![]() |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) "Allah'a inanmayan berberin ilginç hikayesi " Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilg ili konu açıldı; Berber: Bak arkadaş ben senin söylediğin gibi Allah'ın varlığına inanmıyorum Adam: Peki neden böyle diyorsun ? Berber: Bunu açıklamak çok kolay bunu görmek için dışarı çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin Allah var olsaydı bu kadar sorunlu sıkıntılı hasta insanlar olur muydu? Terk edilmiş çocuklar olurmuydu ? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez birbirini üzmezdi Allah olsaydı bunların olacağına izin vereceğini sanmıyorum. Adam bi an durdu ve düşündü ama gereksiz bi tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belliki traş olmalıydı uzun süre geçmişti. Adam hemen berberin dükkanına geri döndü. Adam: Biliyormusun? bence berber diye bişey yok. Berber: Bu nası olabilirki ben burdayım ve bir berberim. Adam: Hayır yok. Çünkü olsaydı caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı. Berber: Hımm.. Berber var ama insanlar bana gelmiyorsa ben ne yapabilirim ki ? Adam: Kesinlikle Doğru ! Püf noktası bu ! Allah var ve insanlar ona gitmiyorsa bu gitmeyenlerin tercihi... İşte dünyada bu kadar çok acı ve kederin olmasının nedeni... İnsanlar Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etselerdi Hazret-i Allah yağmuru bile gece yağdırırdı ki gündüzleri insanlar yağmurdan rahatsız olmasınlar... Alıntı... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç tel saç görmüş. "Hımm, demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım!" Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş!. Ertesi gün kalkmış, aynaya bakmış, Kafasında iki tel saç kalmışmış… "HIIIMM," demiş, "Bugün saçımı ikiye ayıracağım demiş." Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş. Bir ertesi gün yine kalkmış, aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var. "Tamam, tamam demiş… Artık bugün at kuyruğu yaparım…" Öyle de yapmış, ve çok çok güzel bir gün geçirmiş… Daha bir ertesi gün aynaya baktığında, Kafasında bir tek tel bile kalmamışmış!. "Woov!" diye bağırmış. "Bugün saç derdim yok!" Bakış açısı her şeydir!. Gerektiğinden kibar ol!, Tanıdığın herkes kendi savaşını yaşamakta zaten!... Basit yaşa, Cömertçe sev, yürekten düşün sevdiklerini, Tatlı konuş… (ALINTI) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) SEN İYİ BİR MÜMİN OLURSAN ŞEYTAN SENİ NAMAZA UYANDIRIR!! Bayezid-i Bestami(k.s) Hazretlerini bir gece uyku bastırıp sabah namazına uyanamadı. Sabahleyin namazını kaza edip o kadar ağladı ve inledi ki sonunda kendisine ilham olundu ve şöyle dendi: ... -"Ey Bayezid bu günahını affeyledim. Bu pişmanlık ve ağlamana da ayrıca yetmiş bin namaz sevabı ihsan eyledim." Aradan bir müddet geçtikten sonra onu yine uyku bastırdı. Şeytan gelip Bayezid-i Bestami(k.s.) Hazretleri'nin mübarek ayağından tutarak uyandırdı ve; -"Kalk namazın geçmek üzeredir." dedi. Bayezid-i Bestami(k.s.) Hazretleri Şeytan'a; -"Ey mel'un! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namazının geçmesini kazaya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?" deyince Şeytan şu cevabı verdi: -"Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında pişmanlığın ve üzüntün sebebi ile çok ağlayıp inlediğin için affolunmuş idin ve ayrıca yetmiş bin namaz sevabı almıştın. Bu gün onu düşünerek sadece vaktin namazının sevabına kavuşasın da yetmiş bin namaz sevabına kavuşamayasın diye seni uyandırdım." dedi(alıntı) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) LÜTFEN OKUYALIM !! İPİN HESABI Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşarmış. Öleceği vakit vasiyetinde: Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım demiş. ... Çoluğu çocuğu, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına rağmen bunu yerine getiremiyeceklerini düşünüyorlarmış. Kısa bir müddet sonra adam ölmüş. Adamın vasiyeti kasabada zaten meşhurmuş. Bunu duyanlardan biri de kasabanın en ücrâ köşesinde yaşayan hamalmış. Adamın öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söylemiş. Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar. Hamal: Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim. Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri olacağım diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış. Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış: Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım. Adam tir tir titriyorken başlamış melekler peşpeşe sorular sormaya: Söyle bakalım ey falan oğlu filan. Küfenin ipini nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın? Kimden aldın? Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Hakiki değerinde mi verdin ücretini? Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara cevaplar bulmaya çalışıyor, ancak o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyormuş. Gün ağarırken zengin adamın akrabaları gelmiş ve adamı mezardan çıkarmışlar. Sonra: Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu? demişler. Hamal: Aman, lanet olsun! İstemiyorum! Bütün mal mülk sizin olsun! Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim, o kadar malın hesabını kıyamete kadar veremem herhalde...(alıntı) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) KÜÇÜK BİR ÇOCUK ve DUA Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip: - Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi? Küçük çocuk, başını çevirmeden; - Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü. Adam, çocuğun yanına oturup: - Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum. Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla: - Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle: - Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi? - Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter. Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup: - Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim. Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip: - Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı. - Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken: - Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım? - Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak: - Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden. Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp: - Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp: - Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman? ALINTI.. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur, anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum". Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. .. Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak". (ALINTI) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Sen dua edersin ama kabul olmuyor sanarsın! Ekmek almak için bir fırına gidersin. Beklerken fırıncı ile bir sohbet başlar Ve fırıncının hoşuna gidersin, hoş sohbetsin ya… Fırıncı başkalarına istediğini verip acele ile gönderir... Bu arada sen istediğini alamadığın için sıkılmaya başlarsın Ama bilmezsin ki Fırıncı daha yeni pişmiş en güzel ekmeği verecek düşünceli000 |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir adam: - "Ya Rasûlallah! Allah'ın en çok sevdiği amel hangisidir"? diye sordu. Hz. Peygamber: - "Konup göçendir" cevabını verdi. Adam: - "Konup göçen kimdir?" diye sorunca, - "Kur’ân'ı okuyan, bitirince de tekrar başlayandır" cevabını aldı.1 İbû Ümâme el-Bahîlî’den gelen rivâyette Allah Rasûlü; “Kur’ân okuyunuz. Çünkü Allah, Kur’ân’ı kavrayarak ezberlemiş bir kalbe azap vermez” 2buyurmuştu. Hz. Peygamber bir gün Hz. Muaz’ın elinden tutup bir süre yürüdükten sonra kendisine birçok tavsiyede bulunmuştu. Bu tavsiyelerden birisi de “Kur’ân’ı anlamaya çalışması” 3 gerektiği idi. Hz. Ali (Kerremallâhu vechehe)’den rivâyetle: Rasûlü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) efendimiz: “Kendisinde idrak ve anlayış bulunmayan ibadette hayır olmadığı gibi, düşünmeksizin yapılan Kur’ân okumada hayır yoktur.”4 diyerek kutsal kitabımızı anlayarak okumanın dünya ve ahiret hayırlarını getireceği müjdesini vermektedir. Hz. Peygamber bu gayrette olanı Allah (cc)’ın övdüğünü müjdeler."Allah’ın evlerinden birinde, Allah'ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için toplanan kimselerin kalplerine huzur dolar, onları rahmet kuşatır, melekler etraflarını sarar ve Allah onları kendi katında bulunanlara överek anlatır."5 Yüce Allah:"Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?"6 buyurur. Peygamber Efendimiz sav:Benim ümmetim, paraya ve mala çok değer vermeye başladıklarında, İslâm’ın heybet ve azameti onlardan gidecek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı terk ettiklerinde de vahyin bereketinden, yani Kur’ân’ı anlamaktan mahrum kalacaklardır”.7 buyurmaktadır. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’in manasını anlayarak ve ondaki yüce hikmetleri düşünerek okumaya çalışılmalıdır. Zira Kur’ân, yalnız elfazının okunması için inmemiştir. Onun âyetlerinin tedebbürü, manasının tefekkürü ve kendisi ile amel edilmesi için indirilmiştir.İslâm âlimlerinden bazıları Kur’ân’ı manasını düşünmeksizin okumanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.8 Bu da gösteriyor ki Kur’ân okuyan kimse, okuduğu her sayfanın Türkçe tercümesini de en sahih mealden okumalıdır. Kur’ân’ın baştan sona kadar Türkçe tercümesini okuyan kişinin, Arapçasını okuyan gibi sevap kazanacağı da nakledilmektedir.9 [1] Tirmizî, "Kur’ân," 11. [2] Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, I, 778. [3] Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, VI, 148. [4] Gazâlî, İhyâ, I, 812 [5] Ebû Davud, "Vitr", 14; Tirmizî, "Kur’ân", 10. [6] Muhammed, 47/42 [7] Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, I, 416. [8] el-Bürhân, I/455; A. Aydemir, Hz. Peygamber ve Sahabenin Dilinden Kur’ân’ın Faziletleri, s. 67. [9] Diyânet aylık Dergi, yıl: 2005, Nisan, sy. 172, s. 36 |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) İNŞAALLAH... Kalender meşrepli bir zat; - "Yarın yağmur olursa; değirmene gideceğim; eğer hava iyi olursa çifte gideceğim!" dedi. Hanımı kendisine; - "İnşaalllah!" de, dedi. O: - "Kafasız karı! Bunun inşallah-maşallahı mı var? Hava ya yağmurlu olur! Veya yağmurlu olmaz! Eğer yağmurlu olursa değirmene giderim; yağmursuz olursa çifte giderim!" Hanımı: - "Olsun yine de sen inşallah de! Üçüncü bir şey de olabilir!" Adam hanımına bağırdı çağırdı; - "Bunun üçüncü hali olur mu?" diye kızdı. Sabahın ilk şafaklarında evinin kapısı hızlı hızlı çalındı. Kapıyı açtı. Kapıda iki atlı! Atlılar; - "Falanca köyün yolu nerede" diye sordu. Adam tarif etti. Atlılar kızdılar. Adama bir kamçı indirdiler. - "Düş önümüze!" dediler... Onu götürüp, ta yatsı vaktine kadar köy-köy gezdirdiler….Yatsı vaktinden sonra adam evine geldi. Evin kapısını çaldı; hanımı sordu: - "Kim o?" Adam: - "İnşallah benim!… Aç hanım aç! İnşallah benim! İnşallah…. İnşallah…." diye mırıldanıyordu |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) "UBUNTU:BEN BİZ OLDUĞUMUZ İÇİN BEN'İM "Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir,ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar.Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler;Bu UBUNTU' dur, nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki?Ve UBUNTU' nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için "Ben'im" demekmiş! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu dogm...adan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye baslar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır.Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odada beslediği beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Einstein’ in bir sözü vardır; “ İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor.” |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar. Oğlu: "Hiç…" der. Hz. Mevlânâ dışarı çıkar. Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar. Oğlu babasının bu haline bakıp güler.... ... Hz. Mevlânâ: "Evladım, gördün mü?" der. "Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün. İşte bütün dertlerin arkasında da Rabbinin olduğunu bil ve ona sığın..! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) ANNE:Yavrum,yavrum,yavrum gençliğine doyamadan gitti.Ne acelen vardı.Muallanın kızı dururken sen niye acele ettin.Jipini biraz daha yavaş sürsen ne olurdu.Yazık oldu yavruma.(Mendille yüzünü siler) 1.KIZ KARDEŞİ :Canım ablam sen buralara düşecek insanmıydın.Şimdi işin yoksa dur o pis toprağın altında. 2.KIZ KARDEŞİRabia) :yeter yeter bu yaptığınız saçmalık,ne zaman gerçeği anlayacaksınız,ne zaman bu küfürleriniz sona erecek.Susun susun..Ah abla sen dünyada iken hakkı bulsaydın,keşke sende imanın nuru ile nurlansaydın.Rabbim seni bağışlasın.Cennetine girmeni nasip etsin.(amin) 1.KIZ KARDEŞİ(Pelin) :Öf rabia burada da mı fetva vermeye başladın. KOCASI:Nerdesin Aylin karıcığım,ben sensiz ne yaparım,çocuklarımızı annesiz bıraktın,keşke gitmeseydin bunlar başımıza gelmezdi (Tabuttan mefta çıkarılır.Hoca telkinde bulunur.) HOCA: Ey Neriman kızı Ayiln; Dünyada iken Allahtan başka hiçbir ilah yokturMuhammed(s.a.v)onun rasulüdür,diye yaptığın şehadeti hatırla hatırla ki sen cennet haktır,cehennem haktır,öldükten sonra dirilmek haktır.Kıyamet hiç şüphesiz gelecektir ve Allah kabirlerde onları diriltip çıkaracaktır diye inanmış ve şehadet etmiştir. Sen rab olarak Allaha,din olarak islama,peygamber olarak Muhammede(s.a.v) Rehber olarak kur’an-ı kerime kıble olarak kabeye razı olmuş,kardeş olarak mü’minleri seçmiştin.Rabbim Allahtır.Ondan başka hiçbir ilah yoktur.Sadece ona tevekkül ettim.O büyük arşın sahibidir demiştir. :ya abedellahi gul la ilahe illallah)3 defa gul rabbiyallahu diniyel islamü ve nebiyi muhammedü aleyhi esselatü vesselam)3 defa rabbe la tezarhü ferdan ve ente hayrül varisin)3 defa. Mefta kabirde yalnız kalır: AYLİN(Ölü) :Anneciğim,yakın şu ışıkları,Ah burası çok karanlık,yakın hadi ışıkları çok korkuyorum,burası neden ürkütücü ve soğuk…ben ben ölmüşüm.Ah anneciğim,babacığım ben ölmüşüm.Anne Anne beni yanına al çok üşüyorum.Dünyada ikan neden bana buraların varlığından bahsetmediniz.Niçin oruç tut demediniz,niye tesettürden bahsetmediniz,neden cihadı anlatmadınız.Şimdi,şimdi burası çok soğuk anne,canım yanıyor anne.Ah rabia keşke senin sözlerine kulak verseydim.Bir gün olsun seni dinleseydim.Şimdi burası çok karanlık altımdan taşlar batıyor,dikanler batıyor,kara toprak bedenimi sıkıyor,böcekler,böcekler Allahım anne kurtarın beni bu boğucu karanlık topraktan.Dayanamıyorum,dayanamıyorum. Anne,rabia dar anlarımda yanımdaydın şimdi nerdesin,nerdesiniz? (MÜNKER VE NEKİR MELEĞİ GELİR) MELEK: Ey mefta söyle rabbin kim? -Bilmiyorum. MELEK: Rabbin kim? -rabbim Allah(c.c) MELEK: Söyle dinin ne? -Bilmiyorum MELEK: Kitabın ne? -Hiç görmedim ki. MELEK: Peygamberin kim? -hiç duymadım ki. MELEK: Söyle mefta dünyada iken niçin namaz kılmadın. -Çocuklarımdan vakit bulamadım. MELEK: Adem a.s dan da mı çok çocuğun vardı.Onun her sene ikiz çocuğu oluyordu.Ama dininden hiçbir taviz vermedi. -O kadar çok malım mülküm vardı ki,namaz kılmaya fırsat bulamadım. MELEK: Hz.Süleymandan daha mı çok malın vardı? -Hemde o kadar çok hastaydım ki derdimden namaz kılamadım. MELEK: Eyüp a.s den daha mı çok dertliydin.Oysaki onun derdi o kadar büyüktü ki vücudunda yara olmayan yer kalmamıştı.Şimdi sen sus ey Mefta Azaların konuşacak.Söyleyin ey ayaklar bu kul dünyada sizi neyle meşgul etti? AYAK: Bu kul beni Allahın men ettiği yerlere ve münafıkların bulunduğu mekanlara götürdü.Hiç bir hayır meclisinde bulunmadı. MELEK: Siz söyleyin eller siz hangi halden şikayetçisiniz? ELLER: Evet ey melek bizde şikayetçiyiz.Çünkü bu kul haram olan şeylere elini uzattı,Allahın yasak ettiği ellerle tokalaştı. MELEK: Sen söyle ey dil bu kul seni dünyada iken nasıl kullandı? DİL: Ey melek bu kulun ağzından hiç kötü ve çirkin söz çıkmadı.Fakat hiç hiçbir iyi sözde söylmedi, MELEK: Peki sen söyle ey kalp bu kul sana ne yaptı? KALP: Ey melek bu kul benim içimde hiçbir mü’mine karşı kin beslemedi.Hiçbir zaman suizan yapmadı. MELEK: Siz ey gözler bu kuldan şikayetçimisiniz? GÖZLER: Evet ey melek çünkü bu kul ona verilen büyük nimet karşılığında harama bakmaktan çekinmedi., MELEK: Ey melekler bunu götürün cehenneme atın. MEFTA:Hayır durun ne olur,Allah (c.c) aşkına götürmeyin beni o cehennem ateşine,durun,ne olur size yalvarıyorum,bir şans daha istiyorum lütfen,lütfen… KİPRİKLER: Durun,durun,götürmeyin onu. MELEK: Siz ne demek istersiniz ey kirpikler? KİPRİKLER: Evet ey melek bu kul dünyada iken harama baktı,haram yedi,haram olan yerlere gitti.Ama buna rağmen bir gece Allah(c.c)aşkı ile,iman tohumlarının verdiği sevgi ile büyük bir içtenlikle ağlamıştı.Halbuki Allah teala;Benim için bir damla gözyaşı dökene cehennem haramdır buyurmuyor mu?Müjde müjde ya kul yüce Allah seni affetti cennetliklerdensin |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Alıntı:
Bir de cennet ve cehenneme kabirde iken mi gidiliyor?. Ayetlerde böyle bir durum da yok. İkinci sur'a üfürüldükten sonra sonra olmayacak mı hesap kitap işleri ve cennete ve cehenneme gitmeler? |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) İşte ibretli olduğu kadar sizleri tebessüm ettirecek bir öykü... Muhammed bin İdris henüz dört yaşındadır. Tevafuk bu ya, o gün kadı efendinin sokaklarından geçeceği tutar. Tam o sıra iki öfkeli adam bir garibi sürükler, kadı efendinin önüne yıkarlar. Muhammed akranlarıyla birlikte hadise mahalline koşar. Davacılardan biri âlel âcele anlatmaya başlar: "Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine 'yani buna' emanet ettik ve altını çize çize 'üçümüz birlikte gelmedikçe vermeyeceksin' diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti." Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar: -Doğru mu söylüyor bunlar? -Doğru efendim ama eksik. -Nasıl yani? -Evet bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve "birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme" dediler. Ancak henüz 50 adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan "Bakın veriyorum" diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp "Tamam" dediler. Söyleyin başka ne yapabilirdim ki? Kadı bu kez diğerlerine döner: -Peki buna ne diyeceksiniz? -Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. "Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz?" dedi. Biz de "harcanacak kadar bir şeyler almasına" izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik? -Hımmm şimdi iş vuzuha erdi. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize. -Evet ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa "üçümüz birlikte gelmedikçe verme" dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi,etti. Gözünü açaydı, aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedeli kesesinden ödesin. Ödesin demek kolaydır ama delikanlı sözkonusu parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle "Hatalıyım efendim"der, "cezama razıyım". Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar... Arar ama nereye kadar? İşte tam o sıra küçük dinleyici bedbin gencin elinden tutar. "Ağlama be amca" der, "kendini niye üzüyorsun ki? -Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte. -Sen gel beni dinle ve de ki: "Kese bende". -Haydi istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende. -Emaneti almaları için bunların üç kişi olmaları gerekmiyor mu? -Gerekiyor. -Öyleyse söyle onlara "getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!" ALINTI |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Alıntı:
Bir de cennet ve cehenneme kabirde iken mi gidiliyor?. Ayetlerde böyle bir durum da yok. Ayetlerde böyle bir durum yok bende aksine idaa etmedim zaten abi Ama hadiste mevcuttur. 5460 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: "Allah seni Kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!" denilir." Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikâk 42; Müslim, Cennet 65, (2866); Muvatta, Cenâiz 47, (1, 239); Tirmizî, Cenâiz 70, (1072); Nesâî, Cenâiz 116, (4, 107). Sağılan süt, tekrar memeye girmediği gibi, ALLAH korkusundan ağlayan da ateşe girmez. [Tirmizi] ALLAH’u Teâlâ’nın, himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamette, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken ALLAH’ı anıp gözünden yaş akan kimsedir. [Buhari) İbni Ömer hazretleri buyurdu ki: (ALLAH korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir.) [İhya] ALLAHü Teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki: "Benden korkup ağlayarak yapılan ibadet, diğer ibadetlerden üstündür." [Taberani) ALLAH’ı anarken, ALLAH korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz. [Hakim] ALLAH korkusu ile ağlayan göze, Cehennem ateşinin dokunması haramdır. [Nesai] Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada ALLAH korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır. [İsfehani] ALLAH korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teali ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur. [İbni Mace] ALLAH için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan ALLAH korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir. [Beyheki] Vücudu ALLAH korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür. [Beyheki] Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: "Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm." [Beyheki] |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) MusabBınumeyr kardeşim Birileri iyi niyetle insanlara bir nevi tebliğ yapalım diye skeç oluşturmuşlar. Bu skecin dayanakları olması lazım.Bu yapılırken bazen hatalar yapılabiliyor.Bunda art niyet aramıyoruz. Ama skecin içinde Allah buyurmuştur diye bir ifade geçiyorsa bunun muhakkak bir ayette karşılığı olması lazımdır. Yoksa Allah adına konuşmak ya da Allah adına yalan uydurmak gibi bir durumuma düşülebilir mazaallah.Bu konuya dikkat edilmesi edilmesi için yazdım iletimi.Zaten bu skeci sen yazmadın, birileri yazmış ve sahnede de oynamışlardır. Bizler bir yerden alıntı yaparken daha dikkatli olmamız gerektiğini belirtmek isterim. Kabir ile ilgili rivayetleri Kur'an'da bulamıyoruz. Bazı hadislerde geçer. 5460 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet veya cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: "Allah seni Kıyamet günü diriltinceye kadar senin yerin işte budur!" denilir." Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikâk 42; Müslim, Cennet 65, (2866); Muvatta, Cenâiz 47, (1, 239); Tirmizî, Cenâiz 70, (1072); Nesâî, Cenâiz 116, (4, 107). Başka bir hadiste de "Kabir cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur" rivayet edilir. Bu iki hadisi birlikte düşündüğümüzde dünyadan iman ile göçen kimselerin kabir hayatı rahat olacak ama küfür üzere ölenlerin kabir hayatı sıkıntılı olacaktır. Ağlamak ile ilgili rivayetlere gelince; insan hayatında Allahı hesaba katmadan bir hayat yaşamışsa ve hayatında islamın emareleri görünmüyorsa o kişinin bir göz yaşı dökmesiyle cennete gitmesi gibi bir durum olmaz.Kimlerin cennete gideceğini ve kimlerin cehenneme gideceği ile ayet ve hadislere bakarsak, cennetin o kadar da kolay olmadığını görüyoruz. Skece tekrar gelirsek; Münker ve Nekir'in sorularından öğrendiğimize göre MEVTA ne Rabbini ne Peygamberi tanıyor,ne kitabını tanıyor ne de hayatında namaz kılmamış bir kimsedir. Hadislere baktığımızda özellikle "Allah korkusuyla gözyaşı dökmek" ifadeleri geçiyor. Bunu da Allah bilmeyen, peygamberi tanımayan, kitabı bilmeyen ve namazı kılmayan insanların dökmesi mümkün değildir. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) -Güzel, yakışıklı, yiğit biridir, derler. Kızın babası: -Ben onları sormuyorum, dinle, imanla alakası var mı, beş vakit namazını kılar mı? der. Damat adayının annesi: -Namazını kılar da arada bir tekler, atlattıkları, kılmadıkları da olur, cevabını verir. Kızın babası üzülür, damat adayını kızına layık görmez. -N’olur canım bir iki tekleme ile birkaç namazı atlatmakla? Derler. Kızın babası:... -ALLAH’ı aldatan ve atlatan, daha doğrusu aldattığını ve atlattığını sanan başta eşini olmak üzere herkesi çok rahat aldatır. Böyle birine kız verilmez, der, kızını isteyenlere kapıyı kapatır. ALLAH(C.C.)buyurmuyor mu:*Bismillah* ”Namazlarını ciddiye almayanlara yazıklar olsun! ->(Mâûn, SURESi) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Borcun tamamı ödenmiştir... Küçük çocuk, bir akşam mutfakta yemek yapan annesine gelir ve ona üzerine bir şeyler yazdığı kâğıt parçasını uzatır. Annesi ellerini önlüğüyle kuruladıktan sonra kâğıtta yazılı olanları okur. Kâğıtta şöyle yazm...aktadır: Canım Anneciğim, Senin için yapmış olduğum bazı hizmetler karşılığında bana olan borcun aşağıdaki gibidir: Küçük çocuk, bir akşam mutfakta yemek yapan annesine gelir ve ona üzerine bir şeyler yazdığı kağıt parçasını uzatır. Annesi ellerini önlüğüyle kuruladıktan sonra kâğıtta yazılı olanları okur. Kağıtta şöyle yazmaktadır: Ev işlerine yardım ettiğim için: 5 TL Bu hafta odamı temizlediğim için: 1 TL Markete gittiğim için: 2 TL Sen alışverişe gittiğinde küçük kardeşime baktığım için: 0,50 TL Çöpü dışarıya çıkardığım için: 1 TL Ödevlerimi düzenli yaptığım için: 10 TL Yatmadan önce kitap okuduğum için: 2 TL Toplam borç: 21,5 TL Annesi, karşısında duran küçük oğluna bakar. Küçük çocuk annesinin zihninden pek çok hatıra geçtiğini görür. Bir süre sonra annesi bir kalem alır ve oğlunun verdiği kâğıdın arkasına şunları yazar: Annesi, karşısında duran küçük oğluna bakar. Küçük çocuk annesinin zihninden pek çok hatıra geçtiğini görür. Bir süre sonra annesi bir kalem alır ve oğlunun verdiği kâğıdın arkasına şunları yazar: Seni karnımda 9 ay taşıdım: 0 TL Geceler boyu uyumadım sana baktım, senin için dua ettim: 0 TL Sebep olduğun tüm zorluklara katlandım ve senin için gözyaşı döktüm: 0 TL Senin için endişelendim ve korktum: 0 TL Sana yeni oyuncaklar aldım, yemeğini yedirdim hatta burnunu sildim: 0 TL Yavrum hepsini topladığında, sevgimin bedeli: 0 TL Küçük çocuk annesinin yazdıklarını okumayı bitirdiğinde gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştır ve annesinin gözlerinin içine bakarak "Anne, seni seviyorum!" der. Ve kalemi alıp kağıdın kendi yazdıklarının olduğu kısma şunu yazar: "BORCUN TAMAMI ÖDENMİŞTİR." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Caminin önünden geçerken ezanın okunduğunu duyan şoför, geriye dönüp patronundan izin ister: - Beyefendi izin verseniz de ezan okunmuşken şuracıkta namazımı kılıversem de devam etsek? der. Patron, pek de memnun olmazsa da izin verir. Şofö...r camiye girer, patron da arabanın içinde bekler. Ancak cemaat namazını kılıp çıktığı halde şoför çıkmayınca canı sıkılan patron, arabadan inip caminin avlusuna dalar, pencere camına abanarak ta içeriye bakar ki, şoför ellerini açmış duâya devam ediyor. Camı tıklatarak seslenir: - Herkes çıktı sen ne duruyorsun, sen de çıksana! Cevap ibretli: - Bırakmıyor! - Kim bırakmıyor? - Seni içeriye bırakmayan!.. Bir düşüncedir alır patronu. - Seni içeriye bırakmayan!.. Hemen orada abdestini alır camiye girer ve yanına vardığı şoföre seslenir: - İşte, der beni de bıraktı içeriye! Yaşlı gözlerle bakan şoför söylenir: - Elbette bırakır, der. Deminden beri boşuna mı gözyaşlarıyla dua ediyorum sanıyorsun. Senin dışarıda kalmana gönlüm bir türlü razı olmadı, ellerimi açıp içeriye alınman için duâ ettim. Şükürler olsun ki, Rabbim (c.c) kabul etti duâmı da içeriye aldı, dışarıda bırakmadı. - İşte burada birazcık duruyor ve diyorum ki: - Şükürler olsun Rabbimize ki, bizleri de dışarıda bırakmamış içeriye kabul edilmişiz. Bunun farkına varmalı, bu nimetin şükrü edâ edilmeli, himmet ve hizmette asla ihmal ve gerileme olmamalıdır. Yoksa nimet şükür görmezse gider. Bu defa da şükredenler alınır içeriye, etmeyenler kalır dışarı da.... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) PADİŞAHIN DALKAVUĞU Padişahın biri, patlıcanı çok severmiş. Ne zaman; ‘Şu patlıcan musakkaya bir türlü doyamıyorum' dese, dalkavuğu da; ‘Aman padişahım, siz söyleyince ağzımın suyu akıyor. Akşam olsa da yesek' dermiş. Padişah imambayıldıdan söz edecek olsa; ‘Padişahım, şu imambayıldıyı icat edenin mekanı cennet olsun, nefis bir yemek. İnsan yemeye doyamıyor' dermiş. Padişah; karnıyarıktan, patlıcan dolmasından, kızartmasından, kebabından, patlıcan salatasından, turşusundan ve reçelinden söz ettikçe, dalkavuk da göklere çıkarırmış... Gel zaman git zaman, padişah patlıcandan nefret etmiş. Sofraya değil yemeği, salatası, turşusu, tatlısı, patlıcanın (P) harfinin gelmesini bile yasaklamış. ‘Şu patlıcan musakkanın neresini beğenirler de yerler, bir türlü anlamıyorum' dediğinde, dalkavuk da padişahın sözünü tamamlamış; ‘Aman padişahım, bu musakkanın yenilmesini yasaklamak lazım...' Padişah, bir başka gün; ‘Bu insanlara hayret ediyorum. O kadar güzel salata çeşidi varken akşam yemeğinde tutup patlıcan salatası yiyorlar... Anlamak mümkün değil!' dediğinde, dalkavuk sözünü kesercesine atılarak eklemiş: ‘Padişahım, bu insanlarda damak zevki diye bir şey yok. En iyisi, patlıcanın yetiştirilmesini yasaklamalı... Adını bile duymaktan nefret ediyorum...' Bu konuşmaları duyan biri dayanamamış ve padişahın olmadığı ortamda, dalkavuğa sormuş; ‘- Yahu! Sen bir zamanlar patlıcanı metheder ve adeta göklere çıkartırdın. Şimdi ise patlıcanı ve yemeklerini kötülüyorsun. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsin hayret!..' Dalkavuk da hemen yanıtlamış; ‘- Bana bak arkadaş... Bana bak... Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum. Anladın mı?...' ALINTI |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle... Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp: - "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!" Çocuk, ona dönerek: - "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik". - "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı." Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: - "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi." Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp: - "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?" - "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer vicdn yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..." Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek: - "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?" Çocuk, başını yanlara sallayıp: - "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!" - "Indirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder." Çocuk biraz düşünüp: - "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?" - "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım." Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: - "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu. - "Ikiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır." - "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!" Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. Içerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek - "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum." - "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?" - "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder." Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek: - "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "Indirim mevsimini başlattınız ya!" Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: - "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti." Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur, Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir İşte bu yüzden kendine hiç tahmin etmediğin kadar değer ver.. (alıntı) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) BAYKUŞUN KISSASI Hayat-ül hayvan kitabında bildiriliyor ki: Süleyman aleyhisselam bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizelerinden biriydi. Gökte tahtı ile gezerdi. Bir gün baykuş Süleyman aleyhisselama selam verdi. Süleyman aleyhisselam selamını alıp ona sordu ki: - Niçin buğday yemezsin? - Âdem aleyhisselam onun yüzünden Cennetten çıktığı için. - Niçin su içmezsin? - Nuh aleyhisselamın kavmi suda boğulduğu için. - Niçin hep harabelerde bulunursun? - Harabeler Allahü teâlânın mirasıdır. - Niçin evlerde ötersin? - İnsanları ikaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken nasıl gafletle uyurlar. - Gündüzleri niçin çıkmazsın? - İnsanlar bana zarar verebilirler. - Öterken ne dersin? - Tesbih okur bir de "Ey gafiller, çıkacağınız uzun sefer için azık hazırlayın!" derim. Süleyman aleyhisselam baykuştan daha nasihatçı kuş olmadığını söyledi. Böylesine yazıklar olsun! (Berika) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir şehirde namuslu bir aile varmış. Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış. Bir ...gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış. Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş. Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki b......eni...m başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış. Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş: “Evet, hanım özür dilerim. Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın, takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın, diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş. Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) şu uyarısının iyi anlanması gerekir: “Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar.” (Hakim, Müstedrek, 4/154) alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Allah Dostlarından Hazreti Rabia Hayatını ibadete adayan bu yolda evlenmeyi dahi düşünmeyen yüce kametin hayatında orucun yeri bambaşkaydı. Sık sık nafile oruç tutardı bir defasında yiyecek bir şey bulamadı sekiz gün böyle geçmişti ve yiyecek bir iftarlık kuru bir ekmeği bile yoktu. Açlık iyice şiddetlenmiş ve kendi kendine acaba nefsime zulüm mü ediyorum diye düşünürken derken kapı çalınır. Komşusu bir tabak yemek getirmiştir.Ortalık karanlıktır. Onu alıp yere koyar. Işık aramaya gider. Işığı yakınca kedinin yemeği döktüğünü görür. Ne yapayım bari iftarı su ile açayım diye düşünür. Bu sırada ışık söner ve bardağı alıp su içecekken bardak düşüp kırılır. Elini açar: -Ya Rabbi! Bu zavallı kulunu deniyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum. Diyerek bir ah çeker. Bu sırada gaybden şöyle bir ses duyulur: -Ey Rabia! İstersen dünya nimetlerini üstüne saçayım. İstersen üzerindeki dertleri kaldırayım. Fakat bu dertler ile nimetler bir arada bulunmaz. Bu sözü işitince Hazreti Rabia: -Ya Rabbi beni kendin ile meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma diye dua eder. Kaynak: Orucu Yaşayanlar, Salih Büte, Kayıhan Yayınları, 2007 |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Peygamber Efendimizin mübarek torunları Hasan ile Hüseyin cami avlusunda durmuş, şadırvandan abdest alan yaşlıca bir adamı seyrediyorlardı. Hasan bir ara kardeşi Hüseyin’e: — Bak, dedi, dirseklerini iyice yıkamadı. — Evet görüyorum, bazı... yerler kuru kalıyor. — Bunu ona söylemeliyiz, abdest sırasında yıkanması farz olan yerlerde iğne ucu kadar kuru bir yer kalsa abdest olmaz, abdest olmayınca tabii namaz da olmaz. — Ama nasıl söyleyeceğiz? İşte bak, ayaklannda da aynı ihmâli yaptı. Parmak aralarını ovuşturmadı, suyu topuklarına değdirmedi bile. Hadi gidip kendisine söyleyelim. Hüseyin: — Bir dakika, diye kardeşini durdurdu. O bizden çok yaşlı. Söylersek utanabilir. Yahut çocuk olduğumuz için bizi dinlemeyebilir. Onu kırmadan yanlışını anlatmanın bir yolunu bulmalıyız. Birden aklına geldi: — Tamam dedi sevinçle, buldum! Adama yaklaştı. Saygı dolu bir sesle: — Efendim, dedi, sizden bir ricamız var. — Söyleyin bakalım çocuklar. — Biz henüz çocuk sayılırız. Şuradan abdest alırken başımızda dursanız da yanlışlıklarımızı söyleseniz. Adam memnun memnun güldü: — Tabiî, dedi. Başlayın bakalım: İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor, bir yanlış bulmaya çalışıyor, ama bulamıyordu. Kendi abdestini düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini anladı. Abdestleri bitince saçlarını okşadı: — Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim, Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için çok teşekkür ederim. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte başlıyorum. Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest aldı. Demek ki, birşeyin doğrusunu bilmek yeterli değildir. O doğruyu başkalarını kırmadan, darıltmadan anlatabilmek de lâzımdır. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Neden Cemaat Adamın Biri Sordu Bir gün ; Cemaatten misin? -Evet dedim. Dedi ki ; ... -Ne gerek var cemaate tek namaz ve ibadet edilmiyormu ki illa bir cemaate bağlanıyorsunuz" Dedim ; -Peki Urfa'ya mı yoksa Ordu'ya mı, ya da Belgrat ormanına mı yoksa Sahra çölüne mi daha çok yağmur yağıyor? Dedi -Ordu ve Belgrat ormanına Dedim -Niye peki ? Dedi - Oralarda çok ağaç var Dedim -Bak işte ağaçlar bile cemaat yapınca rahmeti çekiyor yani cemaat rahmet vesilesidir... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezinirken yol ke...narında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa: — Buraların yabancısıyım... Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler...? Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra: ...— Ben de buraya ilk defa geliyorum demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş. Çocuk: — Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? Diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten. — İyi ama demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği nerden biliyorsun? — Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini... Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken: — Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi? Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken: — Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, senin benden iyi gördüğündür. “Bakmak için “Gözün”, görmek için “Zihnin” açık olması gerekir.” —Gösterdim... gördü anlamına gelmez — Söyledim... duydu anlamına gelmez — Duydu... doğru anladı anlamına gelmez — Anladı... hak verdi anlamına gelmez — Hak verdi... İnandı anlamına gelmez — İnandı... Uyguladı anlamına gelmez — Uyguladı... Sürdürecek anlamına gelmez. alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır: 'İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine: 'Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi. 'Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona: 'Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç: 'Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona: ''Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat, kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı, karşılığını verdi. Alıntı: |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Sahabenin ileri gelenlerinden Muaz bin Cebel Hazretleri, Hazret-i Ömer devrinde zekat memurluğu vazifesiyle çalışıyor, kabileleri dolaşıp onların verdikleri zekatları toplayarak Halifeye getiriyordu. Muaz, yine bir gün, Medine civarındaki kabileleri dolaşıp onların zekatlarını almış, Halifeye teslim etmiş ve sonra da evine dönerek istirahata çekilmişti. Muaz’ın hali fakirceydi. Bu fukaralık, bazan hanımının canına tak ettiği oluyordu. Kocasının e...ve eli boş geldiğini görünce, ona şu şekilde sitem etmeye başlamıştı: – Günlerdir çöllerde dolaşıp duruyor, halkın zenginlerinden zekatlarını topluyorsun. İnsan, bu arada kendine de birşeyler ayırır, eve getirir. Kim bilecek, kim duyacak? Muaz, hanımının sitemine şu karşılığı verdi: - Bunu nasıl yapanın hanım? Peşimde her an gözcü var. Biri beni gözetliyor. - Ne söylüyorsun bey, demek sana Allah’ın Resulü itimad etti, Ebû Bekir itimad etti de, Ömer itimad etmeyip peşine gözcü koydu, seni gözetletiyor ha?.. Şimdi ben ona gösteririm… Kadın hışımla gitti, Halifenin huzuruna çıkarak kocasının peşine niçin gözcü koyduğunu sordu. Fakat Halifeden, kesinlikle böyle bir durumun olmadığını öğrenince, mahcup olarak geri döndü. Bu sefer de kocasına çıkıştı: - Beni Halifenin huzurunda mahcup düşürmeye ne hakkın var? Neden yalan söylüyor, Halife peşime gözcü koydu, diyorsun? Muaz, karısına şu manalı cevabı verdi: - Hayır hanım, yalan söylemiyorum. Ben, peşimde gözcü var, biri beni gözetliyor, dedim. Fakat o gözcüyü Halife peşime takti demedim. Peşimdeki gözcü, Halifenin değil, Allah’ın gözcüsü idi.Allah’ın Kirâmen Kâtibin melekleri, iyi kötü herşeyi yazıp kaydetmiyorlar mı? Allah her yaptığımız işten haberdar değil mi? O’nun ilminden kaçmak, bilgisinden uzak kalmak mümkün mü? Zerre kadar hayrın da, zerre kadar şerrin de yarın ahirette hesabı sorulmayacak mı? Muaz’ın hanımı, bu cevab üzerine derin derin düşünceye daldı. Fakirliğin verdiği sıkıntı ile nasıl yanlış düşüncelere saplandığını anladı. Kocasına hak vererek, ona bir daha bu konuda sitem etmemeye karar verdi(alıntı) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir asker, namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere sordu: Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup, her gün 5 defa namaz kılıyorsun? Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi: -Şu insan; niçin yanından geçerken toplanıyor, selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun 'yat' dese yatıyor, 'kalk' dese kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan birinsan değil mi?' Diğer asker cevap verdi: -'Evet! O da benim gibi bir insan ama rütbesi var, omuzun da yıldızı var' Namaz kılan askerin cevabı müthişti: '-Ey arkadaş! Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tesbih tanesi gibi kudret eliyle çeviren bir zâta niçin itaat etmeyeyim? Niçin namaz kılıp, emrini yerine getirmeyeyim? |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi. Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine : " Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı. Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek : - Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve : - Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi. Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere, " Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı. Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı. Sonra karısına ; - Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ; - Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım... O saliha kadın ise ; - Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu. Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır." Kaynak : Ahmed Şihabuddin El-Kalyubi'nin," Dini Hikayeler ", Çeviri : Hüseyin Erdoğan |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Derviş, bir kucak elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rast gelmiş bozkır sıcağında. Yorgunluktan al almış kızın yanakları. "Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?" diye sormuş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız. "Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum." Kaç tane diye soruvermiş derviş baba. Kız şaşkın; "İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?" Usulca kırmış elindeki tesbihi derviş… |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Müslümanda şu veya bu sebepten dolayı bir sıkıntı, bir keder olur. Ancak Müslüman, bu sıkıntılarına rağmen güler yüzlü tatlı dillidir, neşesi yüzünde, kederi kalbinde olur. O keder kalbde kalmalı, ben üzüntülüyüm diye başkasını üzmemeli. İnsanları üzmek günahtır. Allah’ın kullarını sevip, sevindirmek gerekir. Bir mümini sevindirenden, Allahü teâlâ razı olur. Mübarek bir zattan, ağır bir hasta için dua istemişler. O zat, nesi varsa çıkarıp, (Bunları falanca yerdeki şu fakire verin!) demiş. Fakir, buna çok sevinmiş. O zata niye böyle yaptığı sorulunca, (Allahü teâlânın bir kulunu sevindirirsek, Rabbimiz de duamızı kabul eder) buyurmuş.. Başka mübarek bir zatın da, çok sevdiği bir arkadaşı hastalanmış. Bu zata, (Bana dua etsin) diye haber göndermiş. O zat da, (Bir koyun kessin, fakirlere dağıtıp sevindirsin. Yapacağımız duanın kabul olması için, birinin sevindirilmesi lazım) buyurmuş. Birini üzünce, sabahlara kadar ibadet edip gözyaşı döksek, o hakkını helâl edip razı olmadığı müddetçe hiç faydası olmaz. Onun için, kalb kırmaktan çok sakınmalı. Çünkü kâfir olan nefsimizi tatmin etmek için, din kardeşimizi üzersek, Kâbe’yi yıkmaktan 70 kat daha büyük günaha gireriz. ************ ************ Bir Müslüman varmış. Hiç kızdığını ve ağzından kötü söz çıktığını gören olmamış. Üstelik kendisine kötü davranana, kötü söyleyene iyilik eder, hediye verirmiş. Sebebini araştırmışlar, bir neticeye varamayınca, hanımına sormaya karar vermişler. Gidip sormuşlar: - Sizin efendi hiç kızmaz mı? - Kızmaz olur mu hiç, hem de nasıl kızar. - Kızınca bağırıp çağırmaz mı? - Bağırıp çağırmaz, ama kızdığını biz anlarız. Kızınca bize mutlaka bir şey verir, mesela baklava getirir veya para verir. Altın verince, daha çok kızdığını anlarız. Daha sonra, o zatı bulmuşlar. Bu işin hikmetini sormuşlar. Cevap vermeyince, ısrar etmişler. O zat buyurmuş ki: - Öfkelenince, din kardeşimi karşımda düşünürüm. Öfkeli nefsim, (Haydi başla, şuna haddini bildir!) der. Nefsime, (Allah’tan kork! Sen Allah’ın düşmanısın, böyle bir düşmanı din kardeşime tercih etmem) derim. Hattâ zengin olması, refah içinde yaşaması için din kardeşime dua eder, hediyeler veririm. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Azrail'in Güzelliği Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra... Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size ... nakletmek istiyorum. Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki ****staz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak: -''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum. -"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?" Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak: --"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..." Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala: -"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?" -"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter." O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek: -"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim. Ertesi gün O'na: -"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: -"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?" -"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek: -"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti: -Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de: -Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.. alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Vaktiyle bir çocuk vardı. Medresede okurdu. Kavuklu hocalardan ders alır, öğretilenleri anlamaya çalışırdı. Fakat kafası kalınca idi. Bütün gayretine rağmen pek bir şey öğrenemezdi. Okumaya karşı da fazla istek duymazdı. Arkadaşları onu geçmiş, okumayı ilerletmişlerdi. O ise hâlâ bir yıl öncesinin kitaplarını okuyordu. Günlerden bir gün kararını verdi: — Kafam çok kalın, diye düşündü. Zekâm az. Bu durumda okuyamam. İyisi mi köyüme dönüp tarla işlerine Bu maksatl...a bir sabah yola koyuldu. Az gitti, uz gitti bir ovaya düştü. Sıcak bastırmıştı. Çok da yorulmuştu. Yolun kenarında bir mağara vardı, ama girmeye korkuyordu. İçerisinin serin olduğundan emindi. Çünkü güneş almıyordu, ama ya ayıya filan rastlarsa ne olacaktı? Bunları düşündüğü için yüreği ürperiyor, içeri girmeye bir türlü cesaret edemiyordu. Sonunda sıcak ve yorgunluk baskın çıktı. Ne olursa olsun mağaraya girecekti. Kararını verdi. Adımlarım ağır ağır attı. Korktuğu şeylerle karşılaşmayınca sevindi. Korkusu biraz olsun dağıldı. Bir köşeye büzüldü.Sonra uzanıverdi. Birden gözü mağaranın tavanından yere damlayan suya takıldı. Yukarda birikiyor, büyüyor ve damla kendini taşıyamayacak kadar büyüyünce kopup yerdeki taşın üstüne düşüyordu. Kim bilir kaç yıldır böyle devam edip gidiyordu bu. Taş oyulmuştu. Oysa taş sertti. Su damlası ise yumuşacıktı. Yumuşacık su damlası nasıl oluyor da taşı deliyordu? Birden şimşekler çaktı beyninde. Yumuşacık su damlaları senelerce aka aka sert taşlan deliyordu. Kendisi de ısrarla derslerine çalışır, okuma isteğiyle hocalarını dinlerse zamanla kafasına bir şeyler girerdi. — Benim kafam şu taştan daha sert değil ya, diye söyendi. Önemli olan sebat etmekti. Şu su kadar sebat etmek. Şu taş kadar sebat etmek, o zaman kitaplarda yazılı olanlarla hocaların anlattıkları, kalın da olsa, kafada izbırakırlardı. Hızla kalkıp gerisin geri medreseye döndü. Çalıştı, çabaladı, arkadaşlarına yetişti. Hattâ zaman içinde hepsini geçti. Öyle bir bilgin oldu ki. kitapları hâlâ ellerde dolaşır, Bu yüzden “Taş oğlu” mânasına gelen “İbn-i Hacer” dendi adına |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Geç gelen kurtarıcı Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: "Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?" Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmıştı ama ezan okunduğu an yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı. Kendisi ise nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, namaz hep son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine. Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu. Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece... Rüya, yakaza arası bir haldi. Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu-sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanındaki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti. Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek. Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden. "Şükürler olsun" dedi, kendi kendine ve devam etti; "Gözlerimi dünyaya açtım, hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını infak ediyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım." Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabb'imi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." diye düşünüyordu; tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi. Hesap sürdükçe sürdü. Terden sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kâğıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti. Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı. "Olamaaaazzzz" diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabb'imi anlattım." diye feryat ediyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı? Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü: "Hizmetlerim... Oruçlarım... Okuduğum Kur'anlar... Namazım... Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı. Allah Resûlü, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namaz da insanı günahlardan öyle temizler." buyurmamış mıydı? Namazları neredeydi peki? "Namazlarım... Namazlarım... Namazlarım..." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Ağlamaktan gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu. Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birdenbire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Nuranî, beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. Kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı. "Siz de kimsiniz ?" dedi. İhtiyar gülümsedi: "Ben senin namazlarınım." "Neden bu kadar geç kaldınız? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum." dedi. İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; başını salladı; "Sen de beni hep son ana bırakırdın, hatırladın mı?" Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu. Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) YIRTIK ÇORAP..! Zengin bir adam ve üç oğlu varmış. Birgün baba oğullarına der ki; Evlatlarım ben ölürsem eğer sizden isteğim benim sandıkta duran o yırtık çorabı giydirin ve o şekilde gömün der. Çocukları hemen söze girer Allah gecinden versin baba ama olmaz biz çok zenginiz yırtık çorabı sana giydiremeyiz. Gerekirse altın tozundan gerekirse hint kumaşından çorap yaptırır onu giydiririz. Baba ısrarlıdır illaki o yırtık çorap diye. Baba devam eder çorabı mutlaka giydirin ve bizim avukattan mal paylaşımıyla ilgili zarfı alın der. Günün birinde baba ölür. Çocukları vasiyeti yerine getirmek ister ama imam karşı çıkar. Hayır dinimiz gereği ölen insanı çırılçıplak ve kefene sararak defnedilmelidir der. Çocuklar ısrar etsede imam giydirmez, baba defnedilir . Çocuklar babasının vasiyetini yerine getiremediğinden üzgündür. Ama yapacak bişeyde yoktur. Avukata giderler ve babalarının bıraktığı zarfı alırlar ve okurlar. Zarfta aynen şunlar yazıyordu: Gördünüz mü evlatlarım bir yırtık çorabı bile götüremedim öbür dünyaya. Bu dünyada mal mülk hepsi boş unutmayın. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Hazret-i Alîden (r.a) rivâyet edilir. Evvelâ islâma gelen, Ebû Bekrdir (r.a). Hazret-i Resûl-i ekrem(s.a.v) ile ilk önce kıbleye durup, nemâz kılan Ebû Bekrdir. Ebû Bekrin (r.a) islâma geliş sebebi şöyle idi: Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardı. Ekserî Şâma giderdi. Seferde iken, bir gece rü'yâ gördü ki, gökden ay inip, kucağına girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine basdı. Uyandı. Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi. Ona varıp, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. Râhib dedi ki, - Sen nerelisin? Ebû Bekr dedi; - Arz-ı Hicâzdanım. Tekrâr sordu: - Ne iş yaparsın. Ebû Bekr, - Tüccârım, dedi. Râhib dedi ki, - Yâ Arabistanlı kişi. Bu rü'yâda, sana büyük müjdeler vardır. Ta'bîrini ister isen, ücretini ver, dedi. Ebû Bekr (r.a) oniki dînâr çıkarıp, verdi. Râhib dedi ki: - O ay ki, gökden sana indi. Âhır zemân Peygamberidir. Yakınlarda zuhûr edecekdir. Sen Onun hayâtında iken vezîri olursun. Sonra halîfesi olursun. Yâ Arabistanlı kişi. Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver. Ona varıp, buluşayım. Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaşdırırsın. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhıretde şefâ'atinden unutmasın. Hazret-i Ebû Bekr (r.a), - Bana bir mektûb ver, dedi. Râhib, oniki satır bir mektûb yazıp, Ebû Bekre (r.a) verdi. O mektûbun mevzû'u şu idi. (Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme. Hakîkaten sen âhır zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin. Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim. Ma'lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum. Ebû Bekr bana gelip, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. O rü'yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur. Eğer ben sağ olup, hazretine yetişirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim. Eğer yetişmezsem, âhıretde beni şefâ'atinden unutmayasın) diye mektûbu temâm etmişdir. Hazret-i Ebû Bekr (r.a); ey rü'yâyı ta'bîr eden kişiye: - Eğer ta'bîr etdiğin gibi olursa, yüz altın dahi bende senin emânetin olsun, dedi. Şâm seferini bitirip, Mekkeye geldi. Bu hâdiseden oniki sene geçdi. Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede(s.a.v) vahy eyledi. Bir gece o büyük Peygamber, Ebû Kubeys dağına çıkıp, gece yarısında dedi ki: Allahü teâlâya da'vet edenin da'vetini kabûl ediniz. Lâ ilâhe illallah, deyiniz. Ebû Bekr, serîr üstünde yatıyordu. Söylenilenleri işitdi. Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Birkaç gün sonra, Mekke sokaklarında, hazret-i Resûlullah (s.a.v)ile buluşdu. Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki: - Ne olaydı, islâma geleydin. Ebû Bekr (r.a) dedi ki: - Yâ Muhammed(s.a.v)! Peygamber isen mu'cize gösteresin. Hazret-i Resûl-i ekrem(s.a.v), Ebû Bekrin göğsüne mubârek ellerini dayayıp, şöyle dıvâra yaslayıp, dedi ki, - Sana o mu'cize yetmez mi ki, o rü'yâyı gördün. Yemlîhâ râhibe ta'bîr etdirdin. O zemândan on iki yıl geçdi. Ta'bîr edene on iki dînâr verdin ve yüz dînâr dahâ va'd etdin. Rü'yâyı ta'bîr eden, on iki satır bir mektûb yazıp, sana emânet verdi. Bunları bir-bir görüp, muttalî olup, mektûbda yazılan şudur, şudur deyip, takrîr buyurdular. Ebû Bekr (r.a) işitip, parmak kaldırıp, - (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah). Ya'nî sen, o Peygambersin ki, Yemlîhâ râhib senden haber verdi, dedi. Kaynak:MENÂKIB-I ÇİHÂR YÂR-İ GÜZÎN DÖRT BÜYÜK HALİFENİN MENKİBELERİ Seyyid Eyyûb bin Sıddîk |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu. Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu. Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu. İlkokulda iken bir gün annem bana merhaba demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi..? Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım. Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana: Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim dedi. Diğer arkadaşlarımda gülüşüyorlardı. O anda yerin dibine girmem ve annemin hemen ortadan kaybolmasını istedim. Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki: Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi..! Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti. Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi. Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur'a okumaya gittim. Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım. Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum. Birgün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti. Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler. Babaanneniz diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona: Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin..? Buradan hemen git..! dedim. Bu çıkışıma annem kısık bir sesle: Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba dedi. ve çıktı-gitti..! Aradan yine uzun bir zaman geçmişti. Bir gün mezunlar toplantısı için okulumdan bir mektup aldım. Karıma; iş seyahatine gidiyorum diye bahane uydurdum. Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü. Sadece meraktan eski evime gittim. Eski komşularımıza sorduğumda, annemin öldüğünü söylediler. Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim. Ben şaşkınca beklerken, bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını söylediler. Açtım ve okumaya başladım: En sevgili oğlum. Her zaman seni düşündüm. Singapur'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm. Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim. Ama; seni görmek için yataktan kalkabilir miyim diye çok düşündüm. Seni büyütürken, tek gözümle sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm. Biliyor musun biricik oğlum..? Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım. Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım. İşte, şimdi o yeri boş olan gözüm var ya, onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. O gözle, biricik oğlum görüyor diye çok mutlu oluyordum. Ana yüreği oğul, sana sen benim gözümle görüyorsun diyemedim. Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu. Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun... Bütün sevgilerimle... Annen..! |
SAAT: 13:50 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.