Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Sorularla Esmaül Hüsna

Konu Kimliği: Konu Sahibi Verda_Naz,Açılış Tarihi:  09 Nisan 2008 (19:57), Konuya Son Cevap : 28 Ocak 2023 (17:40). Konuya 71 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı3Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 14 Temmuz 2008, 00:22   Mesaj No:41
Medineweb Üyesi
YOLCUYUM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YOLCUYUM isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1568
Üyelik T.: 28 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 147
Konular: 39
Beğenildi:5
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esmaül Hüsna Ve Sırları

Mâlikü’l Mülk 84 : Mülkün genişlemesi ve rızkın bol olması için 212 kere okunur. Bu İsm-i Şerifin zikrine devam eden kimseye ALLAH c.c zenginlik verir.

Zü’l Celâli Ve’l İkrâm 85 : Dünya işlerinin kolay olması, hayır kapılarının açılması ve şer kapılarının kapanması için 1100 kere okunur.
‘’ Mâlikel mülki zilcelâli vel ikram’’ hergün 333 defa okunursa dünya ona bağlanır.

Muksıt 86 : Gadap , hiddet ve kızgınlığı söndürmek, hakk ve adaletin ortaya çıkması ve düşmanların şerrinden korunmak için 209 kere okunur.
Bu İsm-i Şerife devam edenin ibadetlerinde vesvesesi sona erer.

Câmi’u 87 : Kayıp bir eşyayı bulmak ve iki kişinin arasında sevgi birlik ve beraberliğin temini için 114 kere okunur.
Bu İsm-i Şerifin zikrine devam eden meşru maksatlarına ulaşır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Temmuz 2008, 00:22   Mesaj No:42
Medineweb Üyesi
YOLCUYUM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YOLCUYUM isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1568
Üyelik T.: 28 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 147
Konular: 39
Beğenildi:5
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esmaül Hüsna Ve Sırları

Ganiyyü 88 : Mahlukata muhtaç olmamak, ticaretin iyi olması zengin olmak için 1060 defa okunur. Hastalık ve bela üzerine okunduğunda hastalık ve bela gider. Bir kimse okusa ve eliyle bütün azalarını sıvazlasa bela ondan uzaklaşır.

Muğniy 89 : Rızkın bol, maişetinin geniş ve kalbinin kanaat ile dolması için 1100 kere okunur.

Mâni’u 90 : Bütün korkularından emin olmak için 161 kere okunur.Uyumadan önce okunursa hanımı ile kocası arasındaki öfke gider.

Dârru 91 : Zalimlerin maddeten ve manen zarara uğraması için 1001 kere okunur. Bu ismi şerifin zikrine her Cuma gecesi 100 kere okumaya devam eden kimsenin vücudu afiyette olur, kavmine yakın olur.

Nâfi’u 92 : Maddi ve manevi hastalıklardan şifa bulmak için 201 kere okunur.Bu İsm-i Şerifin zikrine her Cuma gecesi 100 kere okumaya devam eden kimsenin vücudu afiyette olur, kavmine yakın olur.

Bâkî 96 : Ömrünün sıhhatli, hayırlı ve uzun ,mülkün ve işin daimi olması için 113 kere okunur.1000 kere okuyan zarar ve üzüntüden kurtulur.100 kere okuyanın amelleri makbul olur.

Vârisü 97 : Mal, mülk, vakar ve itibar sahibi olmak için 707 kere okunur.
Sıkıntısı olan akşam ile yatsı arasında 1000 kere okursa sıkıntısı gider. Güneş doğmadan önce 100 kere okunursa hayatta ve öldükten sonra cesedine hiçbirşey zarar vermez.


Sabûr 99 : Başladığı işi zevkle bitirebilmek, acizlikten kurtulmak, musibet ve bela zamanı dayanabilme gücünün kendisine verilmesi için 298 kere okunur. Güneş doğmadan önce 100 kere zikreden kimseye meşakkat isabet etmez ve sebatkâr olur .
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:19   Mesaj No:43
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna





"Varlığı zâtından olup, uluhiyete mahsus-selbî ve sübutî-bütün kemâl sıfatlara sahip bulunan."

"Bütün kemâl sıfatlara sahip ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh Vacibü'l-Vücud."

"ALLAH odur ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O'nundur." [Tâ-Hâ: 20/ 8.]

'Lafza-i celâl, Zât-i Akdes'e delalet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemâliyeyi istilzam eder..." İşarat-ül İ'caz

ALLAH ismi, bütün ilâhî isimleri camidir, yani hepsini içine alır."Bütün isimler ALLAH'ın isimleridir," denilir, ama 'ALLAH, Rahmân'ınismidir, Rahîm'in ismidir...' denilmez.

Bütün isimleri içine alan ism-i âzamın hangi isim olduğu hakkında kesinbilgi bulunmamakla birlikte, İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu bumübarek ismin, ism-i âzam olabileceğini söylemişlerdir. Bunun için, birkul 'ALLAH' dediği zaman bütün ilâhî isimleri ve sıfatları birden yâdetmiş olur.

"Lâ ilahe illALLAH" kelamı, esmâ-i hüsnanın adedince kelamları tazammunediyor... "Lâ Halika illALLAH," "Lâ Fâtıra, Lâ Razıka, Lâ KayyûmeillALLAH" gibi... [Mesnevi-i Nuriye.]

Rahman, Rahîm, Rezzak, Gaffar gibi 'cemâlî isimler' ruhumuzda şükür vesena mânâlarını canlandırırken, Ehad, Samed, Kayyûm, Kadîm, Baki gibi'kemâli isimler' kalbimizi hayret ve takdir hisleriyle dolduracak,Kahhâr, Cebbar, Kadîr, Muntakim gibi 'celâlî isimler' ise bizenoksanlığımızı, aczimizi, fakrımızı hatırlatarak nefsimize takvaşuurunu kazandıracaktır.

ALLAH ismi, bütün esmâ-i hüsna gibi, bütün kemâl sıfatları da camidir.

ALLAH diyen bir kul, bütün ilâhî sıfatları ve bütün esmâ-i hüsnayıbirden zikrettiğini bilerek, kendisini ilâhî isimlerin en parlaktecellisi ve ilâhî sıfatlardan haber veren bir hilkat mucizesi olarakyaratan Rabbine sonsuz hamd ve sena eder.

Lafza-i Celâl denilen bu ism-i âzamı okuyan bir mü'min, 'uludiyet'hakikatini düşünür ve ondan 'ubudiyet', yani kulluk hakikatine intikaleder. Bu ise saadetlerin en büyüğüdür.

ER-RAHMÂN / ER-RAHÎM






Rahman: "Dünya hayalında, mü'min-kâfir gözetmeksizin, mahlukatin hepsine merhametle muamele eden."

"Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran."

"Rızıkları ve her türlü iyilikleri ihsan eden."

Rahîm: "Verdiği nimetleri iyi kullananlara daha büyük ve ebedî nimetler veren."

"Ahiret hayatında sadece mü'minlere ihsan ve ikram eden."

'O ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Rahman, Rahîm olan O'dur."
[Haşr: 59/22.]

Her iki mübarek isim de ALLAH'ın sonsuz bir merhamet sahibi olduğunu ifade ederler.

Rahmet ve merhamet; kısaca, 'hayrı irade etmek ve sonsuz ihsan ve ikramda bulunmak' mânâsına gelir.

Merhamet için yapılan şu tarif çok güzeldir:

"Merhamet; acıları, afetleri, sıkıntıları gidererek yerlerine hayrı, sürür ve saadeti ikame etme duygusudur."





Rahman ismi,'insan-hayvan, mü'min-kâfir farkı gözetmeksizin her canlının her türlürızkını veren ve onları koruyup gözeten" mânâsına gelir.

Rahîm ise, "iradesini doğru kullanan kullarına iman, ibadet, hidayetsaadetini kazandıran ve onlara ebedî Cennetler hazırlayan" demektir.

Rahman ismi, ilk yaratılışa bakar. Nitekim, Cenâb-ı Hak, yarattığı hervarlığı, onların iradeleri dışında nice ihsanlara mazhar kılar.

Rahîm ismi ise, daha çok, ikinci yaratılışa bakar ve iradelerini hayra,doğruya, güzele yönlendiren bahtiyar kullar için, ikinci yaratılışta,sonsuz lütuflar, nimetler, ikramlar verileceği müjdesini taşır.

Demek oluyor ki, Rahmâniyetin tecellisinde 'cebir', yani mahlukun iradesi dışında bir ikram ve ihsanda bulunma sözkonusudur.

Rahîmiyetin tecellisinde ise insanın cüz'î iradesini doğru kullanması şartı vardır.

Rahman hem isimdir hem de sıfat, Rahîm ise sadece sıfattır. Bundandolayı, Rahman ismi başkalarına nîsbet edilmez., ama Rahîm ismi nisbetedilebilir.

Diğer taraftan, 'ALLAH, dünyanın Rahmanı, ahiretin Rahîmidir'buyrularak, Rahman sıfatının ezel ile, Rahîm sıfatının ise ebediyetleilgili olduğuna dikkat çekilir.

Kur'ân-ı Kerîm'de Rahîm ismi, daha çok Gafur ismiyle birliktekullanılmış, böylece en büyük rahmetin mağfiret olduğuna dikkatçekilmiştir. Şu halde mağfiret, Rahîm isminin en güzel birtecellisiçdir.

Rahman ismi dünyada nail olduğumuz nice nimetlere, Rahîm ismi iseahirette kavuşmaya namzet olduğumuz ebedî saadetlere nazarımızıçevirir.

"Güçsüzlere merhamet edene, Rahman olan ALLAH da merhamet eder." [Hadis-i Şerif.]

Nur Külliyatında, şefkatin 'Rahîm ismine isal’ ettiği beyan edilerek şu noktaya önemle dikkat çekilir:

"Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan;elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-âlemîn Zât'ın(a.s.m.)'mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir." [KastamonuLahikası.]

Rahman ve Rahîm olan ALLAH'ın, kâinatı ve içindeki eşyayı hizmetinevermekle merhametine mazhar kıldığı bir kulunu, küfür ve isyanısebebiyle Cehennemine atmasına acımak ruh ve kalbin hastalığından ilerigelir. Zira, sıhhatli bir kalb ve müstakim bir akıl çok iyi bilir ki:

"ALLAH'ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. ALLAH'ın gadabından fazla gadab edilmez." [Sözler.]

Biz Cehennem azabına uğramayı hak etmiş insanlara yersiz şefkatgöstereceğimize, onları bu noktaya gelmeden önce yakalamanın vekendilerine yardımcı olmanın yollarını aramak durumundayız.

İnsan, fakirleri doyurmak ve güçsüzlere yardım etmekle Rahman isminden;yanlış yolda gidenlere acıyıp şefkat etmek ve onları iman ve hidayetyoluna davet etmekle de Rahîm isminden feyiz alır

EL-MELİK


]

"Bütün varlıkların sahibi, tek hükümdarı."

"Bütün âlemlerin mutlak ve tek sultanı."

“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım; insanların melikine, insanların (gerçek) ilâhına..." [Nâs: 114/1-3.]

Nur Külliyatında bir terkip geçer: Saltanat-ı Rububiyet. Bu ifade bize,bütün âlemlerde her ne varsa hepsinin ilâhî terbiyeden geçtiğini dersverir. İşte bu terbiye, bir 'rububiyet saltanatı' dır.

ALLAH'ın, bütün mahluklar üzerindeki bir diğer saltanatı da 'hâlikiyetsaltanatı' dır. Zira, her şeyin zâtı ve sıfatları, O'nun yaratmasıylavücut bulmuşlardır. O ise zâtı ve sıfatlarıyla hiçbir şeye muhtaçolmayan yegâne Melik'tir. Bu saltanata ortak olacak bir başka melikdüşünülemez.

ALLAH'ın, bütün rızıklananlar üzerinde de bir 'rezzâkîyet saltanatı' vardır.

Keza, bütün hayat sahipleri O'nun ihyasıyla hayat bulur ve bütün vefatedenler O'nun öldürmesiyle bu dünyadan ayrılırlar; bu ise bir 'ihya veimâte saltanatı' dır.

Mâlikiyet, hâkimiyet, kudret, izzet, azamet ve kibriya da ayrı birersaltanattırlar. Bunların her birinin hükmü altında nice mülkler, niceaciz, zelil ve hakir mahluklar vardır.

İnsan o mutlak Melik'e kulluk etmekle, arzın halifesi olma şerefine erer.

İnsan ruhu, bedendeki bütün organlara ve duygulara hükmetmekle Melikismine bir aynadır; ayakları dilediği yöne doğru yürütür, ellereistediği şeyi tutturur. Bu kısa dünya hayatında insanoğlu böylece birimtihan geçirir.

Kul olduğunu idrak ederek o Melik-i Mutlak'ın rızası istikametindeçalışanlar, Cennette nice hizmetçilere efendilik edeceklerdir.
Nefsine köle olmayı hürriyet sayanlar ise, kısa süren bir saltanatımüteakip ölümü tadacaklar ve O mutlak Melik'in huzurunda hesapverdikten sonra, ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.

Melik ismi, her şeyi ALLAH'ın hükmü ve tasarrufu altında bilmemizi dersverir. Bu kâinat ülkesinin yegâne melikinin ALLAH olduğunu ihtar ileO'nun o haşmetli saltanatına isyan etmekten nefsimizi men eder.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:22   Mesaj No:44
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna


EL-KUDDÛS

"Zâtında, sıfatında, fiillerinde, isimlerinde, hükümlerinde her türlü lekeden, eksiklikten çok uzak, pek temiz."

"Her şaibeden münezzeh, çok temiz ve pak olan."

"Göklerdekiler ve yerdekiler, Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan ALLAH'ı tesbih ederler." [Cum'a: 62/1.]

ALLAH, maddeden, değişmekten, tesir altında kalmaktan, acizlikten,yardımcıya muhtaç olmaktan, bilmemekten, gücü yetmemekten, dilediğiniicra edememekten ve her türlü ayıptan çok yüksek, çok uzak olduğu gibi,kendisi hakkında beşer aklının ve hayalinin mahsulü olarak ortayaatılan her türlü sıfattarı, benzetmeden de münezzehtir.

Kuddûs isminin, selbî sıfatlarından 'muhalefet-ün lil havadis' sı;fatına dayandığı ifade edilmiştir.

Kuddûs isminin kâinattaki tecellîsi, sema yüzünden deniz yüzüne,çiçeklerden ormanlara kadar her şeyde mükemmel bir temizliğin hükümsürmesidir.

Nur Külliyatından bir hakikat dersi:

"İsm-i Kuddüs'ün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütünkâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleşti riyor. Beşerin bulaşık elikarışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlikgörünmüyor." [Lem'alar.]

Bu isme karşı kulun vazifesi takdis ve teşbihtir. Takdis, 'ALLAH'ıkemâl sıfatlarla tavsif etmek'; teşbih ise 'noksan sıfatlardan tenzihetmek'tir. Meselâ 'ALLAH her şeye kadirdir' demek takdis; 'ALLAHacizlikten münezzehtir' demek tesbihtir.

Kuddûs ismi, ALLAH'ın bütün noksanlıklardan münezzeh ve mukaddesolduğunu ders vermekle, bizi temiz bir kul olmaya davet ederken, Kuddûsolan ALLAH'ın huzuruna selim bir kalb ve temiz bir bedenle çıkılması gerektiğini de ihtar eder.

"Kötü hasletler, bâtıl itikadlar, günahlar, bid'alar; manevî kirlerden olduklarını unutmamalıyız." [Lem'alar.]

Bir mü'min, şüphe ve tereddütlerden, bâtıl telakkilerden vehurafelerden ayıklanmış tertemiz bir itikada; gösterişten, riyadan vemenfaatten uzak ihlâslı bir ibadete ve her türlü kötü ahlâktan uzak birruha sahip olmak için gayret gösterdiği ölçüde bu mukaddes isimdenfeyiz alır. Bir günah işlediğinde derhal tövbe ederek o lekeyi ruhundansilmeye çalışır.

Kuddûs ismine mazhar olmanın bir yolu da, maddî temizliğe dikkat etmektir.

Buna göre, bir insan maddî temizliğe dikkat ettikçe kâinattaki paklığave temizliğe ayak uydurmuş olur, manevî temizliğine hassasiyetgösterdiği ölçüde de meleklere yaklaşır.

Nur Külliyatından harika bir tespit ile bu bahsi tamamlamak istiyorum:

"O dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücud kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor."
[Şualar.]

Buna göre, Kuddûs isminin azamî bir tecellisi de Cehennemde tahakkuk edecektir.

Mizanda günahları ağır basan mü'minler, bu günahlardan temizlenmeküzere Cehenneme gidecekler ve gerekli azabı tattıktan sonra tertemizolarak Cennete varacaklardır.

Küfür üzere ölenlere gelince, Kuddûs ismi onlarda da bir başka şekildetecelli edecek ve onları imansızlık kirlerinden temizleyecektir. Artıkhepsi Cehenneme ve meleklere inanacaklar ve bu dehşetli azaptankurtulmak için ALLAH'tan medet dileyeceklerlerdir. Ama bu geç kalmıştasdik, onları Cehennemden kurtarmaya yetmeyecektir.



ES-SELÂM

"Zâtı kusurdan, sıfatları noksanlıktan ve fiilleri serden salim olan." [İmam Gazâlî.]

"Mahlukatını her türlü tehlikelerden selâmete erdiren."

"Cennetteki kullarına selâm eden."

“O ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selâm'dır. [Haşr: 59/23.]

ALLAH, Vacib-ül Vücud'dur, yani varlığı kendindendir ve yok olmaktan salimdir.

Kudreti sonsuzdur ve aciz kalmaktan salimdir. Bir başka kudretin, omutlak kudreti sınırlaması, icraatından men etmesi muhaldir.

Keza, ALLAH'ınbütün sıfatları değişikliğe uğramaktan da salimdirler. Yani, onlar içinbir noksanlaşma, bir farklılaşma, kaybolma, yok olma düşünülemez.

Ve ALLAH'ın bütün fiilleri mahlukatını selâmete erdirecek şekildecereyan eder. Bu fiiller, zulümden, aşırılıktan, hikmetsizliktenkısacası bütün noksanlıklardan ve yanlışlıklardan salimdirler. O ilâhîfiiller, kâinatın ilk tohumunu şu hazır hale salimen ulaştırdığı gibi,bütün nutfeleri, çekirdekleri ve yumurtaları da ilim ve hikmetiyleterbiye ederek kemâl noktalarına kavuşturur.

Canlı cansız her şeyi, yokluktan varlığa salimen çıkaran ALLAH,kendisine iman ederek istikamet üzere ömür süren kullarını da kabir vemahşer safhalarından salimen geçirerek 'Dârü's-Selâm' olan Cennetineulaştıracak ve orada bu bahtiyar kullarına 'Selâm' diye hitap etmekle,bütün dert ve çilelerden, hastalık ve musibetlerden salim bir hayatsüreceklerini müjdeleyecektir.

Bu müjdeye mahzar olmak isteyen bir kul, kalbini her türlü şüphelerden,aklını sapık fikirlerden, dilini yanlış sözlerden, midesini haramlokmadan, kısacası hem ruhunu, hem de bedenini sonu azap olacakşeylerden uzak tutmaya çalışacaktır. Zaten, Müslüman denilince,'ALLAH'a tam teslim olmakla bu selâmete erişmiş bahtiyar kul'

anlaşılır.

Selâm ismi, bizi Dârü's-Selâm'a çağırır ve o âleme uygun bir hayat geçirmemizi ihtar eder.



EL-MÜ'MİN

"Kendisine sığınanları emin kılan."

"Emniyet verici."

"Kullarını iman şerefiyle şereflendiren."

"Peygamberlerini doğrulayıp tasdik eden."

“O, ...Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir. [Haşr: 59/23.]

Bu ismin verdiği emniyet ile, insan kendi bedenindeki sayısız denecekkadar çok faaliyetin nizam ve intizamla yürüdüğünden emin olarak, başkaişlerle uğraşır. Ve yine, insanlar bu isme istinat ile, zemininkaymayacağından ve yıldızların düşmeyeceğinden emin olarak işlerini tambir emniyet içinde yürütürler.

İman şerefine erişen bir kul, "Her şeyin dizgini O'nun elinde; herşeyin hazinesi O'nun yanındadır" diyerek, ALLAH'a teslim olur vetevekkül eder. Kendisini, dünya musibetlerinden kabir azabına, mahşerindehşetinden Cehennem ateşine kadar her türlü tehlike ve zarardan ancakALLAH'ın emin kılabileceğine iman ederek, O'nun rızası üzere çalışır vehuzur bulur.

Bu ism-i şerifin, Selâm isminden sonra gelmesi de bu noktada ayrı bir önem taşır.

Nur Külliyatında bu yakın ilgi şöyle dile getirilir:

"İmana gel kî elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki selâmette kalasın." [Mesnevî-i Nuriye.]

İmana gelen insan, hayır olsun şer olsun her şeyi ALLAH'ın yarattığınıbilir. ALLAH'ı hakiki mâlik bildiğinden mülk alemindeki hiçbirvarlıktan korkmaz.

Hastalıklara karşı Şâfi' ismine sığınır. Sebeplere teşebbüs niyetiyle,ilaçlarını kullansa da şifayı ALLAH'tan bekler ve neticeden emin olarakrahat eder. Bu netice en kötü ihtimalle ölümdür. Ölüm ise ALLAH'ınMümît isminin tecillisiyledir. ALLAH, Muhyî ismini tecelli ettirmeklehayat verdiği kulunu, ölüm hadisesiyle kabre gönderir. Ve kabir, imanehli için dünyadan daha güzeldir.

Kâinatın teşekkülünden kıyametin kopmasına, güneşin doğup batmasından,canlıların dünyaya gelip göçmelerine kadar bütün hadiseleri, ilâhîisimlerin tecellisi olarak seyreden bir mü'min, her türlü elemden eminolarak, dünyada Cennet hayatı yaşar.

Bu ismin tecellisiyle emniyet içinde yaşamak, sadece mü'min kullaramahsus değildir. Yuvasından çıkıp uçan bir kuş, rızık hususunda hiç birendişe taşımaz. Nereye gidip neler yapacağını önceden planlamaksızın,bir ilâhî ilham ile ve tam bir emniyet içinde rızkını arar ve bulur. Buhakikat bütün hayvanlar âlemi için de geçerlidir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:24   Mesaj No:45
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

[B][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3][COLOR=black]


EL-MÜHEYMİN


"Gözetici ve koruyucu."

"Her şeyi murakabe ve muhafaza eden."

"İbadetlerin sevabını eksiksiz veren"

“O, ...Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymîn'dir.†[Haşr: 59/23.]

Buisim, insan ruhuna büyük bir huzur ve sürür bahşeder. Kendisinikoruyupgözeten, yaptığı her ameli, her ibadeti, her iyiliği muhafazaedenALLAH'ın, murakabesi ve koruması altında bulunmak, kalb için büyükbirinşirah kaynağıdır.

Bu ismi hatırlamanın en büyük faydası,kulu dikkate sevk etmesi, zerrekadar da olsa yaptığı amelin korunduğunubilerek güzel işleriniartırmaya meyletmesi, aynı şekilde kötü işlerdende uzak kalmahususunda hassasiyet göstermesidir

EL – AZİZ

"En üstün ve şânı en yüce olan."

"Mağlûp edilmesi mümkün olmayan yegâne galip."

"ALLAH'ı, sakın elçilerine verdiği sözden dönen sanma, Gerçekten ALLAH Azîz'dir, intikam sahibidir."
[İbrahim: 14/47.]

Aziz, izzet sahibi demektir. izzetin zıddı ise zillettir. Meselâ,acizlik bir zillettir, sonsuz kudret ise izzet makamıdır. Fakirlik debir zillettir, mutlak Ganî olmak, bir izzet makamıdır. Mahkûm olmak dabir zillettir. Her şeye hâkim olmak ise izzet makamıdır.

“Hâkimiyet bir makam-ı izzettir; rakib kabul etmek, o hâkimiyetin izzetini kırar." [Şualar.]

Hâkimiyet gibi, rububiyet, mâlikiyet, rezzâkiyet... de birer izzet akamıdırlar.

Misal olarak 'rububiyetâ€╠üzerinde kasaca duralım:

Bütün âlemler ALLAH'ın rububiyeti karşısında zilletle boyun eğmiş,O'nun dilediği şekilde terbiye görmüşlerdir. Koca güneşi, yeryüzündekicanlılara hizmet ettiren, ALLAH'ın izzetidir. Güneş bu hizmetiyle,zelil ve mahkûm bir mahluk olduğunu âdeta haykırmaktadır.

Şu münâcat cümlesi izzet mefhumunu anlamamıza ışık tutuyor:

"Hem sen Azîz'sin, izzet ve azamet sahibisin! Biz zilletimizebakıyoruz, üstümüzde bir izzet cilveleri var. Demek senin izzetininâyinesiyiz." [Mektûbat.]

ALLAH, dünyaya halife kıldığı insana, diğer hayvanlar üzerinde birizzet bahşetmiş ve Yasin sûresinde de buyurduğu gibi, 'hayvanlarıinsanlar için zelilâ€╠kılmıştır. Nitekim, bir çocuk yüzlerce hayvanıönüne katıp götürebilir. İşte o çocuğun bu saltanatında bir izzetcilvesi vardır. Ama, bu izzet onun şahsî hüneri yahut bilgisinin eserideğil, ancak ilâhî bir ihsan, bir mevhibedir.

Hayvanlara da bitkiler âlemine karşı bir izzet verilmiştir. Keza,bitkilerin de hayat şerefinden tamamen mahrum olan cansız varlıklaranisbetle bir izzetleri sözkonusudur.

İzzetinin ilâhî bir ihsan olduğunu unutarak ALLAH'ın emirlerine boyuneğmeyen insan, takındığı bu mevhum izzetin cezasını çok ağır ödeyecekve nice hükümdarları, cebbarları zelil eden Cehennem azabıyla, zilletibütün acılığıyla tadacaktır.

Bu mübarek isimden alacağımız en büyük ders; zilletimizin şuurundaolmamız, bize diğer varlıklar üstünde bir izzet bahşeden Rabbimizesonsuz hamd ve şükür etmemiz ve ahirette zelil olmamak için de, günahve isyandan şiddetle sakınmamızdir.
[FONT=Comic Sans MS][B][COLOR=#7030a0][SIZE=3]
EL-CEBBÂR

"Mahlukatı, iradesine uymaya mecbur eden."

"Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan."

“Yaratıkların noksanlarını düzelten, işlerini ıslah eden."

"O, ...Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir." [Haşr: 59/23.]

Cebir, 'seçme hakkından mahrum bırakma' demektir ve iradenin zıddıdır.

Bu kâinat ve içindeki mahlukat, yokluktan varlığa kendi iradele;riyle değil, bir cebir ile sevk edilmişlerdir.

Güneşin güneş olması gibi Ay'ın ay, dağın dağ, denizin deniz olmaları da icbar yoluyla, yani bir zorlama ile gerçekleşmiştir.

Şu var ki, Alîm ve Hakim olan ALLAH'ın icbarı da ilim ve hikmet iledir.

Rahîm ve Kerîm olan ALLAH'ın cebir ile yaptığı her tasarrufun altında rahmet ve kerem saklıdır.

Cebir kelimesinin, hem 'kırıkları onarmak', hem de 'zorla işyaptırmak,' mânâsına gelmesi enteresandır. Demek oluyor ki, ALLAH'ıncebri, ya bîr hekimin hastasına uyguladığı bir cebir yahut âdil birhükümdarın zalimleri zorla hapse sokmasındaki cebri gibidir.

Semada yıldızlar kendi iradeleriyle değil ALLAH'ın cebri ile şu mevcutnizamı almışlardır. Kâinatın küçük bir misali olan insanın da, bütünorganların şekilleri, vazifeleri, bedendeki yerleri, yine cebir iletayin ve tespit edilmiştir. Ama ilâhî hikmet, bu dünya imtihanındainsana bir irade bahşetmiş ve ihtiyarî fiillerde onu serbestbırakmıştır. Fakat, emrine isyan edenleri cebri ile Cehenneminesokacağını da önceden haber vermiştir.

Cennet ve Cehennemin yolları cebir ile tayin edilmiştir. Yani neyinhelâl neyin haram olduğunu ALLAH bizzat tayin ve tespit etmiştir. Ama,doğru ve yanlıştan, Cennet ve Cehennemden dilediğini seçmekte insanıserbest bırakmıştır.

Aklı başında olan her insan, bu kâinatta cebren icra edilen ilâhîfiillerin ne kadar rahmet ve hikmet taşıdığını ibretle seyretmeli venefsin arzularına kapılmadan kendini o Cebbâr'a teslim ederek emridairesinde bîr ömür sürmelidir.


EL-MÜTEKEBBİR

"Büyüklüğünü her şeyde ve her hadisede gösteren.â€

"Kibriya ve azamet kendisine mahsus olan."

"Her şey, nezdinde hakir bulunan." [Gazâlî.]

"O ...Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir." [Haşr: 59/23.]

Büyüklüğünü göstermekle, 'büyüklenmek' farklı şeylerdir. Sonsuzderecede aciz ve fakir olan insanoğlunun, büyüklenmeye kalkışması, onunhakkında kötü bir sıfat olur.

ALLAH, insanların anladığı mânâda büyüklenmekten münezzehtir. Zira,Kebîr, Azîm ve Aliyy ancak O'dur. Bütün varlıklarda görülen büyüklüklerO'nun büyütmesiyle, yücelikler O'nun yüceltmesiyledir. O haldeMütekebbir ismini, ALLAH'ın büyüklüğünü ilan etmesi şeklinde anlamalıve O'nun büyüklüğü karşısında herkesin ve her şeyin zelil, hakir, fakirve muhtaç olduğunu biimeliyiz.

Ahirette, bu hakikat bütün berraklığıyla görülecektir. Ama, önemli olan, bu gerçeği şu dünyada yakalamaktır.

Mütekebbir isminin bir tezahürünü Kur'ân-ı Kerîm şöyle haber veriyor.

"O gün onlar (kabirlerinden)fırlayıp çıkarlar. ALLAH'a karşı hiçbir şeyleri gizli değildir. (Buyrulur ki 'Bu gün mülk kimindir?' (Şöyle cevap verilir "Tek ve Kahhâr olan ALLAH'ındır." [Mü'min: 40/16.]

Demek oluyor ki, bu mübarek isim, bize aciz, nakıs, zayıf, fani vehakir olduğumuzu ders vermekte ve büyüklüğünü ilan etmenin ancakALLAH'a mahsus olduğunu ihtar ile nefsimizi haddi aşmaktan menetmektedir.

ALLAH Resûlü (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde beş şeye hayret ettiğini bildirir. Bunlardan birisini de şöyle ifade buyurur:

"Evvelinin bir cîfe, âhirinin bir lâşe olduğunu bildiği halde büyüklenen insana şaşarım."

Fatiha sûresinde, "bütün hamd ve senanın, âlemleri terbiye eden, Rahmanve Râhîm olan ALLAH'a ait olduğu" beyan edildikten sonra, ALLAH'ın 'dingününün de sahibi olduğu' nazara verilir. Bu âyetlerle ALLAH,büyüklüğünü ilan etmiş ve insanlar, aciz ve fakir bir kul olduklarınınidraki içinde, "Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardımdileriz" diye ALLAH'a iltica etmişler, O'na sığınmışlar, O'nagüvenmişlerdir.

Namazın her rüknünde tekbir getiren ve bu tekbirin mânâsını tasdiketmek üzere el bağlayan, bel büken, yüzünü yerlere süren insan,Mütekebbir olmanın ancak ALLAH'a has olduğunu bütün duygularına böylecesindirmekte ve kulluk şerefinden hissesini böylece almaktadır.

Kula yaraşan ve yakışan, büyüklenmek değil kulluk etmektir.

Kulun bu isimden feyiz alması, bu varlık âleminde, ALLAH'ın büyüklüğünügösteren sonsuz şahitleri güzelce dinlemesine ve seyretmesine bağlıdır.
İnsan, ALLAH'ın büyüklüğünü başkalarına ilan etmekle de bu isimden ayrı bir feyze nail olur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:26   Mesaj No:46
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna



EL-HÂLIK / EL-BÂRİ'


Hâlık: "Eşyayı bir takdir ve ölçü ile yaratan; yoktan var eden."

Bari': "Eşyayı muhtelif şekiller ve suretlerle birbirinden mümtaz surette yaratan."

"Her varlığı, bir misali olmaksızın var eden."

'O ALLAH ki, Hâlık'tır, Bâri'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur.” [Haşr: 59/24.]

Bütün varlık âlemi bu iki ismin tecellileriyle doludur. Bir vişneçekirdeğinde vişne ağacının, kiraz çekirdeğinde de kiraz ağacınınplanını yerleştirmek bir takdir işidir, bir ilim eseridir ve oçekirdeklerin böylece yaratılmış olmaları Hâlık ismini gösterir.

Bu çekirdekler, ağaç haline geldiklerinde ve meyve verdiklerindebirbirlerinden daha net biçimde ayrılırlar. İşte bu ayrılık, bufarklılaşma, bu imtiyaz Bari' ismini ilan eder.

Aynı türün fertleri arasında da bir imtiyaz sözkonusudur.

Bu hakikat insanlık âleminde bütün berraklığıyla okunur:

Nutfelerde insanın bütün organlarının şekilleri, yerleri büyüklüklerive sayıları genetik program halinde yazılıdır. Bununla birlikte, ALLAH,her insana da diğerinden bir farklılık, bir başkalık lütfetmiştir. Bubaşkalıkla, insanlar birbirlerinden temyiz edilir, ayrılırlar.

O halde, bir insan, yaratılışı ile Hâlık ismini, diğer insanlardan farklı olmasıyla da Bari' ismini gösterir.

İmam Gazâlî Hazretleri, meseleye biraz farklı yaklaşır ve bu iki isim arasındaki farkı şöyle nazara verir:

"ALLAH, eşyayı takdir etmesi ve bu takdire uygun olarak yaratmasıitibariyle Hâlık'tır. Onları yokluktan varlığa çıkarması itibariyle deBârî dir."


EL-MUSAVVİR

"Tasvir eden; her şeye bir suret ve şekil veren."

"Her şekli diğerinden farklı kılan."

"Mahrukatını istediği sıfat ve seçtiği surette yaratan."

“O ALLAH ki, Haliktır, Bâri'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur”. [Haşr: 59/24.]

Varlık âlemini seyrettiğimizde ilk önce suretler âlemi gözümüze çarpar. Bütün bu suretler, mahiyetlere göre şekil almışlardır.

Nur Külliyatında geçen, 'sima-yı istidadiye-i hususiye' ve 'simayıvechiye-i şahsiye' ifadelerinden anlaşıldığı üzere, suretler maddî vemanevî olmak üzere ikiye ayrılırlar. Her ruhun taşıdığı sıfatlar,kabiliyetler, istidatlar ile kendisini başkalarından farklı kılan birmanevî siması vardır. Tıpkı, her yüzün başka yüzlerden ayrı bir şeklesahip olması gibi.

Manevî simaları tahayyül ve tefekkür etmemiz oldukça zor olduğundan,Musavvir ismini düşünürken daha çok maddî suretleri hatırlar, onlardakigüzellikleri ve hikmetleri düşünürüz.

Mahlukat henüz yaratılmamışken, her şeyin mahiyeti ALLAH'ın ilmindeydi.Bu mahiyetlerin her birinin de kendine has bir 'manevî siması' vardı.Bunlar dünya sahnesine çıkarıldıklarında her birisine ona mahsus birmaddî suret takıldı. Görünmez suretler, görünür hale geldiler.

"Ete kemiğe büründüm.

Yunus diye göründüm,"

beytinde, bu mânâ enfes bir şekilde dile getirilmiştir.

Bütün varlık âlemi için geçerli olan bu hakikati, kâinatın bir küçük misali olan insanda, daha net olarak okuyabiliyoruz.

İnsanın bir mahiyeti olduğu gibi, her bir organının da yine ayrı birmahiyeti vardır. İlâhî ilim ve hikmet ile her organın iş görebilmesiiçin nasıl bir surete sahip olması gerekiyorsa, ilâhî kudret o organıona göre yaratmış, tasvir etmiştir.

Şimdi bütün canlılar âlemine kısaca bir göz atalım:

'İnsan, deve, keçi, kurt, güvercin, serçe, balık' ruhlarının,birbirlerinden çok farklı olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bu kadarfarklı ruh çeşidi yaratmak ALLAH'a mahsustur. Yine, bedenimizinruhumuza en uygun şekilde yaratıldığını çok iyi bildiğimizden, herhayvanın ruhunun da kendi bedeninde rahat ettiğini anlayabiliyoruz. Vebir milyonu aşkın hayvan türünün her birine, kendi ruhlarına en uygunbir beden inşa edilmesinde, Musavvir isminin azametini hisseder gibioluyoruz.

Suret verme hakikati sadece canlılar âlemine has değildir. Ama, buhakikat canlılarda daha berrak bir şekilde kendini göstermekte,okutturmaktadır.

Bütün sıfatları sonsuz olan ALLAH, bu sıfatların ve isimlerintecellilerinde de sonsuzluk sırrını göstermiştir. Musavvir isminin detecellileri sonsuza doğru uzanır ve bu suretlerden hiçbiri diğerinebenzemez.

Bu âlemde birbiriyle yüzde yüz uyum gösteren iki şekil bulamazsınız.Hiçbir yıldız diğerinin aynı değildir. Bulutlar her gün, her şehirdeayrı şekillerde boy gösterirler.

Birbiriyle aynı iki dağ göremezsiniz.

Deniz kıyısına varınız, şekilleri birbiriyle aynı olan iki çakıl taşına rastlayamazsınız.

Bu hakikatin en açık delili, insan siması ve parmak izleridir. İnsanlıkâleminde, geçmiş ve gelecek zamanı da dikkate alsanız, aynı simayasahip iki fert göremezsiniz.

Musavvir ismi tefekkür edilirken, bu başkalıkların aynı zamanda büyükbir rahmet olduğu da düşünülmeli. Meselâ, bütün insanlar aynı simayasahip olsalardı, toplum hayatı bir keşmekeş içine girerdi.

İnsan, Musavvir ismini düşünürken, suretler âlemini ve bu âleminmahiyetler alemiyle olan harika ilgisini hayretle tefekkür etmeli,ayrıca kendisine ihsan edilen insan suretinin de şükrünü edayaçalışmalıdır.


EL-ĞAFFAR

"Mağfireti, bağışlaması pek çok olan."

'Kullarının günahlarını affetmekle örten." [Taberî.]

"Tekrar tekrar affeden." [Gazâlî.]

"Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. [Nuh: 71/10.]

Günahlarına aldırış etmeksizin, Cennete gireceğinden emin bir haldeyaşamak, büyük bir gaflet olduğu gibi, isyanlarına bakarak 'ben artıkmağfiret olunmam’ demek de büyük bir hatadır.

Birinci hal ALLAH'ın gazabından emin olmak, ikincisi ise rahmetinden ümit kesmekle yeise düşmektir.

İşte Gaffar ismi, insanı yeisten kurtaran en büyük bir ümit kaynağıdır.

İmam Gazâlî Hazretleri, Gaffar isminin 'kötüyü, çirkini örten' mânâsınageldiğini zikrettikten sonra, önemli bir noktaya dikkatimizi çeker:

"ALLAH, insanın yüzünü, gözünü, elini açığa çıkardığı halde, midesini,bağırsaklarını ve sair görünmesi hoş olmayan organla;rını içerideyaratmıştır. Onları böylece örten ALLAH, kulunun günahlarını da örter"

Yine o büyük İmam, Gaffar ismine, 'tekrar tekrar affeden' mânâsı vermiştir.

Bu mânâyı düşünürken, Hazreti Mevlâna'nın, bazı haddini bilmezlerce tenkit konusu yapılan bir mısraı hatırıma geldi:

"Bin defa tövbe şişesini kırmış olsan yine gel!"

'Tövbe şişesini kırmak,' günahkâr Müslümanlar için sözkonusudur. Busöz, o büyük insanın Gaffar isminin inceliklerini çok iyi kavradığınınişareti iken, maalesef çok yanlış şekilde ele alındı ve o muhterem zâtacahilce hücum edildi.

Tövbesini defalarca bozan bir kul, pişman olarak ALLAH'ın dergahınasığınsa ve affını dilese, Gaffar ismi gereği, ALLAH bu "kulu affeder.

ALLAH'ın affettiğini kulların etmemesi, işin içine nefsin, hissin ve dar görüşlülüğün girdiğini gösterir.

Kendisine yapılan bir kötülüğü yıllarca unutamayıp, mü'min kardeşiniaffetmeye yanaşmayan bir insanın, Hazreti Mevlâna'nın bu sözünükavraması oldukça zordur.

Gaffar isminden nasiplenmenin birinci şartı, pişmanlık duymak, tövbe ve istiğfar ile mağfiret kapısını çalmaktır.

Bir diğer şartı da, başkalarını affetmek, kusurlarını örtmektir. Affedenin, mağfiret olunması kuvvetle umulur.


EL-KAHHÂR

"Kudretinin karşısında her şeyi aciz bırakan."

“Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir galibiyet ve hâkimiyet sahibi."

"Düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan hale getiren."

“Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün,onlar tek olan, Kahhar olan ALLAH'ın huzuruna çıkarılacaklardır."[İbrahim: 14/48.]

İlâhî ahlâkla ahlâklanmanın bir gereği de, ALLAH'ın kahrına hedefolanları kahretmektir. Bu noktada hatırımıza hemen şeytan gelir. İnsanşeytanı kahrettiği nisbette ALLAH'ın lütfuna mazhar olur. Şeytanı ençok kahreden şeyler ise, "iman, salih amel ve güzel ahlâktır."

Kalbini, ruhunu ve bütün iç dünyasını böylece güzelleştiren insan,şeytanı kahretme yolundadır ve ilâhî rahmete mazhar olmaya adaydemektir.

Nefsiyle, bir ömür boyu yılmadan usanmadan cihad etmek, onun emrine başeğmemek, küfürden, şirkten, haramdan uzak kalmak, şüphelileri de eldengeldiğince terke çalışmak, ALLAH'ın lütfuna ermenin ve kahrından uzakkalmanın en büyük sebepleridir.

Nur Külliyatında, şöyle buyurulur:

"Herkes; kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarındacihad-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk vesünnet-i nebeviyyeyi ihya ile muvazzaftır"

Kahhar isminin tecellisi, bütün azametiyle Cehennemde kendinigösterecek ve böylece kâfir ve müşrikler, kahır ve perişanolacaklardır.

ALLAH'ın kahrına uğramanın önemli bir sebebi de, ALLAH'ın kullarına vediğer canlı mahlukatına haksızlık ve zulmetmektir. Böyle yapan bîrinsan, kendisinde kahrın tecellisini istemiş olur.

Kahhar ismi, insanı isyan ve günahtan men ederek Cehennem azabındanuzaklaştırır; hakkını çiğneyen ve kendilerine bir şey yapamadığızalimler için de, bir azap müjdesi vererek mazlumu rahatlatır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:30   Mesaj No:47
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna

El -Vehhab
"Kullarına karşılıksız ihsan eden."

"İhsanları ve bağışları bol ve devamlı olan."

"İstihkakı olmayan kuluna da ihsan eden."

“Yoksa, Azîz, Vehhab olan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?” [Sâd: 38/9.]

İşçilere verilen ikramiye, 'hibe' değildir. Daha verimli çalışmalarıiçin bir nevî teşviktir, yani karşılığı beklenen bir yardımdır.

ALLAH'ın bütün ihsan ve yardımları hep 'hibe' yoluyladır. Bunların hiçbiri çalışmakla elde edilecek gibi değildir.

Meselâ, yok olan bir şeyin varlık sahasına çıkarılması Vehhâb isminintecellisiyledir. O şey, yokluk âleminde çalışarak var olmaya hakkazanmış değildir.

Keza, hayvanlar da bitki âleminde güzel işler başararak hayvanlık mertebesine terakki etmiş değillerdir.

İnsanların insan olmaları da en büyük bir ihsandır. Vehhâb isminin en güzel ve en büyük bir tecellisidir.

Organ nakli için harcanan paraları şöyle bir düşünelim, sonra en fakirbir insana da göz, kalp, böbrek, el, ayak takıldığını hatırlayalım.Daha sonra, diğer hayvanların gözlerini, kalplerini, beyinlerini vesair organlarını göz önüne alalım...

Bu canlılardan hiçbirinin bu organların gerçek sahibi olmadıklarınıanlayacak ve hepsinin ilâhî bir ihsan ve hibe olduğunu açıkçagöreceğiz.

Nur Külliyatından konuyla ilgili bir hikmet dersi:

"Şu meşhud saltanatı insaniyet ve terakkiyatı beşeriye ve kemâlât-ımedeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki onaonun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş,onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş,onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. " [Sözler.]

Kula yaraşan, ruhundan organlarına, dağlardan bulutlara, güneşlerdenyıldızlara kadar her şeyi ona karşılıksız bağışlayan.ve her şeyi onunhizmetine veren O Vehhâb'a sonsuz bir şükür ve minnettarlık duymak vebu kadar ihsana, gereğince teşekkür edememenin ezikliğini vemahcubiyetini iç âleminde tam hissetmektir.

Vehhâb isminden bir tecelli nasibi alan insan, başkalarına karşılıksıziyilik ve ihsanda bulunur. İbadetlerini geçmiş nimetlere şükür içinyapar ve Cennete girme hususunda Vehhâb isminin tecellisini umar vebekler.

ER-REZZÂK

“Maddî ve manevî her türlü rızkı ve bu rızıklara muhtaçları yaratan.”

"Canlıların rızkını dilediği şekilde veren."

"Hiç şüphesiz, ALLAH Rezzak'tır; O, kuvvet sahibi, Metin'dir." [Zâriyât: 51/58.]

İnsan denilince, ruh ve beden birlikte düşünüldüğü gibi, rızıkdenilince de hem maddî, hem de manevî azıklar hatırlanmalıdır. Bununlabirlikte, genellikle, rızık denildiğinde, öncelikle, bedenin ihtiyacınıkarşılayan, ona güç ve kuvvet kazandıran maddî nimetler hatıra gelir.

Bu nimetlerin her biri bir mucizedir. Topraktan insan yaratan ALLAH,aynı topraktan insanın rızkını da yaratmıştır. Tek başına ne toprak, nesu, ne ışık, ne de hava insanın karnını doyururlar. Bunlar, ilâhî birterbiyeden geçerek 'rızık' haline gelirler.

Rızkımız, bütün bîr kâinatın bir fabrika gibi çalışmasıyla yaratılıyor.Bir tek faktör noksan olsa, rızka kavuşamıyoruz. Öyle ise yediğimiz birmeyvenin arkasında bütün bir kâinatı görüp, şükrümüzü ona göre yapmakdurumundayız.

"Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zûlcelâl, sana iştihalıbir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimetiçinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayatverdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibibütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-inimeti, o ellerin önüne koymuştur." [Sözler.]

Demek ki, rızık denilince sadece yiyecek maddelerini hatırlamak eksikkalıyor. Midesi tok fakat gözü kör bir insan da bir yönüyle açdemektir. O halde güneş de göze rızık oluyor. Buna göre, insanoğluakşama kadar neye baksa, ağzından giren lokma misali, o şeyin görüntüsügözünde teşekkül etmekte ve ona rızık olmaktadır.

Aynı şekilde işittiği sesler de kulağının rızkı; kokular da burnuna rızık.

Manevî rızık denilince, öncelikle, ruh ve kaibi rahat ettirerek huzura kavuşturan şeyler hatıra gelir.

Aklın rızkı, nimetin kendisi değil, onu tefekkür etmektir.

Kalbin rızkı, çiçeğin rengi ve kokusu değil onu sevmek, onda tecellieden ilâhî isimleri sevmek ve o isimlerin sahibi olan ALLAH'ısevmektir.

Rezzak ismi bize maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç bir kulolduğumuzu hatırlatır. Elementleri rızık haline getirerek bizimfaydamıza sunan ve manevî ihtiyaçlarımızı da en güzel şekilde yerinegetiren Rabbimizin o sonsuz rahmetine karşı kalbimizi hamd, şükür veminnettarlıkla doldurur.


EL-FETTÂH

"Rahmet ve rızık kapılarını açan."

"Zorlukları kolaylaştıran."

"Hidayetiyle kalplere iman ve marifet kapılarını açan."

"Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup sakınsalardı, gerçektenüzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler)açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları nedeniyleyakalayıverdik." [A'râf: 7/96.]

Bir milyondan fazla hayvan türü ve ondan daha fazla bitki türü olduğunubiliyoruz. Bu türlere giren fertlerin sayısını bilmek ise ancak ALLAH'amahsus.

Sonsuz denecek kadar çok olan bu fertlerin bütün planları, nutfelerde,yumurtalarda yahut çekirdeklerde ilâhî ilim ve hikmetle yazılmış.

İşte bu noktaların kitap haline gelmesi, bu planlardan yapılarkurulması Fettâh isminin tecellisiyle başlar. Canlılar âlemine bunazarla bakabilsek ve onları, dünkü planların canlanmış ve büyümüşhalleri olarak değerlendirebilsek, Fettâh isminin sonsuz tecellilerinibir derece görür ve hayran oluruz.

Fettâh isminin bir başka sahası da manevîdir. Kalplerden gafletperdesinin kaldırılması ve o kalplerin iman ve hidayete açılması Fettâhisminin en muhteşem, en bereketli ve en kıymetli tecellisidir.

Gözü açılan bir insanın bir anda semalara çıkması, dağlarda dolaşması,denizleri kucaklaması gibi, kalbinden gaflet perdesi kalkan bir insanda ilâhî isimlere ve bu isimlerin kaynağı olan ilâhî sıfatlara muhatapolur.

İmam Gazâlî Hazretleri de fethin hem maddî hem de manevî yönübulunduğuna işaret ederek, maddî fetih için, "Biz, (Hudeybiyeanlaşmasıyla) sana gerçekten bîr fetih (yolunu) açtık"[Fetih: 48/1.]âyet-i kerîmesini; manevî fetih için ise, "ALLAH'ın insanlara açacağırahmeti durduracak yoktur" [Fâtır: 35/2.] âyet-i kerîmesini misalgösterir.

Manevî fethin çok önemli bir yönü de Nur Külliyatında şöyle nazara verilir:

"Kâinatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Âlemin kapıları açık isede manen kapalıdır. Cenâb-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfîyi açan'ene' namında bir miftahı insanın eline vermiştir." [Mesnevi-i Nuriye]

Buna göre, insan ruhu Fettâh isminin en büyük tecellisine mazhardır. Oruha konulan ene, yani benlik, bir anahtar vazifesi görüyor. ALLAH, buanahtarı kullanmasını bilen kullarına nice fennî keşiflerin yolunuaçtığı gibi, esmâ-i ilâhiyenin hazinelerini de açıyor. ('Kenz-imahfi'nin çoğulu 'künuz-u mahfiyye'dir ve ‘esmâ-i ilâhiye' mânâsınakullanılır.)

İnsan kendi ruhuna takılan ilim, irade, kudret gibi sıfatların herbirini bir anahtar yaparak, kıyas yoluyla, ilâhî isimlere ve sıfatlaraulaşır.
Nur Külliyatından 'Otuzuncu Söz'de tafsilatıyla işlenen bu konudan, sadece bir bölüm nakledeceğim:

"Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Halikınınrububiyetini anlar ve zahir mâlikiyetiyle. Halikının hakikîmâlikiyetini fehmeder ve "Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şukâinatın mâlikidir." der ve cüz'î ilmiyle O'nun ilmini fehmeder vekesbî sanatçığıyla o Sâni'-i Zülcelâl'in ibda-i sanatını anlar. Meselâ:'Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesinibirisi yapmış ve tanzim etmiş' der."

EL-ALÎM

"Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen."

"İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan)."

"Doğu da ALLAH'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz ALLAH'ın vechi(kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki ALLAH, Vâsi'dir (rahmeti ve kudretigenişdir), Alîm'dir." [Bakara: 2/115.]

ALLAH'ın zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilminebenzemez. Ezelî ilim ancak O'nundur ve O'na mahsustur. Olmuş ve olacakher şey O'nun ilminde daima hazırdır.

Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar,kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, ALLAH'ın ezelî ilminin varlığını bilse dehakikatini bilemez.

İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzidir. Bir anda ikişey düşünemez ve hatırlayamaz. ALLAH'ın ilmi ise küllidir, 'her şeyibirlikte bilir'; mutlaktır, 'hiçbir kayıt altına girmez' ve muhittir,'her şeyi içine alır, ihata eder.'

Bu hakikat, Nur Külliyatında 'güneş' misaliyle çok güzel açıklanır.Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıklarıbirlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraberilgilenir. Burada sıraya koyma sözkonusu değildir. Güneşi şuurlu farzetsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları,yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları biranda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.

Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: 'Fiilen bilmek'.

"Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîr'dir." [Mülk: 67/14.] âyet-i kerîmesi, bu 'fiilen bilme'yi ders veriyor.

Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz. MimarSinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiye'nin minareleriniyapar kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizimaynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmışolanı sonradan öğrenme sözkonusudur.

Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan ALLAH'ın, eşya hakkındaki ilmi 'fiilî bir ilimdir,' mahlukatın ilmine benzemez.

İnsan kendisine ihsan edilen o cüz'î ilmiyle ALLAH'ın Alîm isminitanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlıyaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdardeğilken, insanın bu kadar geniş bîr sahada ilmiyle dolaşması, onuniçin büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğugibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.

Hadis-i şerifte, "bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı"olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunu*sansürlükelimelur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünyamenfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlarne kadar zarardadırlar!?...

Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:41   Mesaj No:48
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna




EL-KÂBID / EL-BÂSIT

Kâbıd: "Daraltıp sıkan."

"Kıtlık veren"

Basit; "Açıp genişlik veren."

"Bollaştıran."

“ALLAH, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz ”. [Bakara: 2/245.]

Bu iki isim hem madde, hem de mânâ âlemi için geçerlidir. Zenginliktegenişlik, fakirlikte darlık olduğu gibi, ilimde genişlik cehalettedarlık vardır.

Bu iki mübarek ismin en büyük tecellileri, insanın kalb ve ruh âlemindekendini gösterir. Zira, ruh bedenden, mânâ da maddeden üstündür.

Kulun, cüz'î iradesini Hakk'ın rızası istikametinde kullanmasıyla kalbve ruh âleminde bir genişlik hasıl olur. Aksi halde insan ruhîsıkıntılar, günümüz tabiriyle stresler içinde perişan olur.

Tahkiki imanda genişlik, iman zafiyetinde ise darlık vardır.

Tevekkülde genişlik, sabırsızlıkta darlık vardır.

Affetmede genişlik, intikam hissinde darlık vardır.

Cömertlikte genişlik, cimrilikte darlık vardır.

Bununla birlikte buiki isim insanın manevî terakkisinin esasları olan 'havf ve reca' ileyani "ALLAH'ın kahrından korkmak ve rahme*tinden ümitli olmakla"yakından ilgilidir.

Kâbıd ismi korkunun, Bâsıt ismi ise ümidin önemli bir kaynağıdır. Yani,mü'min olan insan hem ALLAH'ın celâl ve azametinden korkacak, kabirazabını ve Cehennemi sıkça hatırlayacak; hem de O'nun rahmet vemağfiretinden daima ümitli olacak ve ona göre amel edecektir.

Kur'ân'ın hülasası olarak tarif edilen Fatiha sûresinde, havf ve recâsırayla işlenir, dolayısıyla da ruh ümitle korkuyu, ferahla darlığısırayla yaşar.

'Rabb'ül-âlemîn,' 'Rahman ve Rahîm' isimleri ruhu sevinçle, ümitle rahatlatır.

'Mâliki yevmiddin' kelamı ise ruhta korku ve endişe uyandırır.

‘İbadet ve yardım dileme' safhalarında ümitle korku iç içedir.

'İstikamet yoluna hidayet' istenmesi, ruh için büyük bir ümit ve saadet kapısıdır.

Bu ümidi müteakip, 'mağdup' ve 'dallin' zümrelerinden olmanın korkusu ruhu sarar.

Bir bitkinin, gece ve gündüzden ayrı faydalar görmesi gibi, bir mü'minde Kâbıd ve Bâsıt isimlerinin her birinden ayrı bir feyiz alır.

İçinin sıkıldığı, karmaşık problemlerle kuşatıldığı, dünyanın kendisinedar geldiği anlarda, aczini ve fakrını daha iyi anlar; kulluk şuurundainkişaf olur.

Ruhunun ferah ve sürurla dolu olduğu zamanlarda ise, bunu bir ilâhiikram ve ihsan olarak değerlendirip şükür vazifesini eda etmeyeçalışır.

İnsan, bu dünya hayatında, sıkıcı ve ferahlatıcı nice olaylarla değişikimtihanlar geçirir. Hastalanır, sıhhate kavuşur. Üzülür, sevinir.Derken bu geniş dünyadan kabre göç eder. İmanla göçenler için o âlemdeBâsıt ismi tecelli eder ve kabir, ALLAH Resulünün(a.s.m.)ifadesiyle,'Cennet bahçelerinden bir bahçe' olur. İnanmayanlar için ise Kâbıd ismitecelli eder ve kabir, "Cehennem çukurlarından bir çukura" dönüşür,insanı sıkar durur.

Ve bu yolculuğun sonu Cennet ve Cehennemle son bulur. Birincisinde her türlü genişlik, ikincisinde ise her türlü darlık vardır.


EL-HÂFİD / ER-RÂFİ'


Hâfıd: "Kâfirleri, asileri, mütekebbir ve zalimleri alçaltan.

"Din düşmanlarını rahmetinden uzaklaştırıp ahirette zelil eden ve cezalandıran."

Rafı': "Sevdiği kullarını yükselten."

"Mü'minleri kendisine yaklaştırarak yücelten."

"(O), alçaltan ve yüceltendir." [Vakıa: 56/3.]

Bu iki ismin tecellisi de büyük çapta, kulun cüz'î iradesine bakıyor.İradelerini yanlış yolda kullanarak küfür ve isyan yoluna gireninsanlar, alçalmaya talip olmuşlar ve Hâfıd olan ALLAH da onlarıinançsız ve ahlâksız kılmakla alçaltmıştır. Bu alçalmanın ahirettekineticesi ise Cehennemde, zillet içinde azap çekmektir.

İman, ibadet ve ahlâk yolunu tutanlar ise yükselmeye talip olmuşlar;Râfi' olan ALLAH da onları, salih bir kul yapmakla yükseltmiştir. Buyükselmenin ahiretteki neticesi ise Cennette ebedî saadete ermektir.

Demek oluyor ki, alçalma da yükselme de öncelikle dünyadagerçekleşiyor; birincisi Hâfid, ikincisi ise Râfi' isminintecellileriyle.

Dünya ahiretin tarlası olduğundan, bu yükseklik ahirette çok dahainkişaf ediyor; bu alçaklık ise çok daha aşağı dereceleri neticeveriyor.

Kulun, Râfi' ismine mazhar olması, öncelikle iman, takva, salih amel vegüzel ahlâk yoluyla gerçekleşir. Bir de insanın başkalarını yükseltmeyeçalışması, onları imana ve islâm'a davet etmesi var ki, bu yol en büyükbir feyiz ve yükselme vesilesidir.

Ayrıca, bir mü'min, islâm'ın ulviyetini kalplerde ve akıllardayerleştirdiği ölçüde kendisi de yükselir, Râfi' ismine mazhar olur.İslâm'a zıt görüşleri, bâtıl inançları, yanlış fikirleri çürütüpaşağıladığı nisbette de Hâfid isminden ayrı bir feyiz alır.



Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:44   Mesaj No:49
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:seydanur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 4172
Üyelik T.: 29 Eylül 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 74
Konular: 17
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Esma-ül Hüsna


EL-MUİZZ / EL-MÜZÎLL

Muizz: "Dilediğine izzet ve kuvvet veren, ilimde yükselten."



Müzill: "Dilediğini zelil kılıp rahmetinden uzaklaştıran. Hor ve hakir kılan.

"...Bilin ki, ALLAH'ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten ALLAH, inkâr edenleri hor ve aşağı kılıcıdır." [Tövbe: 9/2.]

İzzet denilince aklımıza hemen gelen mânâ üstünlük ve galibiyettir.Mü'minler azizdir, kâfirler zelil. Âlimler azizdir, cahiller zelil.

İzzet en büyük bir hayırdır. Bütün hayırlar elinde olan ALLAH, izzetinde yegâne sahibidir. Kullar O'nun aziz etmesiyle bu şereftennasiplenirler.

Kâmil insanlar, arza halife kılınmalarından, Cennete namzet olmalarınakadar bütün izzet tecellilerinin ALLAH'tan olduğunu bilerek, O'nunkudret ve azameti, rahmet ve ihsanı karşısında secdeye kapanırlar.

Secde, nefsin zilleti en ileri seviyede tattığı, buna karşılık ruh vekalbin izzet ve şeref kazandığı en üstün bir makamdır. Kulun Rabbine enyakın olduğu haldir; ALLAH'a yakınlık ise en büyük bir izzettir.

ALLAH, nefsine esir ve şeytana köle olmayı büyüklük sayanları, Müzill ismiyle alçaltır, hakir eder.

Bir kul, ALLAH'ın aziz kıldıklarına tazim etmekle izzete kavuşur; zelil kıldıklarından uzak kalmakla da zilletten kurtulur.

Nur Külliyatından bir cümle:

"İzzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk'ın meşietine ve iradesine bağlıdır." [Sözler.]

Bu konuda, vaktiyle kaleme aldığım bir yazıdan bir bölümü arz ediyorum:

İzzet tacı da zillet gömleği de ALLAH'ın hazinesinde... Bunları mahlukatına sırayla giydirir...

Önceki günün azizleri, dün zelil oldular. Bugünkü azizler de zilleti tatmak için yarını bekliyorlar...

Etrafımız, bu iki ayrı tecellinin misalleriyle kaynaşmada...

Bir meyve ağacı yazın yaprak, çiçek açar, meyvelerle bezenir; seyrinedoyum olmaz. Kış geldi mi her şeyini soyunur, kuru bir iskelet kalır.Başına karlar yağar, gölgesinde kimsecikler oturmaz.

Bu izzet ve zillet safhalarından geçen, sadece meyve ağaçları değildir.Güneş de doğarken azizdir, batarken zelil... Bahar, gelirken azizdir,giderken zelil... İnsan, yürürken azizdir, uyurken zelil...

Çocukluk, gençlik derken, olgunlukta bir izzet tecellisi görülüyor. Onutakip eden ihtiyarlık, zillet ve perişanlık yüklü... Derken, ölüm...Zilletin doruk noktası ve imanla göçenler için izzetin ilk basamağı...Önünü göremeyen ihtiyar, ölünce Cenneti seyre başlıyor. Bu izzeti biryeni zillet takip ediyor: Sûr'dan korkma ve mahşere çıkma safhası...

İnsan, dünyada ne kadar izzet taslamışsa, orada o kadar zilletçekecek... Başını burada ne kadar dikmişse orada o kadar fazla eğecek.Ne kadar harcamışsa, o kadar hesap verecek. Ve sonunda bütün azizlerbir yana, bütün zeliller bir yana ayrılacak. Mü'minler, ALLAH'ın'azizler diyarı' olarak terbiye ettiği Cennete doğru yol alırken,münkir ve müşrikler, zeliller diyarına, Cehenneme düşecekler... 'İzzetve zilletin ancak ALLAH'tan olduğu' hakikati bütün haşmetiylegörünecek.

Öyle ise, üzerimizde izzetin tecelli ettiği dönemleri çok iyideğerlendirmek mecburiyetindeyiz. Aziz iken Hakk'ın dergahında zelilolalım ki, zelil olduğumuzda O'nun lütfuyla yine izzete kavuşalım.


ES-SEMİ / EL-BASÎR

Semi': "Gizli aşikâr her şeyi işiten."



Basîr; "Aydınlık karanlık, uzak yakın, büyük küçük her şeyi gören, müşahede eden."

“..ALLAH'ın âyetleri hakkında münakaşa edenlerin sinelerinde, ancak,yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen ALLAH'a sığın. Şüphesiz O,Semi'dir, Basîr'dir." [Mü'min: 40/56.]

Maddeden münezzeh olan ALLAH'ın işitmesi, insan idrakininkavrayabildiği ve hayalinin ulaşabildiği her türlü işitmedenmünezzehtir; bunların hiçbirine benzemez.

Biz hava unsuru olmaksızın, içimizdeki bir arzuyu muhatabımızaişittiremeyiz. Ama, ALLAH bizim kalbimizden geçen her arzuyu işitir.Kalbin arzu duyması, sözlü istemeye benzemediği gibi, kalbin sesiniişitmek de havada temessül eden kelimeleri işitmeye benzemez.

Bu benzemezliğin bir işaretini Cenâb-ı Hak insanın mahiyetinekoymuştur. İnsan, uyanıkken muhataplarını görür ve onlarınkonuşmalarını işitir; bu görmeye göz, bu işitmeye de kulak vasıtaolmuştur. Ama rüya âleminde yine muhataplarıyla görüşür ve konuşur,fakat gözleri uykuya dalmış, kulakları bu âlemden ilgisini kesmiştir.Rüya âleminde ne hava unsuru vardır, ne konuşanın ses telleri, ne dedinleyenin kulakları.

Bizim havadan faydalanarak ses tellerimizi hareket ettirmemiz veaklımızdaki bir mânâyı, böylece kelimelere dökmemiz, onu insanlaraişittirmek içindir.

O konuşmanın ilâhî hikmet ve kudrete bakan bir yanı var kî çok önemlidir:

Ağzımızdan çıkan bir kelime havada bir ilâhî mucize olarak milyonlarcakelimeye dönüşür. Hava sayfası bizim konuşmamızla âdeta dolup taşar.Aynı sayfaya, diğer insanların konuşmalarından kuşla;rıncıvıldaşmalarına, gök gürlemesinden suların şırıltılarına kadar nicesesler de yerleşirler. Bu varlıkların kendileri yer yüzünde hoş birmanzara teşkil ettikleri gibi, sesleri de hava sayfasında ayrı birmucize sergilerler. Ve bu sanat eserini, Cenâb-ı Hak meleklerine veruhanilere seyrettirir.

Görmeye gelince: Güneşi güneş ışığını, gözü göz nurunu yaratan ve biryağ parçasına görme kabiliyeti veren ALLAH, böylece bir hikmet vekudret mucizesi sergilemiş oluyor. Yoksa meleklerin gözsüz görmelerininde şehadetiyle, görme için mutlaka göz lâzım değildir.

İnsanın görmesi cüz’idir. Yani bir anda ancak bir yöne bakabilir ve birşeyi seyredebilir. Başkalarını görebilmesi için nazarını ilk gördüğücisimden çekmesi gerekir.

ALLAH'ın bütün sıfatları gibi görmesi ve işitmesi de küllidir, mutlaktır ve sonsuzdur. Yani, her şeyi birlikte görür ve işitir.

İnsan, karşısındaki şahsın derisinin altını göremediği gibi, kafasındataşıdığı düşünceleri ve kalbinde beslediği arzuları da göremez veişitemez. Görmesi ışıkla, mesafeyle ve maddî engellerle sınırlıdır,işitmesi de belli frekanslar arasına sıkışıp kalmıştır. Ama bu insan, okısa ve sınırlı olan görmesini ve işitmesini kıyas unsuru yaparak,ALLAH'ın Semi' ve Basîr olduğunu bilebilir.

Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü'min, bütün eşyayı birlikte görmenin vebütün sesleri beraber işitmenin ancak ALLAH'a mahsus olduğunu hatırlar.Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözünişitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamayaçalışır.

İnsan, kendisine ihsan edilen bu nimetler sayesinde, hem Rabbinin Semi've Basîr olduğunu bilme şerefine erer, hem de renk, şekil ve seslerâlemlerinde tecelli eden ilâhî sanatları hayret ve hayranlıkla tefekküreder.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2008, 19:52   Mesaj No:50
Medineweb Usta Üyesi
Minam - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Minam isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2893
Üyelik T.: 02 Ağustos 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Memleket:Van
Mesaj: 293
Konular: 94
Beğenildi:22
Beğendi:16
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Esma-ül Hüsna

Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü'min, bütün eşyayı birlikte görmenin vebütün sesleri beraber işitmenin ancak ALLAH'a mahsus olduğunu hatırlar.Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözünişitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamayaçalışır.


çok güzel kardeşim emeğine sağlık...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Esma-ül Hüsna oyunu Medineweb Forum Oyunları 95 31 Ocak 2019 19:43
Esma el-Hüsna, Allah’ın 99 Güzel İsmi/Muhsin İyi-Medineweb muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 2 18 Ekim 2017 16:49
Rusya'da esma-i hüsna sergisi EyMeN&TaLhA Allah(c.c) 0 01 Mart 2013 21:31
Esma-ül Hüsna ile Dua ve Zikir TufeyL Dua Bölümü 3 23 Nisan 2012 11:05
İsm-i Azam Ve Esma-i Hüsna Duaları Verda_Naz Hadis-i Şerif 0 26 Kasım 2008 03:02

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.