![]() |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır.. ... Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.. ... Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar.. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan.. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar.. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile.. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.. İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki: “Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?” Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar “Âdetiniz böyle değil mi?” “Ne âdeti?!” der Hoca.. Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra.. Der ki meczub bu kez: “Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil! Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.. “Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”.. Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır.. Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır: “Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı.. Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..” Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca; “ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar. O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği.. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır. “Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca.. O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı! Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda... “Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.” Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbeT.....!!!!!!!!! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Kabirde konuşan genç ve hz. Ömer Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel. Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel. Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede. Hz. Ömer'in (R.A.) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer'in hayret ve takdirle izled...iği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü. Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu. Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet döküldü: 'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler.' (A'raf/201) Hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular. Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler. Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşulardan bir kaçı genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası: - Evladım neyin var ne oldu? diye sordu. Oğlu: - Bir şeyim yok. dedi. Babası: - Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası: - Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genç, ayeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp göz yaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Ömer'e bildirildi. Hz. Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve: - Bana niye haber vermedin? diye sordu. Gencin babası: - Ey Mü'minlerin Emiri, vakit geceydi. dedi. Hz. Ömer: - Bizi onun kabrine götürün. dedi. Hz. Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hz. Ömer (R.A): - Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi. Kabirdeki genç konuşup: - Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi. diye cevap verdi. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Halife Hazret-i Ömer, hazinenin gelirleri arttıkça bazı sahabilere ve bilhassa Peygamber Efendimiz'in Ehl-i Beytʼine zaruri ihtiyaçlarını karşılamaları için yıllık tahsisat bağlamıştı. Bunlar arasında Alemler Sultanı Efendimiz'in muhtereme zevcelerinden biri olan Zeynep bint-i Cahş'a, Beytü'l-Mal'den tahsis edilen miktar ise on iki bin dirhemdi. İlk tahsisatı kendisine gönderildiğinde Zeynep Validemiz, bu kadar çok parayı bir arada görünce şaşırdı ve getiren şahıslara: "-Allah Teala, Ömer'i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?" diye sordu. Onlar, büyük bir edep içerisinde: "-Hayır, bu gelenin hepsi sizindir, tasarrufu tamamen size aittir." karşılığını verdiler. Bunun üzerine Zeynep Validemiz: "-Sübhanallah!.." diyerek bir örtü ile bu paranın üstünü örttü ve hizmetkarına: "-Elini örtünün altına sok, o paradan bir miktar al, falan oğullarına götür. Tekrar bir miktar al, filana ver..." diyerek kendisine gelen tahsisatını akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Ta ki, örtünün altında az bir şey kaldı. Bunu gören hizmetkar: "-Ey mü'minlerin annesi!.. Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız yok mu?" deyince Zeynep Validemiz, hizmetkarın gönlünü hoş etmek için kendisine: "-Örtünün altında kalanlar da senin olsun." buyurdu. Böylece gelen paranın hepsini dağıttı. Hizmetkar, örtüyü kaldırıp kalan parayı saydığında, on iki bin dirhemden geriye sadece seksen beş dirhem kaldığını gördü. Onu da kendisi aldı. Zeynep Validemiz'e bu paradan bir dirhem dahi kalmadı. Bu hadiseyi öğrenen Hazret-i Ömer -radıyallahü anh-, Zeynep Validemiz'in evine geldi, kapısının önünde durdu ve içeriye selam verdikten sonra: "-Daha önce gönderdiğim dirhemleri dağıttığınızı duydum. Bin dirhem daha gönderiyorum ki, onu ihtiyaçlarınız için elinizde tutasınız." diye seslendi. Daha sonra Hazret-i Ömer -radıyallahü anh-, Zeynep Validemiz'e bin dirhem daha gönderdi. Fakat Zeynep bint-i Cahş -radıyallahü anha-, daha önce yaptığını aynen tekrar etti ve elindekinin hepsini, muhtaç, kimsesiz, garip, yetim ve hastalara dağıttı. İnsanın, malının fazlasından kendine lazım olmayanı vermesi cömertliktir. Kendisi muhtaç olduğu halde başkasını kendine tercih ederek infak etmek ise, cömertliğin zirvesi olan isar halidir. İsarın mükafatı, kulun fedakarlığı nisbetindedir. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Rivayet edilir ki, Hz. Musa (a.s) Tur Dağına giderken bir adamın şöyle bir dileğine muhatap oldu: - "Ya Musa, Rabbimden üç dileğim var, O'na söyle bu duamı kabul etsin. Birincisi, benim gözlerim görmüyor, açılmasını istiyorum. İkincisi, çocuğum olmuyor, bir oğlan evladı istiyorum. üçüncüsü, fakirim, fakirlikten çok çektim; hiç olmazsa doğacak oğlum fakir olmasın, onun zengin olmasını istiyorum." Hz.Musa (a.s.) Tur'da bu kulun üç dileğini nakledince: Allah: - "üç dileğini birden kabul etmem; tek şey istesin,kabul edeceğim" diye buyrulmuş. Hz.Musa (a.s.) bu cevabı aktarınca düşünceye dalan adam üç yerine tek bir dilekte bulunmuş: - "Ya Rab,oğlumun altın tasla su içtiğini gözlerimle görmeyi diliyorum." Ve bu akıllı adamın duası kabul edildi! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Mevlana, bir gün oğlu Bahaeddin’i sıkıntılı görür. Eğitimci bir baba ve ruh terbiyecisi olarak hemen harekete geçer. Gerisini oğlu Bahaeddin şöyle anlatıyor: Bir gün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı geldi.Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam sordu: “Birinden mi incindin? Niçin böyle sıkıldın?” Ben de “Bilmiyorum, bu ne haldir…” dedim. Babam ayağa kalktı ve yan odaya girdi. Biraz sonra bir kurt postunu başına geçirerek yanıma geldi ve çocukları eğlendirmek için yaptığı gibi “Buu.. Bu.. Buuuu!” diye sesler çıkarmaya başladı. Babamın bu hareketine çok güldüm. Onu bana karşı böyle görmek, beni anlatılamayacak kadar neşelendirmiş ve güldürmüştü. Babam: ” Bahaeddin, eğer latif bir sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa, daima senle şaka şenlik etse ve sonra birdenbire yüzünün şeklini değiştirip yanına gelse de sana “bu bu buu” dese ondan hiç korkar mısın? ” dedi.Ben de “Hayır, korkmam.” dedim.Bunun üzerine buyurdu ki:“Seni sevindiren, seni sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir. Hep O’dur. Hep O’ndandır. O halde niçin boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde aciz kalıyorsun? İçinde sıkıntı görünce onun çaresine bak; çünkü dalların hepsi aynı kökten biter. İçinde genişlik, ferahlık görünce de ona su ver. Kalp ferahlığının verdiği meyveyi de dostlara ve ahbaplara sun!”Aşk Çağlayanı Mevlana / V. Vakkasoğlu |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Adamın biri gidip, son zamanlarda gözlerinin dışarı fırladığını ve kulaklarının da devamlı uğuldadığını söyleyerek doktordan yardım istemiş. Doktor adamı muayene ettikten sonra ciddi bir eda ile başını sallayıp, bademciklerinin alınması gerektiğini söylemiş. Adam gidip bademciklerini aldırmış fakat bunu bir faydası olmayınca başka bir doktora gitmiş. Bu doktor ise adama bütün dişlerini çektirmesini söylemiş. Adam bütün dişlerini çektirmiş ama, ne gözlerinin patlaklığı geçmiş, ne de kulaklarının uğultusu dinmiş. Bunun üzerine adam üçüncü bir doktora gitmeye karar vermiş. Bu doktor altı aylık ömrünün kaldığını söyleyince adam çok üzülmüş. “Madem ki yakında öleceğim, bari o vakte kadar krallar gibi yaşayayım.” demiş. Gıcır gıcır son model bir otomobil almış, üniformalı bir şoför tutmuş, şehrin en güzel en iyi otelindeki bir daireye yerleşmiş, en lüks terziye 20 takım elbise diktirmiş. Hatta gömleklerini bile bir gömlekçiye sipariş etmiş. Gömlekçi; “Kol 16, yaka 34” diye ölçülerini alırken adam; “yaka 33” diye düzeltmiş. Gömlekçi tekrar ölçüp “34” diye ısrar edince adam: “Ama ben hep 33 yaka giyerim.” demiş. Bunun üzerine gömlekçi omuz silkip: “Siz bilirsiniz ama ben sizi uyarıyorum 33 yaka giymekte ısrar ederseniz gözleriniz patlar, kulaklarınız da uğuldar.” demiş. (Ali URAL / Posta Kutusundaki Mızıka) |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) KISSA: Vaktiyle adamın birinin gözü ağrımış.Bir nalbanta söylemiş,o da ''Ben sana bir merhem vereyim,onu hasta gözüne sür,iyi olursun'' demiş,merhemi gözüne sürmüş kör olmuş! Kadıya gitmiş,nalbanttan şikayetçi olmuş.Kadı ''sen onun nalbant olduğunu biliyor muydun?'' diye sormuş;''evet...'' deyince ''O halde bir tazminat almaya hakkın yoktur'' hükmünü vermiş. Yarım hekim candan,yarım alim dinden imandan edermiş...Dinimizi ehliyetli ve icazetli hakiki din alimlerinden öğrenelim.Nalbantlardan,bid'atçilerden,reformcular dan deği!.. -alıntı- |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar: "Eski gazeteniz var mı bayan?" Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. "İçeri girin de, size kakao yapayım" dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel, ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu... Erkek çocuğu bana döndü "Bayan, siz zengin misiniz?" diye sordu. Zengin mi? "Yo hayır!" diye yanıtlarken çocuğu,gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve "Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım" dedi. Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı.Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler, başımızı sokacak bir evimiz vardı, bir eşim vardı ve eşimin de bir işi... Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri,halının üzerindeydi halâ. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur unutuveririm ne denli zengin olduğumu... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1) Padişah bir gün, "Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!" demiş. Yalancılar hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana; - "Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü". -"Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..'' - "Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!.." - "Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!.." - "Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!" "Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir". Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Ama bir gün Keloğlan gelmiş; - "Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. " Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!.." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Deniz Yıldızının Öyküsü Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken,denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu Kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve "Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun ?" diye sorar.Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, "Yaşamaları İçin" yanıtını verince, adama şaşkınlıkla: "İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var.Hepsini atmanıza imkan Yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?" der. Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi, "Bak Onun İçin Çok Şey Değişti," karşılığını verir. alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Hz Fatımanın Resuli Ekremin Huzuruna Gelmesi Birgün Hz. Fâtıma, bir hizmet için, Resul-i ekremin huzuruna girmişti. Resulullahın mübarek nazarları kerimelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler. Ümm-i Seleme ve Selman’dan rivayet olunmuştur ki; Hz. Fâtıma bülûğ çağına erdikten sonra, Kureyşten çok kimseler istedi. Resul aleyhisselam, kimsenin sözüne iltifat etmeyip, buyurdu ki: - Onun işi, Hak teâlânın emrine bağlıdır. Birgün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; Hz. Fâtıma’yı, Hz. Ali’den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı? diye konuştular. Hz. Sıddık dedi ki: - Zannederim ki Ali’ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım. Sâd bin Muâz da dedi ki: - Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım. -Beni memnun ettiniz, dedi Hz. Ebu Bekir. Üçü birden mescidden çıkıp, Hz. Ali’nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu: - Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resul-i ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma’yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin? Hz. Ali bunu işitince, mübarek gözleri yaşla doldu ve dedi ki: - Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir. Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi: - Böyle söyleme! Allahü teâlâ ve Resulünün yanında, dünya birşey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, Fâtıma’yı iste! Hz. Ali buyuruyor ki: Resulullahın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullahın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var? Sustum. Resulullah efendimiz: - Herhâlde Fâtıma’yı istemeye geldin? buyurunca; “Evet” diyebildim. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma’ya, Hz. Ali’nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber efendimiz her ikisinin de rızasının olduğunu anlamıştı ve Ali'ye dönerek buyurdular ki: - Fâtıma’ya mehr olarak verecek neyin var? - Ya Resulallah! Benim hâlimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur. Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki: - Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu? - Yanımdadır. - Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir. ............................. Ama bir gelin ki, Adı Fatıma Ama bir yiğit ki, adı Haydar-ı Kerrar. Ve bir aile oldular, Muhammed Mustafa'nın duasıyla. Ve Medine'de küçük bir düğün ziyafeti verildi, sadece hurma ve biraz şerbet... Küçük bir düğün ama, ama en güzel düğün. Gelin, peygamber kızı, gelin Peygamber gelini... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına: -Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş. Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış "Bak" demiş kocasına : "Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba?" Kocası: -Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim, diye cevap vermiş. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Seyyid Kutub idam sehpasına götürülürken bir Ezher müftüsü de kelime-i şehadet Getirmesi için yanında gider, Müftü: Ölmeden önce kelime-i Şehadet getir Seyyid Kutub: Sen bu komediyi tamamlayan son figürmüsün? Sen o dediğin kelime ile ekmek yiyorsun, o kelimeyi söylediğin için Ezher'de sana maaş veriyorlar. Bense O kelime için ipe çekiliyorum..” [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Zulüm ne kadar çok evveli sonrası hep varmış sonuna kadarda olacak sanırım Allah c.c. zulmün her türlüsünden korusun inanan insanları ... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Yusuf Buveytî İmam Şafii kendisi hakkında, “Yusuf benim lisanımdır” derdi. Bildiği doğruları söylediği için, boynuna 20 kg.lık bir ağırlık asılıp ayakları da zincire vurulmuştu. Buna rağmen bildiği hakikatleri söylemekten geri kalmazdı. Nedenini şöyle izah etmişti: “Bizler zincir ve zindanlarda ölmeye alışmalıyız ki bizden sonra gelenler şunu diyebilsinler: ‘Bizden öncekiler İslâm uğrunda zincir ve zindanları bile göze almışlar, dolayısıyla onları takip et¬memiz gerekir.” Buveyti, zincir ve zindanlı bir hayatın sevabını dü¬şünmenin dışında bir şeyi düşünmüyordu. Cuma namazı saatinde zindanın kapısına gelir ellerini Mevla’ya açar ve:“Allah’ım Cumaya gitmek istiyorum, ancak zalimler beni engelliyor” der, sonra da hücresine dönerdi. (kurani hayat) sosyal medya takipcisi değil bu mübareklerin takipcisi olmak duası ile... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Uzaklarda bir köyde kocası çocuğu doğmadan ölmüş tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği ... evinde beslemeye baslar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da oldukça uysallaşır.Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odada beslediği beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Einstein’ in bir sözü vardır; “ İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor.” alıntı.. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Bir gün Musa Peygamber dış görünüşünde ada*letsizlik ve zulüm görünen gizemli olayların, iç yü*zündeki adaleti görmek ister, bunun için, Allah'a yalvarır. Hikmetler sahibi Allah bu duayı kabul eder. O'na dört yol kavşağında bulunan bir çeşmenin karşısında saklanarak, cereyan edecek olayları dik*katle izlemesini emreder. Hazret-i Musa, kendine bildirilen çeşmenin kar*şısındaki ağaçlığın içine oturur, yollardan gelip ge*çen yolculara dikkatle bakmaya başlar. Bir süre sonra tozu dumana katan bir atlı gelir. Çeşmenin başında bir müddet dinlenir. Daha sonra atına binerek yoluna devam eder. Ancak atlı, istira*hat sırasında içi altın dolu kemerini çözüp ağacın al*tına bırakmıştır. Çeşme başından ayrılırken, geri ku*şanmayı unutur. Para çeşmenin başında kalır. Atlının arkasından gelen bir delikanlı ise çeşmeden su*yunu içip yoluna devam edeceği sırada, içi altın do*lu kemeri görür. Heyecanla kemeri kaptığı gibi o da başka bir yola doğru gider. Çok geçmeden iki gözü de âmâ olan bir ihtiyar çeşme başına gelir. Soğuk sudan bir yudum içip şöy*le bir nefes alırken, parayı unutan atlı pürtelâş geri döner. Kemerini çözdüğü yerleri araştırdıktan sonra, ihtiyara: - Burada unuttuğum para kemerimi sen aldın. Ya paramı verirsiri; yahut da boynunu vururum, der. İhtiyar: - Evlâdım! Ben iki gözü de görmeyen bir ada*mım. Senin paranı almadım, derse de atlı onu dinle*mez. Parasını sakladığı iddiasıyla ihtiyarı bir kılıç darbesiyle oracıkta hemen öldürür. Sonra da atına binerek oradan uzaklaşır. Bu manzarayı seyreden Musa Peygamber: - Yâ Rabbi! Bu olayların içinde ben adalet göre*medim. Bu adamın parasını daha evvel gelen bir ço*cuk aldı, fakat para sahibi, iki gözü de görmeyen bir zavallıyı öldürdü, der. Mutlak hikmet ve adalet sahibi olan Allah şöyle cevap verir bu soruya: - İnsanlar böyledir zaten yâ Musa! Olayların dı*şına bakarlar, zulüm var sanırlar. İç yüzünü bile*mezler. - Bu olayların iç yüzü nedir yâ Rabbi! - Parasını çeşme başında unutan adam, vaktiyle yanında çalıştırdığı bir fakire hakkını vermemişti. Parayı bulan delikanlı o fakirin oğludur. Çeşmenin başındaki parayı buldu ve alıp götürdü. Aldığı para vaktiyle babasının çalışıp da alamadığı ücretin ta kendisiydi. Bu sebeple çocuk, babasından kendisine miras olarak intikal eden hakkını almış oldu. Ölen âmâ ihtiyara gelince, o da vaktiyle zâlim bi*riydi. Astığı astık, kestiği kestikti. Hattâ gözleri kör olmadan önce en son olarak da, parayı unutan ada*mın babasını öldürmüştü. Bu güne kadar yaptığı zulümler hep yanına kâr kalmıştı. Şimdi vaktiyle öl*dürdüğü adamın oğlu gelip, parasını aldı zannıyla babasının katilini öldürdü. Bu suretle (zahirde ada*letsizlik gibi görünmesine rağmen) gerçekte adalet yerini buldu. Yâ Musa, söyle! İnsanlar sebebini bilmedikleri şeylere itiraz etmesinler. Mutlaka bir sırrı var deyip, rıza göstersinler. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi ALNI ÖPÜLESİ ASKER... Yoğun geçen kış koşullarında vazife başında olan Bolu Dağ Komando Tugayında görevli bir asker soğuktan donmamak için Karacasu Ağalan Yaylasında bir eve sığındı. İşte evde bıraktığı o not: “Ben Bolu Tugay Personeliyim. Hava kar yağışlı, fırtınalı ve soğuk olduğundan ben ve bir askerim evinizde 2.5 saat konakladık. Sobanızda 8-10 tane küçük odun yakarak ısındık. Her şeyi ilk haliyle bıraktım. 10 TL’de para bıraktım. Hakkınızı helal edin.” Onlar; Peygamber ocağının neferleri, Onlar; birliğimizin ve al bayrağımızın teminatı, Onlar inançlarıyla ve imanlarıyla gözünü kırpmadan vatan uğrunda canlarını verebilen kahraman Türk askerleri...Rabbim korusun hepinizi aslanlarım... [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Hoca Cuma vaazında; “Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” der. Bu söze inanan bir köylü, artık kayık yerine nehirden geçmektedir. Bir gün hocayı evine davet eder. Daveti Kabul eden hocayla birlikte giderken, karşılarına nehir çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek geçer. Ama hoca suya girmeye cesaret edemez. Şaşkın köylü: “Hocam hani siz “Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” dememiş miydiniz, gelsenize!” diye seslenir. Hoca şöyle cevap verir: “Onu söyleyen dil bende; ama ona inanan kalp sende…! alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Garip bir fırıncı vardı. Kendisine sahte paralar verseler de parayı alır, paranın sahte olduğunu anladığı halde parayı verene söylemez, istediği ekmeği verirdi. Etrafındakiler onun bu hâlini bilir, şaşırırlardı. Kimse onun neden böyle yaptığını anlamazdı. Nihayet ölüm vakti gelip çatınca fırıncı ellerini yüce dergâha açtı ve şöyle yalvardı: “Ey Allahım, biliyorsun ki yıllarca insanlar bana sahte dirhem getirdi ve ben bunu onların yüzüne vurmayıp istediklerini verdim. Şimdi ben de Senin huzuruna sahte taâtlerle geliyorum, ne olur onları yüzüme vurma.” |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Alıntı:
|
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Bize O Kapıyı İtmek Düşer Vaktiyle bir padişah kendisine bir vezir bulmaya karar vermiş ve böyle kocaman bir kapı yaptırmış. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırmış. Kimisi sürgülü, kimisi halka kilit vesaire derken baştan aşağı her tarafa kilit yaptırmış. Ve ondan sonra vezir adaylarını bir bir buyur etmiş. İlk giren adama demiş ki: - “Sen benim vezirim olmak istiyorsun, değil mi?” O da demiş: - “Evet efendim.” - “Eğer benim vezirim olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiç bir alet kullanmadan açmanı istiyorum” demiş. Vezir adayı şöyle bir dönmüş kapıya, bakmış ve demiş ki: - “Efendim bu mümkün değil, kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer.” O da demiş ki: - “Peki, sen git ötekisi gelsin.” Öteki gelmiş, ona aynısını söylemiş, O demiş: “Efendim mümkün değil anahtar bile olsa…” Öteki gel, öteki gel falan derken, en son vezir adayı girmiş içeriye. Padişah demiş ki: - “Sen vezir olmak istiyorsan, şu kapıyı anahtarsız, levyesiz, hiç bir alet edavat kullanmadan açmanı istiyorum.” Adam şöyle bakmış kapıya, bakmış, dönmüş demiş ki padişaha: - “Devletli Sultanım! Aslında aklım der ki: ‘Bu kapı böyle açmaya açılmaz.’ Lakin bize itmek düşer” demiş ve elini uzatıp o kapıyı şöylece ittiğinde kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiç birinin kapalı olmadığını görmüş. Cenab-ı ALLAH’IN rızası nerede saklı hiç birimiz bilmiyoruz… Belki bir vakit namazda saklı… Belki bir yetimin başını okşayacağız şefkatle… Belki bir kediye su vereceğiz merhametle… Belki yanımızdan geçen ve hiç tanımadığımız birine: ‘Esselamu aleyküm ve rahmetullah’ diyeceğiz, Ve belki o da mukabele de bulunacak: ‘Ve aleyküm selam ve rahmetullah’ diyecek… Bu yüzden Cenab-ı ALLAH’IN rızası hangi kapıda saklı diye, biz kullara itmek düşer.. Kapıları Açan ALLAH, Kapayan ALLAH’tır … |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi ArO* çok güzel bi paylaşım her zamanki gibi(: selam ve dua ile... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Kanuni Sultan Süleyman Han bir gün seferdeyken otağın kurulduğu çadırı dayayan direği karıncalar sarmış. Askerlerden biri de padişahın yanına gelerek : “Hünkar’ım çadırın direğini karıncalar sarmış. Böyle giderse direği yiyip çadırı yıkacaklar.” Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman zamanın kadısı Ebu Sud Efendiy‘e bir name gönderir. Padişahın şiire merakı olduğu için aynen şöyle yazar nameye: ‘’Çadırın direğini karıncalar sarınca altına bir mahsur olur mu karınca kırınca?’’ Öyle zarif hane bir üslubu tebessüm ederek okuyan Ebu Sud Efendi yine zarif hale bir karşılık verir: “Yarın hakkın divanına varınca Sultan Süleyman’dan hakkın alır karınca. ” Bu cevabı okuyan padişah, karıncalara ve direğe dokunmayın, çadırın yerini değiştirin diye buyurdu... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Alıntı:
|
Cevap: RE: Kıssadan Hisse Alıntı:
Allah razı olsun |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu: - Ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul. Demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor Vezir aynı görüşte değildi: - Hükümdarım hocanın elinde mucize yok çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir. İnsanın tabiatı değiştirilemez, terbiye yaratılışa tabidir ...... Hükümdar aksi görüşteydi terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ediyordu. Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi. Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı. Bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları düşünmüyorlardı. Hükümdar vezire bu kedileri göstererek: - Görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, dedi. Vezir karşılık vermedi. Olumlu, olumsuz bir şey söylemedi. Yeni bir eğlence gecesini bekledi. Bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirdi. Kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverdi. Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldılar. Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı. Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuştu, ortalık bir anda ana-baba gününe döndü. Tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle dedi: - Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabidir. |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi FAKİR imiş... Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip: - Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz? Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra: - Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir.. Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş. Kadına bir kese altın uzatıp: - Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam: - Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar. Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından: - Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun! Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız. Sağlık gibi.Evlat gibi.Ana baba,kardeş gibi.. alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Alıntı:
|
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Nemrud, ona karşı gelen İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış. Nemr...ud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış. Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş: - Acele ile nereye gidiyorsun? Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş: - Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış. Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum. Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki: - Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki? Bir damla su taşıyan karınca: - Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır. ve hisse... Hayat akarken geçmişte de günümüzde de zalimler hakim olsa da gücünüz yettiğince zalime karşı durulmalıdır. DUA İLE BU ZULÜM ATEŞİNİ SÖNDÜRELİM! "Şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir." ([Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] alıntıdır |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Alıntı:
“Yarın hakkın divanına varınca Sultan Süleyman’dan hakkın alır karınca. ” misali yarın ahirette hesap var Rabb imin adaleti var elhamdülillah(: eğer ortada şehzade mustafa ve bayazid in hakkı varsa (bunu yapan) padişah olsada kimsenin yanına kalmaz... benim acizane fikrim o dönemin şartlarıyla günümüzün mukayesi neticesinde bir hükme varmak çok zor.ortada şahitlik edecek kimse yok.şehzade mustafa ve beyazıt yok.kanuni yok...yazılanlar, onlar hakkındaki kitaplar ise nesnelliği tartışılır kaynaklar. mağdur olan şahsın dilinden anlattığı bi olayı onun masumluğu üzerinden anlatamayız..yada suçlu diye bi padişahı yargılayamayız.. rahmetli babamla bu konularda çok konuşurduk.derste anlattığı bi konuyu sadece anlatıldığı gibi anlatması çok yanlış geliyordu ve her ders çıkışında niye okuduğumuz bazı kitapları kaynak olarak tavsiye etmediğini sorardım. rahmetli babam:''sen okudun o kanaate vardın bakalım diğer arkadaşların bu kitabı okuduğunda seninle aynı fikirde mi olacak'' derdi.. bence insanlar okudukları olayları öznel olarak değerlendirmeyi bıraktığı zaman ancak bu konularda kesin yargılara varabilir.. bir anne olarak okuduklarımız bize acımasızca gelebilir ama ülkenin refahı ve saltanatın bekasını düşünen bi idareci bu olayı farklı perspektifte değerlendirir.. yada en doğrusu sabredip Ahirette Rabb imin olaylar hakkındaki hükmünü beklemek(: |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Osmanlı Hanımı Dünyanın hiç bir evinde, bir erkek hanımına bu derece saygılı ve hayran olamaz. Bu gerçeğin sırrı, Türk evinin , kadını tarafından hazırlanışındandır. Evin sahibesi olan kadının giyinişi, başındaki örtüden ayaklarında bulunan nefis işlemeli kumaşlı terliklere kadar ahenk içindedir. Kadın evine o kadar düşkün, temizliğine o kadar meraklı, kocasının ev hasretini giderecek öylesine bir zeka ve eğitime sahiptir ki, evin erkeği akşam üzeri büyük bir hasretle kapıdan girer. Kadının temizliği maddi planda bir çiçek kadar saftır. Bu madde temizliği kadının nefs tezkiyesi temizliğinden gelir. O kadın dış dünyayı bilmez. Kavga gürültü nedir bilmez. Gönlünü Allah'a (cc) , kocasına , çocuklarına bağlar. Zihnini fuzuli şeylerden koruduğu için rahat ve huzurludur. Dolayısıyla ahlaklıdır. Böyle olunca yuvasının hürmete şayan, şerefli bir unsuru olur.. Meşhur Fransız Edibi Pierre Loti.... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur. Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar: “Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle.” Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:... “Şerdir, Padişahım” der. “Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.” Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer: “Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!” Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar: “Hayır mıdır, şer midir?” der. İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır: “Hayırdır, Padişahım!” der. “Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz.” Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: “Bu tabirciye iki kese altın verin!” Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar: “Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?” Tabirci güler: Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.? |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN İHANETE CEVABI Bir Gün Padişah Yavuz Sultan Selim pazarda gezerken keklik satılan bir tezgah görür ve keklik satılan tezgaha yönelir. Bütün keklikler 1 altındır fakat bir tanesi ayrı bir kafes içinde ve 100 altındır. Yavuz Sultan Selim sorar: -Bunlar 1 altın da bu neden 100 altın? Satıcı: -Hünkarım 100 altınlık olan ötüşüyle diğer keklikleri kendine çeker ve yakalanmalarını sağlar. Yavuz Sultan Selim 100 altını çıkarıp adama verir ve -Ver o kekliği bana! der. Herkes şaşkınlık içinde napacak acaba koca Padişah bir kekliği diye düşünürken Yavuz Sultan Selim kekliğin kafasını tuttuğu gibi gövdesinden ayırıverir ve der ki: -KENDİ IRKINA İHANET EDENİN SONU BUDUR!!! |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi KAYINVALİDE'DEN GÜZEL BİR DERS Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar yenilemez durumdaydı. Tatlılar un kokuyor, patatesler yanmış, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti. Oğlu , yeni gelini ve aile dostu yaşlı kadına durumu fark ettirmemek için elinden geleni yaptılarsa da yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları oğlu ve gelini gittikten sonra yaşlı kadına; - Senin harika bir aşçı olduğunu biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü. Yaşlı kadın gülümseyerek ; - Kasten yaptım. Bu yemeklerden sonra oğlum asl ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak..... Alıntı... |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Ne ince bir davranis |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi OSMANLI'DA GÖZ TERBİYESİ- Çağımız insanının, özellikle öğretim çağındaki gençlerin en büyük problemlerinden biri de hafıza zayıflığı... Yani günümüz insanı okuyup dinlediklerini aklında tutamayıp çok kısa bir sürede unutuyor. Oysa bir t...akım yaşlı insanlara, dedelerimize baktığımızda hafızalarının oldukça kuvvetli, zekâlarının keskin olduğunu görüyoruz. İşte bunlardan biri de İslâmî ilimler alanında Osmanlı son döneminin tanınmış şahsiyetlerinden Mahir İz (1895-1974) Hocaefendi'dir. Bu değerli alime bir gün: "Hocam! Maşaallah çok keskin bir zekanız, muazzam bir hafızanız var. Elli, altmış sene evvelini dün gibi hatırlayıp söyleyebiliyorsunuz! Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bunun sırrı nedir?" diye sorduklarında, Osmanlı'nın bu değerli münevveri göz terbiyesi ile alakalı çok ilginç bir cevap veriyor: " Oğlum biz Osmanlı ilk mektebine gittik. Bize ilk gün yolda nasıl yürünür, bunun kaidesini öğrettiler. Göz, ayağın ucunda olacak yolda yürürken! Gözümüz hep ayağımızın ucundaydı. Hep önümüze bakardık. Sizler boyuna etrafınıza bakıyorsunuz... Ona bak, şuna bak... Sizde hafıza olmaz. Günahı göz işlerse de belasını gönül çeker. Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafıza zayıflar." alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi İki bardak su.. Çok eski zamanda, bir hükümdar varmış. Zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş.Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş: "Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savasçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim,Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun? "Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş: "Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz.Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?" "Verirdim tabii." "Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı,size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?" Hükümdar biraz düşünür ve ardından "Ölmemek için evet" der. Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş: "Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca.Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca; iki bardak sudur." |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Sana gül yaprağı ile vuran kalleştir Yemen hükümdarı, oldukça cömert idi. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatim-i Tai'nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez. Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte... birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de, yirmi altın daha vereceğini söyler. Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç (Hoş geldin yiğit. Çok yorgun olduğun anlaşılıyor. Bu gece misafirim ol!) diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki: - Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir. İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki: - İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi? - Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilik seversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hatim isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun? - Hatim ile ne işin var? Misafir, niçin geldiğini anlatıp der ki: - Bu işte bana yardımcı olman mümkün mü? - Elbette mümkündür. Yalnız bu iş pek kolay olmaz. Dediklerime uyarsan tereyağından kıl çekmiş gibi zahmetsiz olur. - Ne yapmam gerekir? - Hatim de senin gibi yiğit biridir. Belki öldüremezsin. Ben sana onun yerini tarif edeyim. Ancak öldüremez de iş meydana çıkarsa, yerini söylediğim için beni öldürebilir. Bu bakımdan benim ellerimi, ayaklarımı bağla. Zorla söylettiğin anlaşılsın. Misafir, ev sahibinin elini, kolunu, ayaklarını iyice bağladıktan sonra sorar: - Hatim nerede? - Hatim denilen kimse benim. Madem benim başım senin işine yarayacak, ne diye onu vermiyeyim? Misafirin arzusunu yerine getirmek, gönlünü etmek benim en büyük arzumdur. Hemen öldür, kimse duymadan buradan git! Genç, neye uğradığını şaşırır. Hemen Hatimin ayaklarına kapanıp der ki: - Sana gül yaprağı ile vuran kalleştir. N'olur beni bağışla!.. Genç, helalleşip oradan ayrılıp hükümdarın huzuruna çıkar. Olanları anlatır. Hükümdar da, iyiliksever, cömert olduğu için hatasını anlayıp (Taşıma su ile değirmen dönmez. Cömertlik mal ile değilmiş. Hatimin cömertliği yaratılışından, fıtratından, güzel huyundan ileri geliyormuş. Sen verilen görevi fazlasıyla yerine getirdin) diyerek yirmi yerine kırk altın verir. alıntı |
Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi. Sonunda, "Ey Allah'ım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın" diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti. O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, "Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar" dediler. Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, "Allah’tan gelen başım gözüm üstüne" dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü. *** Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: Bir annenin çocuğu ölünce Allah (c.c) meleklerine, "Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?" der. Melekler, "Evet" derler. Cenâb-ı Hak, "Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?" der. Melekler, "Evet" derler. Allah Teâlâ, "Kulum ne dedi?" diye sorar. Melekler, "Sana hamdetti. 'Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz' dedi” derler. O zaman Allah Teâlâ, "Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun" buyurur. Mesnevide Geçen Hikayeler |
SAAT: 09:31 |
vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
User Alert System provided by
Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) -
vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.