Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler (https://www.forum.medineweb.net/649-kissalar-hikayeler-nasihatler)
-   -   medineweb kıssadan hisseler arşivi (https://www.forum.medineweb.net/kissalar-hikayeler-nasihatler/217-medineweb-kissadan-hisseler-arsivi.html)

nurşen35 21 Eylül 2014 13:38

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Hz. Mevlana'nın Eşine Olan Aşkı


Bir gün Hz. Mevlana eve girer ve hanımı ona sorar.
- Bu kadar aşıksın Mevlaya şükürler olsun, bu aşkı yaşayıp yaşatana..
- Peki bana ne kadar aşıksın der,
Mevlana hanımına şöyle der;
- Sen benim Yaradandan ötürü yaradılanı sevişim. Bir adım gelene on adım gidişim. Ve herkesi olduğu gibi kabul edişim. Sen benim bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim. Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin ve kapanmayan avuç içimsin....

nurşen35 24 Eylül 2014 22:21

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
KAFİR Mİ , MÜ'MİN Mİ?


İmam-ı Azam'ın bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu;
- Bir adam ki, Cenneti istemez, Cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükusuz ve secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mü'min mi ?
Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişcesine ;
- Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidir, dediler.
İmam-ı Azam susuyordu.
- Ya İmam sen ne dersin dediler.
İmam-ı Azam ;
- Bunlar mü'minin sıfatıdır, böyle biri mü'minin ta kendisidir dedi.
İtiraz ettiler;
- Ya İmam nasıl olur, mü'min Cenneti istemez mi, Cehennemden korkmaz mı?
İmam tek tek açıkladı;
- Gerçek ( bilinçli) mü'min Cenneti istemez, sahibini (Allah'ı) ister, Cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder çünkü, Allah'ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz namaz cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü , fitneden maksat mal ve evlattır. ( Kur'an'da mal ve evladın mü'minler için fitne- imtihan olduğu belirtilmiştir) , hakkı istemez, çünkü; haktan kasıt ölümdür, mü'min de olsa ölümü temenni etmez....










Alıntı....

GÖKCEN_AZRA 25 Eylül 2014 13:53

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Hz.Mevlânâ bir gün eve gelir,
oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
Oğlu: "Hiç…" der.
Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.

... Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer.
Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar.
Oğlu babasının bu haline bakıp güler.


Hz. Mevlânâ:
"Evladım, gördün mü?" der.
"Dünya dertleri de işte böyledir.
Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır.
Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu
bildiğin için korkmadın ve güldün.


İşte bütün dertlerin arkasında da
Rabbinin olduğunu bil ve ona güven..."



su damlası 25 Eylül 2014 21:25

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Hükümdar Timur hapse düşer bir gün
ve umudunu yitirir.

ALLAH’ın işi bu ya karıncayla karşılaşır

yâda karınca azmini Timur’un gözüne sokar!
Bir buğday tanesidir karıncanın hikâyesi.
Kendinden kat kat büyük bir buğday tanesini
yuvasına ulaştırmak için her gün çabalar durur
defalarca defalarca dener.

Yorulunca yuvasına gider biraz dinlenir

sabah kalkıp bakar Timur

karınca yine buğdayın peşindedir…

Saymaya karar verir Timur

kaç kez düşürüp kaç kez tekrar kaldırmaya çalıştığını…

Bini geçer yorulur saymaktan azmini umudunu.
Karınca hiç yorulmaz yıkılıp doğrulmaktan.
Bir sabah ne görsün şaşar kalır hükümdar
karıncanın sırtında bir buğday tanesi var…
Timur karar verir o sabah karıncanın taklitçisi olmaya

O kararında ne kadar sadık olabilmiş bizi bağlamaz ama

bu hikâye bir yol açsın dileriz tükenmiş umutlara…
Bir sabah gerçekten gücüm kalmadığını anladığımda
kalkar kalkmaz gözümün çarpacağı bir yere
küçük bir not iliştiririm.



KALBİM!
Ne olur karıncayı unutma!
Karıncanın sahibini ise asla unutma!..

su damlası 01 Ekim 2014 17:20

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Cami kapısından geçerken ezanın okunduğunu duyan şoför geriye dönüp patronundan izin ister : -Beyfendi izin verirseniz ezan okunmuşken şuracıkta namazımı kılsam da yola devam etsek? der.Patron pek de memnun olmasa da izin verir. Şoför camiye girer, patron da arabanın içinde bekler. ...Ancak cemaat namazını kılıp çıktığı halde şoför çıkmayınca canı sıkılan patron, arabadan inip caminin avlusuna dalar,pencere camına başını dayayıp içeri bakar ki,şoför ellerini açmış duaya devam ediyor .Camı tıklatarak seslenir: -Herkes çıktı ne duruyorsun sen de çıksana! Gelen cevap ibretlidir ; bırakmıyor ! -Kim bırakmıyor? der patron , -Cevap gelir: seni içeri bırakmayan ! Bir düşünce sarar patronu 'Seni içeri bırakmayan' Nidası... Hemen orada abdestini alır camiye girer ve yanına vardığı şoföre seslenir: " İşte, der beni de bıraktı!" Yaşlı gözlerle bakan şoför şöyle cevap verir: -Elbette bırakır,deminden beri boşuna mı gözyaşlarıyla dua ediyorum sanıyorsun ? Senin dışarıda kalmana gönlüm bir türlü razı olmadı. Ellerimi açıp içeri alınman için dua ettim.Şükürler olsun RABBİM kabul etti duamı da içeri aldı seni dışarda bırakmadı...
"Alıntı"

EyMeN&TaLhA 09 Ekim 2014 08:58

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Hz. Mevlana k.s. Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatır:

Padişahın biri Cuma günü camiye gidiyordu. Muhafızları caddeye üşüşen halka bir taraftan çekilin diye haykırıyor, diğer taraftan da tekmeyle, sopalarla padişaha yol açmaya çalışıyorlardı.

Bu esnada tesadüfen orada bulunan bir fakir de muhafızlardan sopa yemiş, kan revan içinde kalmıştı.
Dayanamadı, padişahın arkasından şöyle bağırdı:

Şu yaptığın zulme bak! Halkın önünde böyle yaparsan, Allah senin gizli zulümlerinden cümleyi korusun! Güya camiye gidiyor, hâyır işlediğini sanıyorsun! Senin hâyrın buysa, şerrin kim bilir nedir?

EyMeN&TaLhA 10 Ekim 2014 08:24

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
İffetli Olun Ki İffet Bulasınız!

Bir şehirde namuslu bir aile varmış. Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış. Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış. Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş. Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış.
Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş:

“Evet, hanım özür dilerim. Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın, takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın, diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş.

Sevgili Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) şu uyarısının iyi anlanması gerekir:

“Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar.”

| Hakim, Müstedrek, 4/154



alıntıdır

EyMeN&TaLhA 23 Ekim 2014 09:37

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
İmam-ı Azam’ın Cevabı

İmam-ı Azam Ebu Hanife zamanında onu sevmeyen ve ona buğzeden muhaliflerinden bir tanesi, talebelerinin ve sevenlerinin huzurunda onu cevapsız bırakıp mahcup etmek için aldatıcı bir soru hazırladı. Ve büyük imamın bulunduğu meclise gelip bu aldatıcı ve karmaşık soruyu sordu.

-Bir adam var ki onun kamil bir Müslüman olduğuna herkes şehadet eder, fakat bazı sözleri var ki küfür kokuyor. Onun hakkındaki hükmünün ne olduğu öğrenmek istiyorum. Bu kimse şunları söylüyor:

“Cenneti ümid etmiyorum,
Cehennemden ve Allah’tan korkmuyorum.
Ölü etini severek yerim.
Rükusuz ve secdesiz namaz kılarım.
Hakka buğzeder, fitneyi severim.
Yahudi ve Hıristiyanları da tasdik ederim.
Görmeden şahitlik ederim.”

Işte böyle bu kimse hakkındaki hükmünüz nedir?

Imamı Azam Ebu Hanife hazretleri bunu soran kimseye;

“Peki bu kimse hakkında senin bir fikrin var mı?” deyince, o; “Ben ne diyeyim, bunu sana soruyorum.”dedi.

Imamı Azam talebelerine döndü ve aynı soruyu onlara sordu. Talebeleri de; “bu söylenenler küfür alameti olduğu için, söyleyen kimsenin küfrüne delalet eder.” diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Imam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri sözü aldı ve hafif bir tebessüm le bu söylenenlerin ne manaya geldiğini tek tek şöyle açıkladı:

“Bu adam gerçekten de kamil bir mümindir. Zira onun söylediği bu sözler hep mecazidir, tevili vardır. Şöyle ki: Bu kimse cenneti ümit etmiyor. Yani Cennetin sahibi olan Hz. Allah’ı ümit ediyor.
Cehennemden korkmuyor, Cehennemin sahibinden korkuyor.

‘Allah’tan korkmuyorum’ derken, Allah’ın adaletle hükmedeceğini bildiği için, Allah’ın kendisine zulmedeceğinden korkmuyor.

‘Ölü eti yerim’ derken, söylemek istediği balık etidir.

‘Rükusuz ve secdesiz namaz kılarım’ demekle, cenaze namazını kastediyor.

‘Hakka buğz ederim’ sözüyle kastettiği şey, ölümdür. Herkes için Hak (ölüm) vaki olacak. Mevla Teala’ya daha fazla kulluk yapabilmek için ölümü istemiyor.

‘Fitneyi severim’ derken fitneden kastı ise evlatlarıdır. Çünkü Mevla Kur’an-ı Kerimde Mal ve evladı fitne olarak zikredilmiştir. (Teğabun: 15)

Yahudi ve Hıristiyanları tasdik etmesinden murat ise onların birbirleri hakkındaki sözlerini tasdik etmesidir.

Görmeden şehadet ettiği ise, Allah’a ve ahiret gününe iman etmesidir.

Bu açıklamaları dinleyen adam Imam-ı Azam’a hayran kaldı. Kendi kendine: “Bu ne ilim, bu ne feraset, bu ne zeka … Demek ben böyle bir dahiye düşmanlık ediyormuşum.” diye düşündü. Hemen Imamı Azam’ın ellerine sarıldı. Ve bu güne kadar kendisine yaptığı düşmanIıktan dolayı af etmesini istedi ve helallik diledi.

EyMeN&TaLhA 25 Ekim 2014 09:08

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Üç ateist Mevlana'ya gitmişler. Ona:
- Eğer müsaitsen sana üç sual soracağız?
Mevlana:
- Ben müsait değilim Şems'e gidin demiş.
Ateistler şemse gitmişler. Şems de o sıra bir "kerpiç" ile oyalanmaktadır.
Ateistler:
- Müsaitsen sana üç sual soracağız.
Şems:
- Müsaidim. Birinci soruyu sor.
Ateistler aralarında bir sözcü seçmişler.
Ateist:
- Allah var diyorsunuz. Ama Allah'ı göremiyoruz. Allah'ı gösterin de biz de inanalım. Biz görmediğimiz şeye inanmayız.
şems:
- Diğer suali sor.
Ateist:
- Diyorsunuz "şeytan ateşten yaratıldı ama daha sonra da diyorsunuz şeytan ateşle cezalandırılacak". Bu saçma değil mi ateş ateşe azap eder mi?
Şems:
- Son soruya geç.
- Ne diye insanlara hep baskı kurarsınız, nedir bu şeriat, bırakın insanlar ne yapmak istiyorsalar onu yapsınlar o zaman insanlar daha mutlu olur.
Bütün bu sorularımıza cevap ver ki Allah'a iman edelim veremezsen .........

Ateist daha cümlesini bitirmeden Şems yerdeki kerpiçi alıp ateistin kafasına atmış. Ateistin kafasına hiç bir şey olmamış. Sadece acı ile inliyormuş. Dışarıdan darbe yediği belli olmuyor.

Neyse ateist Kadı'ya gidip davacı olmuş. Kadı şemsten hesap sormak için onu huzuruna getirtmiş.
Kadı:
- Söyle bakalım. Niye bu adamın başına kerpiç attın. Adam şimdi senden hakkını istiyor.. Adam ateist diye niye ona kötü davranıyorsun. Bizim dinimizde hoşgörü var. Çabuk hesap ver!
Şems:
- Ben hiçbir şekilde bu adama şiddet kullanmadım. Bana 3 soru sordu. Ben de bu adamın dilden anlamayacağını anladım. Onun yaşayarak öğrenmesini istediğimden 3 sorunun 3 üne de tek cevap verdim.
- Nasıl yani?
- Bu adam bana dedi ki "Allah'ı bana göster inanayım." Ben bu adamın yalan söylediğine inanıyorum. Bu adamın başı falan ağrımıyor. Başının ağrısını göstersin de inanayım.
Ateist:
- Ama acıyor ben hissediyorum.
- Ben de Allah'ın varlığını hissediyorum.
Ateist çaresizce susmuş. Söyleyecek bir laf bulamamış.
Şems:
- Daha sonra bana dedi "Şeytan ateşten yaratıldı ateş ateşe azap eder mi hiç" ben de bu adama cevap olarak kerpiç attım. Kerpiç de topraktan insan da topraktan nasıl kerpiç insana acı veriyorsa ateş de şeytana öyle acı verecek.
Ateist:
- Ama ama şeyyy..
Şems devam etmiş:
- Daha sonra bana "bırakın insanlar ne yapmak istiyorsa yapsınlar ne diye onları engelliyorsunuz" dedi. Ben de o an bu adama çok sinirlendim ve kafasına kerpiç atmak istedim. Söyleyin bana "her insan yapmak istediğini yaparsa dünyada düzen kalır mı?"

Üç ateistin de o anda kalplerinde bir şeyler açılmaya başlamış ve Allah'a iman etmişler.. Kadı şemsi cezalandıracaktı ama eski ateistler yeni müminler davalarından vazgeçmiş...


alıntı

EyMeN&TaLhA 28 Ekim 2014 09:22

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Bir delikanlı varmış. Bir köye gidecekmiş; fakat gideceği köydeki köprü, ha düştü ha düşecek.. Köprünün başına gelmiş, türkü söyleye söyleye öbür tarafa geçmiş.

Bir mübarek zât da bu taraftan seyr ediyormuş.

Aynı anda bir çocuk gelir, köprünün sallandığını görünce, Cenab-ı Hakka yalvarır. Tam köprünün üzerine geldiğinde,... köprünün ipleri kopar ve nehire düşerek ölür.

O mübarek zât elini açmış, Ya Rabbi, öteki delikanlı köprüye bakmadı bile. Türkü söyleye söyleye karşıya geçti. Bu zavallı çok yalvardı, yakardı; ama nehre gitti. Ya rabbi, nedir bunun hikmeti, demiş.

Allahü teala buyurmuş ki;

O genç, her zaman, gece gündüz hep beni andı. Köprünün başına gelinceye kadar beni andı. O köprüye gelince, ben de onu andım. O beni hiç unutmadı, ben de onu köprüde unutmadım. Karşıya onun için rahat geçti. Öteki, ölümü görünce zikr etmeye, dua etmeye başladı. Halbuki, köprüyü görünce değil, çok eskiden beri benimle beraber olsaydı, ben de köprüde onunla beraber olurdum.

su damlası 31 Ekim 2014 19:16

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Başkasına dua etmek
Bir yolcu gemisi yolculuk esnasında kopan bir fırtınada batar ve içindekilerden sadece iki adam küçük
ve ıssız bir adaya yüzmeyi başarırlar. Ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kazazede Allah'a yalvarmaktan
başka çarelerinin olmadığına karar verirler. Fakat kimin duasının daha güçlü olduğunu anlamak için
adayı ikiye bölmeye karar verirler ve adada karşılıklı olarak yaşamaya başlarlar.
İlk diledikleri şey yiyecektir. Ertesi sabah, birinci adam kendi tarafında dalları meyve dolu bir ağaç
bulur ve ağacın meyvelerinden yer. Diğer adamın alanı ise hala çoraktır!
Bir hafta sonra, birinci adam yalnız olduğu için kendisine bir eş diler. Ertesi gün bir kadın yüzerek
birinci adamın tarafına gelir. Diğer tarafta yine hiçbir şey yoktur!
Hemen sonra birinci adam bir ev, giysiler ve daha fazla yiyecek diler. Sihirli bir değnek değmişçesine
tüm istedikleri kendisine verilir. Fakat ikinci adam hala hiçbir şeye sahip olamamıştır!
En sonunda birinci adam bir gemi diler böylece karısıyla birlikte adayı terk edebilecektir. Sabahleyin kendi tarafına demirlenmiş bir gemi bulur. Birinci adam karısıyla birlikte gemiye biner ve ikinci adamı adada bırakmaya karar verir. Onun hiç bir dileği gerçekleşmediği için Allah'ın nimetlerine layık biri olmadığını düşünür.
Gemi kalkmak üzereyken birinci adam cennetten yankılanan bir ses duyar,
“Neden arkadaşını adada bırakıyorsun?”
“Bana gönderilen nimetler sadece bana aittir çünkü onlar için ben dua ettim” diye cevap verir birinci
adam. “Onun duaları kabul edilmedi o yüzden o hiçbir şeyi hak etmiyor.”
“Yanılıyorsun!” diye azarlar ses birinci adamı. “Onun sadece tek bir dileği vardı ve kabul ettim.
Eğer etmeseydim sen gönderdiğim nimetlerin hiç birine sahip olamazdın.”
“Allah’ım ne olur söyle bana” dedi birinci adam, “Ne diledi de ona minnettar olmam gerekiyor?”
“Senin tüm dileklerinin gerçek olmasını diledi.”
"Alıntı"

GÖKCEN_AZRA 31 Ekim 2014 21:58

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Bir adam , Afrika'da yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür ve hızla kuyuya iner.

İpe sarılıp kuyuya inerken..... Alt tarafta büyük bir yılan görür.


Yılan hızla buna doğru yükselirken .. Ne yapacağım der.


Üstte aslan altta yılan. O sırada iki tane fare biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar.


Her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder.



Bir arı bir damla balı yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken....UYANIR.



OH BE RÜYA İMİŞ .. der. Bir seyyide anlatır. Rüyamın yorumu ne diye?


Anlamadın mı der gülerek? Peşinden koşan aslan ölüm meleğidir.


İçinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır.


Sarıldığın ip senin hayatındır.

Beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür ömrünü kemirirler.


Peki ya o bal nedir dersen ?


Dünyanın geçici lezzetidir, Ölümün arkasında bir hesap olduğunu sana unutturur...


su damlası 13 Kasım 2014 19:46

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Örümcek Ağı Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin. " Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o Günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. "Yazık" dedi melek. "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü. O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer, ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin."

GÖKCEN_AZRA 26 Kasım 2014 12:36

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Eskiden "Kapıyı kapat!" denilmezmiş. Allah (cc) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş.
"Kapıyı ört, ya da sırla" denilirmiş.

Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş.

“Lambayı söndür” demezlermiş. Allah (cc) kimsenin ışığını söndürmesin.

"Lambayı dinlerdir" derlermiş.

Lamba yakılmaz, uyandırılırmış.

Uyuyan birisi uyandırılmak İçin sarsılmaz veya adı ile çağırılmazmış.

"Agâh ol erenoler" derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan...

Ona eren uyanık olurmuş.


İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış.

Hanımlar beylerine "Efendi" derlermiş, "siz" derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş.

Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış.

Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için adı
"Karınca basmaz Efendi” ye çıkan insanlar varmış.

Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebdenmiş.

Kapı eşiğindeki misafirlere ait ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş.
"Git bir daha gelme!" der gibi değil de.
"Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsa" dercesine dizilirmiş.

Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış.

Eskiler hayatı o kadar nurani,

o kadar temiz,

o kadar manâlı yaşarmış.
ALINTI


EyMeN&TaLhA 07 Ocak 2015 09:12

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
SEVGi SOFRASI

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:

- Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?

- Bakın göstereyim, demiş, ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş sofradakilere, “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye bir de şart koymuş. “Peki!” deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar
sofradan.

Bunun üzerine, “Şimdi..” demiş ermiş:

- Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.

Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun.” denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

“İşte!” demiş ermiş ve eklemiş:

- Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın, hayat pazarında alan değil,veren kazançtadır daima.

ALINTIDIR

su damlası 23 Ocak 2015 14:04

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Ninenin Ölmüş Eşine Mektubu...

Son GÜNLERDE; bir surat bir surat ki GELİNDE, çayımı bile yarım dolduruyor BEY. Allah'tan KULAKLARIM ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini…! Ama yinede HİSSEDİYORUM..! Beni, bu evde galiba istemiyor artık. Hey gidi günler heeey…! OĞLUNU bilirsin, vur kafasına al lokmayı. İki ara bir derede ne yapsın…? ANA bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz.Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...! Dün akşam, UYURKEN öptü beni biliyor musun? Nasıl ağırıma gitti nasıl…! Artık AKİDE ŞEKERİDE getirmiyor. Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar İĞRENİYORMUŞ benden. Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey..? GELİN; çocuklara masal anlatmamı da yasakladı. Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı. Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok..! Yine de BEDDUA edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o…! Geçenlerde üst KOMŞULAR geldi. Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi. Duymadım, duyamadım; lakin hissettim. DÜŞKÜNLER EVİNE yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni. Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey…! Ha, SEN ne diyorsun bey..? Hani bir görünsen OĞLUNA…! Ne de olsa babasısın, seni dinler. Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam. Akide şekeri de istemem. MASALDA anlatmam artık çocuklara. Ne olur, AYIRMASINLAR beni bu evden. Yaşayamam, nefes bile alamam. Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım..? Şu camın PERVAZINDA hayalin durur, çekmecelerde el izin. BASTONUN hala duvarda asılı. İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı...!HEY GİDİ GÜNLER HEY..!Hani DİYORUM, bir çağırsan..!Yoksa, yoksa sendemi UNUTTUN beni bey…
"Alıntı"

su damlası 27 Ocak 2015 20:13

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

İmam Kuşeyri (k.s.) naklediyor:

Sufinin birisi sürekli,
''Allah'ım, senden afiyet istiyorum, Allah'ım senden afiyet istiyorum.!'' diye dua ediyordu.
Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiğini sorulunca, şöyle anlattı:
''Ben, manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde hamallık yapıyordum.
Birgün ağırca bir un yükü taşıyordum,
dinlenmek için yükü bir yere koydum. Orada,

''Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen, onlarla yetinirdim!'' diye dua ettim.
O sırada önümde iki kişi döğüşmeye başladılar; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım.
Birisi, elindeki şeyi hasmına vurmak isterken başıma vurdu, yüzüm kana bulandı.
O sırada mahallenin asayişinden sorumlu kimse gelip ikisini yakaladı,
beni de kana bulanmış görünce, kavgacı zannedip onlarla birlikte hapse attı.
Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı.

Bir gece rüya gördüm, birisi bana,

''Sen her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat Allah'tan afiyet
(beden,din ve dünya selameti) istemedin,
işte istediğin sana verildi!. dedi.
Rüyadan uyandım, ondan sonra hep,
''Ya Rabbi, afiyet ver, Ya Rabbi afiyet ver!'' diye dua etmeye başladım.
Bir ara hücrenin kapısı çalındı, birisi,

''Hamal ömer nerede ?'' diye beni sordu. Beni götürdü, ellerimi çözüp serbest bıraktılar.''

Resûlullah (s.a.v.) buyurur ki:

"Allah'tan afiyet isteyin. Kula kamil imandan sonra afiyetten daha büyük bir nimet verilmemiştir.''
"Alıntı"

su damlası 13 Şubat 2015 21:29

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Bir çuval tahıl

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Erkek kardeşlerin ikisi de babalarından kalma çiftlikte çalışırlardı.

Kardeşlerden biri evliydi ve çok çocuğu vardı. Diğeri ise bekardı. Her günün sonunda iki kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.

Günün birinde bekar kardeş kendi kendine :

"Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil" dedi, "Ben yalnızım ve pek fazla gereksinimim yok."

Böylelikle, her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı.

Bu arada evli olan kardeş, kendi kendine :

"Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman hiç kimsesi yok bakacak" diyordu.

Böylece evli olan kardeş de her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı.

İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar, çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu.

Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

Hayattaki en büyük mutluluklardan biri; sadece kendini düşünmek değil, başkalarını da düşünmek ve kardeşçe paylaşmaktır...
"Alıntı"

ali70 14 Şubat 2015 10:24

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Eldiven

Genç kız istasyonda trene yetişmek için koşuyordu. Sonunda trene binebildi. Yerine geçip oturduğunda eldiveninin bir tekini düşürmüş olduğunu fark etti. Ama ne yazık ki tren hareket etti.

Artık geri dönüp eldivenin tekini alma imkanı kalmamıştı. Hemen pencereyi açıp, elindeki eldivenin diğer tekini istasyona doğru fırlattı. Oradaki birisi bunun sebebini sordu. Genç kız cevap verdi:

- Eldivenin diğer tekini almama imkan yoktu. Ben de elimdekini istasyona fırlattım ki, önceki tekini bulan kişi, bunu da bulsun ve bir çift eldiveni olsun. Benim işime yaramıyorsa da bari başkasının işine yarasın istedim...

ali70 15 Şubat 2015 10:55

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Kul Rabbini imtihan etmez...

Bir keresinde şeytan Hz. Ali'ye(ra) dedi ki:
- Madem bu kadar Rabbine tevekkülle bağlısın. Hadi bakalım şu köprüden atla da Allah seni kurtarsın.

Hz. Ali'nin cevabı muhteşemdi:
- Ey iblis. Kul Rabbini imtihan etmez...

su damlası 21 Şubat 2015 21:50

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Bir saniye dahi boşa gitmemeli

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Küçükken babam beni bisikletinin önüne oturtur dükkanına götürürdü.

Bir pedal çevirirken “La ilahe illallah” diğer pedalı çevirirken de “Muhammedürrasulullah” derdi.

Tahta sandıklara malları bir bir koyarken kelime-i şahadet getirir,

çekiçle çivileri çakarken de, her birinde “Allah” derdi.

Eve dönünce bakla, bezelye ya da barbunya ayıklanacaksa başına geçer her bir barbunya açışında bir ihlas okurdu.

Sıra zeytin çizme işine gelince de tüm kardeşler oturur her zeytine bir tevhit mırıldanırdık.

Görenler “Yine zeytin ayini başlamış.” derlerdi.

Kutlu bir zikir halkası içinde kilolarca yeşil zeytini nasıl bitirdiğimizi anlayamazdık.

Dahası var. Babam her sabah olgunlaşan zeytinlerden 36 tane yer;

33 tanesinin çekirdeğiyle tabağına tesbih şekli yapar, diğer 3 taneyi de imame olarak şeklin başına yerleştirirdi.

Ve her daim şöyle derdi:

“Müslüman tükürürse sel değirmeni, üfürürse yel değirmeni döndürmeli.

Bir saniyesi dahi boşa gitmemeli, hayatında hiç vakit israfı yapmamalı…”

ali70 22 Şubat 2015 13:26

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Alıntı:

su damlası Üyemizden Alıntı (Mesaj 373793)
“Müslüman tükürürse sel değirmeni, üfürürse yel değirmeni döndürmeli.



Bir saniyesi dahi boşa gitmemeli, hayatında hiç vakit israfı yapmamalı…”

ArO* İnşallah...

EyMeN&TaLhA 06 Mart 2015 20:25

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
DEVELERİMİ KALBİME BAĞLAMAM


Biri İmam-ı Azam'a gelerek:

"Ey İmam, ben namazlarımı huşu içerisinde kılamıyorum. Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz. Peki siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşu içerinde nasıl yapıyorsunuz?" diye sormuş.

İmam-ı Azam Ebu Hanife şöyle cevap vermişler:

"Ben develerimi kalbime bağlamam ki, ahıra bağlarım..."

su damlası 07 Mart 2015 20:05

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Kum ve Taş

Bir hikayede iki arkadaşın çölde yürüdügünü anlatir. Yolculuğun bir noktasinda bir münakaşa olur ve biri digerine tokat atar. Tokadi yiyenin cani acir ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar:

"BUGÜN EN IYI ARKADAŞIM BENI TOKATLADI" .

Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadi yiyen batakliga saplanir ve bogulmaya başlar ama arkadaşi kurtarir. Yari bogulmadan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:

"BUGÜN EN IYI ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI".

Tokadi atan ve hayat kurtaran sorar:
"Canini acittigimda kuma yazdin neden şimdi taşa?"

Digeri cevaplar: "Birisi canimizi yaktiginda kuma yazmaliyiz ki bagişlama rüzgari silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazimaliyiz ki hiç bir rüzgar silemesin.

ACILARINIZI KUMA VE IYILIKLERI TAŞA YAZMAYI ÖGRENIN".
Özel bir kimseyi bulmak bir dakika alir ve unutmak ise bir ömrü.

su damlası 10 Mart 2015 21:37

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
”Eğer o kazada ölseydim”

Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu:

-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur! muş. Bugün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?

-Tamam bey, bitti işte.

Adam açık mavi gömleği hışımla aldı;

-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.

Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;

-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.

-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldin’ demeliyim.

Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari”.. Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.

-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.

Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi

-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti.Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.

-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Gözyaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi. Hanımı zorlukla sordu;

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?

-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim”

O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.

NE ZAMAN ÖLECEĞİMİZİ, BAŞIMIZA NE GELECEĞİNİ HİÇBİR ZAMAN BİLEMEYİZ. BU YÜZDEN SEVDİĞİNİZ İNSANLARLA AYRILIRKEN HEP GÜZEL HATIRLANACAĞINIZ BİR ŞEKİLDE VEDALAŞIN. BAZI ŞEYLERİN TELAFİSİNİ ETMEK İÇİN FIRSATINIZ OLMAYABİLİR BİR DAHA…
"Alıntı"

EyMeN&TaLhA 19 Mart 2015 08:10

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Fazla Yükle Gidersem, Onlara Erişemem!


HZ. ÖMER (r.a.)


Hz. Ömer (ra) hilafete geçtiği zaman:

“Ey nas! Ben hakdan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sormuştu. Ahaliden biri:

“Ya Ömer! Sen eğrilir, hakdan inhiraf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz!” cevabını verince Hz. Ömer (ra):

“Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış!” diyerek şükretti ve sevindi.

Yine Hz. Ömer, bilindiği üzere hilafeti esnasında maddi sıkıntı içinde idi. Zor geçiniyordu. Halbuki hazine ganimetlerle dolmuş durumdaydı.

Ashabdan bazı ileri gelenler, Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’ya, babasının hazineden geçinecek kadar bir tahsîsaat almasını teklif etmesini telkin ettiler. Hz. Peygamber’in zevcesi olan Hz. Hafsa da babasına bu teklifi yapınca, Halife Hz. Ömer (ra) kızına:

“Kızım sen Hz. Peygamber’in zevcesiydin. Bana söyler misin, Hz. Resulullah’ın yemede içmede hali nasıldı? diye sordu.

“Kifayet mikdarı idi.” cevabını alınca Hz. Ömer (ra) sözüne devam etti.

“İki arkadaşım (Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir) ve ben, üçümüzün hali, aynı yolda giden üç yolcuya benzer. Biri (Hz. Peygamber) makamına vardı. Diğeri (Hz. Ebubekir), aynı yolda giderek birinciye erişti. Üçüncüsü (ben) de arkalarından onlara ulaşmak isterim. Fazla yükle gidersem, onlara erişemem!…” buyurdu.

O, fetihlerin çokluğuna, hazinenin zenginliğine bakmayarak; yaşadığı müddetçe, yeter dereceden fazla hiç bir şey kabul etmemişti. Ve hiç bir zaman dünya servetine tenezzül etmedi. Vefat ederken de borçlu idi.

su damlası 21 Mart 2015 20:25

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Sana taksim olan kısmet gelir arayı arayı''

Eski zamanlarda, Semerkand’da bir semerci ustası, oğluyla beraber hem semer yapar, hem de eskiyen semerleri tamir eder, baba-oğul hayatlarını böylece devam ettirir giderlermiş.
Semerci ustası, mesleğinin alametlerinden olacak ki; çalışırken üzerinde oturduğu koltuğunu da semerden yapmış.
Bu semerin gizli bir bölmesini de para kasası olarak kullanmaktaymış. Fakat semerde kasa olduğunu oğlu bile bilmezmiş.
Gel zaman git zaman, çalışılır kazanılır, paralar bu kasada biriktirilirmiş. Olacak bu ya, baba tüccarın bir aylığına Semerkand’dan ayrılması icap etmiş. Depodaki semerleri ve dükkânı oğluna emanet etmiş baba tüccar. Seyahate çıkmadan önce de oğluna, kendi kullandığı semerin asla satılmamasını sıkı sıkı tembihlemiş. Babası yokken oğul, babasının tembihlediği semerin haricindeki bütün semerleri satmış.
Fakat bir akşam, yolcunun biri gelmiş ve semer almak istemiş. Adamın ısrarlarına dayanamayan oğul, biraz da kâr ederim düşüncesiyle 10 akçe olan semeri 30 akçeye satıvermiş.
Baba tüccar seyahatten döndüğünde semerden yapma koltuğunun olmadığını görünce koltuğunun nerede olduğunu sormuş. Oğul, satmak zorunda kaldığını ama üç katı kâr ettiğini heyecanla söyleyince babası şaşkına dönmüş.
Kimseye bir şey söylemese de için için yanmaya başlayan baba, işi gücü bırakmış… Semerkand, Buhara, gezmedik yer, uğramadık han bırakmamış; ama ne çare ki semerini bulamamış. Tüccarın kaç ay, kaç yıl gezdiği bilinmez. Ama yorulduğu belli ki şu beyit dökülmüş dilinden:

''Dizimde kalmadı takat nasip arayı arayı
Dolandırdı bizi kısmet, Semerkand’ı Buhara’yı''

Semeri bulamayacağına kanaat getiren baba eve dönerek işe koyulmuş. Semer satmaya ve tamir etmeye devam etmiş. Gel zaman git zaman, bir semer eskitecek kadar vakit geçmiş…
Bir gün, bir adam semer tamir ettirmek için dükkâna gelmiş. Tüccar, yıllar önce kaybettiği semerini tanımış; ama hiç belli etmemiş. Semer sahibine “Bu semer çok eskimiş, ben size yeni bir semer vereyim; bu bende kalsın” deyip semeri geri almak istemiş. Bu duruma çok sevinen semer sahibi, yeni semeri alıp gitmiş. Hemen semerini kontrol eden tüccar, parasını yerinde görünce sevinmiş ve şu beyti mırıldanmış:

''Ne lazımdır sana gezmek Semerkand’ı Buhara’yı
Sana taksim olan kısmet gelir arayı arayı''
"Alıntı"

su damlası 27 Mart 2015 20:03

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Ateşi kalpten, nuru akıldan bir sevgi…

Bir küçük çocuk, annesi nakış işlerken dizlerinin dibinde oturup onu seyretmeyi çok severdi. Bir keresinde aşağıdan annesine doğru bakıp sordu:

“Anneciğim, ne yapıyorsun?”

Annesi, tatlı ve şefkatli bir sesle cevap verdi:

“Nakış işliyorum yavrum. Bu kasnaktaki kumaşın üstüne güzel desenler işlemeye çalışıyorum.”

Küçük çocuk: “Ama yaptığın şey, hiç güzel görünmüyor, karmakarışık…”

Gerçekten de çocuğun baktığı yerden, annesinin elinde tuttuğu kasnağın altındaki ipler, birbirine giriyor, kasnağın üstünde görülen sanatlı işlemelerden ise hiçbir eser görünmüyordu. Çocuğun bu sözüne annesi gülümseyerek:

“Hadi sen git, biraz oyna,” dedi. “Nakışımı bitirdiğimde seni dizime oturturum, o zaman o nakışa benim yakınımdan bakar ve ne olduğunu anlarsın.”

Çocuk oynarken, annesinin parlak renkli ipliklerin yanında, o kapkara iplikleri neden kullandığını merak etmekten kendisini bir türlü alamadı. Biraz sonra annesinin sesi duyuldu:

“Gel kızım, yanıma otur da, birlikte bakalım bu nakışa.”

Annesi gibi kasnağa üst taraftan bakan çocuk, şaşkınlıktan ve hayranlıktan ne diyeceğini bilemedi. Kasnağın üstünde harikulade bir çiçek resminin nakşedildiğini gördü. Peki ama bu büyük farklılığın sebebi neydi? Alttan bakınca karmakarışık, üstten bakınca harika nakışlar. Nasıl böyle olabiliyordu? Annesi onun bu merakını şu sözleriyle giderdi:

“Yavrum, alttan bakıldığında nakış karışık ve anlaşılmaz görünüyordu. Çünkü sen nakşın üst tarafına daha önceden çizili bir plan olduğunu göremiyordun. Bu benim yaptığım bir dizayndı. O çiçeği işlemek için, benim bu çizimi ve planı takip etmem gerekiyordu. Şimdi benim tarafımdan baktığında ise, ne yaptığımı daha iyi görebiliyorsun.”

Küçük kız yıllar geçip büyüdüğünde, başına gelen her iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin olaylar karşısında, hep bu yaşadığı olayı hatırladı. Hayatının bir nakış gibi, ilahî bir kudret eli tarafından dantel dantel işlendiğini, kendisine karışık, anlamsız, kötü gibi görünen olayların, aslında ilahî bir planın nakışları olduğunu, ortaya çıkacak bütünün ve kompozisyonun hârikulade bir resim teşkil edeceğini hissederek hâlinden pek de şikâyetçi olmadı.

Evet; “Güzelin güzelliğini artıran, çirkinin çirkinliğidir,” diyor Bediüzzaman. Kâinattaki kader imtihanında, çirkinin de şerrin de özel bir yeri vardır. İyiliğin ve güzelliğin dereceleri, mertebeleri onlarla bilinir. Şeytan ve nefsimiz bu duruma itiraz ettiğinde, mutlak kudret, cemâl, kemâl sahibi olan Allah’ımızla aramıza girmeye kalktığı zaman, “Rabbimizle aramızdan çık, çekil ve yıkıl.. Gölge etme, başka birşey istemem” deyip onu uzaklaştırmalıyız.

Ve İbrahim Hakkı gibi:

“Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif ânı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler”

demeliyiz. Kaderin her şeyi güzeldir bilmeliyiz. Ama irademizle çirkinleştirdiğimiz, günahlarımızla lekelediğimiz şeyler müstesna…
Kader Allah’ı tanıtır, Allah’ı bildirir ve bize Allah’ı sevdirir. Ateşini kalpten, nurunu akıldan alan bir sevgiyle sevilirse Allah (c.c.), o zaman kaderin sırrı ve güzelliği daha iyi anlaşılacaktır inşallah.

Selim Gündüzalp

su damlası 04 Nisan 2015 21:56

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
"Sen de dedem gibi ölecek misin, anneanne?"

"Sen de dedem gibi ölecek misin, anneanne?" sözleri hasta odasında yoğun sessizlik yaşanmasına neden olmuştu. Geçirdiği ameliyatlardan sonra pek toparlayamamış yaşlı bayan hastamızı ilkokula yeni başlamış torunu ve kızı ziyarete gelmişti. Küçük çocukları hasta ziyaretine kabul etmememiz başlangıçta sorun yaratmış, kısa süreli ziyaret için izin koparmışlardı.
Hasta odasında ana kız konuşup dertleşirken torun araya girip sormuştu o can sıkıcı soruyu.
Kafamı eğip elimdeki dosya ile ilgileniyormuş gibi yaptım. Hastamız torununu yatağın kenarına oturttu. Ellerini tutarak
"Şimdi değil, iyileşip eve döneceğim, merak etme. Hemen ölmeyeceğim.
Ama er veya geç hepimiz öleceğiz" dedi.
Torun yanıttan pek tatmin olmuş gibi değildi.
- Ama bu haksızlık, anneanne. Ölünce onları bir daha göremiyoruz.
Dedemi çok özledim ben.
-Merak etme, insanlar ölünce görünmez olurlar ama hepten yok olmazlar.
Torun bir süre anneannesinin boynundaki kolye ile oynayarak düşündü.
Sonra "Peki insanlar ne oluyor, ölünce" diye sordu. Anneanne önce bana, sonra kızına baktı.
Torununun saçını okşayarak;
-Bir şekilde aramızda oluyorlar, ölenler. Kimi bir renk, kimi tat veya koku kimi de dokunuş olup geri geliyorlar. Mesela rahmetli annemin yaptığı puf böreğini hiç unutmadım. Nerede o kokuyu veya tadı bulsam annemin orada yanımda olduğunu bilirim. Dedeni ise saçlarımdaki dokunuş ile hatırlarım.
Nerede bir rüzgâr saçlarımı okşasa dedenin yanımda olduğunu düşünür, sevinirim.
-Peki, sen ölünce ne olup geleceksin, anneanne?
-Onu sen bileceksin. Beni nasıl hatırlamak istersen o şekilde geleceğim yanına.
Ziyaret kısa sürmüştü. Onlar odadan çıktıktan sonra hastamız, torununu çok özlemiş olduğunu belirterek ziyarete engel olmadığımız için teşekkür etti.
-Bu küçük torunumu büyüğünden daha çok seviyorum, doktor bey.
-Torunlarınız arasında ayırım yapmamanız gerekmez mi?
-Haklısınız ama böyle olmasında biraz kızımın da kabahati var. İlk çocuğunu çabuk büyütmeye çabaladı. Kendince başardı da. Ama hepimizden uzak soğuk, ağır biri oldu çıktı, büyük torunum. Şimdi hepimiz yakınıyoruz ama iş işten geçti.
-Neden böyle oldu?
-Ne yazık ki, kızım da diğerleri gibi zamane annelerinden oldu. Çocuğunu en iyi şartlarda, en iyi okullarda en iyi eğitim ile yetiştireceğim diye tutturdu. Çocuğun almadığı ders kalmadı neredeyse. Bale, piyano, tenis, yüzme dersleri yetmedi kolejlerde okuttu. Onunla birlikte ders çalışıp sınavlara birlikte girdi sanki. Şimdi adı sanı duyulmuş kolejlerden birinde okuyor. Ama hepimizden uzaklaştı. Derslerinden başka oyun bilmeyen soğuk ağır biri oldu.
Bir süre sustu, soluklandı. Elimi tutup yatağında doğruldu.
Yastıklarını düzelttim.
-Zamane anneleri böyle oluyor, işte. Çocuk yetiştirmeyi yemek yapmak sanıyorlar. Parayı bastırıp en donanımlı mutfakta en iyi malzemeleri kullanırsa yemeğin mükemmel olacağını hayal ediyor, ortaya çıkan yemeğe bakıp neden lezzetli olmadığını soruyor, kabahati mutfakta veya malzemede arıyorlar. Kendilerine hiç kabahat bulmuyorlar. Hâlbuki elinin emeği, sabrı, özeni olmadıkça lezzeti yakalayamazsın. Hele bir sarma sarsınlar da göreyim ben onları. Bu kez de "o kadar emek verdim, kimseye yedirtmem" diye tutturur bunlar. Sanki analarından böyle gördüler.
Hayat kolaylaşıp hızlandıkça her şeyin aynı kolaylıkla yapılacağını sanıyor bu zamane anneleri. Çocuklarını da çabuk büyütmeye uğraşıyorlar. Onları hızlı yaşlandırdıklarının farkında bile değiller.
-Yani?
-Çocuk bu, yetiştiği ortamdaki insanlara anne babasına benzeyecek elbet.
Çocuk onlara benzemeye başladıkça anneler kendi beğenmediği yönlerini çocuklarında görüp kızıyor, nerede hata yaptıklarını bulmaya çabalıyorlar.
İkinci çocukta ise o ilk heves kalmıyor da öyle kurtarıyor onlar kendilerini.
Boğazı kurumuştu. Bir yudum su içip eskiden ailelerin ilk çocuklarının ağabey ve abla ağırlığı ile yetiştirildiğini ilk çocukların aileyi iyi yansıtma görevi olduğu için daha değerli olduğunu ama artık devrin değiştiğini ailelerin kendilerini değil de hayallerini çocuklarına yüklediğini ilk çocuktan sonra gelenlerin ise daha özgür olgunlaşıp aileye daha çok benzediğini anlattı.
Birkaç gün sonra hastamızın başucunda suluboya bir resim vardı. Mavi gökyüzünde sapsarı güneş ve bir de uçurtma uçuran kız çocuğu vardı, resimde. Hastamız resim ile ilgilendiğimi görünce okumakta olduğu gazetesinden kafasını kaldırıp;
-Torunum benim için yapmış bu resmi, doktor bey. Resimdeki kız kendisiymiş. Karar vermiş, ben ölünce resimdeki gökyüzünün mavisi olacakmışım, onun için. Gökyüzüne her baktığında benim yanında olduğumu bilecekmiş, böylelikle. Bu sımsıcak güneş ise dedesiymiş.
Gözleri dolmuştu. Birkaç damla yaş süzüldü gözlerinden. "Torunumun gözünde gökyüzünün mavisi olacakmışım, dedesi de hepimizi ısıtan güneş. Daha ne olsun?" dedi.
Öğle arasında bahçeye çıktım. Yağan yağmurun ardından masmavi gökyüzünde açan güneş, sıcaklığını iyice hissettiriyor, ağaçlar sonbahara hazırlanıyordu.
Hatırlanma şeklinizi, karşınızdakiler değil, sizin yaşamda bıraktığınız izler belirleyecek....

"Alıntı"

Allahın kulu_ 09 Nisan 2015 11:10

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Alesem 16 Nisan 2015 09:13

Kıssadan Hisse..!
 
Bir asker, namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere sordu:
-Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup her gün 5 defa namaz kılıyorsun??
Namaz kılan asker tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:
-Şu insan; niçin yanından geçerken toplanıyor selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. ‘yat’ dese yatıyor ‘kalk’ dese kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı iki eli ve bir başı olan bir insan değil mi?’
Diğer asker cevap verdi:
-’Evet! O da benim gibi bir insan ama rütbesi var omuzun da yıldızı var…’
Namaz kılan askerin cevabı müthişti:
-’Ey arkadaş! Sen omuzunda bir tane yıldızı var diye, senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren bir zat’a niçin itaat etmeyeyim?
Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim ?

su damlası 27 Ağustos 2015 17:07

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Örümcek Ağı Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı. Melek adama şöyle seslendi: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptıysan buraya girmeyeceksin. " Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştı. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmişti. Heyecan içinde o Günü meleğe anlattı. Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı. Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü. "Yazık" dedi melek. "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü. O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer, ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin."
"Alıntı"

Hâdimul İslam 28 Eylül 2015 20:05

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 



SEVMEKLE HOŞLANMAK ARASINDAKİ FARK

Bilgeye sormuşlar,

“Hoşlanmak” ile “Sevmek” arasındaki fark nedir?

Bilge cevap vermiş:

“Eğer bir çiçekten hoşlanırsanız, onu kökünden/dalından koparırsınız. Eğer bir çiçeği severseniz, onu her gün/düzenli olarak sularsınız.”

su damlası 08 Ekim 2015 20:38

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

20 Kuruş Deyip Geçme!! Londra'daki camii'ye yeni bir imam gönderilmiş. Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı şoföre rastlıyormuş. Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine 20 kuruşu geri versem mi şöföre diye düşünüyormuş. Ama içinden bir ses diyormuş ki çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz. Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, Allah'tan gelen bir hediye gibi. İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki: Paranın üstünü fazla verdiniz. Şöför gülümsemiş ve demiş ki: Siz caminin yeni imamısınız değil mi..? Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum. İslamı öğrenmek için. Bu yüzden bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim. İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş. Yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış. Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki: Allah'ım az daha İslam'ı 20 kuruşa satıyordum..!
"Alıntı"

su damlası 16 Ekim 2015 20:05

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hz Süleyman (a.s) huzuruna girip selam veren baykuşa sormuş.

- Ey Baykuş! Evlere konunca niçin uzun uzun ötersin?
- İnsanoğlu bu kadar ağır imtihanla karşı karşıya iken nasıl rahat uyur? demek isterim. Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın? İnsanoğlunun birbirlerine olan zulümlerinden dolayı..

... - Feryâdında ne dersin?
- Ey gâfiller!
Yolculuk var.
Hazırlıkta bulunun derim.

Hz. Süleyman (a.s) şöyle buyurmuş;
- İnsana böyle yol gösteren başka bir kuş yoktur.
Neden insanoğlu onu uğursuz sayar, anlamadım..

nurşen35 27 Ekim 2015 00:31

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı.
Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?
-Tamam bey, bitti işte.
Adam açık mavi gömleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.
Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldin’ demeliyim.
Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”
Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.
Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.
Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!
Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.
Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.
-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?
Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.
Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.
-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?
Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı.
Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;
-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?
-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…
O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.
-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.

*"Ne kadar yaşayabileceğini biliyor musun ? O halde sarıl sevdiğine son nefesin gibi"

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]







Alıntı...




su damlası 12 Aralık 2015 20:03

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Toplam 1 Eklenti bulunuyor.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: …
’Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?’diye.
‘Bakın göstereyim’ demiş ermiş.Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş ‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’ diye bir de şart koymuş. ‘Peki’ demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.Bunun üzerine ‘ Şimdi…’ demiş ermiş.‘Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. ‘ Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. ‘İşte’ demiş ermiş.‘Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.Şunu da unutmayın:
Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman …


Alıntı

nurşen35 12Haziran 2016 14:45

Toplam 1 Eklenti bulunuyor.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

nurşen35 12 Temmuz 2016 11:25

Toplam 1 Eklenti bulunuyor.
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Dervişin birinin yolu bir gün bir köye uğrar. Köylüler fakirdir onu misafir etmesi için Şakir isminde birinin çiftliğine gönderirler. Derviş yola koyulur. Yolda rastladığı bir kaç köylü ona, Şakir'in köyün zenginlerinden birisi olduğunu Halid adında bir başka zengin daha bulunduğunu anlatırlar.

Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Şakir hem misafirperver hem de gönlü geniş bir insandır... Dervişi kaldığı sürece memnun eder. Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir'e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret." der. Şakir ise: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." diye cevap verir.

Birkaç yıl sonra, Derviş'in yolu yine aynı taraflara düşer. Şakir'i hatırlar ve yanına uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir'in iyice fakir düşüp şimdilerde Halid'in yanında çalıştığını öğrenir. Derviş Halid'in çiftliğine gider, Şakir'i bulur, üstünde eski püskü giysiler vardır. Meğer oralarda vukuu bulan bir sel felâketinde Şakir'in bütün malı mülkü telef olmuştur. Ailesini geçindirmek için, toprakları selden zarar görmeyen Halid'in yanında çalışmaktadır. Şakir, bu kez Derviş'i son derece fakir olan evinde misafir eder. Bir lokma ekmeğini onunla paylaşır...
Derviş, vedalaşırken Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler. Şakir: "Üzülme... Ya Hû, bu da geçer..." der.

Derviş'in yedi yıl sonra yolu yine o yöreye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Halid birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün mirasını en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, artık Halid'in konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir'i arar. Köylüler ona bir tepeyi işaret ederler. Meğer tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında da: "Bu da geçer." yazılıdır. Derviş, "Ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş ve tepeyi sıyırmış, Şakir'in mezarından geriye bir iz dahi kalmamıştır...

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş'i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve sonra yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Orada: "Bu da geçer Ya Hû !!!" yazmaktadır.






Alıntı

Hâdimul İslam 24 Şubat 2017 09:02

Yoğurtçunun sesi duyulur. Hemen karısına seslenir, "Hanım kap getir yoğurt alalım." Yenge mutfaktan seslenir:

"Yoğurt var. İhtiyacımız yok."

"Bizim ihtiyacımız yok belki ama belli ki yoğurtçunun var. Sabahtan beri bu soğukta üçüncü geçişi."

İyi insan olmak başkadır. Ama insanlara iyiliğinizin dokunması daha bir başkadır.


SAAT: 09:31

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320