Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler (https://www.forum.medineweb.net/649-kissalar-hikayeler-nasihatler)
-   -   medineweb kıssadan hisseler arşivi (https://www.forum.medineweb.net/kissalar-hikayeler-nasihatler/217-medineweb-kissadan-hisseler-arsivi.html)

Esma_Nur 26 Kasım 2011 15:16

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Zalime isteyerek eşlik eden safı, mazlum saymazlar.
“Nehrin kenarında kalan akrep, karşıya geçmeye gelen kurbağalara yalvarır: ‘Yüzemiyorum, lütfen beni karşıya geçirip kurtarın.’ Büyüklerinin uyarısından ders almayan yumuşak yürekli saf bir kurbağa akrebe yaklaşır: ‘Sen zehirliymişsin. Ya seni sırtıma alıp karşıya geçirirken beni ısırırsan?’ ‘Aptal mıyım? Hayatımı kurtarana bu ihaneti eder miyim?’ diye yalvarışını sürdürür akrep.

Kurbağa akrebe acır, sırtına bindirir ve tam nehrin ortasındayken, aç akrep kurbağanın etli ensinde hissettiği şehvete direnemez, ısırıverir. ‘Ne yaptın, aptal? İkimizi de öldürdün!’ diye inler kurbağa. Kurbağanın ahmakça iyiliği yüzünden, ikisi de boğulur.

Ataların bu anlatımından ilişkilerimize çok sayıda ders devşirebiliriz: Yirmi beş yaşına vardı mı, insan huyu kemikleşir. Akrep huyu, bencilce hep kendine kesen, kinli, kibirli, adaletsiz, zalim, saygısız, sevgisiz, sorumsuz kimsenin huyudur. Çıkarcı insanları size yalvarırken değil, başkalarına davranırken değerlendirin.

Melek yüzlü, tatlı sözlü avcının akrep huyunu hoş görüp hayatına girmeyin. Huylu huyundan vazgeçmez; hatta can çıkar, huy çıkmazmış. İyi niyetlilik ve saflık surette benze de, ilkine akıl, ikincisine ahmaklık hâkimdir. Gariban bulduğu şeytanın değirmenine su taşıyana akıllı demezler. Zalime isteyerek eşlik eden safı, mazlum saymazlar. Zehirli ilişkilerde boğulmaktansa, gerekirse, dağ kartalı gibi yapayalnız kalalım da akrebin kucağına düşmeyelim.” M. Bozdağ

su damlası 26 Kasım 2011 17:21

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
BİR İNSANI TANIMA YOLLARI NELERDİR?


'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,

' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.

Orada bulunanlardan birisi,

' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,

' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,

' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.

Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:

' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?

' Hayır, diye cevap verdi adam.

Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:

' İnsanın takvâsını ortaya koyan, muâmelesidir. Bu adam, alış'veriş yaptığın bir kimse midir?

Adam tekrar,

' Hayır, dedi.

Hz. Ömer (r.a.) bu defa;

' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.

Adam bu soruya da,

' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),

' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,

' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.'


Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin... Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müsbet veya menfî yönde şahâdette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.

Alıntı: Fazilet Takvimi, 2001

Esma_Nur 06 Aralık 2011 14:55

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Ey sâf ve temiz kişi! Defineyi yıkık yerlerde ara!
“Hayata olumlu bakış anlayışımıza takılan bir genç şöyle sordu: “Peki siz hep mutlu musunuz? İhanet, haksızlık, adaletsizlik sizi üzmüyor mu? Hayal kırıklıklarınız olmuyor mu? ’

Elbette üzülüyorum. Mazlumca ölümün, açlığın, adaletsizliğin, tarafgirliğin, nefretin ve saygısızlığın hâkim olduğu dünyanın gündemine hangi temiz vicdan kahkahayla gülebilir? Tabii ki üzülüyorum ve bazen evime tükenmiş dönüyor, bir köşeye çöküp ağlıyorum da. Anlamlı yaşamak, ortalıkta ördek yavruları gibi neşeli ötüşlerle dolaşmak değildir ki. Bilginizi ve bilincinizi yükselttikçe vicdanınızın ağırlığı artar. Lakin dert çekmek başka, karamsarlığa kapılmak başkadır.

Başarı ‘cefa-sefa’ kuralıyla gelişir: Yani yükseliş yoluna cefayla çıkar ve ilerlerseniz, sonunda sefaya varırsınız; sefada takılırsanız sonunda cefaya düşersiniz. Kimse bu ezeli imtihan ilkesinden kaçamaz.

Bilirsiniz ki cefalı doğuma nispeten, yaşamak sefalıdır. Zorlayıcı başlangıca oranla, sürdürmek kolaydır. Yükselmek güçken, süzülmek rahattır. Savaş acıyken, zafer zevktir. Öğrenmek çileliyken, kazanmak keyiflidir. Evlilik acılar içerse de yuva sıcak bir sığınaktır. Anlıyorsunuz ki çileyi omuzlamayan başarıyı taşıyamıyor.

Bu açıdan Mevlana Rumi şöyle söylemiştir: ‘Nerede bir dert varsa, deva oraya gider; neresi alçaksa, su oraya akar. Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar? Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi! Defineyi yıkık yerlerde ara! Git, kendine dert ara, dert bul; dertlerden bir dert seç kendine! Karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse, dostlara da elemler; sıkıntılar denizinde öyle yol gösterir.’ M. Bozdağ

Esma_Nur 02 Ocak 2012 21:56

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Birgün Mevlana eve girer ve hanımı ona sorar;
...
Bu kadar aşıksın Mevla' ya, bu aşkı yaşayıp yaşatana şükürler olsun.
...
Peki bana ne kadar aşıksın de.

Mevlana Hz ' leri de hanımına şöyle der;

Sen benim, Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin.Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin.Sen benim; Bugünüme şükür ve yarınıma dua edişimsin, Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin ve kapanmayan avuç içimsin...

aslıı 02 Ocak 2012 22:20

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Bir baba ile oğul oltalarını göl kenarına atıp otele döndüler. Bir saat sonra gittiklerinde oltaya dört beş balığın takıldığını gördüler. Çocuk:
- Ben balıkların oltaya takılacaklarını biliyordum, dedi. Babası sordu:
- Nereden biliyordun?
- Dua ettim de onun için, dedi çocuk.
... Cevaptan babası hoşnuttu. Oltayı yeniden hazırladılar, îkisi de hallerinden memnun öğle yemeği yemek için otele döndüler. Yemekten sonra göle gittiler. Yine birkaç balık yakalanmıştı. Çocuk:
- Böyle olacağını biliyordum, dedi.
- Nereden biliyordun?
- Dua ettim de onun için.
Baba oğul oltayı tekrar gole attı ve otele gittiler. Yatmadan önce, göle gidip oltaya baktıklarında bu defa bir tek balığın bile oltaya takılmadığını gördüler. Çocuk yine ama bu kez:
- Ben oltaya balık gelmeyeceğini biliyordum, dedi. Babası gelecek cevabı tahmin eder gibi sordu:
- Nereden biliyordun?
- Dua etmedim de onun için, dedi çocuk.
- Niçin dua etmedin.
Cevap enfesti ve asıl merak edilen de oydu.
- Oltaya yem takmayı unuttuğun aklıma geldi de ondan.

aslıı 02 Ocak 2012 23:33

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Bir gün Hazret-i Mevlânâ, hanımıyla kasabaya iner...
Hanımı öyle giyinir ki, her tarafını Allah'ın emrine göre güzelce örtmüştür.
Satıcının biri: "Hocam yazıktır, bu sıcakta zevcenizin de her yerini kapatmışsınız, günah değil mi?'' der.
Hazret-i Mevlânâ: "Sana bir mektup gelse ve o mektubu herkes açıp okusa ne yaparsın?''
Satıcı: "Tabi ki kızarım hocam, o benim özelim, kimsenin okumasına müsâde e...tmem.''
Hazret-i Mevlânâ bunun üzerine şöyle buyurur:

"O da benim özelim, onu bir tek ben okurum."

MusabBinumeyr 09 Ocak 2012 23:32

Ağlatan Kavanoz
 
Ağlatan Kavanoz: Ebubekir vefat etmiş.. Ömer hilafeti teslim almış,devlet emanetlerini inceliyor bir akşam vakti. Sandıklar açılıyor,evraklar ve mali hazineye ait altınlar, dirhemler tasnif edilip devir teslim yapılıyor. Evrakları tek tek inceleyen Ömer sandıklardan birinde bir kavanozla karşılaşıyor. İçi dirhemlerle dolu kavanozu merak ederek açıyor. İçinden şu not çıkıyor:

“Ben ki; Allah Rasülü’nün Halifesi Ebubekir.. Hilafetim süresince devlet hazinesinden bana bağlanan maaşı almaya haya ettim ve hiç kullanmadım. Çünkü bulunduğum makam; tebliğini ücretsiz, Hak Rızası için yapan Rasül makamı idi.Tamamen kendi gayretimle geçindim. Benden sonra gelecek halifeye teslim edilmek üzere tüm maaşım bu kavanozdadır. Devlet hazinesine kaydedilsin!..”

Hayatı Ebubekir’le hayır yarışına dönüşen Ömer olduğu yere öylece çöker. Ağlamaklı vaziyette şunları söyleyecektir:

-Ne kadar büyüksün Ya Ebubekir!.. Hayatında seni geçmeme fırsat vermedin, vefatın sonrasında da buna imkan tanımıyorsun. Ne kadar büyüksün Ya Sıddiyk!..

talibetün 16 Ocak 2012 18:35

Cevap: ..Üç İhtıyar Mısafır..
 
'Ben sadece Sevgi’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
'Eğer Zengin’i ya da Başarı’yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı.
Ama sen Sevgi’yi davet ettin...
O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz.
Çünkü nerede Sevgi varsa, orada Başarı ve Zenginlik de vardır!..'


ArO* çok güzel ve anlamlı paylaşım için alkış000

su damlası 23 Ocak 2012 10:15

...kelebeğin hikayesi...
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü Kelebek kolayca dışarı çıktı Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu

Adam, kelebeği izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu Fakat bu olmadı!… Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi Uçmayı hiç başaramadı

Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu Çünkü bu, Yaratıcı'nın, yaşam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu yoldu, böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir Eğer Yaratıcı, hayatımıza hiçbir engelle karşılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık Asla uçamazdık…

Güç istedim Ve Yaratıcı, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı

Bilgelik istedimVe Yaratıcı bana çözmek için sorunlar verdi

Zenginlik istedimVe Yaratıcı çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi

Cesaret istedimVe Yaratıcı üstesinden gelmem için bana tehlike verdi

Sevgi istedimVe Yaratıcı yardım etmem için sorunlu insanlar verdi

İyilik istedimVe Yaratıcı bana fırsatlar verdi

İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim

İhtiyacım olan her şeyi elde ettim

alıntı...

Esma_Nur 23 Ocak 2012 10:24

Cevap: ...kelebeğin hikayesi...
 
Alıntı:

su damlası Üyemizden Alıntı (Mesaj 156231)
[IMG]http://
Güç istedim Ve Yaratıcı, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı

Bilgelik istedimVe Yaratıcı bana çözmek için sorunlar verdi

Zenginlik istedimVe Yaratıcı çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi

Cesaret istedimVe Yaratıcı üstesinden gelmem için bana tehlike verdi

Sevgi istedimVe Yaratıcı yardım etmem için sorunlu insanlar verdi

İyilik istedimVe Yaratıcı bana fırsatlar verdi

İstediğim hiçbir şeyi elde etmedim

İhtiyacım olan her şeyi elde ettim

alıntı...[/FONT]

czk* paylaşım manidar olmuş. Zahmet olmadan Rahmet olmuyor değilmi... eğer olaylar karşısında sıkıntı çekiliyorsa bilinki doğru istikamet üzeresiniz. ücretini mutlaka er yada geç alıcaksınız .

İnceSızı 26 Ocak 2012 22:52

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine
gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış,
yemek yapıyordu.

Aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi.
Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı
bir durumla karşılaştılar…

Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı.

Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç pişmemişti.

Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi.

Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu ve gelini gittikten sonra,
yaşlı kadına:

" Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum.
Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir bildiğin var." dedi.

Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:

- Hayır, hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kıramayacak . . .

Esma_Nur 30 Ocak 2012 08:39

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Ben küçükken,


Muz lüks bir meyveydi. Beslenme çantalarına muz koyulmaz, evlerde portakal yenirdi.

Anaokuluna yalnız çalışan annelerin çocukları giderdi. Anaokuluna çocuk göndermek özenilen değil, ayıplanan bir şeydi.

Okullarda çoklu zeka, montessori gibi eğitim sistemleri bilinmezdi. Ali hep ata bakar ya da topu tutardı. Evde fişler kesilirdi.

Ayrı odada yatmak zenginlere has bir şeydi. Oturma odasında divanlar olur, akşam yataklar serilirdi.

Çalışma masası diye bir mobilyanın varlığı bilimezdi. Evin yemek masasında çalışılır, yemek saatinde derse ara verilirdi.

Babalar işten döndüğünde sevinilirdi. Terliği ayağına verilir, gazetesi hazır edilirdi.

Anneler erken kalkar, hepimizin içini ısıtan sobayı yakardı. Soba yanardı, sönerdi, tüterdi... Ben küçükken anneler hiç şikayet etmezdi.

Haftada bir çocukların yıkanma günü olurdu. Güğümle su ısıtılır, lastik tabureye oturmuş çocuklar beyaz sabunla yıkanırdı.

İlk okulda muhakkak bitlenilirdi. Bitlenen çocukların saçları gazlı taraklara emanet edilirdi.

Herkesin bisikleti olmazdı. Bisikleti olan çocuklar, olmayana hava atmazdı.

Karşı komşunun adı Ayşe Teyzeydi. Her gün saat 11'de kahve saati olur, komşular telvelerde günü okurdu.

Yaramız-beremiz çoktu. Çünkü koşarken düşecek bir bahçemiz, tırmanırken hayata tutunduğumuz şeftali ağaçları vardı.

Anneler çalışmazdı. Çocuklar okuldan döndüğünde evin kapısını kendi anahtarlarıyla açmaz, evlerine anne tebessümüyle adım atarlardı.

Adı anne yoğurdu, anneanne çorbası olan yiyecekler vardı. Okul dönüşlerinde, bayramlarda, doğum günlerinde evler "yuva" gibi kokardı.

Ben küçükken çoğu şey yoktu ama mutluluk vardı...

Para yoktu ama huzur vardı...

Ya da çocukluk dediğimiz şey mutluluğu var sandırandı...

Siz küçükken neler vardı?

Hatice Kübra Tongar

Yazarın kalemine sağlık ...Bu yazıyı okuyunca epeyce hüzünlendim biliyormusunuz tıpkıda yazarın yazdığı gibiydi çocukluğum çocukluğumdan tek şeyi özledim. O masum hallerimi ...neyse artık hersey gelişen dünyaya göre şekıllenıyor.. gelecek vaadeden büyük güçler kadınlarımızı çalışmaya teşvik etti...çalış var ol! çalışmakkadının da hakkı dediler...önce örtünü gevşet sonra biraz yüzün renklensin dediler... ...kadınlar korunmasızdı... dış dünyanın gürültüsü ve pisliği ile beraber yuvasına sımsıkı sarılıp her akşam ıhlamur, her sabah taze çay yapması beklenemezdi... ve sonunda kadın anneliğide unuttu... zor geldi o narin omuzlarına... çalışmalıydı geleceği için... kuranın ışığından nasibine alamamış leşler ona bunu telkin ettiler çünkü...

mahsun 30 Ocak 2012 14:47

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır
 
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır.Herbiri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftci kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır. Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır!
Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü pislik ile. Kuyudan çıkmanın sırrı, bu pisliği silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın herbiri bir adımdır.En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz. Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.


Mutlulugun 5 basit kuralını unutmayınız:

1. Kalbinizi nefretten arındırın – Affedin.

2. Düşüncelerinizi endişelerinizden arındırın – Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.

3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.

4. Daha çok verin.

5. Daha az bekleyin.

İnceSızı 06 Şubat 2012 00:21

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
ALLAH HİÇBİR İYİLİĞİ KARŞILIKSIZ BIRAKMAZ..!

Yataktaki adam, başucunda bekleyen genç doktora:

ALLAH senden razı olsun evlâdım, dedi.

Benim için yurtdışından zahmet edip buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.

Ameliyat edilen kişi, büyük bir hastahanenin başhekimiydi.

Tedavisi ancak yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artmış.

Ancak doktor arkadaşları onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamış.

Kurtarma umudunun azlığına rağmen ameliyatı üstlenmeye karar vermişlerdi.

Ameliyatın zor ve yeni bir ihtisas sahası olmasından dolayı biraz tereddütleri de vardı.

Fakat o konuda sayılı bir uzman olan bu genç doktor nereden haber almışsa almış.

Hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.

Yaşlı doktor, kendisine yapılan bu iyiliğe nasıl mukabele edeceğini bilemiyor.

Hemen yanında oturan genç adamın ellerini sıkarcasına tutuyordu.

Hayata yeniden dönmenin sevinciyle hiç durmadan konuşurken;

Ameliyat için beni bayılttığınızda, her nedense gençlik yıllarıma döndüm, diye devam etti.

Henüz toy bir asistanken, anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamıştım.

Onu bu şekilde yaşatmaktansa öldürmeyi düşünürken;

Kalp atışlarını duyup kıyamamıştım.

Planlama bahanesiyle sapasağlam yavruları bile katleden canavarlara rağmen o yavrunun yaşamasını istediğim için;

ALLAH seni imdadıma göndermiş olmalı.

Genç doktor, ancak bir babanın evladına karşı gösterebileceği sıcaklıkla kavranan ellerini kurtarıp biraz geriye çekildi.

Dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken;

ALLAH hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmaz efendim, diye gülümsüyordu..!

Yitiksevda 06 Şubat 2012 00:27

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
İmam Şamil (Şeyh Şamil) Kafkas Kartalı Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun...

Rus Çarı ile yaşamış oluğu şu diyalog meşhurdur :

Bir gün Rus Çarı esaret altındayken Şeyh Şamil'i yemek yemek için karşısına alır Şeyh Şamil'in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere: Korkarım bu adam bizi de birazdan yer diye söylenir. Şeyh Şamil bunu duyunca, Korkmayın dinimizde domuz eti yemek haramdır cevabını verir.

Şeyh Şamil, davasına son derece sadık bir insandır; bu uğurda çok sevdiği annesi ile arasında geçen olay tarihe geçmiştir:

Savaş dönemlerinde halktan bazıları "artık teslim olalım anlaşma yapalım" diye hayıflanmaya başlamıştır, bunun üzerine Şeyh Şamil teslim olmaktan bahsedene kırbaç cezası vermeyi uygun görmüştür. Bu durumda çekinen halk çareyi Şeyh Şamil'in annesine gitmekte bulmuşlardır. Annesi Şeyh Şamil'e teslim olma teklifini sununca Şeyh Şamil koymuş olduğu kanundan ödün vermemiştir. Cezayı yaşlı bir kadın çekemeyeceğinden, ceza oğluna intikal ettirilmiş, böylece Şeyh Şamil kendini kırbaçlattırmıştır.

İnceSızı 09 Şubat 2012 00:47

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı

Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :

Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?

'50gm!' .... '100gm!' .....'125gm'
..diye öğrenceiler yanıtladı.

Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, dedi profesör,ama, benim sorum şu ki :

Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?

Hiçbirşey'..diye yanıtladı öğrenciler

Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?' diye sordu profesör bu kez

Kolunuz ağrımaya başlardı efendim' diye öğrencilerden biri yanıtladı

Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?

Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı & batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler

Çok iyi.

Peki, tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?

Diye sordu profesör.

Hayır. Diye yanıtladı herkes

Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?diye tekrar profesör sorar

Bardağı bırakın düşsün! diye öğrencilerden biri yanıt verir

Kesinlikle! der profesör.

Hayatın problemleri de böyle birşeydir.

Onları kafanda birkaç dakika tutarsın & Bir sorun yokmuş gibi görünür.

Uzun bir süre düşünürsün & Başınız ağrımaya başlar

Daha uzun düşünün & Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.

Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,

Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).

Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz

su damlası 09 Şubat 2012 13:03

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır.. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar.. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar.

Fakir olanı biteni anlatır.

Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.

Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur.
Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:
- Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlamda senin gözünü açsın, diye dua eder.

Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenirki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.

Körün görmesi ile ilgil i haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:
- Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.
- Hey! seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsınki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.
- Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmışki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.

Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak dermandıe, göz açar. ancakgönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.

su damlası 19 Şubat 2012 13:36

farzet ki öldün!!!!
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]FARZET Kİ ÖLDÜN


İstersen gel bir beş dakika ölümü düşünelim… Ama senin ölümünü nasıl mı? Şöyle:

Düşün ki hiç hesapta olmayan, hep ertelediğin, ölüm; sana genç yaşta geldi… Eve haber saldılar; çocuğunuz hakkın rahmetine kavuştu… Aldılar seni sana özel tek kişilik odaya ağırladılar… Morgdasın… Buz gibi bir mekân… Birazdan sevdiklerin başına üşüşüp ağlayacaklar…

Beyaz kefenin başucu en yakının tarafından açılıyor… Seni gören fenalık geçiriyor… Sana can veremiyorlar… Sen morgda bir kişilik yeri işgal ederken boyuna göre küçük yatağın (kabrin) çoktan hazırlanmış… O geceyi tüyleri diken diken eden yerde geçirirken sıcacık yatağın korku salacak evdekilere… Rahmetlinin yatağıydı diyecekler… O odan korku salacak…Ölümün birçok kişiye kısa zamanda unutacakları önemli dersler verir… Ölümünle kimi dul kalacak, kimi yetim… Kimine evlat acısı tattıracaksın, kimine adını koyamadığımız acılar…

Sen hala o soğuk yerdeyken cenazenin kılınacağı camii ve kılınacak namaz vakti belirlenmiş ve kısa bir zaman diliminde yakın çevrene bildirilmiştir… Cepten arayanlara şu ses ne güzel mesaj verirdi:

"Aradığınız kişiye ulaşılamıyor… Lütfen tekrar denemeyiniz. Ona artık ulaşamazsınız… O artık dünyalı değil… Lütfen numarasını silin…''
Numaran anında silinir… Telefonlardaki numaran ölüm kokar… Sen morgdayken ölüm ve ölümün konuşulacak evlerde… Ne kabare programları güldürür ne de savaş görüntüleri üzer… Gündemde sen varsın… Ölümün var…
Şu konuşmalar çok işitildi:

_ Acaba sıra kimde?
_ Senden sonra acaba kimin adı okunacak?
_ Daha dün görüşmüştüm!
_ Hala inanamıyorum!
_ Demek ki ölümün yaşı yok!
_ Bir gün biz de öleceğiz…

Ve sabah olur…
Dünyada bir gün bile kalmana razı olmazlar… İlk kez varlığın sıkıntı verir… Sen hala oracıktayken ğasilhane kapısına adın yazılır… Orası ne hamamdır ne de evindeki banyo… Ömürde bir defa yıkanılan bir yerdir orası…
Buz tutmuş bedenin sıcak sular altında çözülürken tenine dokunanlara unutamayacakları bir ürperti verirsin… Ve ölümünden sonra ikinci durağın olan tahtadan yapılmış bir binek kapı önünde seni bekliyor… Ömürde bir defa binilen tek binektir o… Ve iki üç kişinin yardımıyla cansız bedenin tabuta koyulurken kılını dahi kıpır tadamayacaksın…

Yine ömründe ilk ve son kez bineceğin bir araba sana özel kiralanmış… Ve yola koyuluyorsun… Canlılar arasında kıvrıla kıvrıla ölüm dansı yaparak en azından Cuma kıldığın camiye geliyorsun… Daha doğusu getiriyorlar…
O kalabalıkta tek ölü sensin… Ve sana ölü muamelesi yapacaklar… Çünkü sen ölmüşsün… Musalla taşı… Taşların en ürperteni! Taşların en acımasızı! Taşların en soğuğu!

Senin için toplanan kalabalık, öne geçmen için yol açıyor… Ve o taş kim bilir kaçıncı konuğunu ağırlıyor! Ne ölüler geçti o tezgâhtan!

Senin oradaki varlığın bir sünnet namazına vesile… Kılınan namazdan sonra; Rahmetliyi nasıl bilirdiniz? Sorusuna seni tanıyan da tanımayanda iyi bilirdik derler. İşlediğin günahları gözlerinin önüne getirdiğinde iyi ki bilmiyorlar dersin…
Ürperttiysem bana kızma! Bu, senin, dünya hayatına yeni bir bakış açısı yakalaman içindi… Çünkü ölümü düşünmek az hata yapmanı sağlar…

ALINTI..

İnceSızı 19 Şubat 2012 14:15

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Her sabah hesabınıza 86.400 TL yatıran bir banka düşünün. Gün boyu istediğiniz kadar parayı harcamakta veya harcamamakta serbestsiniz. Parayı istediğiniz şekilde kullanabilirsiniz. Oyunun sadece tek bir koşulu var: harcamayı başaramadığınız meblağ ertesi güne devretmez, akşam hesabınızdan geri çekilir ve bu paranın hiçbir bölümünü ne sebeble olursa olsun saklayamazsınız. Bir önceki günün tutarının... tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü harcamamış da olsanız ertesi sabah hesabınızda yine 86.400 TL bulacaksınız. Nasıl keyifli değil mi ?... Farkında olsanız da olmasanız da aslında hepimizin böyle bir bankası var...Adı ''ZAMAN" Her sabah 86.400 SANIYE hesabınıza yatıyor ve o gün daha fazlasını asla harcayamıyorsunuz.
Kullanamadığınız kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan siliniyor, hiç devretmiyor. Her gün size yeni bir hesap açılıyor,her akşam günün bakiyesi siliniyor... Eğer günlük hesabınızı kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye dönüş yok, yarından avans çekmek yok... Bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız...ZAMAN hiç kimseyi beklemez... Dün artık mazi oldu..Yarın ise muamma...Bugün ise avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir armağandır...Sağlık,huzur ve kazançlı harcanacak ''ZAMAN''lara...
ALINTI.

su damlası 26 Şubat 2012 16:49

-Anne serçenin Merhameti -
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Bir gün Efendimiz (s.a.v) arkadaşlarıyla sıcak soğuk demeden dağları tepeleri aşarak Allah’ın dinini yaymak için yolculuğa çıkmışlardı. Bir kısmının binecek atı veya devesi bile yoktu. Çoğunun giyecek elbisesi, yiyecek yemeği de bulunmuyordu.
Suyu bol, ağaçlık bir yer görünce mola verdiler. O sırada bazıları etrafı kolaçan ediyordu. İçlerinden biri bir kuş yuvası gördü. Anne kuş yuvada yoktu, sadece küçücük yavrular vardı. Orada bulunan gençlerden biri kuş yavrularından birini tutup Efendimiz’e (s.a.v.) göstermek istedi. Minik yavru eline alıp sevmeye başladı.
Kuşun annesi az sonra geriye döndü. Yavrusunu yuvasında bulamayınca ötmeye başladı. Yürekleri sızlatan ötüşü dağları, taşları inletiyordu. Herkesin hayretten ağzı açık kalmıştı. Bu nasıl şefkat ve merhametti! Peygamberimiz ise uzaktan olanları izlemekteydi. Arkadaşlarının yanına gelerek, “Siz bu kuşun yavrusunu kurtarmak için yaptıklarına şaşırıyorsunuz değil mi?” diye sordu. Orada bulunanlar “Evet Ya Rasulallah” dediler. Efendimiz (s.a.v.), “Şunu iyice bilin ki sizi yaratan Rabbiniz’in şefkat ve merhameti, şu kuşun yavrularına olan merhametinden kat kat fazladır.” Dedi. Sonra kuşun serbest bırakılmasını istedi.

Alıntıdır…

su damlası 27 Şubat 2012 10:19

Cevap: -Anne serçenin Merhameti -
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Bir baba ve çocuğu parkta yürüyorlardı. Çocuk şımarıkça babasını çekiştiriyordu. Ne görse almak istiyor, babası da onu hiç kırmıyordu.

-Ben biricik oğlumu üzer miyim hiç!
Her istediğine kolayca ulaşan bir çocuğun nasıl doyumsuz olacağını ve büyüdükçe ya bencil ya da en ufak bir sorunda mutsuz, asabi olacağını düşünmüyordu bile.

Çikolata, dondurma oyuncak derken, çocuğun gözü yemyeşil dallara konan-kalkan güzel kuşlara takıldı. Babasının çocukluğunda yaptıklarıyla ilgili anlattıkları aklına geldi;

-Baba sen çoculuğunda sapanla kuş avladığını söylemiştin ya!

-Evet, köydeyken sapanla çok kuş avlamıştım.

Çocuk ağaçtaki kuşları gösterdi;

-Ben de senin gibi avlamak istiyorum.

Adam güldü;

-Yok be oğlum, burda görürlerse kızarlar.

-Bana ne, ben de sapanla kuş avlayacağım.

Adam bir iki vazgeçirmek istedi ama şımarık yetiştirdiği çocuğunun vazgeçmeyeceğini hemen anladı.

-Tamam, ben çevredeki oyuncakçılarda sapan var mı bir arayım. Bu arada sen dedenin yanına git otur ama kesinlikle dedene anlatma. Deden çocukluğumda bir gün kuş avladığımı duyunca çok kızmıştı bana, iyi bir de dayak atmıştı.

Çocuk istediğine kavuşacak olmanın sevinciyle dedesinin yanına koştu, oturdu. Babasının nereye gittiğini soran dedesine sadece "Bana oyuncak almaya gitti." dedi. Parktaki güzel havayı içine çeken, kuş seslerini dinleyip huzur bulmaya çalışan dedesi de başka bir şey sormmadı, sustu.

**** ****

Az sonra babası gelmişti. Dede görmeden çocuğa göz kırpıp cebindeki şişkinliği işaret ettikten sonra;

-İstediğin oyuncaktan kalmamış oğlum. Gel seninle biraz da ağaçların arasında yürüyelim.

Çocuk sevinçle babasına koştu. Dedesi "istediği oyuncak alınmayınca ortalığı birbirine katardı bu çocuk. Büyümeye mi başladı nedir!" diye düşündü, fazla üzerinde durmadı.

Çocukla uzaklaşan baba fısıldadı;

-Ortalık yerde sapan kullanırsan herkes kızar. Hem ağaçların arasında daha çok kuş vardır.

**** ****

Dede oğluyla, torununun arkasından baktı; "Uslanıyor kerata uslanıyor." diye mırıldandı. Sonra yine çevreyi seyre daldı. Birden gözleri bir renkli kuşa takıldı; "-Alaca serçe." Yüzünde bir sevinç dalgası dolaştı." -Nadir kuş, çocukluğumdan beri görmemiştim böyle rengarenk serçelerden." Yüreğinde bir heyacan duydu, ayağa kalktı. Çocukluğundaki gibi kuşların peşisıra koşmak istiyordu sanki. Hatıraları da o kuşla gökyüzünde kanat çırpıyordu. "-Alaca serçe. Hey Allahım, şu işe bak hele, dağda bayırda zor rastladığım serçe, bu parkta ha!". Kuşu takip ederken, kuşun dallar arasında bir yuvaya yaklaştığını gördü. Yüreği pırpır etti. Yuvada da bir dişi kuş vardı. Sanki, ağzında yemle gelen erkek kuşu karşılamak ister gibi sevinçle havalandı.

İhtiyar adam rahatsız etmemeye çalışarak, biraz daha yaklaştı. Onların bu sevincine ortak olmak ister gibiydi.

Yuvanın olduğu ağaca epey yaklaşmıştı, sevinçle kuşlara başını çevirmişti ki, dişi kuş göğsüne isabet eden bir taşla, acı çığlıklar atarak havada çırpınmaya başladı.

İhtiyar adam, kalbinin sıkıştığını, gözlerini yaşardığını hissetti. Kuşun çırpınarak gittiği yöne koştu. Kuş, parkın ortasına düşmüştü. İhtiyar adam yaşaran gözlerini silmeye çalışırken, erkek kuş çırpınarak ölen dişi kuşun yanına kondu.

Her zaman insanlardan kaçan erkek kuş, o anda yakındaki insanları görmüyor gibiydi. Eşinin yanına inmiş, bağırarak onu uyarmaya çalışıyor. Öldüğüne inanmıyormuş gibi sanki "Kalk insanlar geliyor" diye bağırıyordu.

Kuşun bağırışlarına toplananlar, saygı ve acı dolu bir şekilde uzakta durdular. Ortalıkta kuşun feryadından başka ses duyulmuyordu. Kuş gagasıyla eşini kaldırmak istiyor, itekliyor, çekiştiriyor, bağırıyordu.


Yaşlı adam torunuyla, oğlunun koşarak ağaçların arasından çıktıklarını gördü. Yüzlerinde ilk gördüğü gülüş ve torununun elindeki sapan herşeyi anlatıyordu. uzandı sapanı alıp, kırdı. oğluyla torununu ağlayan serçeyi görmeleri için, öne doğru itekledi. Torununa hiç bir şey söylemedi ama gözü yaşararak oğluna söylediklerini, torununun da duyacağı yükseklikte söyledi;

-Eşini kaybeden şu kuşun feryadını dinle önce, sonra da yuvada açlıktan ölecek yavruları düşün ve azcık vicdanın varsa utan. Çünkü ben senin bu yaptığından utandım.

Şımarık torun, dedesinin ilk defa ağladığını görüyordu. Erkek kuşun feryadları karşısında kendisi de, belki ilk defa şımarıklıktan değil, kalbinde başka bir canlı için duyduğu üzüntüden ağlıyordu.

alıntı...

su damlası 01 Mart 2012 20:31

Cevap: -Anne serçenin Merhameti -
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]MİNİK SERÇENİN AVCIYA VERDİĞİ DERS....

Avcının biri kuş avlamak için bir tuzak kurdu. Tuzağa küçük bir kuş
yakalandı. Avcı, minik kuşu eline alınca şaşırdı.

Çünkü minik kuş konuşuyordu.

Minik kuş:

-Ey insan oğlu sen birçok koyunlar, sığırlar, develer yedin. Onların
etleriyle bile doymadın benim etimle mi doyacaksın? Ben senin dişinin
kavuğunu bile dolduramam.

Şayet beni bırakacak olursan sana üç öğüt vereceğim. Bunlar sana daha
yararlı olabilir. Bu öğütlerden birini elinde ikincisini şu damın üzerinde
üçüncüsünü şu dalın üzerinde söyleyeceğim. Bu öğütlerimi tutarsanız ömür
boyu mutlu olursun, dedi.

Avcı bu teklifi beğendi. Zaten eti olmayan bu küçük kuşla nasıl doyacaktı
ki? Kuşun öğüdü belki işe yarayabilirdi. Avcı:

- Peki, Söyle bakalım, dedi.

Minik kuş:

-Elindeyken vereceğim öğüt şudur: Olmayacak bir şeye sakın inanma.

Kuş, Bu birinci öğüdünden sonra avcının elinden karşıdaki damın üzerine
kondu.

-İkinci öğüdüm: Elinden kaçırdığın fırsatlara hiçbir zaman üzülme.

Kuş, şöyle devam etmiş: Akılsız insanoğlu, eğer beni kesmiş olsaydın
kursağımda iki yüz elli gram ağırlığında bir inci bulacaktın. O inci seni
de, çocuklarını da zengin ederdi. O inci senindi ama kısmetin değilmiş.
Öyle bir inci kaçırdın ki dünyada eşi benzeri yoktu, dedi.

Avcı, bunu duyunca:"Eyvah! Ben kendi elimle kendime yazık ettim. Elimdeki
talih kuşunu kaçırdım. Ah benim akılsız kafam" diye üzülmeye saçını başını
yolmaya başladı.

Kuş avcının bu halini görünce:

-Be aptal adam! Biraz önce ben sana ne öğüt verdim di? Şu haline bak. İnci
elinden gittiyse ne üzülüyorsun? Ben sana "Elinden kaçırdığın fırsata
hiçbir zaman üzülme" demedim mi? Sözümü anlamadın mı?

Sonra sana "olmayacak bir söze sakın inanma" diye ilk öğüdümü verdim.
İnciyi duyunca aklın başından gitti. Benim iki yüz elli gram gelmeyeceğimi
bildiğin halde nasıl içimde iki yüz elli gram inci bulunabilir? dedi.

Avcı, kuşun uyarısını dinleyince, aklı başına geldi.

-Haydi güzel kuş! Şu üçüncü öğüdünü de söyle, öyle git, dedi.

Minik kuş dalın üzerine kondu ve alaycı bir şekilde:

-Hayret doğrusu! İlk iki öğüdümü çok iyi tut tunda üçüncüsünü mü
tutacaksın? dedi .ve göğün maviliklerine doğru uçtu

alıntı...

İnceSızı 01 Mart 2012 20:57

Cevap: -Anne serçenin Merhameti -
 
çok akıllı bu serçe :) emeğine yüreğine sağlık ablammm...

dewamının geleceğini umuyo ve merakla bekliyorum c*

bu duayı bana etmişlerdi çok sewdim bende sana edim (^_^)

ELLERİN CENNET GÜLÜ DERSİN ...

Ravza'm 01 Mart 2012 22:39

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi
 
Ne Zamana Kadar?

Adamın biri Hz. Ali r.a.’ın yanına gelerek:

– Ben bir günah işledim, dedi. Hz. Ali r.a.:

– Tövbe et ve bir daha o günahı işleme, buyurdu. Adam:

– Bunu yaptım fakat dönüp tekrar aynı günahı işledim, dedi. Hz. Ali:

– Yine tövbe et ve bundan sonra o günahı bir daha işleme, buyurdu. Adam:

– Bu böyle ne zamana kadar devam edecek, diye sordu. Hz. Ali r.a.:

– Şeytan yenilgiye uğrayana dek, buyurdu.

Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gafilîn

su damlası 03 Mart 2012 20:25

Cevap: -Anne serçenin Merhameti -
 
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş, Sadakatin adı ise; bir serçeye Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber Küçük sinekleri, kurtları yemişler, Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler. Masmavi gökyüzünde dans etmişler, Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler... Birbirlerine söz vermiş kuşlar; Ayrılmayacağız diye. Ama kış gelmiş, Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış, Serçe ise her zamanki gibi sadık Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek. Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için Yaşamaksa önemli imiş göçmen için. O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece Gel demiş serçeye benle beraber... Başka bir bahara uçalım. Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı Ama kış acımasızdır. demiş göçmen, Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim. Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş Uçacakmış yeni bir bahara... Göçmen ve serçe çıkmışlar yola, Ama serçe zayıfmış, onun kanatları uzun uçuşlar için değil. Dayanamayacakmış bu yola Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş Çünkü o hep kaçarmış kışlardan Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara Bir fırtına yaklaşıyormuş. Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış Göçmene duralım demiş artık. Biraz dinlenelim Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz. Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş. Ama göçmen yürü demiş serçeye birazdan okyanuslara varacağız Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin Birazdan varmışlar okyanusa Kurtuluşuymuş bu büyük deniz Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi Serçe artık dayanamıyormuş, Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış, Bakmış ve devam etmiş........ Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük... Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ... Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...

alıntı..

su damlası 03 Mart 2012 20:46

Cevap: -Anne serçenin Merhameti -
 
Asıl ben teşekkür ederim okuyan gözlerinize söyleten yüreğinize sağlık efendim..RAHMAN Razı olsun..

'Yolcu' 04 Mart 2012 12:38

Cevap: farzet ki öldün!!!!
 
Alıntı:

su damlası Üyemizden Alıntı (Mesaj 159999)
ürperttiysem bana kızma! Bu, senin, dünya hayatına yeni bir bakış açısı yakalaman içindi… çünkü ölümü düşünmek az hata yapmanı sağlar…



eyvallah.....

İnceSızı 13 Mart 2012 12:11

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek birbirlerine zekâ gösterisi yaparlardı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynisi üç insan heykeli yapmasıydı. Arala...
......rında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komsu ülke hükümdarına gönderildi.
Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.
Söyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: ..
“-Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynisi gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.”

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akilli ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.

Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de ayni işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komsu hükümdara cevabi yazdı:

“Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim.”….


ALINTI

İnceSızı 13 Mart 2012 12:12

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyununbirine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte.

Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü. Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıpt
ır söylemesi,anırdı yani. Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.

Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.

Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.

Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek. Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. Köylüler ağzı açık bakakaldı.

Hayat, bazen bizim de üzerimize üzerimize gelir. (Ne bazeni, çoğu zaman.) Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak,aydınlığa adım atmaktır.

Kör kuyuda olsak bile...


ALINTI

Esma_Nur 21 Mart 2012 09:49

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Zil-zurna Sarhoş Biri Çıkageldi



Bu hadise bir Ramazan günü olmuştu. Emirdağ'a gitmek için vasıta beklerken zil-zurna sarhoş biri çıkageldi. Üstad Hazretlerinin de üşümemesi için sırtına bir yorgan sarmıştık.

Sarhoş, Üstadın yanına varmış, 'Aman hocam, üşüme, üşüme' diyerek Üstadın yorganını düzeltiyordu.

Üstad sarhoşa, 'Kardeşim, otur yanıma. Seninle konuşalım' dedi. Sarhoş edepli bir şekilde Üstadın yanına oturdu.

Üstad ona, 'Beş vakit namazını kılacağına ve senede bir ay oruç tutacağına bana söz ver, ben de ölünceye kadar sana dua edeceğime söz vereyim' dedi.

Bu sözler üzerin sarhoş hüngür hüngür ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
"Hem vallahi, hem billâhi söz veriyorum. Bugün banyoya gidip abdest alacağım ve bu gece sahura kalkacağım. Yeter ki, sen bana dua et de bu halden kurtulayım. Hem namazımı, hem de orucumu terk etmeyeceğim."

Son Şahitler 3.Cild s. 199/Muhiddin Yürüten

su damlası 26 Mart 2012 10:26

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
DOLMUŞ
Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.
Yanına sokularak: Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?
Sıcak bir tebessümle:
-Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.
-Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.
Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.
- Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.
Saatime baktıktan sonra:
-20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.
Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.
İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:
- İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?
Ön koltukta oturanı:
- Hak istiyorsan Hakkâri?ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.
Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.
Sakinleşmeye çalışarak:
-Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor.
Bu defa şoför lâfa karışıp:
-Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.
Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.
5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.
Şoför:- Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.
Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:
- Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.
Heyecanla: -Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?
-Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.
Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.
Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:
-Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış..HemdeTürkiye?nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla…
alıntı

Esma_Nur 04 Nisan 2012 19:36

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (2)
 
Aşk mı, sevgi mi? ÇOK İBRETLİ BİR HİKAYE



Her vakit camiye gelir, farza durur, imam selâm ve*rir vermez, son sünneti kılmadan, tesbih çekmeye kalmadan hemen camiden çıkar giderdi.

Bir, iki, üç ay derken bu, altı ay kadar devam etti.

Bu adam neden sünneti kılmıyordu, üstelik cemaatle bir*likte tesbihe ve duaya da kalmıyordu? Kimdi bu adam, ne*den böyle yapıyordu?


Yoksa bir bildiği mi vardı? Neden herkesten ayrı hareket ediyordu? İyi, güzeldi ve her vakit camiye geliyordu da ne*den böyle yapıyordu?

Hakkında pek de iyi düşünmüyordu. Bir sebebi varsa da öğrenmeliydi. Belki yardıma olurdu. Sonunda bir namaz vakti mihrabı müezzine terk etti, kendisi arkada cemaate ka*tılarak farzı kıldı.


Maksadı bu adamı camiden çıkmadan ön*ce yakalamak ve bir şekilde böyle davranmasının sebebini sormaktı.

Adam yine tam vaktinde camiye geldi, cemaatle farzı eda etti, imam selâm verir vermez de her zaman olduğu gibi hemen kapıya yöneldi. Tam çıkacakken peşinden yetişti imam ve durdurdu:

"Allah kabul etsin kardeşim" dedikten sonra merakını di*le getirdi. "Aylardır merak ediyorum.


Geliyorsun, farzı ce*maatle kılıyorsun, son sünneti kılmaya kalmadan ve tesbih çekmeden, duaya katılmadan aceleyle çıkıp gidiyorsun. Siz*ce bir sakıncası yoksa sebebini öğrenebilir miyim?"

Adam düşünceliydi. Dertli olduğu, bir sıkıntı içinde kıv*randığı bakışlarından, yüz hatlarından belliydi.

İmam efendiye derdini anlatmaya başladı:

"Hocam, evde hasta bir hanımım var, felçli, on üç yıldır, ne ayağa kalkabiliyor, ne kendi işini görebiliyor, ne de konu*şabiliyor. Çocuklarımız da olmadı, başka kimsemiz de yok. Bütün ihtiyaçlarını ben görüyorum. Ben indirip kaldırıyo*rum, ben yedirip içiriyorum. Ezan okunur okunmaz da he*men camiye koşuyorum, eşimin bir ihtiyacı olur diye farzı kılar kılmaz çabucak kalkıyorum, eve dönüyorum."

Mahcup olmuştu. Adam hakkında kendisi neler düşünü*yordu, adamcağızın hali neydi? Sadece teşekkür etmekle ye*tindi.

"Hocam," dedi, "isterseniz eve buyurun, bir çayımızı, kahvemizi içersiniz."

"Olur inşaallah, müsait bir günde geliriz" dedi.

Daveti kabul etti. Birgün kalktı, müezzinle birlikte hasta ziyaretine gittiler. Durum açıktı ve gözler önündeydi. Yılla*rın ıstırabı sonucu kadıncağız erimiş, küçülmüş, bir yumak olmuştu. Sessiz sedasız yatıyor, sadece gözleri parlıyordu.

Sohbet esnasında evin sahibi bir sırrını paylaştı misafir*lerle:

"Bir evim, bir de dükkanım var. Kimsemiz de yok. Dü*şündüm, taşındım, ben ölürsem bu kadına kim bakar? Aklı*ma bir çare geldi. Tapu dairesine gittim, evi de, dükkanı da eşimin üzerine tapu ettirdim. Ben öldükten sonra birisi çıkar da, evin ve dükkanın kendisine kalacağı düşüncesiyle belki bu kadına bakar. Ne dersiniz doğru yapmış mıyım?"

Evet doğru yapmıştı, hem de ne doğru. Bu sefer hayreti
bir kat daha arttı. Takdir duygularını dile getirmekten başka bir şey yapamadı.

Hayatta ne insanlar vardı, Allah'ın ne güzel kullan yaşı*yordu? Ne müthiş bir aileydi bu? Aralarındaki nasıl bir aşk*tı, nasıl bir sevgiydi? Hayır, hayır bu aşk falan değildi, bütü*nüyle bir şefkatti, hiçbir dünyevî karşılık beklemeden yapı*lan bir insanlıktı.

Aradan fazla bir zaman geçmedi. Komşulardan birisi acı bir haberle camiye damladı:

"Hocam," dedi, "sizlere ömür, hacı amcayı kaybettik. Bir cenaze salası verir misiniz?"

Şimdi üzülme sırası kendisine geldi. "Hacı efendi Al*lah'ın rahmetine kavuştu, ama bu felçli kadın ne yapacaktı, ona kim bakacaktı? Bir hayır sahibi çıkar mıydı acaba? En azından geride kalan eve ve dükkana sahip olmak için birisi bulunur muydu?"

Bu düşüncelerle gitti, salayı okudu. Namaz saatini bekliyordu. Yarım saat sonra bir haber daha geldi. "Hocam, Hacı amcanın eşi de rahmetli oldu."

Günlerden Cuma'ydı. Gitti, ikinci salayı da verdi. İki hak dostu, Allah'ın iki sevgili kulu mübarek bir günde birlikte yolculuğa çıkmışlardı, ebedler ülkesine...

Dünyada beraberlerdi, hayatları aynı yastıkta geçmişti. Biri gidince, geride kalan da dayanamadı ayrılığa, o da pe*şinden yola çıktı. Aynı âlemde buluştular.

Bu mutlu ve umutlu, bu nurlu ve huzurlu, bu sevdalı ve müşfik aileyi ne komşular unutabildi ondan sonra, ne de ho*ca efendi...

KAYNAK Kadınca Kararınca

RABBİM tüm birbirine bağlı eşlere hikayedeki çift gibi beraber yaşlanıp beraber ölmeyi nasip etsin İNŞ

aslıı 09 Nisan 2012 14:37

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Hz.Süleyman (as) karıncaların bir senede ne kadar yemek yediklerini merak eder ve sorar bir karıncaya bir senede ne yerisiniz diye..Karınca "Bri senede bir buğday tanesi yeriz ey Allah'ın Peygamberi.."diye cevap verir..Bunun üzerine Süleyma...n Aleyhisselam karıncayı alır ve bir buğday tanesiyel beraber bir kutunun içersine koyarak kutunun ağzını sıkıca kapatır..Bir sene sonra kutuyu açtığında karıncanın, buğdayın yarısını yediğini görerek sorar "Hani senede bir buğday tanesi yeriz demiştin, yarısını yememişsin..?" Karınca şöyle cevap verir: "O, rızkımı doğrudan Allah verirken öyleydi..ama şimdi sen aracısın ve beni burda unutma ihtimaline karşı yarısını yemedim ne olur ne olmaz diye..Allah ise beni asla unutmaz ve rızkımı mutlaka gönderir..."

aslıı 10 Nisan 2012 00:30

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Mübarek alimlerden Zenbilli Ali Efendi hanımından hiç memnun değilmiş. Bir gün yolculuğa çıkmış. Yolda giderken, iki kişiye rastlamış. Beraberce yollarına devam etmişler. Bir müddet gittikten sonra acıkmışlar; adamlardan biri, ‘Allah’ım bize yemek gönder’ diye dua etmiş. Bakmışlar ki karşıdan bir adam elinde bir tabak yemekle geliyor. Karınlarını doyurmuşlar. Tekrar yola çıkmışlar; yine karınları ...acıkmış. Bu Sefer diğer adam dua etmiş, “Allah’ım bize yemek gönder.” Yine karşıdan bir adam elinde yiyeceklerle gelip, bunlara ikram etmiş. Bir müddet daha gitmişler ve yine mola vermişler. Sıra Zenbilli Ali Efendiye gelmiş. Biraz düşünmüş ve sonra şöyle dua etmiş; “Ya Rabbi bu kardeşler kimin hatırı için senden yiyecek istedilerse ben de onun hürmetine senden yemek istiyorum. Bakmışlar ki, karşıdan iki adam ellerinde çeşit çeşit yemeklerle, şerbetler geliyor. Adamlar çok şaşırmış ve , “nasıl dua ettin” diye sormuşlar. Zenbilli Ali Efendi demiş ki, “Önce söyleyin siz nasıl dua ettiniz?” Adamlar, “Biz duamızda “Allah’ım, bize karısının zulmüne sabredip erenler arasına karışan Zenbilli Ali Efendi hürmetine yiyecek gönder” diye dua ettik” demişler. İşte o zaman Zenbilli Ali Efendi, işin farkına varmış. Arkadaşlarına, “Benim yolculuğum burada bitiyor. Evime dönmem gerekiyor” demiş. O mertebeyi karısının eziyetlerine katlanarak elde ettiğini anlamış.

Kıssadan alınacak ders ile ilgili hadisler:

(Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]

(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]

(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ.Gazali]

(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]

Esadullah 11 Nisan 2012 18:30

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için…

Allah’a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu. Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı.

Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. “Allah’ım, bunu bana nasıl yapabildin?” diye feryat etti.

O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti. Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı! “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu bitkin adam kendisini kurtaranlara.

Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:

“Dumanla verdiğiniz işareti gördük!”

Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de…

İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor.

İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor. Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi, yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında…

Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu. Yapmamız gereken, acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmek…

alıntı

MusabBinumeyr 11 Nisan 2012 23:54

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
GERÇEK GÜN YÜZÜNE ÇIKINCA




Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna “ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:
-“Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.
İkinci grup ise;
-“ Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordun komutanına itaat etmek gerekir.” diyerek az bir şey topluyorlar.
Üçüncü grup ise;
-“Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.
Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca:
Hiç almayan birinci grup;
-Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık” diyerek pişman oluyorlar.
Az alan ikinci grup ise;
-“Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık” diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise:
“Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık” diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak.
Kafir olan;
- “Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik,ebedi cehennemden kurtulsaydık,”
Mü’min, fakat az sevabı olan;
-“Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.”
Mü’min,çok sevabı olan ise;
-“Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım...” diyeceklerdir.
Rabbim bu misallerden ders alıp, Ahirette pişman olmayacağımız ameller işlemeyi nasip eylesin...

aslıı 12 Nisan 2012 16:44

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Torunu, bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla sorar:
"Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?"
Dede tatlı bir gülücükle:
... "Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum." deyince torun:
"Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?"
"Evet yavrum. Ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır." diye dede biraz daha açar ilk sözünü. Torun yeniden sorar:
"Namazsız ezan ve ezansız namaz" ne demek dedeciğim?
Dede torununa şefkatle açıklar:
"Bak yavrum, geçen hafta komşumuzun çocuğu doğdu. O çocugun kulağına ben ezan okudum, hatırladın mı?"

- Evet, dedeciğim.
- İşte o ezanın namazı yoktur, sen de gördün ki namaz kılmadık.
- Haklısın dedeciğim, şimdi fark ettim.
- Pekiyi geçen ay dayın vefat ettiğinde onun cenazesini bizim camiye getirdiğimizde sen de vardın. Hatırlarsan dayın için cenaze namazı kıldık hep beraber.
- Evet dedeciğim, yengem cok ağlamıştı.
- Dikkat ettiysen o namaz için ezan okunmadı, çünkü cenaze namazının ezanı olmaz.

Aslında cenaze namazının ezanı merhum dayın doğduktan sonra minik bir bebekken kulağına okunmuştu diye düşünebilirsin. İşte yavrum hayatımız bu namazsız ezanla başlar ve bu ezansız namazla sona erer, ama bu sona eriş bir başka baslangıca işaret eder.

"Hayat, EZANLA NAMAZ ARASI KADAR SÜRER"

Sakin sana verilen ömür sermayesini ziyan etme yavrucuğum.
Ömrünü hayırlı işlerle dolu dolu geçir, bir nefes bile boşluk bırakma!alıntı

aslıı 12 Nisan 2012 16:51

Cevap: medineweb kıssadan hisseler arşivi (1)
 
Adamın Biri Sordu Bir gün ;

-Cemaatten misin?
-Evet dedim.
Dedi ki ;
-Ne gerek var cemaate tek namaz ve ibadet edilmiyormu ki illa bir cemaate bağlanıyorsunuz?
... Dedim ;
-Peki Urfa'ya mı yoksa Ordu'ya mı, ya da Belgrat ormanına mı yoksa Sahra çölüne mi daha çok yağmur yağıyor?

Dedi -Ordu ve Belgrat ormanına
Dedim -Niye peki ?
Dedi - Oralarda çok ağaç var

Dedim -Bak işte ağaçlar bile cemaat yapınca rahmeti çekiyor yani cemaat rahmet vesilesidir...

Arasat 12 Nisan 2012 19:37

Azrail'in Güzelliği
 
Azrail'in Güzelliği

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla
karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek
özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size
... nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam
vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına
gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı
bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün
diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için
İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi
şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz
bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap
bacak kemiklerindeki ****staz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,
hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen
cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine
güçlükle konuşarak:

-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.

-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü,
ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında
oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine
tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını
salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler
"hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta
kala:

-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O
anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için
Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir
iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi
telefon ederek:

-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar
inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının
sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça
ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son
nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve
eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde
morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma
gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine
sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da
sordu:

-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı
bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak
vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece
kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni
görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"
dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması
imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz
kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet
getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş

seyamu 12 Nisan 2012 20:49

Cevap: Azrail'in Güzelliği
 
gerçekten ALLAH HEPİMİZE BÖYLE SON NEFESİMİZDE İMAN NASİP ETSİN


SAAT: 13:50

vBulletin® Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2025 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320