![]() |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Tarlada Altın Bulan Adam Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Sizden önceki ümmetlerde, bir kişi, başka bir kişiden ona ait bir arazi satın aldı. Araziyi satın alan kimse arazide, içinde altın bulunan bir çömlek buldu. Araziyi satın alan, satana: −Altınlarını al, ben senden sadece araziyi satın aldım, altınları satın almadım dedi. Arazinin sahibi kimse: −Ben sana araziyi ve içindeki şeyleri sattım dedi. Bir adama varıp muhakeme oldular. Kendisine varıp muhakeme oldukları kimse: −Sizin çocuğunuz var mı? dedi. Onlardan biri: −Benim bir oğlum var dedi. Diğeri ise: −Benim de bir kızım vardır dedi. Hakem: −Kızı oğlana nikâhlayın, o maldan onlara infak edin ve tasadduk edin, dedi.” Buhari 3286, Müslim 1721/21, İbni Mace 2511, İbni Hibban 720, Begavi 2412, Ahmed 2/316 |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar. Oğlu: "Hiç…" der. Hz. Mevlânâ dışarı çıkar. Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar. Oğlu babasının bu haline bakıp güler. Hz. Mevlânâ: "Evladım, gördün mü?" der. "Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün. İşte bütün dertlerin arkasında da Rabbinin olduğunu bil ve ona güven..." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) MUTLAKA OKUYUN... Bu hikayeyi 7'den 70'e herkes okumalı ve ibret almalı. Sakın uzun diye okumamazlık edip kaybeden olmayın ! İnanın bize; vaktinizi ayırdığınıza pişman olmayacaksınız... "Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara'da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya! taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü varmı diye aranmaya başladı. "Üstü kalsın kardeşim" dedim. Döndü bana doğru "Vaktin varmı ağabey?" dedi. "Evet" dedim (tek ayağım hala dışarda) Dörtlülere bastı,trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 Krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş. "Birader" dedim, "9.75 değil, 10.50 yazssa istermiydin 50 krş.benden?" -Ne alacağım ağabey 50 krş.u -Peki niye gittin 25 krş.için o kadar uğraştın, üstü kalsın demiştim. Döndü bana, attı kolunu arkaya : -Vaktin varmı ağabey -Var -Çek kapıyı o zaman Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız. 5 dk.konuştuk. İngiltere'de profösüründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini, ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler. Ağabey biz Keçiören'de 5 kardeşiz. Babam rençberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize "Durun kalkmayın" derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı. "Aha" dedim, "Bizim meslek", seminerci. - Ne anlatırdı baban - Hayattta nasıl başarılı olunur? O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor. -Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp "Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın" diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, "Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır" derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık çünkü bize bahşiş verirdi.Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü, yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartıman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz? -Ne bıraktı? -Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : "Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın..."falan filan. Ağabey aradan 15 yıl geçti, diğer 2 kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı. Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki : "Asıl mirası bizim baba bırakmış." Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri,taksimetrenin yazmadığı 10 krş.u evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah'a şükür. Çok duygulandım, veda ettim, tam ineceğim: -Dur ağabey,asıl bomba şimdi. -Nedir bomban? -Nerede oturuyoruz biliyormusun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz. Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar. Ahmet Şerif İzgören ! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) yüreğine güzel gönlüne sağlık esmanur,tüylerim diken diken okudum inanki. bizde babamızdan dedemizden bunları öğrendik,inşallah çocuklarımızada dürüst olup,helalinden yemeyive kazanmayı öğretiyoruz.rabbim şaşırtmasın. GERÇEKTEN HERKES ÜŞENMEDEN OKUSUN LÜTFEN.ArO*ArO* |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) TEVBEYİ TEHİR ETMEK Bir veli, otuz senelik terziye sormuş: - “Neden hala tevbe etmiyorsun da, günahlı hayata devam ediyorsun?” - “Nasıl olsa demiş terzi, can boğaza gelinceye kadar tevbenin vakti var. O zaman tevbe eder, kurtulurum.” Allah dostu sormuş - Sen kaç senedir terzilik yapıyorsun? ... - Otuz senedir. - Bu kadar zaman içinde en çok elin neye alıştı. - Makasla kumaş kesmeye: Allah dostu bu defa şunu sormuş: - Canın boğaza geldiği anda eline bir makas verseler yine kolayca kumaş kesebilir misin? Omuzlarını silkmiş otuz senelik terzi: - Öylesine korkulu anda kumaşı doğru kesemem ki? Allah dostu taşı gediğine koymuş: - Peki otuz senedir yaptığın bir işi doğru yapamıyorsun da, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi nasıl yapacaksın o anda?… |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) Göz Çukuru Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, “Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onu...n ağırlığınca altın vereceğim” dedi Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı . Hükümdar balıkçıya, “Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar . Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu . Bunda bir sır olduğunu anladılar Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:”Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz Çünkü doymaz Ama bir avuç toprak bunu doyurur” Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi(alıntı) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) Ustaya sormuşlar başarının sırrı ne ? iki kelime demiş: -doğru kararlar.. Hepimizden farklı olarak doğru kararları nasıl alabildiğini sormuşlar..Tek kelime demiş: -Tecrübe!! İyide kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrı neymiş?? Usta derin bir iç geçirmiş ve şöyle demiş: -Yanlış kararlar...! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) Vaktiyle bir çocuk vardı. Medresede okurdu. Kavuklu hocalardan ders alır, öğretilenleri anlamaya çalışırdı. Fakat kafası kalınca idi. Bütün gayretine rağmen pek bir şey öğrenemezdi. Okumaya karşı da fazla istek duymazdı. Arkadaşları onu geçmiş, okumayı ilerletmişlerdi. O ise hâlâ bir yıl öncesinin kitaplarını okuyordu. Günlerden bir gün kararını verdi: — Kafam çok kalın, diye düşündü. Zekâm az. Bu durumda okuyamam. İyisi mi köyüme dönüp tarla işlerine Bu maksatl... a bir sabah yola koyuldu. Az gitti, uz gitti bir ovaya düştü. Sıcak bastırmıştı. Çok da yorulmuştu. Yolun kenarında bir mağara vardı, ama girmeye korkuyordu. İçerisinin serin olduğundan emindi. Çünkü güneş almıyordu, ama ya ayıya filan rastlarsa ne olacaktı? Bunları düşündüğü için yüreği ürperiyor, içeri girmeye bir türlü cesaret edemiyordu. Sonunda sıcak ve yorgunluk baskın çıktı. Ne olursa olsun mağaraya girecekti. Kararını verdi. Adımlarım ağır ağır attı. Korktuğu şeylerle karşılaşmayınca sevindi. Korkusu biraz olsun dağıldı. Bir köşeye büzüldü.Sonra uzanıverdi. Birden gözü mağaranın tavanından yere damlayan suya takıldı. Yukarda birikiyor, büyüyor ve damla kendini taşıyamayacak kadar büyüyünce kopup yerdeki taşın üstüne düşüyordu. Kim bilir kaç yıldır böyle devam edip gidiyordu bu. Taş oyulmuştu. Oysa taş sertti. Su damlası ise yumuşacıktı. Yumuşacık su damlası nasıl oluyor da taşı deliyordu? Birden şimşekler çaktı beyninde. Yumuşacık su damlaları senelerce aka aka sert taşlan deliyordu. Kendisi de ısrarla derslerine çalışır, okuma isteğiyle hocalarını dinlerse zamanla kafasına bir şeyler girerdi. — Benim kafam şu taştan daha sert değil ya, diye söyendi. Önemli olan sebat etmekti. Şu su kadar sebat etmek. Şu taş kadar sebat etmek, o zaman kitaplarda yazılı olanlarla hocaların anlattıkları, kalın da olsa, kafada izbırakırlardı. Hızla kalkıp gerisin geri medreseye döndü. Çalıştı, çabaladı, arkadaşlarına yetişti. Hattâ zaman içinde hepsini geçti. Öyle bir bilgin oldu ki. kitapları hâlâ ellerde dolaşır, Bu yüzden “Taş oğlu” mânasına gelen “İbn-i Hacer” dendi adına |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) İkramdan Kaçan Kadının Akıbeti! Mutlu bir aileydiler. Bey kendine göre bir çevre edinmiş, mazbut dostlarıyla sık sık görüşüyor, onları zaman zaman da evine davet edip İslâmî konularda seviyeli sohbetlerde bulunuyorlardı. Ne var ki, hanım bu davetlerdeki hizmetinden memnun değildi. Nihayet bir gün son sözünü söylemekten çekinmedi: – Artık ben misafir falan istemiyorum. Senin dostlarının çayını hazırlamaya da mecbur değilim! Sakin ve edebli bey, her zamanki gibi sesini çıkarmadan düşünmeye başladı. Kendi kendine söyleniyordu: – Benim dostlarım kahve dostu değil ki. Her biri İslâm'a hizmetten başka derdi, meselesi olmayan kültürlü insanlar. Bunlarla bir araya gelmek, şöyle bir çay sohbetinde meselelerimizi konuşmak bir eğlence değil, bir hizmettir. Ne var ki bu hanımın hizmetle, misafire ikramın sevabıyla hiç alâkası yoktur. Rabbim bana sabırlar ihsan eyle!.. Biricik kızı Mümine ise babasının hüznünü yüzünden okuyordu. Hemen atıldı: – Babacığım, neden üzülüyorsun? Anneme bakma sen. Misafir ağabeyleri her zaman çağırabilirsin. Senin bütün hizmetlerini tek başına ben görebilirim. çayını da, hattâ gerekirse sofranı da ben hazırlayabilirim! Baba, çok etkilenmişti. Zaten çok sevdiği biricik kızını, daha da çok sevmeye başladı. Artık misâfirlerini rahatça davette bulunabiliyor, anneye rağmen küçük hanımın üzerine düşen hizmette hiç de kusur etmediği görülüyordu. Zamanında gelen berrak çaylarını yudumlarken de hizmetlerini konuşabiliyorlardı. Ne var ki Anne malum tutumunu yine devam ettiriyordu: – Senin misafirlerinden de bıktım! Sana ne falan öğrencinin perişan oluşundan, filanların hizmete muhtaç halde bulunuşundan. çivisi çıkmış dünyayı sen mi ıslah edeceksin? Sen kendine bak, kendi işinle, gücünle meşgul ol! Hep sabır içinde şükreden bey, bir gün Eskişehir'den İstanbul'a gitmek zorunda kalmıştı. Arabasına hanımı ile kızı da bindiler. Yolda Cumayı münasip bir yerde edâ etmeyi düşünüyordu. Ne var ki, hanım yine itiraz etti: – Cumayı yolda kılmaya mecbur değilsin. Hızlı git, İstanbul'da kıl! Bu yüzden hızla yol alırken ansızın önlerine çıkan bir demir kasalı kamyonun altına girmezler mi! Tabii her şey bitmiş, her üçünün de hayatları sona ermişti. Haber duyulduğunda dostları koşuşmuş, ama ilahî takdiri kimse değiştirememişti. Her üçünü de defnettikten sonra masum bir yakınları bunları rüyada gördü. öyle bir rüya ki, tesirinden bir türlü kurtulamayıp bir maneviyat büyüğüne şöyle anlattı: – Bey, hanımı ve kızı ile hacca gidiyorlardı. Sınır kapısına vardıklarında pasaport kontrolü başladı. Bey ile kızının bütün muameleleri gözden geçirildi. Eksik yoktu. Geçin, dediler. Hanımınkini kontrol ettiklerinde: – Bu hanım bu pasaportla hacca gidemez! Geri çevirin! dediler. Hanım feryadı bastı: – Ne münasebet! Biz bir aileyiz. Muâmelemiz aynı. İşte bu, beyim, bu da kızım. Bizi ayıramazsınız! Cevap kesindi: – Hayır! Senin muamelen onlarınkinden ayrı yapılmış. Sen giremezsin, çekil geriye bakayım. – Bu rüyanın tevili ne ki? diye sorulduğunda maneviyat büyüğünün cevabı şundan ibaret oldu: – Evladım, bunun tevile ihtiyacı yok ki, rüya açık! O günden bu yana bu olay ürperti ile anlatılıyor, ibretle dinleniyor. Bilmem size de bir şey söylüyor mu? Kaynak : Yeni Aile İlmihali |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) 80´ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan çoluk-çocuktan havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: ´Bu ne oğlum?´ Oğlu şaşkın cevapladı: ´o bir karga baba.´ Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan s... onra yine sordu: ´Bu ne oğlum?´ Oğlu daha da şaşkın yine cevapladı: ´Baba o bir karga´ Karga hâlâ pervazda komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor başını yan yatırıyor havaya bakıyor sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: ´Bu ne?´ Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: ´O bir karga baba üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?´ Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: ´Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?´ Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hatıra defteriydi. Oturdusayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi. ´Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı basımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.´ |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2) Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar.. kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Said Nursi |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) DOĞRULUK Zalim bir vali vardı. Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretlerini yakalatmak istedi. O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretlerinin kulübesine gelip saklandı. Valinin adamları geldi ve hışımla: - Ha... san Basri’yi(Rahmetullahi aleyh) gördün mü? Diye sordular. O gayet sakin : -Evet, dedi -Nerede? -İşte şu kulübemde… Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretlerini bulamadılar. Dışarı çıkınca tehdit edip: -Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? Dediler. -Ben yalan söylemedim, dedi. Siz göremedinizse benim suçum ne? Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar. Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri: -Ey Habib! Biliyorum ki Rabbim senin hürmetine beni onlara göstermedi. Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? Dedi. Hazreti Habib mahcup bir şekilde: -Ey üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir. Çünkü bilirsiniz ki, doğruların yardımcısı Allah’tır. Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (3) Nasrettin Hoca'ya Sormuşlar: -Kimsin -''Hiç'' demiş hoca, ''Hiç Kimseyim'' dudak büküp önemsemediklerini görünce, bu defa Hoca sormuş: -Sen kimsin? ''Mutasarrıf'' demiş adam kabara kabara. ''Sonra ne olacaksın?'' diye sormuş gene Nasrettin Hoca. -Herhalde vali olurum -Daha sonra? ... -Vezir -Daha daha sonra ne olacaksın? -Bir ihtimal sadrazam olabilirim. -Peki, ondan sonra? Artık makam kalmadığı için boynunu büküp son makamını söylemiş: ''Hiç'' -Daha niye kabarıyorsun ve adam! Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: ''Hiçlik makamında'' |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) [IMG][Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...][/IMG] |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) MOLLA KASIM Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine varıp yetesim gelir Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir Varıp anın üstüne evler yapasım gelir Altında gayya vardır içi nar ile pürdür Varuben ol gölgede biraz yatasım gelir Oda gölgedir deyu ta’n eylemen hocalar Hatırınız hoş olsun biraz yanasım gelir Ben günahımca yanam rahmet suyunda yunam İki kanat takınam biraz uçasım gelir Andan Cennete varam Cennette huriler görem Huri ile gılmanı bir bir koşasım gelir Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme Seni sigaya çeken bir Molla kasım gelir Yunus Emre ölümünden yıllar yıllar sonra Molla Kasım adında bir kimsenin eline Yunus Emre’nin şiirleri geçer… (Yunus Emre Hazretlerinin,Yukarıdaki şiiri , Molla Kasım doğmadan 100 sene önce önce yazdığı rivayetler arasındadır.) Eline geçen kitap Yunus Emre’nin üç bin sayfalık bütün şiirlerini kapsayan bir kitaptır ve dahası bu kitaptan başka bir tane daha yoktur… Molla Kasım oturur dere kenarına, yok bu şiir dine aykırı, bu şeriate aykırı, bu haram, bunu beğenmedim diyerek bir kısmını dereye atar. Üçbin sayfalık kitaptan geriye bin kadar sayfa kalmıştır ki Molla Kasım şu beyit ile kaşılaşır: Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme Seni sigaya çeken bir Molla kasım gelir Sigaya çekmek;sorgulamak hesaba çekmek anlamındadır… Molla Kasım anlar ki Yunus Emre bir Allah dostudur… Bu kadar zaman öncesinden Yunus’un eylediği bu keramete şaşışır ve telaşla dereye atlayıp sayfaları toplamaya çalışır… Pişmanlık, üzerinde mürekkebin inci gibi durduğu sayfaları geri getirmeyecektir elbette… yakmadığı suya atmadığı şiirleri de bir hazine gibi saklar.karışık durumlarda bir işi düzelteceğim diye iyice sarpa sardıran kişilere molla kasım dendiği de olurmuş buradan. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) BİR ANNEDEN ÖĞÜTLER.... Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin. Dolayısıyla halatları çöz. Güvenli limandan uzaklara yelken aç. Rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. Yapabileceğin kadar söz ver. Sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap. Oturarak başarıya ulaşan tek yaratık bir tavuktur. Dertlerini gözyaşlarında boğmak isteyenlere dertlerin yüzme bildiğini söyle Dalın ucuna gitmekten korkma. Meyve oradadır. Büyük adam büyüklüğünü küçük adama davranışıyla gösterir. Şans bukelamun gibidir. Biraz zaman tanı, mutlaka değişecektir. "Tarihte en etkili 100 kişi" adlı kitabı okudum. Onların hepsiyle ortak olduğumuz tek şeyin zaman olduğunu hayretle gördüm. Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin. Şimdi başla! Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. Gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim. Kimi zaman içindeki o sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven. Aerodinamik yasalarına göre o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. Herhalde bunu ona hiçkimse söylemedi ki, uçuyor. Zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar, sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler olduğunu anlarlar. Öteki insanlardan daha akıllı ol. Yalnız bunu onlara söyleme! Mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir. Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın. İyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder. İnsanin tum evrende kesin olarak duzeltebilecegi tek bir sey vardir: kendisi. alıntı. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar: - Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz? Doktor: - Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç sey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız? Adam: - Ooo ! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük. - Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker. "Gerçek Akıl, Sadece Bize Sunulan Çözümleri Seçmek Değil, En Uygun Çözümü Bulabilmektir." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Basamaklarda Unutulan Vefa...:((( “Beni de götürsen İstanbul’a, senden başka dayanağım yok.” diyerek tuttu titreyen elleriyle oğlunun bileğinden. “Ne olur!” dedi, “Ne olur, beni de götür oğul; tek başıma yapamıyorum bur... alarda.” Anadolu’nun tozlu, topraklı köylerinin kavak yeli kokan diliyle serzenişte bulundu evlâdına. Yalnız kalmak artık tak demişti canına. Oğlundan gelen cevap, yaşlı gözlerini donuklaştırıverdi: “Olmaz ana; biliyorsun, götüremem seni!” Damarları çıkmış, derisi büzüşmüş cefakâr elleriyle yazmasını düzeltti: “Yakınında bir yere oturtsan beni oğlum; tövbe, girmem evine; düzeninize karışmam! Arada bir torunlarımı severim. Yok, onu da istemezsen, dışarı bile çıkmam. Yeter ki, yakınında olayım evlâdım!” Sesinde acı bir feryat gizliydi aslında. Birkaç kez yutkundu. Biricik evlâdından gelen cevap olumsuzdu. Zeynep Nine bakakaldı oğlunun arkasından. Yaşlıydı, hastaydı. Gözlerinde kalın çerçeveli bir gözlük vardı. Yazmasını başından çenesinin altına dolandırıp bağlardı. Bir ucu yanıktı yazmasının, gönlünün bir yanının hep yanık olduğu gibi. Yalnızlık, belini biraz daha bükmüştü. Gözlerinden süzülen birkaç damla yaş, sanki daha da artırmıştı yorgun yılların remzi olan göz kenarlarındaki çizgileri. Garip kalmıştı yine Zeynep Nine. Oğluna bir yuva kurmuştu mutlu olsun diye; ama o yuvada şimdi yeri yoktu. Gelini kesin kararını vermiş; “Ya o, ya ben!” diyerek Zeynep Nine’ye evinin ve gönlünün kapılarını tamamen kapatmıştı. Hâlbuki bir huysuzluğu da yoktu Zeynep Nine’nin; sessiz ve sakindi, ne etliye ne sütlüye karışırdı. Ama gel gör ki, yaşın getirmiş olduğu istenmeyen sakarlıklar ve bitmeyen hastalıklar Zeynep Nine’yle gelini arasına soğuk bir duvar gibi girmişti. Hâl böyle olunca torunları da oğluyla beraber hasret defterine eklenmişti yaşlı kadıncağızın. Gitmişti biricik evlâdı. Anacığını bir sürü dertle bırakıp gitmişti. Evinin duvarına yaslandı önce, sonra dut ağacın gölgesinin düştüğü yere oturdu. Uzayıp giden tozlu yolların kıvrımlarına dalıp gitti. Şalvarına yapışan çamurların kuruyanlarını temizledi. Kuru bir yaprak düştü kucağına. Alıp ezdi avuçlarında. Gözleri yaşla doldu yine. Yalnızlık çok zordu. Oğlunun gidişinden çok, vefasızlığı hırpalamıştı ruhunu. Eşini kaybettiğinde bile bu kadar üzülmemişti. Bir an dalıp gitti mazi yamaçlarına. Oğlunun okula başladığı gün geldi aklına. Dut ağacının altında taramıştı saçlarını biricik evlâdının. Bazlama yapmıştı Zeynep Kadın o gün evlâdı için. Yanına da sıcacık tarhana çorbası. Tarladan da kıpkırmızı domates getirmişti. Zeynep Nine birden çocuklar gibi masumlaştı, nemlenen gözlerini avuç içleriyle sildi. Oturduğu dut ağacının gölgesinden kalktı. Gün, akşama dönüyordu. Zeynep Nine ömrünün akşamında hüzünle arkadaştı artık. Zaman, Zeynep Nine’nin yaşlılığını git gide artırıyordu. O yılın kasım ayı sonlarına doğru kalın çerçeveli, kocaman gözlüğünü taktığı gözleri görmez oldu. Zaten güç belâ yaptığı işleri daha da zorlaşmıştı. Allah’tan, komşuları hâl ve hatırını soruyor, ihtiyaçlarını görmeye geliyordu. Oğlu, çok sonraları öğrenecekti annesinin gözlerinin âmâ kaldığını. Zeynep Nine’de yeni bir ümit peyda olmuştu. “Acaba” diyordu, “Acaba ömrümün görmeyen gözle geçecek bu son demlerini, onların yanında geçirebilir miyim?” Yalnızlık iyice koyulaşmıştı ufkunda ihtiyar kadının. Bir de evinin kapısına çıkan o koca tümsek… Merdiven yoktu kapısının önünde, toprak bir tümsek üzerinden geçip öyle varabiliyordu kapısına. Gözleri görürken bile zor çıktığı bu tümseği şimdi nasıl çıkacaktı? Ama evlâdı onu bu hâlde bırakmazdı, evine koymasa da yakınlarında bir yerde ev tutup onu da götürürdü İstanbullara… Bekliyordu, oğlundan bir soluk bekliyordu… Nihayet bir gün muhtar, oğlundan haber getirdi Zeynep Nine’ye. Anasının gözlerinin görmediğini öğrenen oğul, ömrünün son demlerinde rahat etsin diye, evinin önüne merdiven yaptıracaktı yaşlı kadının. “Oğlun, kapının önüne basamak yaptıracak Zeynep Ana, sen inip çıkarken zorlanma diye…” Muhtarın bu cümlesi zavallı kadının son ümitlerini de boşa çıkarmıştı. “Tamam” dedi, yaşlı ve yaslı gönlünü avutmaya çalışarak. “Allah razı olsun.” diye ekledi. Öyle ya, bunu da yapmayabilirdi. Muhtar, evin önüne basamaklar yapılıncaya kadar Zeynep Nine’yi evinde misafir edecekti. Basmakların tamamlandığı günün sabahında, oğlu geldi Zeynep Nine’nin. Evlerinin önünde durdu, basamaklar tam Zeynep Nine’ye göre yapılmıştı. Fazla yüksek olmayan, yan tarafında demir parmaklığı olan… Saydı: Bir, iki, üç… Tam yedi basamak vardı. Evin boyası eskimiş kapısına baktı. Dudakları titredi, gözleri doldu. Dut ağacın gölgesi düşmüştü yine duvar kenarına. Biraz ilerde anacığının kendisine mis gibi tarhanalar pişirdiği ocağı gördü. İçi burkuldu, küt diye bir şey düştü sanki gönlünün vefasız yanına. Bu sırada bir el dokundu omzuna: “Başın sağ olsun Bilâl!” Başı öne düştü “Dostlar sağ olsun.” derken. Yukarı mahalleden eski bir arkadaşıydı gelen. “Çok iyi insandı Zeynep Teyze. Az ekmeğini yemedim Bilâl, inşaAllah mekânı Cennet olur…” diye ekledi eski dost. Sustu vefasız oğul. Yutkundu. Islanan yanaklarını silerken şunları söyleyebildi: “Bu basamakları onun için yaptırmıştım. Kolay inip çıksın diye…” Arkadaşı kafasını salladı, yüzü hüzne döndü: “Keşke buraya basamak yaptırana kadar, kendi ellerinle anacığının gönlüne basamaklar yapsaydın. Olmadı be arkadaş, sana yakıştıramadık duyduklarımızı, gördüklerimizi. Çok yalnız bıraktın Zeynep Teyze’yi. Hiç olmazsa arada bir gelip hatırını sorsaydın, gönlünü alsaydın. Neyse, tekrar başın sağ olsun… Ne doğru konuşmuştu eski dost. Yüreği ezildi Bilâl’in, gözleri doldu: “Bir kez bile çıkamadın bu basamaklardan. Keşke hayırlı bir evlât olup ben senin gönlüne çıkabilseydim basamak basamak. Anacığım, hakkını helâl et bu vefasız oğluna. Ne olur, hakkını helâl et!” |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Tedirgin baba birlikte köprüden geçmekte olan kızına; - “Tatlım, elimi tut ki nehre düşmeyesin..” dedi. Küçük kızın karşılığı şaşırtıcıydı. - “Hayır baba, sen benim elimi tut.” Şaşkın baba sordu: - “Farkı ne kızım?” - “Çok fark var!” diye yanıtladı küçük kız. ”Eğer ben senin elini tutarsam ve bana bir şey olursa senin elini bırakabilirim. Ama sen benim elimi tutarsan biliyorum ki ne olursa olsun asla bırakmazsın..” |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal traşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar.Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı… Berber: ” Bak adamım, ben seni n söylediğin gibi Allah’ ın varlığına inanmıyorum.” Adam: ” Peki neden böyle diyorsun?” Berber: ” Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimseye acı çektirmez, birbirini üzmezdi.Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum…” Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü.Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin dükkanına geri döndü. Adam: ” Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok” Berber: ” Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim.” Adam: ” Hayır, yok. çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı.” Berber: ” Hımmm… Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?” Adam: ” Kesinlikle doğru! Püf noktası da bu! Allah var, ve insanlar ona gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!” ALINTI |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Resül-i Ekrem (s.a.a) her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde, onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. ‘Benim canım şurasını istiyor’ görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez. O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan bir az uzaklaştı. Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem (s.a.a) ona dönerek: - Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - Elbiselerin kirlenir diye mi korktun? - Hayır ya Resülallah. - O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin? - Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itiraf ediyorum. Şimdi bu hatamın telafisi ve bu günahımın keffaresi olarak servetimin yarısını bu müslüman kardeşime vermeye hazırım dedi. Çünkü ona karşı yanlış bir hareket yaptım. Beni bağışlayın ya Resülallah. - Eski giyimli adam: Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim. - Cemaat: Niçin? - ‘Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından ve bir müslüman kardeşime, bu gün bu şahsın bana yaptığı gibi, aynı hareketi yapmaktan korkuyorum’ der. ALINTI |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, "Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. "O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış. - Tamam, servetin yarısı senin, demişler. - Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm? |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) BAL ŞERBETİ Bir Ramazan'da Medineli bir müslüman Halife Hz. Ömer'i iftar yemeğine davet etti. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer'e bir kab içinde bir içecek sunuldu. Hz. Ömer sordu: "Bu nedir?" Ev sahibi cevab verdi: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle dedi: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) EN BÜYÜK CÖMERT Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu. Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi. Hz. Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Hz. Peygamber sordu: - Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin? Hz. ömer cevap verdi: - Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var. Biraz sonra Hz. Ebû Bekir geldi. O da büyük bir yardımda bulundu. Hz. Peygamber ona da sordu: - Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi: - Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım. Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: - Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı: - Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi. Sonra düşündü: - Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez! Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi: - Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı: -Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) NASIL BİR CEDDİN TORUNLARI OLDUĞUMUZU BİLELİM..! Sultan II. Abdülhamid Han zamanında, Yavuz Sultan Selim’in türbedarının hanımı hamiledir ve bir gün canı kiraz çeker. Kocasına der ki : - ” Canım çok kiraz çekti bana bir kilo kiraz alda gel.” Adam çarşıda köşe bucak kiraz aramaya koyulur. Kiraz var ama çok pahalıdır. Bir türlü parasını toplayıp kiraz parasını bir araya getiremez. Döner dolaşır türbeye gelir. Kabir’in yanı başında oturur ve sandukaya vurur. Der ki : - Ey büyük İslam Padişahı, Cihan Şahı... Onca senedir hizmetini görürüm ama bir himmetini görmedim. ” diyerek sandukaya dokundurur elini. Daha sonra evine gider ve karısına alamadığını söyler karısı biraz üzülür haliyle. Ertesi sabah kapıya iki asker gelir ve faytonu göstererek “Sultan Hazretleri seni huzura bekler, hemen çağırır. ” derler. Adam bir an tereddüt eder içinden. Emri tebliğ eden asker fazla sabırlı değildir. - Efendi ne durursun, Sultanın emrini tebliğ ederim sana! Türbedar bakar ki ağırdan almanın zararı olacak… Çaresiz faytona atlar, doğruca sarayın avlusuna giderler. Nöbetçiler girer çıkar, hemen huzura alırlar türbedârı. Sultan Abdülhamid Han, türbedarı tepeden aşağı bir süzer. Sonra, kelimelere basa basa fakat yumuşak bir eda ile sorar : - '' Ceddim Yavuz Sultan Selim Han’ın türbedarı sen misin ? '' Adam güçlükle cevap verir : - Evet Sultanım ! - '' Söyle bakalım dün türbede neler oldu? Derdin nedir ? Bir meselen olmalı ? '' Bir anda zihninden bir sürü şey geçer. Acaba Sultan neyi sormak istiyor. - Neyi kast ediyor ? Hangi derdimi soruyor? Şaşkın ve ürkek bir eda ile : - Sultanım bir şeyler olmadı, bir derdim de yoktur, sağlığınıza duacıyım. Abdülhamid Han, hem sesini yükseltir hem de sertleştirir. - '' Türbedar efendi ! Sana söylerim! Dün türbede neler oldu, meselen nedir, açık söyle ! '' Bir şeyler hisseder gibi oldu ama söylemeye cesaret gerek. İster istemez hadiseyi anlatır: - Sultanım zevcem hamile. Benden kiraz istedi. Çok pahalı olduğu için alamadım. Bunun için de Velinimetim Sultan Selim Han’ın sandukasına dokundum ; “Bir himmetini görmedim.” dedim. Ortalığı bir sessizlik kaplar. İki tarafta da derin tefekkür . Daha sonra daldığı alemden çıkan Abdülhamid Han, söylenmeye başlar : - '' Sen Orda Dedemin Sandukasına Vurdun , O Da Burada Sabaha Kadar Benim Başıma Vurdu! Al Şu Bir Kese Altını, Bir Daha Da Böyle Şeyler İçin Dedemi Rahatsız Etme, Doğruca Bana Gel ! Bundan sonra emir subayına dönen Abdülhamid Han : - '' Selim Han’ın Türbedarının Maaşı İki Misline Çıkarılsın, Sıkıntıdan Kurtulsun. Bir Derdi Olunca Da Hemen Bana Gelmesine İzin Verilsin..! '' |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) HABİB BABA VE IV. MURAT Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir.Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider.. Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak.. Bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. 'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın Vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.' Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır... 'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum. Binbir dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek ... 'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.' Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir. 'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?' Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır... Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar: 'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: 'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.' Sonra 4.Murad'da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır... Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir... Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur: 'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.' Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin' Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. 'Baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; 'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar... 'Baba' der, 'görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...' Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir: 'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını Sultan Murad'a bile keselettirir... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) BENDE BİR ADIM GERİNİZDEN GELİYORDUM... Kutlu bir gecede, Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Hz Muhammed (SAV) görür. Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek bugün Süleymaniye''nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç''i hem de Boğaziçi''ni mükemmel bir açıdan görür. ...Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman''a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der. Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan''ı çağırtır. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür: “Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır: “Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…” Sultan Süleyman şaşırır: “Sinan sen bu işten haberli gibisin” der. Mimar Sinan cevap verir: “Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizden geliyordum… |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) İnkarcı bir Öğretmen, cebine şeker doldurduktan sonra, küçük öğrencilerine şöyle demiş: ''Eğer ALLAH varsa, isteyin bakalım size şeker verecek mi?'' Ama ben, var olduğum için, size şeker verebilirim.Hem de derhal.'' Sınıfın en zeki çocuğu, öğretmenin niyetini anlayıp, şunları söylemiş kendisine: ''Bana şeker dokunuyor öğretmenim.Onun yerine elma rica edeyim.'' |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) - Gel oğlum kalk bakalım tahtaya, sana bi sorum var. + Buyurun, sorun öğretmenim. - Canlılar kaça ayrılır? + Dörde ayrılır öğretmenim. - Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım.. ... + Bitkiler, hayvanlar, insanlar, çocuklar. - Çocuklarda insan değilmi oğlum? + Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim. - Peki, şimdi yeniden say bakalım.. + Bitkiler, hayvanlar ve çocuklar.. - Oğlum insanlara ne oldu? + "Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenler hep çocuk kaldılar, Diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim!" |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir şehirde namuslu bir aile varmış.... Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış... Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış... ... Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş... Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış.... Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş: “Evet, hanım özür dilerim... Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın, takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın, diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş... Sevgili Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) şu uyarısının iyi anlanması gerekir: “Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar.” (Hakim, Müstedrek, 4/154.) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) İpin hesabı Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Eyvallah Şehri! Bir derviş mürşid kapısına hizmet için gelir.Hizmetin ilk basamağı nefsin terbiyesi olan tekke temizliğinde görev alır. Birgün kalbinden " Allah'ım nedir bu çektiklerim " die geçirir. Bu düşüncesi mürşidine mağlum olduğu... için , münasip bir dille o tekkeden kovulur. Bizimki düşer yollara... Akşama doğru bir şehrin ışıkları görülür. Bu şehre varır varmasına fakat , bu şehre girmenin üç şartı vardır. 1- Allahın işine karışılmatacak. 2-Kulun işine karışılmayacak. 3-Yalan konuşulmayacak. Bu şehrin adı EYVALLAH' tır. Bizimki şartları kabul eder ve girer bu şehre. Hoşgeldin derler, "eyvallah" der. Kalacak yer gösterirler " eyvallah" der. Hizmet veriirler " eyvallah " der. evlendirirler " eyvallah " der. Adam birgün yolda yürürken sade giyimli bir genc kız ve süslü giyimli orta yaşlı bir kadın görür. Kalbinden "şu kadının haline bakın bu ne hal" der. Kadınlar bağırmaya başlarr, " YETİŞİNN KULUN İŞİNE KARIŞAN VARRR" . Etraftan gelirler bir güzel döverler. Her tarafını kırarlar ve kan revan içinde hamalın küfesine koyup evine gönderirler. Küfede adam " Ey Allahım nedir bu basıma gelen" die kalbinden geçirir. Hamal küfeyi yere atar ve bağırır " YETİŞİNNNN ALLAH'IN İŞİNE KARISAN VARRRR" etraftan koşup gelenler adamın sağlam kalan yerlerinide kırıp iice döverler. orada bırakırlar. Sürünerek evine giden adama kapıyı karısı açar. "Noldu sana böyle" die sorar. Bizimki " cok kotüyüm hanım, soran olursa evde yok de " der. Der demez kadın cama cıkıp "YETİŞİİİNNNN YALANN SÖYLEYENN BİRİ VARRR" die bağırır. Etraftan koşup gelenlerden üçüncü bir dayak daha yer , bu sefer bayılıncaya kadar. Meğer bu şehirde kalptan geçenler karşıdakine mağlum olur hiç bir şey gizli kalmazmış. Adam acılar içinde bayılır ve bir müddet sonra mürşidinin huzurunda adap tutarken ayılır. Mürşidi ona tebessümle bakmaktadır. " EVLADIMM " der, " DAHA EYVALLAH ŞEHRİNDE YAŞAMASINI BİLMİYORSUN , RIZA KAPISINDAN NASIL GEÇERSİN? RIZA KAPISINDAN GEÇENLER, RIZAYA RAZI OLMAKTAN GEÇERLER" |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Ayrılık Hikayesi Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak... Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz... Sokağa fırlayacaksınız... Sokaklar da dar gelecek.... Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü... Kendinizi taşımayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz... Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan.... 'Önemli olan sağlık.' 'Yaşamak güzel.' 'Boş ver, her şey unutulur.' Siz hiçbirini duymayacaksınız... Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz. O’ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz... Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz... 'Ölüme çare bulundu' ya da 'Yarın kıyamet kopacakmış' deseler başınızı kaldırıp 'Ne dedin?' diye sormayacaksınız... Yalnız kalmak isteyeceksiniz... Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... İkisi de yetmeyecek. Geçmişinizi düşüneceksiniz... Neredeyse dakika dakika... Ama kötüleri atlayarak... Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz.... Gittiğiniz yerlere gitmek... Bu size hiç iyi gelmeyecek... Ama bile bile yapacaksınız. Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız... Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz. Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz... Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz... Herkesi ona benzetip... Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız... Hiçbir şey oyalamayacak sizi... İlaçlara sığınacaksınız... Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan... Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren... Bütün [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] sizin için yazılmış gibi gelecek... Boğazınız düğümlenecek,[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]... Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksiniz... Bazen de 'Hiç güneş doğmasa' diyeceksiniz. Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler... Ölmeyi isteyip ölemeyeceksiniz... Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz... Nafile... Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek... Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz... Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz... Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz... Aramayacağını bile bile... Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek... Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla... Yüreğiniz burkulacak.... Canınız yanacak.... Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz. Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden... Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz... Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak... Gel gitler içinde yaşayacaksınız... Buna yaşamak denirse... Razı mısınız bütün bunlara? Hazır mısınız sonunda ölüp ölüp dirilmeye? O halde aşık olabilirsiniz!.. Rakize Suda |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Alıntı:
|
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) 'Yaşamak güzel.' 'Boş ver, her şey unutulur.' |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adam eşine sorar: "Benden daha yakışıklı bir erkek var mı? " Kadın önce susup sonra cevap verir: "Bilmiyorum. " Adam: "Benden daha iyisi var mı ? " Kadın, yine: "Bilmiyorum. " Adam: "Benden daha nazik bir erkek varmı ? " Kadın: "Sana bilmiyorum dedim." Adam: "Nasıl bilmezsin? " Kadın: "Evet bilmiyorum,sen varken nasıl başka erkeklere bakarım! " "Allah dünya ve Cennette seni bana eş yazdığı halde nasıl başkasına bakayım..! alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?" Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin." Öğrenciler bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Öğrenciler , bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun." Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar." Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor." "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık." "Hem sıkıldık, hem yorulduk?" Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir . |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş. Çocuk babasına: "Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sormuş. Zaten yorgun gelen adam "bu seni ilgilendirmez" diye cevaplamış. Bunun üzerine çocuk: "Babacığım lütfen bilmek istiyorum" diye cevap vermiş. Adam, "İlla ki bilmek istiyorsan 20 dolar kazanıyorum" diye cevap vermiş. Bunun üzerine çocuk, "Peki bana 10 dolar borç verir misin?" diye sormuş. Adam iyice sinirlenip: "Benim, senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok hadi derhal odana git ve kapını kapat" demiş. Çocuk sessizce odasını çıkıp kapısını kapatmış adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünmüş aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış. Yatağında olan çocuğa: "Uyuyor musun?" diye sormuş. Çocuk, "Hayır" demiş. "Al bakalım istediğin 10 doları sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" demiş. Çocuk sevinçle haykırmış: "Teşekkür ederim babacığım" Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış bunu gören adam iyice sinirlenerek: "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" demiş. Çocuk, "Ama yeterince yoktu" demiş ve paraları babasına uzatarak:"İşte 20 dolar, 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN?" demiş... |
SAAT: 13:50 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.