş çevirme, insanlara iyilik yapmaya bak†dedi. Etrafımızdaki yoksulları fark etmek ve farkettirmek için paylaşıyorum sizlerde bu SEVABA ortak olmak için ,,, paylaşarak CENNET'İNİZE hazırlıklarınızı şimdiden yapın İNŞAALLAH. :) |
Alıntı:
GM 5 Plus cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi |
İbrahim Ethem Hz.Tacı tahtı terk ediyor; Seneler sonra kendi yaptırdığı camide yatsı namazı kılıyor, Dışarıda kar hava çok soğuk, “Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor, Caminin bekçisi geliyor. “Ne yapıyorsun” diyor. “Müsaade et şurada yatayım, Sabah Namazından sonra gideceğim” diyor, Görevli bacağından tutuyor onu ve “İbrahim Ethem senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı bu camiyi.” diyor ve bacağından sürükleye sürükleye,kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya. İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemiyor KİBİR olur; diye. Çaresiz şehre gidiyor, Her taraf kapalı,sadece bir yer açık,bir fırın. Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor,orada çalışan işçi; “Geç otur” diyor, Aradan bir-iki saat geçiyor,sabah ezanı okunmaya başlıyor,okunduktan sonra işçi dönüyor; “Hoşgeldiniz nereden gelip nereyegidiyorsunuz isminiz ne.” diyor. İbrahim Ethem de “Ben iki saattir burada oturuyorum şimdi mi geldi aklına sormak” diyor. Fırıncı “Ben bu fırında işçiyim,İki çocuğum var,iki de yetime bakıyorum,ben onlara şimdiye kadar haram lokma yedirmedim,Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi,ezan okundu mesaim bitti,seninle istediğin kadar konuşabiliriz,şimdi. Kazancıma haram karışmaz,” diyor. İbrahim Ethem “Sen ne güzel adammışsın,Sen ALLAH’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu,” diye soruyor. “Ben ALLAH’tan ne istediysem verdi, Fakat ALLAH’tan bir şey istedim,Onu bana vermedi, ALLAH’a yalvardım,bana İbrahim Ethem Hz.göster diye,bana onu göstermedi,” diyor. “O ‘ALLAH öyle bir ALLAH ki" diyor İbrahim Ethem Hz.“Ibrahim Ethem'in bacağından sürükliye sürükliye,kafasına vura vura getirir ve sana gösterir. Sen yeterki yürekten iste” diyor. Sevenin sevdiğinden istediği tek şeydir DUA, Ayrı bedenleri bir muhabbet'te birleştirendir DUA, Çaresizken sığındığımız tek limandır DUA,Kulun RABB'iy'le teke tek buluştuğu andır DUA. “YOKSULUN EKMEK KAPISI, DERTLİNİN DERMAN KAPISIDIR DUA |
Ali Tantâvî –rahimehullah- der ki: "Gelecek için ilkokulu okudum. İnsanlar bana dediler ki: -Geleceğin için ortaokulu okumalısın. Sonra: -Geleceğin için liseyi okumalısın, dediler. Sonra: -Geleceğin için üniversiteyi okumalısın, dediler. Sonra: -Geleceğin için vazifeye başlamalısın, dediler. Sonra: -Geleceğin için evlenmelisin, dediler. Sonra: Geleceğin için çocuk yapmalısın, dediler. Şimdi ben, 77 yaşımda bu makaleyi yazıyorum ve hala bu geleceği bekliyorum. Gelecek; boğanın ardından koştuğu, fakat bir türlü ulaşamadığı başına konmuş kırmızı kumaş parçası gibidir. Çünkü geleceğe ulaştığın zaman, senin için şimdiki zaman olur. Şimdiki zaman da daha sonra mazi olur.Daha sonra yeni bir gelecek beklersin. Oysa gerçek gelecek; Allah'ı râzı etmen, cehennem ateşinden korunmaya ve cennete girmeye çalışmandır." |
Kur'an'da Rahman suresinii okur adam. O esnada da 4 yaşındaki oğlu babasına sorar : ''Baba, neden sürekli aynı şeyi tekrarlıyor!'' der. (Rahman suresinde "O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?!" ayeti 31 kere tekrar edilmiştir.) Adam şaşırıp ne cevap vericem diye düşünürken, çocuk cevabı da verir. ''Anlamıyorlar diye, değil mi?!'' |
DEVLET NASIL BİTER VE ÇÖKERTİLİR? Devlet nasıl biter ve çökertilir? Kanuni Sultan Süleymanın kafasına takılan ve onu yoran bir soru vardı. Bir devlet ne zaman çöker ve sonunda ne olur? Bunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk alimi Yahya Efendi’ye Sadrazamı gönderdi. Sadrazam gitti, sordu ve döndü. Kanuni; “ne dedi?” Diye sorduğunda cevabı söylüyor; “Neme lazım dendiği zaman.” Kanuni, “Başka bir şey söylemedi mi?” “Hayır efendim. Bir tek cümle söyledi.” Bunu uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü alime mektup yazıyor, bunun açıklanmasını istiyor. “Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz” diyor. Ve ünlü alim Yahya Efendi de bir mektup yazıp Kanuni’ye gönderiyor. (Bu mektup şuanda Topkapı Sarayında sergilenmektedir.) Mektup şu: “Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık sıradan bir hale gelirse, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse… Bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse… Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse… İşte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır. Halkın güven ve saygısı sarsılır. Asayişe itaat hisse kaybolur. Halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder hale, kaçınılmaz hale gelinir.” |
Salihlerden bir mübarek zât varmış. Bir Cuma günü, Evde un kalmayınca merkebine yüklemiş buğdayı, Değirmene doğru koyulmuş yola... Değirmene vardığında, çuvalı indirirken merkep kaçıyor. Merkebi aramaya çıksa, Cuma namazı kaçacak. Kendi kendine; “Sen nereye gidersen git, ben Rabbimin emrinden çıkmam, Doğru Cuma namazına gidiyorum..” diyor... Vakit giriyor ve huşû içinde ibadetini yapıyor... Cumadan sonra bakıyor, merkep hâlâ yok... Tarlaya gitse merkep lazımdır. Un için zaten yine merkep lazım. “Ben şimdilik eve gidip biraz dinleneyim, sonra çaresine bakarız” diye düşünüyor... Eve yaklaşınca, ahırdan merkep sesi geliyor. “Hanım, bu merkebin burada işi ne?” diyor. O da, “Efendi, bugün ödüm patladı, az kalsın ölüyordum” diyor: “Bir aslan merkebi önüne katmış, bir o tarafa, bir bu tarafa, derken ahıra kadar getirdi. Ben de korkudan odanın bir köşesine saklandım. Pencereden baktım, aslan geldiği gibi gitti.” Adam; “Hanım, bu bizim merkep değil mi?” diye soruyor. Hanım da, “Evet bizim merkep” diye cevap veriyor. Adam şaşırıp kalıyor... Hanımı bu arada, “Bey, senin karnın açtır. Taze un geldi, ekmek yaptım” deyince adam hayretle, “Hanım, un nereden geldi?” diyor. “Sorma bey! Komşumuz değirmene gitmiş, kendi unu yerine bizim unu getirmiş, yanlışlığı anlayınca da unu bize bıraktı. Yani unumuz geldi... Sana bir haberim daha var bey! Bizim komşu bahçesini sulamış ancak kanalı açık unutmuş, bizim bahçe de sulanmış!” Mübarek zat, hanımından bunları duyunca ellerini açmış ve şöyle dua etmiş: “Allah’ım! Ben senin bir emrini yerine getirdim, sen benim üç ihtiyacımı gördün. Sana ne kadar şükretsem azdır Ya Rabbi... |
Eski zamanların birinde, kaplumbağalar arasında bir yarış düzenlenmiş. Hedef, çok yüksek bir kalenin tepesine çıkmakmış. Vakit gelince, bir sürü kaplumbağa, arkadaşlarını seyretmek için yarış yapılacak bölgeye toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Seyircilerden hiçbiri arkadaşlarının kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Kimileri bu inançlarını bağırarak dile getirmekten kaçınmıyorlarmış. Yarışmaya katılan kaplumbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmaz bir gayretle kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyircilerin sesleri yükselmeye başlamış; giderek bağıranların sesleri yarış alanında yankılanır olmuş ”.Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar ” Sonunda, biri hariç, diğer kaplumbağaların tümü ümitlerini yitirmiş ve yarışı terketmişler. Ama yarışta kalan son kaplumbağa, büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğer yarışmacılar ve seyirciler, hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kaplumbağa ona yaklaşıp “Zirveye nasıl çıktın?” diye sormuş. O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kaplumbağa sağırmış! Hayatta birileri yaktığınız hayal ateşine su dökmek isteyecek. Siz denizin üstünde yürüseniz “yüzme bilmiyor” diyecekler. Pozitif olsanız, acılı insanları, hüzünü anlatsanız mutluluğu anmanızı isteyip söylediklerinizin zıddını öne sürecekler. Gülüp geçin. Rüyalarınızı gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyenlere sağır olmayı seçin. |
Nereye isterseniz oraya yerlestirebileceğiniz bir Kıssadan hisse..Gerçekten hisse... Hz.Hüseyin’in katillerinden biri hactadır. Bir alime, üstünde bulup öldürdüğü pire kanının hükmünü sorar. Cevap şudur: “Ellerin Hüseyin’in kanına bulanmışken, pire kanının hükmünü mü dert ettin? |
Kıssadan hisse vakti.. Bursa’da bir kişi, satın aldığı atın hemen sonrasında, atın hasta olduğunu fark etti. Onu geri vermek istiyor ancak satan adamın atı geri almayacağından endişe ediyordu. Bu yüzden önce kadıya gidip işi resmi olarak halletmek istedi. Ancak kadıyı yerinde bulamadı,mahkeme ertesi güne kaldı, hasta at ise gece öldü.Adam, ertesi gün olanları kadıya anlattı, ne yapılabileceğini sordu. Kadı,“Zararını ben ödeyeceğim” dedi. Şaşkınlıkla kadıya bakan adam “Sizin konuyla bir ilginiz yok, niçin siz ödeyeceksiniz ki” dedi Kadı, şu manidar cevabı verdi: “Evet, görünürde benim konuyla ilgim yok ama işin aslı öyle değil. Sen dün geldiğinde ben yerimde olsaydım, atı geri verdirirdim, sen de paranı geri alırdın. At da senin elinde değil, sahibinin elinde ölmüş olurdu. Şimdi buna imkân kalmamıştır. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep oldu. O yüzden zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi. O kadı, sonradan Osmanlının ilk şeyhülislamı olacak olan zamanın din ve fen bilgilerine vâkıf Molla Fenari Şemseddin hazretleri'den başka biri değildir.. rahmetullahi aleyh.. (1350-1431) |
Mısırlı bir adamın kalp hastalığı vardı. Doktorlar hastalığının çok ağır olduğunu, ameliyatın yalnız yurt dışında yapılabileceğini söylediler. Adam zaman kaybetmeden Londra'ya gitti ve kendine iyi bir doktor buldu. Doktoru hastalığının ağır olduğunu ve ameliyat olursa da %1 yaşam şansı olduğunu söyledi. Adam ne yapacağını bilemedi. Düşündü taşındı ve doktora ameliyattan önce memleketine dönerek, vasiyetini yazacağını, işlerini yoluna koyarak on günün içinde geri geleceğini söyledi. Adam memleketine geldi, on günün içinde düzene koydu her şeyi, yakınlarıyla helallaşıp evden ayrıldı. Yolu pazarın karşısından geçiyordu. Pazarda bir kasap etlerin kötü yerlerini ayırıp çöpe atıyordu. Bir taraftan da genç bir kadın kasabın çöpe attığı etleri topluyordu. Kadına yaklaştı, etlerin kötü kısımlarını neden çöpten topladığını sordu. Kadın utanarak beş çocuğu olduğunu, çocuklarının yalnız yılda bir kez Kurban Bayramı'nda et yediklerini söyledi. Adam duyduklarına çok üzülmüştü. Kasaptan 5 kilo et alıp kadına verdi, sonra ise kasabın her ay bu kadına 5 kilo et vermesi içi 5 yıllık et parasını önceden ödedi. Kadın gözleri yaşlı ve sevinç içinde ellerini göğe açarak "Allah'ım dedi, sen bu adamın bütün zorluklarını kolaylaştır!" Kadın içten öyle dua etmişti ki duası bütün arşı salladı.. Adam Londra'dakı hastaneye gelmişti. Ameliyyat öncesi yeniden muayene olunması gerekiyordu. Muayene eden doktor şaşırmış durumdaydı, üç kez yeniden adamı muayene etti, sonra adama bakarak "Bu bir mucize, kalbin tam sağlam." dedi. Adam kadının onun için ettiği duayı hatırladı ve doktora: - "Mucize değil, bir kadının gözyaşları sebebi ile Allah'ın verdiği şifadır bu." dedi. Taberani : Peygamber Efendimiz buyurdular: ''Mallarınızı zekatla koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Belaları da dua ile karşılayıp savınız.'' Rabbim sen hepimizin zorluklarını kolaylaştırır. Hastalarımıza şifa dertlilerimize deva ver. |
İmam Şafiî (rahimehullah), ilim talebine başladığı ilk yıllarda Medine'ye İmam Malik’in yanına gelmişti. İmam Malik, onun zekâsından ve hızlı kavrayışından çok etkilendi ve bu zekanın kirlenmemesi için ona: “Şüphesiz ki Allah senin kalbine bir nur bırakmış; sakın ha bu nûru günah karanlığı ile söndürme!” diye tavsiyede bulundu. Fakat gün geldi, İmam Şafiî onun bu değerli tavsiyesine muhalefet etti... Hocası Veki‘ b. Cerah’a giderken -nefsine uyup- yol üzerinde bulunan bir kadının ayak topuklarına baktı. Görmüş olduğu bu haram, onun hafızasına tesir ederek onu unutmaya ve hafızasının gücünü kaybetmeye mahkûm etti. İmam Şafiî öyle bir zekâya sahipti ki, ezber yaparken ezberlediği şeyler karışmasın diye elini diğer sayfaya koyardı. Hafızasının bu denli zayıflamasını hocası Veki‘ b. Cerah’a anlattı. Hocası “hafıza için en faydalı ilaç” sadedinde İmam Malik (rahimehullah)’ın günahların terkine dair yaptığı nasihati aynen yineledi ve Şafiî’nin ancak gizli-açık tüm günahlarından vazgeçerek eski hafıza gücüne kavuşabileceğini söyledi. Bunun üzerine İmam Şafiî (rahimehullah), dillere destan şu hârika şiirini inşâd etti: شَكَوتُ إِلَى وَكِيعٍ سُوءَ حِفظِي ... ... فَأَرشَدَنِي إِلَى تَركِ المَعَاصِي وأخْبَرَني بأنّ العِلمَ نورٌ ... ... ونُورُ اللهِ لا يُهْدَى لعاصِي “Hafızamın kötülüğünü şikâyet ettim Veki’e, Yönlendirdi beni günahların terkine. İlmin bir nur olduğunu bana söyledi, Allah’ın nuru âsiye verilmez, dedi.” ---------------- Ey Müslüman! Eğer sen de bir şeylerin iyi gitmediğinden şikâyetçi isen, sorunu başka şeylerde değil, öncelikle ellerinle işlediğin günahlarında ara! Günahlarından vazgeçtiğinde sıkıntının çok kısa sürede yok olup gittiğini göreceksin. |
Kulağa küpe ''Mısır yetiştiren bir çiftçi, her yıl en kaliteli mısır ödülünü alırmış. Çiftçi, ödül aldığı mısırların tohumlarını da ekmeleri için komşularına dağıtırmış. Bunu öğrenen bir gazeteci röportaj yapmak için çiftliğe gelmiş. Gazeteci çiftçiye sormuş: ‘Seninle her yıl aynı yarışmaya giren komşularına, kaliteli tohumlarından vermeyi nasıl göze alabiliyorsun?’ Çiftçi cevap vermiş: ‘Yoksa bilmiyor musun? Rüzgar, olgunlaşan mısırlardan polenleri alır ve tarla tarla dağıtır. Eğer komşularım kalitesiz mısır yetiştirirse çapraz tozlaşma sonucu her geçen yıl ürettiğim mısırın kalitesi düşer. Eğer kaliteli mısır yetiştirmek istiyorsam, komşularıma da kaliteli mısır yetiştirmeleri için yardım etmeliyim’. Yaşamlarımız da böyledir. Hayatlarını anlamlı ve iyi bir şekilde yaşamak isteyenler başkalarının hayatlarını da zenginleştirmelidir. Bir yaşamın değeri dokunduğu hayatlarla ölçülür. Ve mutluluğu seçenler, başkalarının mutluluğa ulaşmasına yardım etmelidir. Birimizin refaha ulaşması, herkesin refaha ulaşmasına bağlıdır. |
Huzurun Kıymeti Padişah bir kölesi ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi. Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene sıkıca sarıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. "Bu işteki hikmet nedir?" diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi: "Köle önce suya batmanın, boğulma tehlikesi geçirmenin acısını tatmamıştı. Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felaket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez. . |
Bir öğretmen okula balonlar getirmiş ve çoçuklara isimlerini yazıp şişirmelerini söylemiş. Sonra koridora balonları karışık atmış ve çoçuklara 5 dakika vermiş kendi isimlerini bulmaları için. Vakit bitmiş ama kimse kendi balonunu bulamamış. Sonra en yakın balonu alıp sahibini bulmalarını söylemiş ve 2 dakika bile sürmemiş ve herkesin balonu elinde. Sonra öğretmen demiş ki: balonlar mutluluk gibidir, sadece kendin için ararsan bulamazsın, ama herkes birbirinin mutluluğu için uğraşırsa kendi mutluluğunu da bulur. |
🟢 Cami kapısından geçerken ezanın okunduğunu duyan şoför geriye dönüp patronundan izin ister: -Beyefendi izin verirseniz ezan okunmuşken şuracıkta namazımı kılsam da yola devam etsek! der... Patron pek de memnun olmasa da izin verir. Şoför camiye girer, patron da arabanın içinde bekler... Ancak cemaat namazını kılıp çıktığı halde şoför çıkmayınca canı sıkılan patron, arabadan inip caminin avlusuna dalar, pencere camına başını dayayıp içeri bakar ki, şoför ellerini açmış duaya devam ediyor.. Camı tıklatarak seslenir: -Herkes çıktı ne duruyorsun sen de çıksana! Gelen cevap ibretlidir; -Bırakmıyor !.. -Kim bırakmıyor? diye sorar patron. Cevap gelir; -Seni içeri bırakmayan!.. Bir düşünce sarar patronu 'seni içeri bırakmayan' nidası.. Hemen orada abdestini alır camiye girer ve yanına vardığı şoföre seslenir: -İşte der, beni de bıraktı.!.. Yaşlı gözlerle bakan şoför; -Elbette bırakır der, deminden beri boşuna mı gözyaşlarıyla dua ediyorum sanıyorsun? Senin dışarıda kalmana gönlüm bir türlü razı olmadı, ellerimi açıp içeri alınman için dua ettim, şükürler olsun Rabbim kabul etti duamı da içeri aldı seni, dışarıda bırakmadı… Dostun dosta, kardeşin kardeşe, Babanın ananın evladına, evladın babasına-anasına, arkasından ettiği dua kabul olurmuş, ben dualarıma katıyorum sizleri, sizler de dualarınızda anın beni... Rabbim cümlemizin işlerini rast getirsin, hayırlı rızıklar nasip etsin, sizlere ve sevdiklerinize hayırlı ömürler versin, evlerimize huzur, gönüllerimize Allah’ın nuru yağsın inşALLAH .. 🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲 |
~ŞEKER KAMIŞI~ Belgesel çekimi için gittiğim köyde yaşları doksana dayanmış iki ihtiyarla karşılaşınca yanlarına vardım ve kameramı açıp, röportaj yapmaya başladım.Çok merak ettiğim bir soruyu ikisinede sormak istedim.-"Bu yaşa kadar böyle birbirinizin gözlerine hasretle baktığınıza göre sevdanız da büyük olmalı.Söylermisin teyzem eşiniz size bunca yıl sevgisini nasıl gösterdi.Nasıl kanıtladı? Çok büyük bir şey yapmış olmalı değilmi?-" Yaşlı kadın eşinin gözlerine baktı sonra ve bu zamana kadar aralarında sır kalan şeyi söylediğini hissettirdi bana.Çünki az ilerideki amcaya duyurmamak için fısıldar gibi konuşuyordu.-"Şeker kamışı sayesinde beni ne kadar sevdiğini anladım-"deyince şaşırdım... -"Şeker kamışıyla, sevginin ne alakası var teyzecim?-"diye sorunca, nemli gözlerle baktı az ötede iş yapan eşine.Ve şöyle dedi."-Oğul biz çok fakiriz.Bu ben kendimi bildim bileli böyle.Mısır ekmeğimiz hariç, en lüks erzağımız şeker kamışıdır.Evlendiğimizden beri Mehmet bey tarlaya gider şeker kamışı toplar.Çok sevdiğimide bilir.Kamışlardan birkaçını kendine ayırır diğerlerini bana verirdi.Ama kamışların kenarını hep dişlenmiş görürdüm.Ben mahalleden çocukların yaptığını düşünürdüm o diş izlerini.Bir gün denk geldim, gördümki Mehmet bey dişliyormuş kamışları.Sonra getirdi birazını bana verdi.Diğerlerinide yine kendine ayırdı.Ben o güne kadar bana verdiği bir kamışın dahi acı çıktığını görmemiştim.Mehmet bey in kendine ayırdığı kamışların yanına gidip hepsinin tadına baktım bir gün.Hepsi acıydı.Meğer bizim herif yıllardır en tatlı kamışları bana ayırmak için dişliyormuş...Sevmek, değer vermek öyle senin düşündüğün gibi büyük şeylerle anlatılmıyor oğul.Bazen bir şeker kamışı bile yetiyor ömürlük sevdayı hissettirmeye... ".... Yazar Suat |
YAŞANMIŞ İBRETLİK BİR OLAY ! Fransa da #peçeli bir hanım süper markette alış-verişini bitirdikten sonra ücretini ödemek için sırada bekler... Birkaç dakika sonra sıranın kendisine gelmesiyle kasiyere doğru ilerler... Kasadaki bayan tesettürsüz bir müslümandır... Kasiyer, çarsaflı peçeli hanımın eşyalarını birer birer kasadan geçirmeye başlar, bir müddet sonra müşterisine; "Bizim bu ülkede birçok problemlerimiz var ve senin peçen bunlardan biri. Biz gurbetçiler ticaret için buradayız, dinimizi veya tarihimizi göstermek için değil. Eğer dinini yaşamak, çarsaf giymek ve peçe takmak istiyorsan, ülkene geri dön, orada ne yapmak istiyorsan onu yap..."diye çıkışır. Peçeli hanım elindeki poşetleri bırakarak yüzündeki örtüyü kaldırır... Ve işte tam o esnada kasiyer kadın küçük bir şok yaşar! Çünkü çarşaflı hanım bir araba benzemiyor sarışın mavi gözlüdür ve şunları söyler: " Ben bir Fransızım,Arap değilim ve burası benim ülkem İSLAM BENİM DİNİM! Siz müslüman doğumlular, dininizi bize sattınız ve biz de onu sizlerden satın aldık. Gerçek müslüman kimlikle değil yaşantısıyla olunur! |
Annesi ve babası, her yıl oğullarını, yazın büyükannesinin yanına gönderirken trende ona eşlik edip bir sonraki gün aynı trenle eve dönerlerdi. Biraz büyüdüğünde çocuk anne ve babasına dedi ki: -Artık büyüdüm, bu yıl büyükannemin yanına tek başıma gitmeyi denesem, ne dersiniz? Kısa bir tartışmadan sonra anne ve babası bu konuda fikir birliğine vardılar. İstasyon platformunda ona el sallayıp uğurlarken ve vagonun penceresinden son tembihlerini yaparken çocuk aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti. -Evet, biliyorum, biliyorum, yüzlerce kez söylediniz...! Tren kalkmak üzereydi ki babası: -Oğlum olur ya; kendini rahatsız ve yalnız hissedersen ya da korkarsan bu senin için.! dedi ve oğlunun cebine bir şey koydu. Ve çocuk artık tek başınaydı, etrafında yabancı insanlar birbirleriyle itişip kakışıyor, gülüyor, kompartımana girip çıkıyorlardı. Kondüktör çocuğun biletine bakarken, yalnız yolculuk yaptığına dair bir yorum yaptı, birisi ona acır gibi baktı. Onu işaret edip fısıldayanlar oldu. Çocuk birden, kendini çok huzursuz hissetti ve rahatsızlığı her bakışla daha da arttı. Başını önüne eğdi, koltuğun köşesinde adeta büzüştü ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. İşte o anda babasının cebine bir şey koyduğunu hatırladı. Titreyen elleriyle, el yordamıyla o küçük kâğıt parçasını buldu ve açtı. Kağıtta şunlar yazılıydı: -Oğlum, biz son vagondayız. Çocukların uçmasına izin vermeliyiz, onlara güvendiğimizi göstermeliyiz ama, onlar hayatı göğüsleyene kadar da son vagonda olmalıyız. |
Türk eğitim tarihine geçen bir olay. #İGNECİLER_SINIFI!!! Türkiye'nin en önemli liselerinden olan İstanbul Erkek Lisesi, 1925 yılında enteresan bir olaya sahne oldu. Öğretmene şaka yapmak isteyen bir öğrenci tüm sınıfın kaderini değiştirdi. İstanbul Lisesinin onuncu sınıf öğretmeni Salih Hoca ile öğrenciler arasında garip bir olay gerçekleşir. İstanbul Lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştiren öğrenciler, pusuya yatıp Salih Hoca’nın iğnenin üstüne oturmasını izleyeceklerini düşünürler. Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arapca öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değen Salih Hoca ise oturduğu yere bir iğnenin yerleştirildiğini hisseder, sandalyeye oturmaz ve deftere imzasını attıktan sonra, “Ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim.” diyerek dershaneyi terk eder. Meseleyi Müdür Besim Bey'e bildiriyor ve istifasını veriyor. Ondan sonra hızlıca araştırmaya geçen disiplin kurulu işin failini bir türlü bulamaz. O sınıfın dersleri durdurulur ve araştırmalar devam eder. Fakat hiçbir öğrenci itirafta bulunmaz. Sonrasında 1925 yılının öğretmenler toplantısı düzenlendiği gün öğretmenler odasında çaylar içilirken odaya birden Müdür ile lisenin güvenliği içeri girer ve müjdeyi verir… “Muhterem hocamız Salih Efendi'nin sandalyesine iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. Çünkü failini ele vermiyorlar.” Sonrasında ise sınıftaki 41 öğrenci İstanbul Erkek Lisesinden Bursa Lisesine sürgüne gönderilir. Olaydan seneler sonra ise Salih Hoca'nin sandalyesine iğneyi koyan kişinin başka sınıftan olduğu anlaşılır. Ama "İğneciler" olarak adlandırılan ve Bursa’ya sürgüne gönderilen sınıf ise çoktan mezun olmuştur bile. 1925 yılının 10’uncu sınıfı, yani “iğneciler” arasından kimler çıktı: 228 Sait Efendi: Arkadaşları arasındaki lakabıyla H2O, yani sulu Sait. Ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık. 697 Rahmi Efendi: Ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı Dr. Rahmi Duman. 748 Saffet Efendi: Ünlü hukukçu Saffet Nezihi Bölükbaşı. 725 Feridun Efendi: Ünlü gazeteci ve yazar Hikmet Feridun Es. Sabri Efendi: Türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil. Sıtkı Efendi: Demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından Sıtkı Yırcalı. Hikmet Feridun ES’in şu sözü çok meşhurdur. “Biz 43 iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil …” "Koca sınıf Bursa’ya sürülüyor, veliler müdürün odasını basıp tehdit etmiyor. Disiplin kurulundaki hocalar tehdit edilmiyor. Kalitenin tesadüf olmadığı, ahlaklı olmanın kişiye ve topluma ne kadar büyük bir etkisi olduğunu tekrardan anlamış olduk.” Dr. M. Fuad Umay Yıl:1926 Gürbüz Türk Çocuğu Dergisi #Alıntı |
ÇABUK KABUL OLUNAN DUA Camide zengin bir adamla bir derviş yan yana namaz kılıyorlardı. Birbirlerine olan yakınlıklarından dolayı ne okuduklarını ve ne dua ettiklerini duyuyorlardı. Derviş namazdan sonra ellerini açtı: ” Ya Rabbi! Karnım çok aç beni şu yemek ve şu tatlılarla rızıklandır,” diye dua etti. Dervişin duasını duyan zengin adam, içinden şöyle geçirdi: ” Bana duyurmak için sesli dua ediyor. Böyle yapmaktansa doğrudan gelip para isteseydi verirdim. Şimdi ona bir şey vermem.” Zengin adam böyle düşünürken derviş caminin bir kenarına çekilmiş ve uykuya dalmıştı. Az sonra camiye elinde tepsiyle bir adam geldi. Doğruca, uyuyan dervişin yanına giderek dervişi uyandırdı ve elindeki tepsiyi derviş verdi. Derviş tepsinin üzerini açtı. Zengin adam geriden bu hadiseyi takip ediyordu. Tepside dervişin az önce duada istediği yiyecekler vardı. Derviş yemekleri yedikten sonra tepsinin üzerini örterek adama geri verdi. Bu işe hayret eden zengin adam merakla yemekleri getiren kişiye yaklaştı: ” Arkadaş sen kimsin?” ” Ben hamallık yapan biriyim.” ” Bu adamı tanıyor musun?” ” Hayır.” ” Bu yemekleri kim gönderdi?” ” Kimse göndermedi, ben getirdim.” ” Peki tanımıyorsun da niye getirdin?” Anlatayım: ” Ben fakir biriyim. Hamallık yaparak geçimimi sağlamaya çalışıyorum. Yükünü taşıdığım zengin biri bana fazlaca para vermişti. Hazır elime geçmişken eşimin ve çocuklarımın istediği yiyecekleri yapmak için gereken malzemeleri alıp eve gittim. Eşim yemekleri yaparken ben uyuya kalmışım. Rüyamda Peygamber Efendimizi (s.a.v.) gördüm.” Bana buyurdular ki: – Şu camide bir veli var. Onun canı bu yiyecekleri istedi. O yemeği ona götür. Yiyebildiği kadar yesin. Kalanını da siz yiyin. Allah (c.c.) size bereket verir. Bunu yaparsan senin cennete girmene ben kefil olurum. Uyanır uyanmaz hemen tepsiyi buraya getirdim. Gerisini siz de gördünüz.” Zengin adam bu durum karşısında hayretler içinde kaldı ve hamala sordu: ” Bu yemekler için ne kadar masraf ettin?” O zamanın parasına göre bir şeyler söyler. ” Şu kadar para ” ” Sana yaptığın masrafın on mislini vereyim, bana kazandığın sevabın bir kısmını ver.” ” Olmaz.” ” Yirmi mislini vereyim.” ” Olmaz.” ” Elli mislini yok… Yok… Yüz mislini vereyim.” ” Boşuna uğraşma. Ne verirsen ver yine de vermem. Bunun karşılığında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) benim cennete girmeme kefil oldu. Bütün dünyayı versen yine de vermem. Eğer senin bu sevaptan nasibin olsaydı, bu iş sana nasip olurdu. Baksana, yan yana namaz kılmışsınız ama senin paran nasip olmamış. |
Alıntı:
|
SAAT: 13:50 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.